Haberler

Savunma Sanayi Devleri IDEF’21’de Buluşacak

TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş. tarafından organize edilen IDEF'21, 15. Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı, 17-20 Ağustos 2021 tarihleri arasında İstanbul Büyükçekmece'deki Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi'nde her zaman olduğu gibi fiziki olarak gerçekleştirilecek. Türkiye'nin ve dünyanın savunma sanayii devlerinin en önemli buluşma platformu olan IDEF'21'e, yurt içinden ve yurt dışından bin 170'in üzerinde firmanın katılması bekleniyor. Fuara 116 heyet katılacağını bildirirken, heyetlerde geri dönüşler devam ediyor. Şimdiden bu rakama erişilmiş olması fuarın uluslararası iş görüşmeleri açısından verimli geçeceğini gösteriyor. Fuar açılışına kadar bu sayının çok daha fazla olacağı vurgulanıyor. Fuara katılacağını bildiren üst düzey yetkililerin arasında 28 Bakan yer alıyor. SAVUNMA TEDARİKİNDEN SORUMLU MAKAMLARIN EN ÖNEMLİ BULUŞMASI IDEF'21, 15. Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı'na şu ana kadar 28 Bakan katılacağını bildirdi. Fuara katılacak heyetlerde Bakanların yanı sıra Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanı, Genelkurmay Başkan Yardımcısı, Bakan Yardımcısı, Jandarma Genel Komutanı, Emniyet Genel Müdürü, Sahil Güvenlik Komutanı ve Müsteşar seviyesinde çok sayıda üst düzey yetkili yer alıyor. Fuara bu yıl, ülkelerin savunma tedarikinden sorumlu üst düzey yetkililerin ilgisinin daha da artması, IDEF'21'in oldukça verimli geçeceğini ve hedeflerine ulaşacağını şimdiden haber veriyor. IDEF 2019 yılında, 71 ülke ve 3 uluslararası kuruluştan 151 heyet ve 588 heyet üyesi ağırlanmıştı. YURT DIŞINDAN RESMİ HEYET DAVETLERİ ARTTI 15. Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı'nda, geçmiş fuarlarda olduğu gibi mütekabiliyet esasına dayalı olarak yurt dışı heyet davetleri, T.C. Millî Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve bağlı kuruluşları, Savunma Sanayii Başkanlığı tarafından yapıldı. İki yılda bir düzenlenen IDEF'e bu yıl, yurt dışı heyetlerin ilgisi çok yüksek. IDEF'21 için hazırlıklar sürerken, davet edilen heyet sayısı 455'e yükseldi. Bu davetlere geçtiğimiz fuarlara göre çok daha erken dönüşler alınmaya başlanırken, fuar açılışına kadar bu sayının artacağı vurgulanıyor. Kaynak : Turktime

Yakındoğu Üniversitesinden COVID-19 için Koruyucu Sprey

Yakın Doğu Üniversitesi, COVID-19’a neden olan SARS-CoV-2’nin hücrelere bulaşmasını önlemek amacıyla geliştirilmesinde proje ortağı olduğu koruyucu nazal spreyi, Olirin markasıyla KKTC’de kullanıma sundu.  Burun ve ağız yoluyla uygulanabilen Olirin, bir yandan SARS-CoV-2’nin üst solunum yolundaki hücrelere bağlanmasını engelleyip diğer yandan antiviral etkisi ile virüsleri öldürerek çift yönlü bir koruma sağlıyor. Olirin, SARS-CoV-2 dışındaki virüslere karşı da etkili.  Yakın Doğu Üniversitesi, Perugia Üniversitesi, Avrupa Biyoteknoloji Derneği (EBTNA) ve İtalyan MAGI Group ortaklığında geliştirilen sprey, Şubat 2021’de İtalya’da COVID-19’la mücadelede kullanılmaya başlanmıştı. KKTC, Türkiye ve Türki Cumhuriyetlerde üretim ve dağıtım hakları Yakın Doğu Oluşumu’na ait olan Olirin’in yakın zamanda Türkiye'de de kullanıma sunulması planlanıyor.  Olirin, İKAS Pharma güvencesiyle eczanelerde Tamamen doğal bileşenlerden üretilen koruyucu sprey Olirin, zeytin yaprağı özünden elde edilen, doğal içerikli bir ürün. Bu nedenle marka seçimi de İngilizce’de zeytin anlamına gelen “olive” kelimesinden esinlenilerek yapıldı.  Olirin’in KKTC’deki dağıtımını, kuruluşunun üzerinden iki yıl gibi kısa bir süre geçmesine rağmen, yenilikçi vizyonu ile birçok lider firma ve üretici ile yaptığı anlaşmalarla geniş bir ilaç portföyüne ulaşan İKAS Pharma yapacak. Olirin’in KKTC’deki eczanelere dağıtımını gerçekleştiren İKAS Pharma, yakın zamanda ürünü Türkiye’de de tüm eczaneler ve online satış siteleri üzerinden kullanıcılarla buluşturacak. Prof. Dr. İrfan Suat Günsel: “COVID-19’la mücadelede önemli bir katkı yaratacak olan Olirin’i ülkemizde kullanıma sunmaktan mutluluk duyuyoruz.”   Yakın Doğu Üniversitesi’nin geliştirme aşamasında yer alarak proje ve patent ortağı olduğu koruyucu spreyi, kendi markaları ile KKTC halkının kullanımına sunmaktan duyduğu mutluluğu dile getiren Yakın Doğu Oluşumu Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. İrfan Suat Günsel, “COVID-19’la mücadelede uluslararası bir proje olarak doğan ve önemli bir parçası olduğumuz koruyucu spreyi, kendi markamızla halkımızın kullanımına sunmanın gururunu yaşıyoruz. Olirin’i yakın zamanda Türkiye'de de kullanıma sunarak bu gururumuzu taçlandırmak istiyoruz” ifadesini kullandı. Olirin’in, Yakın Doğu Üniversitesi’nin sahip olduğu bilimsel yetkinliğin ve Üniversite 4.0 vizyonunun çok önemli bir göstergesi olduğunu söyleyen Prof. Dr. Günsel, “Olirin’in geliştirilmesinden üretim aşamasına kadar katkısı bulunan üniversitemizin çok değerli bilim insanlarına teşekkürlerimi sunuyorum” dedi.  Prof. Dr. Tamer Şanlıdağ: “Olirin, virüslere karşı çift yönlü bir koruma sağlıyor.” Yakın Doğu Üniversitesi Rektör Vekili Prof. Dr. Tamer Şanlıdağ ise koruyucu Olirin’in doğal bileşenli bir ürün olarak COVID-19’a neden olan SARS-CoV-2’nin hücrelere bağlanmasını engelleyip diğer yandan antiviral etkisi ile virüsleri öldürerek çift yönlü bir koruma sağladığını vurguladı. Dünyada hızla uygulanan aşılama sürecinin COVID-19’un kontrol altına alınmasında son derece önemli olduğunu söyleyen Prof. Dr. Tamer Şanlıdağ, Olirin’in etkili bir kişisel korunma ürünü olarak bu sürece önemli bir katkı sunacağını söyledi. Prof. Dr. Şanlıdağ ayrıca, “Olirin, sadece SARS-CoV-2’ye karşı değil pek çok virüse karşı da aynı koruyuculuğu sağlayan bir ürün” değerlendirmesini yaptı. Doç. Dr. Mahmut Çerkez Ergören: “SARS-CoV-2’yi etkisizleştiren Olirin’in yan etkisi bulunmuyor.” Yakın Doğu Üniversitesi, Perugia Üniversitesi, Avrupa Biyoteknoloji Derneği (EBTNA) ve İtalyan MAGI Group ortaklığında geliştirilen koruyucu nazal spreyin, gerek laboratuvar testleri, gerekse gönüllülerle yapılan denemelerde etkinliğini kanıtladığını söyleyen Yakın Doğu Üniversitesi COVID-19 PCR Tanı Laboratuvarı sorumlularından Doç. Dr. Mahmut Çerkez Ergören, “Gerçekleştirilen araştırma ve deneyler, Olirin’in hücrelerde toksik etki yaratmadığı, SARS-CoV-2’yi etkisizleştirdiği ve yan etki yaratmadığını ortaya koydu” ifadesini kullandı.  Hasan Kölel: “KKTC’de eczaneler üzerinden kullanıma sunduğumuz Olirin’i, Türkiye’de de tüm eczaneler ve online satış siteleri üzerinden kullanıcıyla buluşturacağız.”  Olirin’i bugün itibariyle KKTC’de anlaşmalı oldukları tüm eczanelere dağıtarak halkın kullanıma sunduklarını söyleyen İKAS Pharma Genel Müdürü Hasan Kölel, “COVID-19’la mücadelede önemli bir fark yaratacak koruyucu spreyi, KKTC’ye ait bir marka olan Olirin etiketiyle ülkemizdeki dağıtımını üstlenmek çok büyük bir gurur” ifadesini kullandı. Kölel, KKTC’de eczanelere dağıtımı yapılan Olirin’in yakın zamanda Türkiye’de de tüm eczaneler ve online satış sitelerinde yaygın bir şekilde kullanıcıyla buluşturmayı planladıklarını söyledi.  Kaynak : AA

HEKTAŞ’ın ‘Tohum Teknoloji Merkezi’ Açıldı

HEKTAŞ'ın tohum çalışmalarının merkezi olan Areo Tohumculuk'un Antalya Teknokent'te yer alan "Tohum Teknoloji Merkezi" hizmete girdi. Biyoteknoloji ve Doku Kültürü Laboratuvarlarının yer aldığı merkez ile üreticilere önemli faydalar sağlayacak olan Areo Tohumculuk, aynı zamanda ülke ekonomisine de değer katmayı hedefliyor. Akıllı tarımın öncülerinden biri olan HEKTAŞ'ın tohum çalışmalarının merkez üssü Areo Tohumculuk'un bünyesindeki "Tohum Teknoloji Merkezi', Akdeniz Üniversitesi Teknopark'ta gerçekleşen açılış töreni ile faaliyete geçti. Açılış törenine, Areo Tohumculuk Genel Müdürü Gökhan Köseoğlu, HEKTAŞ Mali İşler Direktörü Uğur Akbaş, HEKTAŞ Mali İşler Danışmanı Halit Murat Irmak ve Antalya Teknokent Genel Müdürü İbrahim Yavuz katıldı. Merkez ile tohum alanında önemli çalışmalara imza atılacak Areo Tohumculuk, "Tohum Teknoloji Merkezi'ndeki bitki doku kültürü laboratuvarı ile 2021 sonbahar sezonu ile birlikte biber, patlıcan ve hıyar türlerinde double haploidi yöntemi ile hızlı bir şekilde yüzde 100 saf hatları kendi laboratuvarlarında geliştirecek. Biyoteknoloji laboratuvarında gerçekleştireceği entegre edilmiş ıslah çalışmaları ile de hem yeni hibrit eldesi için ihtiyaç duyulan zamanı önemli oranda kısaltacak hem de hedef pazarların ihtiyaç duyduğu hastalık / zararlı dayanımlarına sahip hibrit çeşit geliştirme kabiliyeti sunacak. Tohum pazarındaki payını artıracak Verilen bilgiye göre, şirketin 2019 yılında bünyesine kattığı ve tohumculuk alanındaki merkez üssü haline getirdiği Areo Tohumculuk, "Yerli Ar-Ge, Yerli Tohum" sloganıyla çalışmalarını sürdürüyor. Son teknolojileri kullanarak yüksek nitelikli sebze ve tarla bitkilerine yönelik ıslah çalışmalarına hız veren Areo Tohumculuk, mevcut çalışmalarını Akdeniz Üniversitesi Teknokent araştırma sahasının yaklaşık 26 bin m2 alanında kurulu olan Ar-Ge seralarında yürütüyor. Yakın zamanda tescil alan yeni çeşitleri piyasaya sürecek olan Areo Tohumculuk'un faaliyetleri ile birlikte şirket, ülkemizin ulusal tohum ihtiyacını karşılama ve dünya tohum pazarındaki payını artırmayı hedefliyor. Geçtiğimiz yıl, Avusturalya'da girişim sermayesi olarak kurulan Agriventis Technologies (A.T) şirketinin yüzde 51 hissesini satın alma kararını duyuran şirket, tohum alanında yurt dışı Ar-Ge iş birliklerinin güçlendirecek stratejik adımlar atıyor. İklim değişimine karşı önemli tohum ıslah çalışmaları bulunan Agriventis Technologies (A.T) şirketinin şirket bünyesine geçmesiyle, Areo Tohumculuk ileortak çalışmalara imza atılarak kuraklığa dayanıklı çeşitlerin üreticilerle buluşturulması ve Türkiye adaptasyonlarının Areo Tohumculuk üzerinden gerçekleştirilmesi hedefleniyor. 12 bin yıllık tohumlar Ata Siyez ve Mergüze'yi üretecek Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü (TAGEM) tarafından tescillenen Türkiye'nin tescilli siyez buğdayları Ata Siyez ve Mergüze'nin satış haklarını 5 yıllığına devralan şirket, Areo Tohumculuk ile 2022 yılı itibarıyla buğdayların üretimine, 2023 yılı ile de satışına başlamayı hedefliyor. Genetik olarak dünyanın ilk buğdayı olarak da kabul edilen siyez buğdayı, Anadolu topraklarında 12 bin yıldır genetiğini koruyor.

Gıda Krizi üzerine Bitki Fabrikaları Çözümü

Yakın zamanda yayınlanan yeni bir Birleşmiş Milletler raporuna göre, dünya nüfusunun 2030’da 8,6 milyara, 2050’de 9,8 milyara ve 2100’de 11,2 milyara ulaşması ve her yıl yaklaşık 83 milyon insanın dünya nüfusuna eklenmesi bekleniyor. Bu da dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 11’inin yiyeceğe erişimle mücadele etmesi gerçeğiyle birlikte, dünyanın daha fazla gıda üretmesi gerektiği anlamına geliyor. 9,8 milyar insanı beslemek için ise ortalama yüzde 50 ila yüzde 70 daha fazla yiyeceğe ihtiyaç olacağı söyleniyor. Geleneksel tarım uygulamaları ile nüfusu beslemek için ilave tarım alanlarına ihtiyaç duyulacağı kesin, ancak ekin yetiştirmeye uygun olan arazinin yüzde 80’inden fazlasının halihazırda kullanıldığı gerçeği, yaşanması muhtemel olan gıda kıtlığının üstesinden gelmek için alternatif üretim sistemlerinin uygulanmasını zorunlu kılıyor. Bunun yanında iklim krizi ve değişen hava koşulları en temel gereksinimiz olan gıdaya erişim için gittikçe zorlaşıyor. Tarım alanlarındaki aşırı/eksik sulama, toprak verimsizliği ve kuraklık gibi sorunlar üretimi kısıtlayarak beslenmeyi de tehlikeye atıyor. Bu noktada mevcut uygulamaların yetersiz kaldığı durumda alternatif üretim biçimleri giderek daha da önem kazanıyor. 2050 yılına kadar nüfusun yaklaşık yüzde 70’inin şehirlerde yaşayacağı öngörülüyor. Böyle bir gelecekte de öncelikli olarak geniş alan ve verimli toprak gerektiren geleneksel tarım uygulamalarının evrilmesi ihtiyacı doğuyor. Bitki fabrikaları ise bu gereksinime bir çare olarak öne çıkıyor. Bu uygulama, toprak gerektirmeden fabrikalarda üst üste koyulmuş düzeneklerde yapılan dikey tarımla hem şehirlerdeki alanların verimli kullanılmasını sağlıyor hem de doğal kaynakların aşırı kullanılmasını önleyerek halihazırda iklim krizinden etkilenen doğanın dolaylı olarak iyileşmesine katkı sağlıyor. ENERJİ TÜKETİMİNİ AZALTIYOR Dünya gazetesinden Gülseren Üst Polat ve Deniz Kılınç'ın haberine göre, iklim değişikliği, geleneksel ve yoğun tarım uygulamaları tarafından körükleniyor. Çeşitli araştırmalar, çevrenin korunmasına ve sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yardımcı olmak için dünyanın etten bitki bazlı diyetlere geçmesinin yanı sıra gıda yönetim teknolojilerini geliştirmesi ve gıda israfını azaltması gerektiğini söylüyor. Bunun için mahsulleri bitki fabrikalarındaki iç mekanlarda yetiştirmek, çiftçilerin su, sıcaklık ve ışık koşullarını sıkı bir şekilde kontrol etmesine ve verimi en üst düzeye çıkarmasına olanak tanıyor. Renkli LED ışıkların kullanılması, yetiştiricilerin yaprak büyümesini teşvik etmek için mavi dalga boylarını ve çiçeklenmeyi teşvik etmek için kırmızı ışığı hede?emesini sağlıyor. LED ışıklar ayrıca daha verimli olmaları sebebiyle geleneksel yetiştirme ışıklarından daha az ısı üretiyor ve bu nedenle enerji israfını azaltıyor. GELECEĞİN TARIMI Bitki fabrikalarında yapılan dikey tarım pandeminin de etkisiyle yaygınlığını artırıyor. ABD merkezli piyasa araştırma kuruluşu Allied Market Research, 2018’de 2,23 milyar dolar piyasa büyüklüğüne sahip olan dikey tarım pazarının 2026’da değerini neredeyse altı kat artırarak 12,77 milyar dolara taşıyabileceğini öngörüyor. Bu büyümenin kısmen organik, pestisit içermeyen gıdalara olan talebin artmasıyla değil, aynı zamanda gıda güvenliğini artırmak ve ithalatı kısmak isteyen ülkeler tarafından da destekleneceği de yaygın görüşler arasında. Discovery’de yer alan bir makaleye göre dikey tarım kuruluşu Farm Urban kurucusu Paul Meyers, bitki fabrikalarını “geleceğin tarımı” olarak tanımlıyor ve “Bu, pestisit içermeyen ve gezegeni istikrarlı bir şekilde yok eden geleneksel at ve traktör tarımından daha sürdürülebilir bir yaklaşıma geçiş” yorumunu yapıyor. TOPRAKLA YAPILAN TARIMA GÖRE YÜZDE 95 DAHA AZ SU HARCIYOR Dikey tarım uygulamalarını barındıran bitki fabrikaları, tarımı iklim değişikliğinin artan etkilerinden koruyabilir ve üretim maliyetlerini azaltabilir fakat bu yöntemin de kendi zorlukları var. Fabrikalardaki yüksek uygulama maliyetleri bir yana, dikey tarımın karbon ayak izleri de oldukça yüksek. Birçok durumda, dikey tarım üretim yöntemleri, tarım alanlarında yetiştirilen ve uzak mesafelere sevk edilen ürünlere göre sera gazı emisyonlarına katkıda bulunuyor. Fiziksel olarak iklim değişikliğine karşı daha dirençli olmakla birlikte, dikey tarımın yüksek enerji kullanımı, şebekeye bağlı olduğu varsayıldığında, iklimin ısınmasına katkıda bulunan sera gazı emisyonları üretmeye devam ediyor. Öte yandan geleneksel tarım uygulamalarının sera gazı emisyonları daha düşük olsa da şehirden uzak açık alanlarda yetiştirilen ürünlerin sevkiyatı ise tarımın yol açtığı toplam emisyonların yüzde 62’sini oluşturuyor. Toprak üzerinde yapılan geleneksel tarımın aksine bitki fabrikalarında yapılan tarımın yüzde 70 daha az su gerektirdiği ve yüzde 99’a kadar su tasarrufu sağladığı göz önüne alındığında dikey tarımın emisyonlara rağmen çevreci bir uygulama olduğu görülüyor. KOLİ BASİLİ RİSKİNİ ORTADAN KALDIRIYOR Bitki fabrikaları ve dikey tarımın artıları ve eksilerinin ele alındığı bir Forbes makalesinde bütün gelişen teknolojilerde olduğu gibi bu uygulamaların da bir faydası olması gerektiğine dikkat çekilirken, dikey tarımın faydasını ilginç bir şekilde ortaya koyduğu belirtiliyor. Son yıllarda yeşil, yapraklı sebzelerden kaynaklanan koli basili salgınına değinen makalede çoğu durumda salgının sebzelerin yıkanmasıyla alakalı olduğu ve dikey tarımın bunu ortadan kaldırdığı vurgulanıyor. Makaleye göre bitki fabrikalarının kir tutmaması ve sebzelerin yıkanmasını gerektirmemesi, gıda kaynaklı hastalık salgınlarını önleyebilir. Ayrıca dikey tarım, maksimum verim elde edilmesine yardımcı olabilir. Bitkilerin günde yalnızca 10 dakika karanlığa ihtiyacı olması sebebiyle bitki fabrikalarında gün boyu ışık almak bitkilerin daha hızlı büyümesini sağlar. Ayrıca, geleneksel çiftçiler genellikle bir kez gübre uygular, mahsulü sular ve büyümesini umarken, bitki fabrikalarında ise bitki büyümesini optimize etmek için otomasyon ayarlamaları yapılarak birçok kez gübre uygulanır. Ayrıca nem ve su tüketimi de sık sık kontrol edilebilir. BİTKİ FABRİKALARINA KURUMSAL DESTEK ARTIYOR Hem küresel olarak hem de ülkemizde yeni yeni yaygınlaşan dikey tarım uygulamalarına kurumsal ilgi, hem bu alandaki girişimlere yapılan yatırımlar hem de şirketlerin kendi girişimlerini kurmalarıyla güçleniyor. Buna bir örnek de Bayer ve Singapur merkezli Temasek’ten geldi. Unfold isminde yeni bir dikey tarım girişimi oluşturan Bayer ve Temasek ortaklığı restoranlara, havayollarına, okullara, hastanelere, işletmelere, marketlere ve çevrimiçi dağıtım hizmetlerine taze, sürdürülebilir ve daha küçük bir ekolojik ayak izine sahip yerel ürünler sağlamayı hedefl iyor. Birçok Avrupalı start-up da bu yolda çeşitli adımlar atıyor. Süpermarketlerdeki mahsuller için dikey tarım sistemleri kuran Berlin merkezli Infarm, bu yıl 170 milyon dolar yatırım alırken, dikey çiftçilik SaaS çözümü geliştiren Finlandiyalı girişim iFarm da 4 milyon dolarlık bir finansman elde etti. Ayrıca online süpermarket uygulaması Ocado yakın zamanda İngiltere’deki dikey tarım girişimi Jones Food Company'deki hissesini artırdı. Türkiye’de ise dikey tarım girişimi Vahaa, mart ayında düzenlenen tohum yatırım turunda 14 milyon lira değerleme üzerinden yatırım aldı. Bitki fabrikalarının faydaları 1. Kapalı alanda üretim Işık, sıcaklık, nem, karbondoksit konsantrasyonu ve kültür çözeltisi gibi kontrollü yetiştirme koşulları altında toprağa ihtiyaç duymadan kapalı alanlarda bile üretim imkanı sağlar. 2. 365 gün kesintisiz verimlilik Kurak mevsimde su sıkıntısı, yağışlı mevsimde yoğun yağış ya da benzeri aşırı hava koşullarından etkilenmeden, mevsimden bağımsız 365 gün üretim sağlar. 3. Yerden tasarruf Kentsel tarım, son yıllarda oldukça rağbet gören bir kavram. Bitki fabrikaları, taze ürünlerin hızlı teslimatını kolaylaştırmak için dünya çapında kalabalık ve yüksek maliyetli kentsel alanlarda yerel gıda üretimi için uygun koşulları sağlar. Bitkiler, alan kullanımını en üst düzeye çıkarmak için bir sıra yerine yığınlar halinde veya çok seviyeli olarak yetiştirilebilir. Bu şekilde daha fazla bitki üretilir ve bu teknik çok daha sürdürülebilir ve uygun maliyet sağlar. 4. Topraksız üretim Bitkiler, köklerin besin çözeltisine daldırıldığı yerlerde hidroponik olarak yetiştirilir. Böylece su kaybı olmaz. Köklerin besinleri aramak ve çıkarmak zorunda olduğu toprağın aksine, bitkinin besinlerini çok az çabayla almasına izin verir. Bu, zengin, organik toprak ve birinci sınıf besin maddeleri kullanırken bile geçerli olur. Bu süreçte köklerin harcadığı enerji, vejetatif büyümeye daha iyi harcanan enerjidir. Bu nedenle hidroponik bitkiler toprakta büyümekten çok daha hızlı büyür. Bu nedenle, bitki fabrikalarında hasat, geleneksel tarıma göre çok daha sık yapılır. Hidroponik bitki yetiştirmenin bir başka yararı da toprağa kıyasla bitkilerin aşırı ağır metallerden etkilenmemesidir. 5. Pestisit yok Geleneksel tarım kullanılarak açık havada yetiştirilen sebzelerin çoğuna böcek ilacı püskürtülür. Bitki fabrikaları, ne organik ne de kimyasal herhangi bir pestisit kullanmaz, çünkü bitkiler hiçbir böceğin giremeyeceği kapalı bir ortamda yetiştirilir. Böceklerin ve kirleticilerin bitkilere zarar vermesini önlemek için özel kıyafetlerin gerekli olduğu bitki fabrikalarına girenlere genellikle katı kurallar uygulanır. Böylece bitkiler, haşere saldırısından endişe duymadan güvenli bir ortamda yaşarlar. 6. Kısa hasat süresi Bitkinin istediği koşullar bitki fabrikalarında bilgisayar kontrolü altında oluşturulduğundan hasat süreleri kısalıyor, bitki kalitesi artıyor. 7. Uzun raf ömrü Bitki fabrikalarında kullanılan hijyen ve teknik gereği ilaçsız, doğal yollarla üretilen gıdaların üzerinde zararlı patojenlerin etkisi bulunmaz. Bu yüzden de geleneksek tarım ürünlerine göre göre bitki fabrikalarında üretilen ürünler çok daha uzun raf ömrüne sahiptir. YENİ YATIRIMLAR GELİYOR Pimtaş kuruluşu olan HGT Tarım, artan taze ve organik gıda talebini karşılamak için, 1 milyon metrekarelik dikey tarım fabrikası kurmayı planlıyor. Ar-Ge çalışmaları neticesinde yılda yaklaşık bin yeni ürün geliştirdiklerini belirten Pimtaş Yönetim Kurulu Başkanı Şamil Tahmaz, HGT Tarım, PİMARGE ve Gebze Teknik Üniversitesi’nin ortaklaşa yürüttüğü dikey tarım projesi kapsamında, 1 milyon metrekarelik alana kurulacak dikey tarım fabrikasının yatırım çalışmalarının devam ettiğini kaydetti. Kuracakları dikey tarım fabrikasıyla çiftçilerin böcek ilacı gibi kimyasallar kullanmadığı, zirai bilgiye ihtiyaç duymadan sağlıklı ürünler yetiştirmesine olanak veren tüm süreçlerde çevre dostu üretim gerçekleştireceklerini söyleyen Tahmaz, fabrikanın yüzde 100 yerli ve milli imkanlarla hayata geçireceklerini belirtti. Tahmaz, “Özellikle son dönemde, tüketicinin taze, organik ve güvenilir gıda talebi arttı. Bu yatırım sayesinde, tüketicinin bu tutumuna cevap vererek, ülkemizin doğal kaynaklarını korurken, insanların en çok ihtiyaç duyduğu gıda ürünlerine istedikleri zaman ulaşabilmelerine katkı sağlayacağız. Ülkemizin en çok ihtiyacı olan şey üretmek ve daha çok üretmek” dedi HANGİ TEKNOLOJİLER KULLANILIYOR? Bitki fabrikalarında 3 ana disiplin var. Bunlardan ilki bitki besleme ve dozajlama sistemi, bir diğeri bitkinin fotosentezi için gereken aydınlatma sistemi, üçüncüsü ise bitkiye istediği ortamı sağlayan iklimlendirme sistemi. Bunların dışında bitkilerin elleçlenmesi için gereken mekanizma, fabrikayı izleyip yöneten elektronik sistem ve operasyonun mali olarak takip edilmesini sağlayan muhasebe modülü kullanılan diğer teknolojiler arasında. Bitki fabrikasının sağlıklı bir şekilde işlemesi tüm bu sistemlerin doğru ve entegre olarak çalışmasıyla mümkün olabilir. Özellikle büyük ölçekli bitki fabrikalarında... KARACA: BİTKİ FABRİKALARI SÜRDÜRÜLEBİLİR TARIMIN GELECEĞİN Dünyamızdaki iklim değişiklikleri, artan sıcaklık değerleri, susuzluk, çoraklaşma, kirlenme, kimyasal kullanımı gibi nedenlerle ekilebilir topraklar hem küçülüyor hem kalitesizleşiyor. Bunun yanında global anlamda nüfus artışı ve şehirleşme de ekilebilir toprak alanlarını negatif anlamda etkiliyor. Bu da bitki fabrikaları gibi alternatif üretim yöntemlerinin önemini artırıyor. Bitki fabrikalarını sürdürülebilir tarımın geleceği olarak tanımlayan Cantek Group Yönetim Kurulu Başkanı Can Hakan Karaca, insanları doyurabilmek, onlara kaliteli gıdalar sunabilmek için farklı ve inovatif çözümler gerektiğinin altını çiziyor ve “Günümüzdeki çözüm seralar. Ancak seralarımız çok geniş tarım alanları işgal ediyor ve sürekli üretim sağlayamıyorlar. Bitki fabrikalarıyla dar alanlarda sürekli üretim yapıp standart kaliteli ürünler elde edebiliyorsunuz. Ayrıca tabiatın tüm negatif etkilerinden bağımsızsınız” diyor. Önümüzdeki senelerde bu alandaki bilinçlenmeyle beraber otoriteler ve yönetimlerin bu konu hakkında daha fazla düşüneceğini, yatırımcıların enerji, finans kaynaklarını bu alana yönlendireceklerini kaydeden Karaca, bu sayede sürekli, sabit fiyatlı ve ilaçsız gıdanın önünün açılacağını vurguluyor. “Bitki fabrikalarıyla hem Kenya’da hem İngiltere’de hem de kutuplarda aynı üretim aynı şekilde yapabiliyor; aynı kaliteli ve sağlıklı ürünü yetiştirebiliyorsunuz” diyen Hakan Karaca, öncelikle sürdürülebilirlik için makul yatırım ve işletme maliyetlerine ulaşmanın çok önemli olduğunu vurguluyor ve ekliyor: “Soğuk zincirde yer alan gıdayı bir ülkeden veya bir şehirden diğerine götürmenin maliyeti yarım ila bir dolar civarlarında. Bu nedenle yerinde üretim yapmak çok avantaj sağlıyor. Bunun yanında üretimde dış tehdit olmadığı; bakteriyle, böcekle mücadele etmek zorunda kalmadığınız için ilaç da kullanmıyorsunuz. Böylelikle hem sağlıklı hem de ekonomik bir üretim modeline sahip oluyorsunuz. Ayrıca, dünyada tarım imkânının kısıtlı olduğu yerleri, tropikal ve kutup kuşaklarını düşünün. Bu bölgelerde birçok ürünü yetiştirmek susuzluk ve sıcaklık nedeniyle çok maliyetli veya neredeyse imkânsız oluyor. Bitki fabrikaları bu sorunu tamamen ortadan kaldırıyor. Toplam üretim maliyetinin yüzde 50-60’ının enerji kalemleri olduğunu düşünürsek, özellikle sıcak coğrafyalarda bulunan ve enerjinin ucuz olduğu petrol zengini ülkeler için bitki fabrikaları mükemmel bir çözüm. Bu ülkelerdeki yönetimlerin bitki fabrikalarına büyük yatırım destekleri vereceklerinden ve bu alanda yatırımların çok artacağından eminiz. Böylelikle büyük bir bitki yetiştirme devrimi gerçekleşecek.” “HER BİTKİNİN FARKLI ORTAMI OLMALI” Tabiatta her türlü bitkinin iyi-kötü yetişebileceğini ancak asıl konunun verimlilik olduğunun altını çizen Karaca, “Her bitki büyüyebilmek için farklı gereksinimlere ihtiyaç duyar. Ispanağı, rokayı, marulu ayrı şartlarda, ayrı koşullarda, en verimli olduğu yerlerde yetiştirmek gerekiyor. Bitki fabrikalarında da aynı durum söz konusu. Her bitkinin farklı farklı şartlandırılacağı farklı ortamları olmalı. İklim kontrolü tamamen sizde olduğu için, bitkilere ihtiyacı olan her koşulu sağlayabiliyorsunuz. Ispanak ve marulu örnek alalım. Bu iki bitkiyi aynı anda yiyoruz ama ikisi de büyüyebilmek için farklı ihtiyaçlara sahipler. Mesela ıspanak, marula göre daha serin bir ortamda yetiştirilmeli” diyor. “AVRUPA’NIN İŞLEYEN EN BÜYÜK FABRİKASI” Bitki fabrikaları konusunda en tecrübeli ve bilgili ülkenin Japonya olduğunu ifade eden Hakan Karaca, dünyadaki farklı uygulamalar ve Türkiye’deki durumla ilgili şu bilgileri aktarıyor: “Japonya’da hem ürünlerin piyasa fiyatları yüksek (bir marul 5 Euro’ya alıcı bulabiliyor) hem de halk sağlıklı gıda konusunda çok hassas. Biz de bu bilinçle sektörün gurusu olan Toyoki Kozai’den 2 defa yerinde eğitim aldık. Bu alanda tüm dünyada ilkiz. Bunun dışında ABD ve Kanada bitki fabrikaları alanında güçlü ülkeler. Avrupa ülkeleri de bu alanda önemli yatırımlar yapıyorlar ancak henüz büyük çaplı endüstriyel bitki fabrikalarına sahip değiller. Bizim kendi tesislerimizdeki prototip bitki fabrikamız, Avrupa’nın işleyen en büyük fabrikası niteliğinde. Bunların yanında deneysel çalışmalar dünyanın her yerinde gerçekleştiriliyor. Farklı sistemlerle çalışan binlerce irili ufaklı deneme tesisinden bahsedebiliriz. Ancak piyasanın bitki fabrikalarında yetiştirilen ürünlere alışması için endüstriyel tesislerin sayısının artması gerekiyor. Dünyada bu yönlü bir eğilim başladı. Özellikle büyük sermaye grupları endüstriyel tarıma yatırım yapmak konusunda oldukça hevesliler. Bu alanda yatırımlar yeşil yapraklı ürünler için başlayacak; daha sonra teknolojinin gelişmesi ve çeşitlenmesiyle beraber domates, biber, patlıcan gibi yaygın sebzelerle devam edecek. İnsanoğlu tarıma 10.000 yıl önce ilk olarak bu topraklarda başladı. Şimdi ise tarımın son teknolojisi yine Türkiye topraklarında gelişiyor. Ancak Türkiye’de bitki fabrikası yatırımı yapmak zor bir konu. Çünkü ülkede tüm bitkiler kolayca yetişebiliyor ve maliyetleri ucuz. Ancak bitki fabrikalarından çıkan ürünler ilaçsız, %95 daha az suyla yetişen, karbon ayak izi minimum olan, %0 pestisit oranına sahip sağlıklı ürünler. Üstelik her gün aynı kalitede ve aynı maliyetle üretiliyorlar. Bu koşullarda, sera ürünlerinden daha yüksek maliyetli olmaları piyasada kabul gördüğü zaman hepimiz çok daha fazla bitki fabrikası ürünü tüketeceğiz." İKİNCİ TESİS NİJERYA'DA OLACAK Kendi tesislerimizde yetişen ürünleri piyasaya sunmak için geçen sene tüm hazırlıklarımızı tamamlamıştık. Tam bu dönemde talihsiz bir kaza yaşadık ve tüm fabrikamız yandı. Bunun üzerine kolları sıvadık ve 3 sene sonra gerçekleştirmeyi planladığımız ileri teknolojiye sahip fabrikayı inşa etmeye karar verdik. Bunun için önemli Ar-Ge yatırımları yaptık. Krizden fırsat çıkardık ve hayal ettiğimiz yeniliklerle donatılmış bir tesis hazırladık. Satış iletişimi çalışmalarında bulunmamamıza rağmen 2 yıldır bize birçok ülkeden talep geldi. Ancak biz geleceğe hazırlandığımız için bu talepleri beklemeye aldık. Asıl tanıtımlara tesisimiz tam anlamıyla tamamlandıktan ve müşteri kabulüne hazır olduktan sonra başlayacağız. Bunun için önümüzde 1,5 aylık bir süreç var. Ancak yangından hemen önce Nijerya’dan aldığımız bir sipariş söz konusu. İkinci kurulumumuz Nijerya’da olacak. Bitki elleçlemesinin otomasyonla yapıldığı tesislerde m2 fi yatları yaklaşık 1.000-2.000 Euro. Bitki fabrikalarında önemli olan ekim yapılan alanın m2 olarak büyüklüğü. Bitki elleçlemesinin otomasyonla yapıldığı tesislerde m2 fiyatları yaklaşık 1.000-2.000 Euro arasında; manuel tesislerde ise bu rakam yaklaşık 500 ile 1.000 Euro arasında değişiyor. Bu maliyete aydınlatma, iklimlendirme, bitki besleme, tohum atma ve elleçleme de dahil. Bitki fabrikalarının maliyetleri için ilk olarak yetiştirilecek ürünler, üretim kapasitesi, uygulanacak otomasyon, uzaktan yönetim, yapılacak ambalaj, kurulum yapılacak coğrafya gibi birçok farklı parametrenin doğru analiz edilerek belirlenmesi gerekiyor. Ardından yapılacak detaylı proje çalışmaları ile doğru maliyetler ortaya çıkıyor. Yatırımın geri dönüşü ise gelişmiş ülkelerde yaklaşık 3 ila 4 yıl civarında. Burada belirleyici olan ana kalemler enerji maliyeti ve ürünün piyasa satış fiyatı. Kaynak : Dünya

Prof. Dr. Unutmaz, Covid-19 İlacı için Sonbaharı İşaret Etti

Amerika’daki Jackson Laboratuvarı Enstitüsü’nde 'Baş Araştırmacı' olarak immünoloji, enfeksiyon hastalıkları ve kanser tedavisi konularında önemli çalışmalar yürüten Prof. Dr. Derya Unutmaz, ilaç geliştirme süreçlerine hız katacak “üç boyutlu organ” projesinin detaylarını, ilk kez anlattı. İlaç firmalarının yakın zamanda faz çalışmalarında insan yerine üç boyutlu yazıcılarda üretilen “yapay organlar” kullanmaya başlayacağını söyleyen Prof. Dr. Unutmaz, Koronavirüs tedavisi için en geç sonbaharda çok etkili ilaçların geleceğini müjdeledi. İmmünoloji araştırmalarında yeni ilaç geliştirebilmek ve vücut mekanizmalarını tam olarak anlayabilmek için yüksek teknoloji gerektiren yöntemler üzerinde çalıştıklarını kaydeden Prof. Dr. Unutmaz, "Aslında Covid öncesinde bu çalışmalara başladık ancak salgınla beraber biraz yavaşladı. Ama bugünlerde yeniden o çalışmalara geri döndük. Benim ana konum bağışıklık sistemi. Bağışıklık sisteminin birçok konuya etkisi var. Örneğin son zamanlarda biz, kanser tedavisi üzerine çalışıyoruz. Yine bağışıklık sistemine, yani ‘içimizdeki orduya’, kanser hücrelerini nasıl tanıtabiliriz ve kansere karşı bu orduyu nasıl eğitebilir, nasıl programlayabiliriz diye bazı araştırmalarımız var. Buradaki stratejimiz, bağışıklık sisteminin ‘T hücrelerini’- komuta merkezi ya da keskin nişancılarda diyebiliriz bunlara- hastalardan alıyoruz, onları laboratuvar ortamında eğitip donatıyoruz, yani genetik olarak programlıyoruz ve bu hücreleri özellikle kanser hücrelerini tanıyacak hale getirip daha sonra bunları tekrar hastaya geri veriyoruz. Bu şekilde çok etkili bir tedavi yöntemi elde ediyoruz. Ama tabii ki çalışmanın çoğu şu an laboratuvar düzeyinde devam ediyor” dedi. "İlaçları organ düzeyinde test edebileceğiz" Teknolojik çalışmalarına da değinen Prof. Dr. Unutmaz, bilim ve tıp dünyasını artık üç boyutlu yazıcılarda basılan yapay organ devrinin beklediğini anlattı ve şu bilgileri verdi: “Üç boyutlu basımla laboratuvarda organlar üretiyoruz. Bu çok önemli. Örneğin bir ilacı test edeceksiniz, bunu bir organ düzeyinde yapmanız lazım. Akciğerde ya da kalpte, tabi ki insanda yapamıyorsunuz bu deneyleri bazen. Yine Amerika'da bir Türk doktor arkadaşımla birlikte çalışıyoruz bu proje üzerinde. Günümüzde bir ilacın geliştirilmesi için fare deneyleri yapılıyor. Önce hayvanlarda deneniyor yani. Ama maalesef ilacın etkinliği ya da yan etkileri, insanda her zaman hayvanlarda olduğu gibi olmayabiliyor. Onun için Faz 1 çalışmaları yapılıyor. Hatta birçok ilaç da bu sebeple Faz 1 veya Faz 2 aşamasında başarısız oluyor. Çünkü insanda farklı bir sonuç çıkıyor. Eğer biz bunları organ düzeyinde test edebilirsek, çok çok daha hızlı ilerlemiş olacağız. Yeni ilaç geliştirme konusunda hız kazanacağız.” "Virüslerin akciğer üzerindeki etkilerini 3D organlarla inceliyoruz" Pandemi öncesi yapay organ modelleriyle meme kanseri ve bazı virütik akciğer hastalıkları hakkında çalışmalar yürüttüklerini de kaydeden Prof. Dr. Unutmaz,  “Örneğin meme kanserinde dokunun içine hücreler nasıl girebiliyor, diğer doku hücreleriyle nasıl bir ilişki içindeler, bunları anlamamız gerekiyordu. Onun üzerine üç boyutlu basım yapıyorduk. Bu çalışmaların sonuçlarını da çok yakın bir tarihte yayınlayacağız. Onun dışında akciğerde virüsler akciğer dokusuna nasıl giriyor, bütün akciğerin nefes borusu kısımlarını vs, basarak test ediyorduk. Tabii Covid sürecinde biraz Covid için de çalıştık bu şekilde. Yine bağırsaklar çok önemli. Çünkü bağırsakların içinde bakteriler yaşıyor. O ortamı simüle etmeye çalışıyoruz, modellemeye çalışıyoruz laboratuvarda. Bayağı ilerledik bu konuda. Tabii ki çok kompleks mekanizmalar, şu anda geliştirme aşamasındayız ama kanserle alakalı olan çalışmamız, özellikle ilaç seçimi için çok yakında ilaç firmaları tarafından kullanılmaya başlanacak diye düşünüyorum” şeklinde konuştu. "Covid-19 ilacı yaz ortasında ya da sonbaharda piyasaya çıkabilir" Prof. Dr. Unutmaz, Covid-19 ilacının yaz ortasında ya da en geç sonbaharda piyasaya çıkacağını düşündüğü belirtti. Aslında grip için geliştirilen ancak Covid-19 tedavisindeki etkinliği denenen molnupiravir adlı ilaca dair Faz 3 çalışmalarının bitmek üzere olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Unutmaz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Merck firması Faz 3 çalışmalarını Mayıs’ta bitirecekti ama biraz gecikme oldu galiba. Çok kısa sürede bu sonuçlar açıklanacaktır diye düşünüyorum. Hayvan deneyleri, Faz 1 ve Faz 2’de çok iyi sonuçlar çıktı. Çok hızlı bir şekilde durduruyor virüsü. Diğer büyük firmaların da böyle faz çalışmaları var. Maalesef uzun sürüyor bu çalışmalar ve bir de yanlış bir strateji yürüttük Covid pandemisinde. Çok büyük bir aciliyet vardı, var olan ilaçları test etmekle müthiş bir enerji harcadık. Örneğin hidroksiklorokin, hiç çalışmadığı belli olan bir ilacı defalarca test ettik, vakit kaybettik. Ben çok etkili ilaçlar çıkacağından eminim. Belki bu yaz, belki sonbahara doğru.” “İngiltere'de Hint varyantı baskın hale geldi"  Prof. Dr. Derya Unutmaz, Dünya Sağlık Örgütü’nün artık Covid-19 varyantlarında yeni bir adlandırma sistemine gittiğini belirterek, “Bildiğiniz gibi şimdiye kadarki varyantların dünyada 4 çeşidi var. DSÖ bunlara İngiltere, Hindistan vs demek yerine artık ‘Alfa, Beta, Gama, Delta’ şeklinde bir adlandırma sistemine geçti. İngiltere'de çıkana Alfa varyantı deniyor artık. Brezilya'daki daha önce P1 denilen varyant Beta, Güney Afrika varyantı Gama, Hindistan'da çıkan varyant da Delta olarak adlandırıldı. İngiltere'de çıkan çok daha bulaşıcı bir varyanttı ve hızlı bir şekilde dünyayı ele geçirdi. Aslında virüsler birbirleriyle rekabet ediyorlar, daha çok bulaşıcı olan versiyonu bir avantaj sağlıyor ve hızlı bir şekilde yayılıyor. Brezilya ve Güney Afrika'da olanların biraz daha fazla tehlikesi var. Çünkü onlarda antikorlardan kaçış mutasyonları oluştu. Daha önce Covid geçirenlerin bir daha enfekte olma riski oluştu. Ya da aşı sonrası antikor düzeyi çok yüksek değilse, enfekte olabiliyorsunuz. Hindistan'da çıkan Delta varyantı ise hepsinin bu özelliklerini bir arada topladı, daha tehlikeli bir hale geldi. Hatta Alfa yani İngiltere'deki çıkandan çok daha bulaşıcı olduğu söyleniyor. Şu anda İngiltere'de bile Alfa’nın yerine geçmiş durumda Hindistan'dan gelen virüs. Bu bakımdan çok tehlikeli ve bir miktar antikorlardan da kaçıyor” dedi. "Çok fazla zamanımız kalmadı, virüsle yarışta öne geçmeliyiz" BioNTech gibi çok etkili antikor oluşturan aşıların, özellikle iki dozdan sonra bu varyanta karşı da tamamen koruyucu olduğuna değinen Prof. Dr. Unutmaz, sözlerini şöyle noktaladı: “Bizim kendi yaptığımız bazı çalışmalar da var buna dair. Yani antikorların etkisi 5-6 kat düşebiliyor ama bu aşılarla o kadar çok antikor üretiyorsunuz ki fark etmiyor. Yine de durdurabiliyorsunuz bunu. Şu anda müthiş bir yarış var virüsle aşılanma arasında. Bizim de önümüzde çok fazla zamanımız kalmadı. Çünkü bu Delta varyantı çok hızlı yayılıyor. Onun için aşılanma ile onun önüne geçmemiz lazım. Geçemezsek, gerçekten önümüzdeki bir iki ayı yine çok zor geçirebiliriz.” Kaynak : T24

Genveon İlaç TSE Covid-19 Güvenli Üretim Belgesi'ni Aldı

Türkiye ilaç pazarına yenilikçi ürünler kazandıran Genveon İlaç, Türk Standartları Enstitüsü (TSE) tarafından yayınlanan, Hijyen, Enfeksiyon Önleme ve Kontrol Kılavuzu'ndaki gerekli tüm şartları yerine getirerek, Covid-19 Güvenli Üretim Belgesi'ni aldı. Hem akut hem de kronik pazarlarda orijinal, eşdeğer ve OTC ilaçlardan oluşan geniş ürün portföyü ile insanların hayatına dokunan Genveon İlaç'ın Gebze fabrikası, Covid-19 pandemisinin başından bu yana aldığı üst düzey önlemlerle Türk Standartları Enstitüsü (TSE) denetimlerinden geçerek TSE Covid-19 Güvenli Üretim Belgesi'ni almaya hak kazandı. Çalışanların ve toplumun sağlığını önceliğine alan Genveon İlaç, TSE'nin, sanayi tesislerinde Covid-19 pandemisiyle mücadele doğrultusunda yayınladığı Hijyen, Enfeksiyon Önleme ve Kontrol Kılavuzu'ndaki gerekli tüm önlemleri uygulayarak, kurumun denetimlerinden başarıyla geçti. Şirket belgeyle Covid-19 sürecinden etkilenmediğini ve üretime hijyenik koşullarda devam ettiğini kanıtladı. "Ülkemize ve toplumumuza olan sorumluluğumuzu da yerine getirdik" Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Genveon İlaç Genel Müdürü Dr. Erhan Baş, "Şirket olarak, tüm dünyayla birlikte bir buçuk yılı aşkın süredir devam eden pandemiyle mücadelemizde oldukça önemli adımlar attık. Gebze üretim tesisimizde TSE'nin yayınladığı Hijyen, Enfeksiyon Önleme ve Kontrol Kılavuzu'ndaki tüm şartları yerine getirdik. Üretim alanları, ofisler, ortak alanlar ve servislerinde koruyucu önlemler aldık, tüm tesisimizde hijyen kurallarını kesintisiz bir şekilde uyguladık. Aldığımız önlemler sonrası TSE'nin tüm denetimlerinden geçerek güvenli üretim belgemizi aldık. Bu belge ile ülkemize ve toplumumuza olan sorumluluğumuzu da yerine getirdik. Sağlık ve kamu otoritelerinin tüm önerilerini dikkate alarak, gerekli önlemlerimizi almaya, insanlar ve sağlık için üretmeye devam edeceğiz" diye konuştu. Kaynak : Basın Bülteni

"2022 Vilcek Biyoteknolojide Mükemmellik" Ödülü mRNA Teknolojisinin Geliştirilmesini Sağlayan Dr. Katalin Karikó'ya Verildi

Koronavirüs'le mücadelede kullanılan mRNA aşılarının geliştirilmesini sağlayan Macar asıllı bilim insanı biyokimyager Dr. Katalin Karikó, 2022 Vilcek Biyoteknolojide Mükemmellik ödülünün sahibi oldu.  Vilcek Mükemmellik Ödülü, ABD'de çalışan ve toplumda etki yaratan göçmenlere veriliyor. Ödül, 2019 yılında Vilcek Vakfı Ödüller programına eklenmişti.  Macaristan'da doğan 66 yaşındaki Karikó, 1985 yılında ABD'ye doktora sonrası çalışmaları için gitmişti. Karikó, şu anda BioNTech'te kıdemli başkan yardımcısı olmasının yanı sıra Pennsylvania Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde çalışıyor.  Vilcek Vakfı Kurucu Ortağı ve CEO'su Jan Vilcek, "Dr. Karikó'nun öncü çalışması, Covid-19'a karşı yeni aşıların geliştirilmesini sağladı. Bu mRNA teknolojisi başarısı dünya genelinde Covid-19'u yayılmasını durdurmayı ve milyonlarca insanın hayatını kurtarmayı vadediyor" dedi.  mRNA teknolojisi, şu anda Koronavirüs'e karşı kullanılan Pfizer/BioNTech ve Moderna aşılarında kullanıldı.  Vilcek Mükemmellik Ödülü sahipleri 100 bin dolar ve hatıra diploması alıyor.  Aynı teknoloji kullanan Moderna'nın kurucularından Derek Rossi, "Bana Nobel Tıp Ödülü'nü kim almalı diye sorsalar bu insanları (Kariko ve Weissman) en başa koyardım. Bu temel keşifleri dünyaya katkıda bulunan tıbbi buluşlar arasına girecek" demişti.  Kaynak : T24

İlaç ve Tıbbi Cihaz Sektörü Raporu Yayınlandı

Devlet Denetleme Kurulu, ilaç ve tıbbi cihaz sektörüne ilişkin rapor hazırladı. Raporda, salgınlar, krizler ve savaş durumları da göz önünde tutularak konunun ulusal güvenlik açısından ele alınması gerektiği ifade edildi. Raporda, ilaç ve tıbbi cihaz sektöründe yerli imalatın artırılmasının ve dışa bağımlılığın azaltılmasının önemi ortaya koyuldu. Yerli ilaç ve tıbbi cihaz sektörünün daha rekabetçi, yenilikçi, sağlıklı ve güçlü bir yapıya kavuşturulmasına katkı sağlanmasının hedeflendiği çalışmada, ar-ge'den klinik araştırmalara, ruhsatlandırma ve pazarlama izinlerinden geri ödemeye kadar tüm aşamalar değerlendirildi. Rapora göre Türkiye gelişmekte olan ilaç pazarları arasında gösteriliyor ve 7,8 milyar dolar ilaç pazarı büyüklüğüyle dünyada 17. Sırada yer alıyor. Türkiye'de tıbbi cihaz pazarının büyüklüğü ise 2 milyar dolar seviyesinde. Türkiye, 2019'da sağlığa yaklaşık 201 milyar lira harcadı. Son yıllara bakıldığında sağlık harcamalarının yaklaşık yüzde 40-45'lik bölümünü ilaç ve tıbbi cihaz harcamaları oluşturdu. Salgın döneminde dünyada 460 milyon dolar seviyelerine ulaşan koronavirüs aşısı pazarının büyüklüğünün 2024'te 25 milyar dolar, 2030'da ise 61,56 milyar dolar seviyelerine çıkacağı tahmin ediliyor. Ve Türkiye’de 2019'da yerli ilaç oranı, kutu bazında yüzde 87,6, değer bazında ise yüzde 51,7 seviyelerine ulaştı.

Geleceğin Sektörü Biyoteknolojiye 5 Milyar Dolarlık Yatırım

Biyoteknoloji Sanayicileri Derneği’nin (BİYOSAD) girişimleriyle 5 milyar dolar tutarında yatırımla kurulacak olan Biyoteknoloji Vadisi, Türkiye’nin biyoteknoloji ekosisteminin temelini atarken katma değerli ihracatın da önünü açacak. İstanbul Tuzla’da 262,5 hektarlık bir alanda kurulması kararlaştırılan Biyoteknoloji Vadisi’nde 160 sanayi kuruluşu üretim yapacak, 250 AR-GE firması yeni ürün ve teknolojiler üretmek amacıyla bilimsel çalışmalar gerçekleştirecek. Vadi, 2 bini lisans ve lisans üstü eğitim almış AR-GE çalışanı olmak üzere toplam 30 bin nitelikli çalışanın istihdam edilmesini de sağlayacak. Türkiye’nin ithal ettiği biyoteknolojik ürünlerin AR-GE ve bilim alt yapısı ile geliştirip üretilmesine zemin hazırlayacak olan Biyoteknoloji Vadisi, ülkemizin bu alandaki ithalatını büyük oranda düşürecek. Öte yandan Vadi’de üretilecek olan ürünlerin, yüzde 60’ının ihraç edilmesi planlanıyor. Kilogram ürünün ihracat bedeli Türkiye’de 1,28 dolar, gelişmiş ülkelerde 5 dolar düzeyindeyken biyoteknolojik ürünlerin kilogram başına ihracat değerinin 10 bin dolar ile 675 bin dolar arasında değiştiği düşünüldüğünde, Biyoteknoloji Vadisi’nin Türkiye’ye ihracatına sağlayacağı katkının boyutu da gözler önüne seriliyor. MİLLİ İLAÇ MİLLİ AŞI Biyoteknoloji Vadisi’nde faaliyet gösterecek tesislerin yüzde 45’inin sağlık, yüzde 25’inin gıda, tarım ve hayvancılık, yüzde 10’unun çevre ve yüzde 20’sinin endüstriyel alanda faaliyet gösteren firmalardan oluşması planlanıyor. Sanayi sektörünü Türkiye’de daha önce geliştirilmemiş ve üretilmemiş, ürünlerle tanıştıracak olan Biyoteknoloji Vadisi’nde üretilmesi planlanan ürünler ise biyoteknolojik milli ilaç ve milli aşı, biyomedikal tıbbı ürün, nitelikli ve tıbbı bitki ve tohum, biyolojik ham madde, antibiyotik, fonksiyonel gıda katkı maddeleri, tanı kitleri, DNA izolasyon kitleri, moloküler genetik kitler, kemik tozu ve kemik grefti, biyosensör ürünler, biyoaktif ortez protezler, spinal implantler, embriyo, antikor, pigment, insülin, hemoglabin, biyomoleküller, terapötik protein, enzim, bakteri, vitamin, plazminojen aktivatörü olarak sıralanıyor. START-UP’LARA DA YER VAR Türkiye’nin dev şirketlerinin ve küresel biyoteknoloji firmalarının yerini şimdiden almaya başladığı Vadi’de, start-up firamalar da faaliyet gösterecek. Vadi, bu yönüyle Türkiye’nin girişimcilik ekosistemine de önemli bir destek verecek. Öte yandan, TÜBİTAK 2023 Vizyon Teknoloji Öngörüleri Projesi raporunda biyoteknoloji en kritik 5 faaliyet konusu arasında gösterildiği için Biyoteknoloji Vadisi’nde faaliyet gösteren büyük, orta ve küçük ölçekli tüm firmalar, diğer sanayi dallarına sağlanan teşviklerden daha yüksek oranlarda teşvik alma imkanına sahip olacak. KUSURSUZ ALTYAPI İhtisas OSB statüsü taşıyacak olmasına rağmen, diğer OSB’lerden farklı olarak AR-GE ve üretimin eşit ağırlıklı olarak devam edeceği Biyoteknoloji Vadisi’nde teknoloji geliştirme bölgesi, AR-GE merkezleri, teknoloji transfer ofisleri, lise ve üniversite düzeyinde mesleki eğitim kurumları, temel bilimler uygulama enstitüsü, test ve kalibrasyon laboratuvarları ile belgelendirme firmaları gibi AR-GE ve ÜR-GE işletmeleri ile hizmet destek birimleri yer alacak. Bir OSB’de olması gereken tüm altyapı ve hizmetleri katılımcısına eksiksiz olarak sunacak olan Biyotekloji Vadisi’nde, OSB SCADA merkezi, atıksu arıtma tesisi, OSB atık transfer binası, mesleki eğitim merkezi, iş geliştirme merkezi, dış ticaret istihbarat merkezi, bilim ve teknoloji merkezi, kongre ve etkinlik merkez ile cami, yeşil alanlar ve otoparklar da bulunacak. HANGİ AŞAMADA? Biyoteknoloji sektörünün öncü ve lider firmalarının yerini aldığı Biyoteknoloji Vadisi’nde yer seçimi tamamlandı. Kamu kurum ve kuruluşlarının uygunluk görüşü ve yerel yönetimlerin oy birliği ile yer seçimi gerçekleştirilen Biyoteknoloji Vadisi’nde çevresel etki değerlendirme süreci tamamlanma aşamasına geldi. Biyoteknoloji sektöründe faaliyet gösteren işletmelerin yoğun ilgi gösterdiği Biyoteknoloji Vadisi’nin yıl sonu itibariyle kuruluş süreçlerinin tamamlanması hedefleniyor. Kaynak : Basın Bülteni  

Nanobiomed Orijinal Formülle Dünyaya Açılıyor

Nanoteknoloji ve nanotıp alanında uzun yıllardır Ar-Ge faaliyetleri yürüten Türk biyoteknoloji şirketi Nanobiomed, gıda takviyeleri alanında yeni bir yatırıma imza attı. COVID-19 döneminde özellikle bağışıklığı destekleyen ürünlerle ilgili pazarın hızlı büyüdüğüne dikkat çeken Nanobiomed’in Kurucusu Doç. Dr. Gürer Güven Budak, 15 yıldır muhtelif nanomalzeme ve organik / inorganik moleküller üzerinde çalıştıklarını belirterek, bu alanda ileriki aşamalarda ilaca dönüşebilecek bir biyoteknolojik ürün üzerinde gelişme kaydettiklerini söyledi. FDA’e onay için başvurduk Nanoteknoloji alanında ödülleri de olan Doç. Dr. Gürer Güven Budak’ın bahsettiği yeni ürünün adı Vaxomed Plus. Uzun bir Ar-Ge sürecinin ardından orijinal formülasyon geliştirdiklerini söyleyen Budak, şu bilgileri verdi: “Biz COVID-19’u önlemeye yönelik bir ilaç geliştirme hedefiyle yola çıktık. Ürün şu anda risk grubundaki hekimlerce kullanılıyor. Sonuçlarla ilgili raporlama aşamasındayız. Üründe kullanılan organik ‘flavonoid’ moleküller FDA tarafından gıda takviyelerinde ‘Genel Olarak Güvenli Ürün’ kategorisinde değerlendiriliyor. Bu yüzden, pandemi döneminde ihtiyaç sahiplerine daha hızlı ulaştırabilmek amacıyla, ürünü ilk aşamada ‘Takviye Edici Gıda’ olarak ruhsatlandırdık. Formülün uluslararası patent başvurusunu ve marka tescilini tamamladık. Sağlık Bakanlığı tarafından ‘etki, koruma ve tedaviye yönelik faydası ve güvenirliği bilimsel olarak ispatlanmış ürünler’ için verilen ‘Sağlık Beyanlı Ürün’ ruhsat başvurumuzu da yaptık.” Polifenollerin etkileri kanıtlandı Nanobiomed’in yeni ürünü için ilerleyen dönemlerde Faz çalışmaları başlatılması planlanıyor. Doç. Dr. Budak, bu aşamadan sonra ürünle ilgili ilaç ruhsat başvurusu yapmayı planladıklarını belirtti.    Nanobiomed Yönetim Kurulu Başkanı Doç. Dr. Gürer Güven Budak, yeri ilaç endüstrisi için önemli gelişmelerden biri olarak nitelendirdiği yeni ürünün formülünde yer alan temel aktif maddelerin polifenol-flavonoid yapıda moleküller olduğuna dikkat çekti. Verdiği bilgilere göre bilimsel analizlerde flavonoidlerin COVID-19’a neden olan SARS CoV-2 virüsünün yüzeyindeki M proteazlarına güçlü biçimde bağlanabildiğinin ortaya konulmuş. Benzer şekilde, IBM teknolojisiyle süper bilgisayarla yapılan matematiksel modelleme çalışmalarında da, flavonoidlerde SARS CoV-2 virusu S (spike) proteinlerine bağlanarak virusun konakçı hücreye tutunmasını engelleyebilecek 47 farklı molekül belirlenmiş. Doç. Dr. Budak, “Bu 47 molekül arasında yer alan üç farklı flavonoid, yeni geliştirdiğimiz formülasyonda kullanıldı” dedi. Kaynak : Dünya - Mehmet Kaya

Biyoteknoloji Girişimi, Geliştirdiği Huzursuz Bağırsak Sendromu Tedavisini Dünyaya Tanıtacak

Bağırsak mikrobiyomu üzerine çalışan yerli biyoteknoloji şirketi ENBIOSIS’in Huzursuz Bağırsak Sendromuna yönelik yaptığı klinik çalışma uluslararası arenada ses getirdi. Prof. Dr. Tarkan Karakan, ENBIOSIS’in geliştirdiği yöntem ile hastaları üzerinde yaptığı çalışmalarda hastalığın tedavisinde %78 başarı oranı elde etti. Türk profesör, alanında dünyanın en büyük uluslararası tıp buluşması Digestive Disease Week’te sunum yaptı. Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Tarkan Karakan, geçtiğimiz yıl biyoteknoloji girişimi ENBIOSIS’in geliştirdiği mikrobiyom bazlı kişiselleştirilmiş diyet müdahale programıyla huzursuz bağırsak sendromuna yönelik bir klinik çalışma başlatmış ve bu hastalıkta %78 başarı elde etmişti.  Tıp dünyasında yankı uyandıran bu çalışma dünyanın en büyük uluslararası tıp buluşması olarak tanımlanan ve her yıl gastroenteroloji alanında çalışan 20 bin hekim, araştırmacı ve akademisyeni ağırlayan Digestive Disease Week’te sözlü sunum olarak kabul edilmesinin ardından Amerikan Gastroenteroloji Derneği’nin (AGA) en prestijli dergilerinden Gastroenterology’de  özet olarak yayımlandı. “Sadece Türkiye’yi değil, dünyayı da ilgilendiriyor”  Konuya ilişkin açıklamada bulunan Prof. Dr. Tarkan Karakan, “Yürüttüğümüz klinik çalışmada  ENBIOSIS bağırsak bakteri analizi kullanılarak öncelikle Huzursuz Bağırsak Sendromu (IBS) hastalarının bağırsak florasını analiz etmiş ve bağırsak florasını düzenlemek için kişiye özel beslenme stratejisi uygulamıştık. Çalışma sonucunda yöntemi uyguladığımız hastaların %78’inin semptomları ağır şiddetten orta şiddete gerilediğini raporladık. Elde ettiğimiz başarının kişiye özel sağlık çözümlerinin etkinliğini kanıtlama noktasında önemli bir adım olduğuna inanıyoruz. Keza uluslararası arenadan gördüğümüz ilgi bunun bir göstergesi. Sadece Türkiye değil, dünyayı da ilgilendiren bir konu. Kişiye özel tıp ve yapay zekanın birleşimi tıpta çok popüler bir alan” dedi. Sıra kişiye özel prebiyotiklerde  Klinik çalışmalardan elde ettikleri verilerden hareketle dünyada bir ilk olarak IBS hastalığına özel  prebiyotik reçetesi hazırladıklarına değinen ENBIOSIS Kurucu Ortağı Dr. Ufuk Nalbantoğlu şunları aktardı: “İsim benzerliğinden dolayı sıklıkla probiyotiklerle karıştırılan prebiyotikler, bağırsaktaki faydalı bakterilerin gelişimini destekleyen ve sindirilemeyen besin bileşikleridir. IBS hastaları için mikrobiyomlarına özel beslenme stratejisi sunmanın yanı sıra bu hastalık grubuna özel hazırlanan prebiyotiklerle bağırsak florasını yapılandırmak üzere çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Ar-Ge çalışmalarımız sonucunda kişiye özel prebiyotikleri de kullanıma sunacağız. Yaptığımız kurumsal anlaşmalarla çok yakında sadece Türkiye’de değil tüm dünyada hizmet vermeye başlayacağız. ABD, Suudi Arabistan, Fransa, Ukrayna ve Almanya ise hizmetimizin yayılmaya başladığı ilk ülkeler arasında yer alıyor.” Kaynak : Basın Bülteni

Bilimin 3 Öncü İsminden Biri

Türkiye’nin ilk kanser ilaç adayını geliştiren Prof. Dr. Rana Sanyal, Cartier Women’s Initiative Programı’nın “2021 Bilim & Teknoloji Öncüsü” kategorisinde yer alan üç kadından biri seçildi. Sanyal “Geleceğe bilim ve teknoloji alanında bayrak taşıyan kadınlar imza atacak” dedi. Türkiye’nin ilk ilaç adayını geliştiren RS Research kurucu ortağı ve Boğaziçi Üniversitesi Kimya Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Rana Sanyal, dünyada bilim ve teknoloji öncüsü isimler arasına girerek büyük bir başarıya imza attı. Prof. Dr. Sanyal, dünyaya çalışmalarıyla değer katan ve rol model kadınları bir araya getiren Cartier Women’s Initiative Programı’nın “2021 Bilim & Teknoloji Öncüsü” kategorisinde yer alan üç kadından biri olmayı başardı. İlk ilaç adayı Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği’nden mezun olduktan sonra doktora eğitimini Boston Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Sanyal, Kaliforniya’da biyoteknoloji şirketi Amgen’de onkoloji ve nöroloji alanlarında ilaç kimyageri olarak çalışmalarını sürdürdü. 2004 yılında Türkiye’ye dönerek çalışmalarını sürdüren Prof. Dr. Sanyal şunları söyledi: “Laboratuvarda geliştirdiğimiz ilaç adayı molekülleri insana ulaştırmak için 2015 yılında ortağım Sena Nomak ile kurduğumuz RS Research’te, daha az yan etkiye sahip kemoterapi ilaçları ile daha etkili tedavi üzerinde çalışıyoruz. Bildiğiniz gibi kemoterapinin yan etkileri, etkin bir tedavinin önündeki en önemli engellerden biri. Biz kemoterapi ajanını hedefine, yani tümöre ulaşana kadar “paketleyen” bir teknoloji geliştirdik. Tümör yüzeyindeki reseptörleri tanıyan hedefleme modülü sayesinde hücre içine alınan nano-ilaç, etkin maddeyi burada serbest bırakıyor. RS Research ile laboratuvardaki tasarım aşamasından itibaren çalışmaları Türkiye’de yapılarak klinik araştırmalar için onayını alan ülkemizin ilk ilaç adayını geliştirmenin gururunu yaşıyoruz. Farklı kanser türlerini hedefleyen 5 ilaç adayımız var. Şu anda da bunlar arasından en önde giden molekülümüz ile klinik çalışmalara hazırlanıyoruz.” ‘İz bırakan kadınlar’ Prof. Dr. SanyalCartier Women’s Initiative Programı’na kabul edilmesini ise şöyle yorumladı: “’Bilim&Teknoloji Öncüsü’ kategorisinde yer alan öncü 3 kadından biriyim. Kategorideki diğer finalist adaylar Kanada ve Amerika’dan. Bu güçlü adayların yanına Türkiye’den bir isim yazdırmak benim için mutluluk verici. Sürecin sonunda üçer aday arasından bir derecelendirme yapılacak ancak hepimiz şimdiden çok şey kazandık. Kurduğumuz etkileşim ilham verici. Bir yandan etkimizi artırmaya yönelik eğitimlere katılıyor, bir yandan da programın bu yılki teması olarak belirlediği ‘dalga etkisi’ ile ekosistemimize daha fazla katkıda bulunmak için ufkumuzu genişletiyoruz.” ‘Bilimden vazgeçmeyin’ Prof. Dr. Sanyal kendi yolundan gitmek bilim kadınlara da şu tavsiyelerde bulundu; “Hayatta da bilimde olduğu gibi bize zaman kaybettiren ve sonuç alamadığımız uğraşları geride bırakıp, enerjimizi ayırdığımıza değecek işlere, projelere yönelmek zorundayız. Kadınları, yılmadan ve cesaretle bilime yönelmeye davet ediyorum. Geleceğe bilim ve teknoloji alanında bayrak taşıyan kadınlar imza atacak!” 'Cartier Women’s Initiative' nedir? Cartier Women’s Initiative, 2006’dan bu yana, kadınların gerçek potansiyellerine ulaşmalarına yardımcı olmanın yanı sıra, başarılarına ışık tutarak işlerini büyütmeleri ve liderlik vasıflarını geliştirmeleri için gerekli finansal ve sosyal desteği sunuyor. Cartier Women’s Initiative, kurulduğu günden bu yana, 59 farklı ülkeden gelecek vaat eden 260’tan fazla kadın girişimciye destek amacıyla 4 milyon dolardan fazla destek sundu. Kaynak : Milliyet - Meltem Günay

RS Research, Koronavirüs Mücadelesine Güç Katmaya Hazırlanıyor

İnsanlığı tehdit eden salgına karşı bilgi birikimini uzman paydaşlarının çalışmalarıyla bir araya getiren RS Research, hastalığın seyrinin ağırlaşmasını engelleyen ilacın solunum yoluyla doğrudan akciğere ulaştırılmasıyla, tedavinin kaygı uyandıran yan etkilerini azaltmayı planlıyor. Prof. Dr. Rana Sanyal liderliğinde kimyager, biyolog, eczacı ve hekimlerden oluşan RS Research araştırma ekibi, tedaviyi 2020 yılı sona ermeden hastalara ulaştırmayı hedefliyor. Boğaziçi Üniversitesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rana Sanyal, Anadolu Ajansı’na verdiği demeçte "Kimyager, biyolog, eczacı ve hekimlerden oluşan araştırma ekibimizle hastalığın seyrinin ağırlaşmasını engelleyen ilacı doğrudan akciğere ulaştırarak tedavinin kaygı uyandıran yan etkilerini azaltacak teknoloji üzerinde çalışmaya başladık." dedi. Koronavirüse karşı uygulanan tedavilerin başta kalp olmak üzere farklı organlarda görülebilecek olumsuz etkilerinden bahsedildiğini belirten Sanyal, şunları kaydetti: "Kimyager, biyolog, eczacı ve hekimlerden oluşan araştırma ekibimizle hastalığın seyrinin ağırlaşmasını engelleyen ilacı doğrudan akciğere ulaştırarak tedavinin kaygı uyandıran yan etkilerini azaltacak teknoloji üzerinde çalışmaya başladık. RS Research olarak kanser alanında çalışmalarımızda kemoterapinin yan etkilerine odaklanıyoruz. Kemoterapi sırasında bizim hedefleme teknolojimizle tümöre ulaştığında etkisini göstermeye başlayan ilacın vücuttaki diğer hızlı büyüyen hücreleri etkilememesini sağlıyoruz. Yani ilacı paketleyip doğrudan adresine gönderebiliyoruz. Böylece tedavi sırasında hastaların sıklıkla yaşadığı yan etkileri azaltarak yaşam kalitesini artırmayı hedefliyoruz. Koronavirüs tehdidi karşısında araştırma ekibimizin bu bilgi birikimini paydaşlarımızın uzmanlığıyla birleştirdik." İlk deneme ‘’Hidroksiklorokin’’ ile yapılıyor Farklı hastalıklar üzerinde 5 yıldan fazla "hidroksiklorokin" etkin maddesi hakkında deneyim kazandıklarını kaydeden Sanyal, şu bilgileri verdi:  "İlk denememizi bu madde ile yapıyoruz. Geliştirdiğimiz ilaç taşıma teknolojisiyle hidroksiklorokin mikro kürecikler halinde paketlenip, solunum yoluyla doğrudan akciğere ulaştırılacak. İlaç mevcut kullanımda vücutta serbest olarak dolaşıyor ve tedavi ederken aynı zamanda diğer organlar üzerinde yan etkileri endişe yaratabiliyor. Şu anda mevcut tedavi protokollerinde etkili olduğuna dair bulgulara ulaşıldığı için biz bu olumlu etkiyi akciğere ulaştırdığımız ve olumsuz etkilerden kaçındığımız hedefleme teknolojisine çalışıyoruz’’. Sanyal, geliştirdikleri platformun farklı etkin maddelerin bağlanıp ayrılmasına elverişli bir yapıdan oluştuğunu, bu çalışmalarını sürdürürken dünya çapında klinik bulgular daha etkili bir tedaviyi ortaya çıkarırsa, teknolojiyle onu da "akıllı" hale getirmek için inceleyebildiklerini aktardı. Preklinik çalışmalar 6 ay içinde tamamlanacak İlaç geliştirme sürecinin oldukça sıkı düzenlemelere tabi bir alan olduğunu belirten Sanyal, "Koronavirüse karşı kamu başta olmak üzere tüm sağlık sektörü ile akademi ve sanayi ortak bir mücadeleye girişti. Biz klinik öncesi çalışmalarımızı 6 ay içinde tamamlamayı hedefliyoruz. Bu sürede laboratuvar araştırmaları, hücre ve hayvan deneyleriyle klinik aşamaya geçmek üzere zorunlulukları yerine getirirken 'Boğaziçi Üniversitesi Yaşam Bilimleri ve Teknolojileri Uygulama ve Araştırma Merkezi' ile 'Koç Üniversitesi Translasyonel Tıp Uygulama ve Araştırma Merkezi' altyapı ve uzmanlıklarından faydalanmayı planlıyoruz. Klinik çalışmada kullanılacak ilacın üretimi konusunda büyük ilaç şirketleriyle görüşmeye başladık. Aciliyet nedeniyle tüm çalışmalarımız eşzamanlı olarak birlikte yürüyecek. Dünya olarak bu virüse hazırlıksız yakalanmış hissetmenin umutsuzluğunu yaşıyoruz. Ancak şimdiye kadar geliştirdiğimiz bilgi birikimini transfer ederek hızla aksiyon alma yetimizi yabana atmayalım. Şu anda en büyük kaygı sağlık hizmetleri kapasitesinin önüne geçen hasta sayılarına varılması. Enfeksiyonun en yıkıcı hasarı akciğerde. Bu nedenle hastalığı ilk aşamada kontrol altına alan tedaviler büyük önem kazanmaya başladı’’ dedi. Hidroksiklorokin ile daha önceden çalıştıkları için farklı amaçlarda nasıl kullanılması gerektiğini ve farmakokinetik özelliklerini bildiklerini kaydeden Sanyal, "Bu şimdiden çalışmamızın birkaç adım ileriden başlaması demek. Ekibimiz ilk aşamada laboratuvarda daha önce sentezlediğimiz hidroksiklorokinli polimerlerle çalışmalara başlayarak nano ve mikro parçacık oluşumunu inceleyecek. Bunu, hazırladığımız mikro kürelerin akciğerdeki dağılımını takip ettiğimiz hayvan çalışmaları izleyecek." şeklinde konuştu. Sanyal, ilaç geliştirmede en hassas yönün klinik çalışmalara başlamadan, yani insanlar üzerindeki etkileri gözlemlenmeden önce öngörülebilen tüm riskleri ortadan kaldırmak olduğunu, gerekli çalışmalarının ardından Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’na klinik araştırma başvurusunda bulunacaklarını ifade etti. Kaynak : BOUN  

Uzayda Karaciğer Dokusu Geliştirildi

Bilim insanları, gelecekte astronotları uzay ortamında tedavi etmek için karaciğer dokusu geliştirdi. Zira bir gün Mars‘ta ve Ay‘da astronotların yaşaması muhtemel. NASA‘nın yarışmasında birinci olan çalışmanın kapsamı sadece uzayla da sınırlı değil. Aynı zamanda bu dokular, organ nakli bekleyen dünyadaki hastalar için de bir yöntem. Karaciğer dokusu 30 gün yaşıyor ABD’li araştırmacılar canlı hücreleri kullanarak, küp şeklinde bir insan karaciğer dokusunu 3 boyutlu yazıcı ile laboratuvarda büyüttü. Wake Forest Rejeneratif Tıp Enstitüsünden (WFIRM) bilim ekibi, laboratuvarda 30 gün boyunca çalışabilen küp şeklinde bir doku geliştirdi. Çalışma ile ekip, NASA’nın Vasküler Doku Yarışması’nı kazandı. Ekip, hücrelerin bir ay boyunca hayatta kalabilmeleri için yeterli oksijen ve besin elde etmelerini sağlayarak hücrelerin dokuya dönüşmesine yardımcı olmak için ‘bölmelere’ sahip jel benzeri kalıplar üretti. 3D baskılı karaciğer dokusu sadece astronotları tedavi etmekle kalmayacak. Aynı zamanda Dünya’da organ nakli bekleyen hastalarda da kullanılabilir. Bilim insanları, en az on yıldır canlı hücreleri canlı insan vücudu parçalarına dönüştürmenin yollarını arıyor. 2011’de ekip kulak, kas ve çene kemikleri geliştirdi. Dr. Graça Almeida-Porada, çalışmaya ilişkin, “Önümüzdeki yıllarda NASA, Mars’a ve Dünya’ya yakın asteroitlere görevler yapacak. Ancak derin uzaydaki mevcut benzersiz koşullara maruz kalmanın astronotlara yönelik potansiyel sağlık riskleri hala iyi tanımlanmadı. Çalışma, umarım bu olumsuz etkileri nasıl önleyebileceğimizi veya azaltabileceğimizi anlamamıza yardımcı olacak.” dedi. Yapay bir karaciğer dokusunun başarısı vücuttaki dokuları ne kadar taklit ettiğine bağlı. Araştırma Uluslararası Uzay İstasyonuna ulaşırsa yeni adımları beraberinde getirecek. Gelişmiş damar sistemi ve mikro yerçekimi kombinasyonu, dünyada doku mühendisliği ve uzayda biyo-üretim için bir sonraki ilerlemeyi sağlayacaktır.

BIO KOREA 2021’de 5 Türk Biyoteknolojik İlaç Şirketi

Türkiye, T.C. Cumhurbaşkanlığı koordinatörlüğünde, İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası (İEİS) -Türkiye Biyoteknolojik İlaç Platformu destekleri ve 5 Türk biyoteknolojik ilaç şirketinin katılımları ile; alanında düzenlenen en büyük uluslararası etkinlikler arasında yer alan Uluslararası Biyoteknoloji Fuarı ve Konferansı BIO KOREA 2021’e katıldı. Bu yıl 15 incisi, 9-11 Haziran 2021 tarihlerinde Güney Kore’de gerçekleştirilen hibrid organizasyonda, tüm dünyadan çok sayıda firma ve ülke temsilcisi, biyoteknoloji alanındaki gelişmeleri paylaşmak, önemli ortaklıkların ilk adımlarını atabilmek ve ilgili eğitimlerden yararlanabilmek adına bir araya geldi.  BIO KOREA 2021 kapsamında, 10 Haziran tarihinde ise, çok sayıda izleyicinin katılımı ile Türkiye ülke paneli düzenlendi. Panelde T.C. Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi’nin yanı sıra; biyoteknoloji alanında mevcut faaliyetleri ile öne çıkan Türk şirketleri; Abdi İbrahim İlaç, Dem İlaç, Florabio A.Ş, İlko İlaç ve Nobel İlaç üst düzey yöneticileri sunumları ile yer aldı. Küresel alanda fırsatlar sunan gelişmekte olan bir pazar olarak Türkiye’deki biyoteknolojik ilaç endüstrisinin çalışmalarının ele alındığı oturumda; Koreli biyoteknoloji şirketlerine yatırım çağrısında bulunuldu. Son 6 yılda biyoteknolojik ilaç geliştirme ve üretimine 1,1 milyar dolardan fazla yatırım yapan Türk şirketlerinin üzerinde çalıştıkları yeni biyobenzerlerin devreye girmesiyle, pazarın önümüzdeki yıllarda yükseliş eğilimi göstereceği biliniyor. Bugün Türk ilaç firmaları, 2024 yılına kadar piyasaya sürülecek 32 biyoteknolojik ilaç (29 biyobenzer, 2 referans biyoteknolojik ilaç, 1 biyoüstün) üzerinde çalışıyor. Burak Dağlıoğlu: “Güney Koreli yatırımcıların biyoteknoloji alanındaki yetkinliklerinin ve ülkemize olan ilgisinin farkındayız” Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi Başkanı Ahmet Burak Dağlıoğlu BIO KOREA 2021 etkinliğine dair yaptığı açıklamada 100 yılı aşkın bir geçmişe sahip olan Türk ilaç sanayinin, günümüzde birçok küresel ilaç şirketine ev sahipliği yaptığını ifade ederek şunları kaydetti; “Türk sağlık sektörünün güçlü yönlerine odaklandığımızda, güçlü kamu sağlık politikaları, teşvikler, yatırım ortamını iyileştirici düzenlemeler, çevre ülkelerdeki pazarlara erişim için jeostratejik konumu ve 84 milyonluk nüfusumuz göze çarpmaktadır. Bugün, Türkiye’nin sunduğu cazip yatırım fırsatlarını ve Türk ilaç sektörünün kabiliyetlerini Asya’nın en önemli sağlık sektörü etkinliklerinden olan BIO KOREA 2021 kapsamında düzenlediğimiz ‘Avrupa ve Asya’yı Bağlayan Bölgesel Biyoilaç Merkezi’ panelimizde 5 güzide ilaç şirketimizin de katkılarıyla tanıtma imkanı bulduk. Küresel çapta biyoteknolojik ilaç üretimi önemini hızla artırmaktadır ve yakın gelecekte konvansiyonel ilaçların yerini alacağı öngörülmektedir. Türkiye de biyoteknolojik ilaç üretiminde yatırımcılar nezdinde yükselen bir yıldız olarak öne çıkmaktadır. Güney Koreli yatırımcıların biyoteknoloji alanındaki yetkinliklerinin ve ülkemize olan ilgisinin farkındayız, bu ilginin ilerleyen dönemde somut yatırımlara ve işbirliklerine dönüşeceğine inanıyoruz. Bu süreçlerde Türk sağlık sektörü başta olmak üzere ülkemizin katma değerli üretimine ve gelişimine katkı sağlayan İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası‘na, Türkiye Biyoteknolojik İlaç Platformu’na ve kıymetli üyelerine teşekkürlerimi iletmek istiyorum.” Nezih Barut: “İlaç sektörüne biyoteknolojik ilaçlar yön veriyor” BIO KOREA 2021’e katılarak ülkemizi temsil eden 5 ilaç şirketinden biri olan Abdi İbrahim’in ve İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası’nın Yönetim Kurulu Başkanı Nezih Barut ise, bu tarz etkinliklerin hem ülkemizin temsili hem de iş fırsatları açısından son derece önemli olduğunu açıkladı. Biyoteknolojinin dünya ilaç endüstrisinde büyümenin ve gelişimin lokomotifi olduğuna dikkat çeken Nezih Barut, özellikle son 10 yılda biyoteknolojik ilaçlar sayesinde birçok hastalığın tedavisinin mümkün hale geldiğini vurguladı. Barut, ilaç pazarındaki biyoteknoloji lehine dönüşümü gören tüm ülkelerin, biyoteknolojik ilaçları toplum sağlığına sunabilmek adına yoğun çalışmalar yürüttüğünü belirtti. İlaç sektörüne biyoteknolojik ilaçlar yön veriyor diyen Barut, şöyle devam etti: ‘’Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de biyoteknolojik ilaç pazarı hızla büyüyor. Buna karşılık ülkemiz, biyoteknolojik ilaçlarda büyük oranda dışa bağımlı durumda. Hastalarımızın biyoteknolojik ilaçlara daha kolay erişimini sağlamak, endüstrimizin rekabet gücünü artırmak ve kamu üzerindeki maliyet yükünü düşürmek açısından biyoteknolojik ilaçların ülkemizde geliştirilmesi ve üretilmesi kritik önem taşıyor. Konvansiyonel ilaçlara göre katma değeri çok daha yüksek olan biyoteknolojik ilaçların Türkiye’de üretilmesi, ülkemizin katma değerli ihracat hedefine büyük katkı sağlayacaktır. Ülkemizde bugün ihracatta kilo değeri 1,3 dolar seviyesinde. Oysa biyoteknolojik ilaçların ihracat kilo değeri 1.000 doların üzerinde. Yüksek katma değerli bu ürünlerin ülkemizde üretilmesi hem ithalattan kaynaklanan açığı azaltacak hem de ihracat gücümüzle döviz girdisi elde etmemize imkan tanıyacaktır. Bu nedenle de cari açığa çift yönlü pozitif bir katkı sunacaktır. Biz ilaç endüstrisi olarak bir süredir biyoteknoloji alanında büyük yatırımlar yapıyoruz. Sektör olarak, ülkemizi biyoteknolojik ilaç üretim ve ihracat üssü yapabilecek güçteyiz. Bu alanda hızla gelişmemizi sağlayacak unsurların başında; toplum sağlığı ve bilimsellikten ödün vermeden, biyoteknolojik ürünlerin pazara sunulma sürelerini mümkün olduğunca kısaltacak, ülkemize özgü bir mevzuatın uygulamaya alınması gelmektedir. Bunun yanı sıra, özellikle molekül geliştirme çalışmalarına devletimizin nakdi teşvikler yoluyla destek vermesi de son derece önemlidir. Güney Kore bu açıdan bizim için önemli bir başarı örneğidir, zira bu şekilde kısa zamanda küresel pazarda etkili yer edinen bir ülke olmuştur. İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası olarak, bu önemli organizasyonda ilaç endüstrimizi güçlü bir şekilde temsil etmemize destek veren Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığımıza, Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi Başkanı Sayın Ahmet Burak Dağlıoğlu ve değerli ekibine teşekkürlerimizi sunuyoruz.”  2006 yılından beri her yıl düzenlenen BIO KOREA, biyoteknoloji şirketleri için bir iş platformu olarak hizmet veriyor. Kore Sağlık ve Refah Bakanlığı tarafından desteklenen BIO KOREA, biyoteknoloji endüstrisini canlandıran, uluslararası bilgi ve teknoloji alışverişinin yapıldığı bir platform. Fuar, iş forumu ve konferans kanallarıyla bir çok konunun masaya yatırıldığı etkinlik akademisyenleri, 15’inci yılında “Yeni Normal: Biyolojik İnovasyonla Engelleri Aşmak” teması ile çok sayıda ülkeden profesyonelleri ve biyoteknoloji şirketlerinin CEO’larını bir araya getirdi.

Kimya Bilimine Yön Veren 100 Türk Araştırmasının Sonuçları Belli Oldu

Turkishtime’ın Hacettepe Üniversitesi, Kimya Bölümü, Biyokimya Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve TÜBA Asli Üyesi Prof. Dr. Adil Denizli liderliğinde gerçekleştirdiği “Kimya Bilimine Yön Veren 100 Türk Araştırması”, Kimya alanında önde gelen değerli bilim insanlarını bir araya getirdi. H-İndeksi değerlerinin yanı sıra, araştırma alanları, bilime ve insanlığa katkıları, aldıkları ödüller ve patentlerine de yer verildiği çalışma ile yeni nesil bilim insanları için ilham veren bir kaynak olması yanısıra, kimya endüstrisi ile kimya bilimi arasında bir köprü oluşturulması hedeflendi. 2017 yılında başlatmış olduğu Bilime Yön verenler Araştırma serisi kapsamında; 2017 yılında Bilime Yön Veren 100 Türk, 2018 yılında Tıp Bilimine Yön Veren 100 Türk araştırmasını gerçekleştirerek  sonuçlarını kitap haline getirdiği çalışmayla kamuoyu ile paylaşan Turkishtime, söz konusu seriye bu yıl Kimya Bilimine Yön Veren 100 Türk Araştırması ile devam etti. Turkishtime’ın Prof. Dr. Adil Denizli liderliğinde ve SANKO Holding - SÜPER FİLM sponsorluğunda hazırlanan araştırma kitabı, kimyanın beş ana bilim dalındaki (Organik Kimya, İnorganik Kimya, Analitik Kimya, Fiziksel Kimya, Biyokimya) Türk bilim insanlarını, araştırmalarının aldığı atıf sayısını gösteren ve evrensel kabul gören en yüksek H-İndeksi değerine (Google Scholar Veri tabanı kullanılarak) göre listelendi. Listede, DNA hasarı, DNA onarımı gibi konularda dünyanın önde gelen uzmanları arasında yer alan Prof.Dr. Miral Dizdaroğlu gibi çalışmalarını uluslararası alanda sürdüren bilim insanlarının yanı sıra, polimer kimyasında dünya çapında otorite sahibi olan Prof.Dr. Yusuf Yağcı, organik kimyanın önde gelen isimlerinden Prof.Dr. Metin Balcı gibi Türkiye'deki üniversitelerin tanınmış araştırmacıları yerini aldı. Özverili bir çalışmanın ürünü Türkiye başta olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan başarılı Türk bilim insanlarını aynı çatı altında buluşturan kitapta, kimya alanında başarılı bilim insanlarının başarı öyküleri, araştırma alanları, bilime ve insanlığa katkıları ayrıntılı olarak anlatıldı.Özverili bir çalışmanın ürünü olarak ortaya çıkan Kimya Bilimine Yön Veren 100 Türk Araştırması kitabı, akademik hayatını kimya ve kimya mühendisliğine adamış birbirinden değerli bilim insanları tek tek araştırılarak hummalı bir çalışma ile hazırlandı. Bu çalışmada, özellikle uluslararası Web of Science veri tabanında yer alan, bilim insanlarının yıllardır birçok emekle yapmış olduğu yayınlarının hem üretkenliğini hem de alıntı etkisini ölçerek hesaplanan H-İndeksi verilerine göre sıralama yapıldı. Diğer yandan akademik isimlerin SCI indeksindeki çalışmalarına almış oldukları atıf sayıları da göz önünde bulunduruldu.  Kimya Bilimine Yön Veren 100 Türk Kitabı için tıklayınız Kaynak : Turkistime

Sentetik Türleşme: CRISPR-Cas9 Genetik Mühendislik Yöntemi ile Yeni Böcek Türleri Yaratmak Mümkün

Bilim tarihinden aşina olduğumuz şudur: Yeni bir organizmayı keşfetmek kolay değildir. Yeni bir türü keşfetmek istiyorsanız, yıllarınızı sahada araştırma yaparak geçirmeniz gerekir. Ancak genetik mühendisliği sayesinde "tür" dediğimiz şeyler, "bulunan şeyler" olmaktan çıkıp, "yaratılan şeyler" haline gelebilir. Gelecekte, biyoteknolojiyi kullanarak evrimsel süreci ileri sarmak mümkün olacak. Araştırmacılar, yeni bir genetik mühendisliği yöntemi kullanarak, ilk kez laboratuvarda, birden fazla yeni meyve sineği türü yarattıklarını ilan ettiler. Bu, sıtma ve diğer böcek-kaynaklı hastalıkların olmadığı bir geleceği yaratmamızı sağlayabilir. Macquarie Üniversitesi'nde sentetik biyoloji alanında doktora sonrası araştırmacı olarak çalışan Maciej Maselko, sentetik türleşme adı verilen yaklaşımın daha güvenli haşere kontrol teknolojileri oluşturmada faydalı olabileceğini söylüyor. Maselko'ya göre, geleceğe yönelik olası senaryolardan birinde sentetik türleşme, bitkileri tozlaştırabilen ve hatta kara mayınlarını tespit edebilen, tasarlanmış organizmaları üretmek için bile uygulanabilir! Maselko ve ekibi, bulgularını Nature Communications dergisinde yayınladı.Minnesota Üniversitesi'nden moleküler biyolog ve araştırma ekibinin bir üyesi olan Michael Smanski, şöyle diyor: Türleşme, gezegende milyarlarca kez meydana geldi; ancak bugüne kadar hiçbir tür, mühendislik yöntemleriyle tasarlanarak türleşmedi. Maselko, Smanski ve meslektaşları, 2018 yılında maya mantarlarını kullanarak "yeni bir türmüşçesine" farklılıklar üretmek için benzer bir yöntem kullanmışlardı; ancak yeni sonuçlar ile bu konseptin çok hücreli bir hayvanda mümkün olduğu ilk kez kanıtlandı.Smanski, bu yöntemin binlerce yıl yerine, sadece birkaç ay içinde çok sayıda yeni hayvan türleri üretebileceğini söylüyor.  Yeni meyve sineği türlerini yapmak için araştırmacılar, sineklerin DNA'sına mutasyonlar ekleyerek onları yeni türlere dönüştürmek için CRISPR-Cas9 adlı genetik bir kes-yapıştır aracı kullandılar.  Türler, genellikle, artık melezleşemediklerinde veya sağlıklı yavrular üretemediklerinde "farklı türler" olarak kabul edilir. Bu deneyde üretilen mutant sinekler ile vahşi/değişmemiş sinekler çiftleştiğinde, yavrular hayatta kalamadı ve bu da iki tür sinek türünün genetik olarak uyumsuz olduğunu gösterdi. Ancak kritik nokta şu: Mutant sinekler, kendi başlarına sağlıklıydılar ve aynı mutasyonu paylaşan başka bir sinekle çiftleştirildiklerinde, sorunsuz bir şekilde hayatta kalan yavrular ürettiler. Bu da mutasyona uğramış sineklerin üreyebileceğini gösteriyor; ancak yalnızca birbirleriyle. Ekip, yöntemlerini 12 çeşit mutasyona uğramış sinek türü oluşturarak test etti, onları beş gün boyunca yabani sineklerle test tüplerinde barındırdı ve ardından, çeşitli yaşam evrelerinde hayatta kalan yavruların sayısını saydı. Bu varyasyonların dokuzunda, mutasyona uğramış ve yaban sinekleri arasındaki yavruların hiçbiri yetişkinliğe kadar hayatta kalamadı. Bu önemli bulgu, mutasyona uğramış türlerle melezleşen yabani türlerin ortadan kaldırılması gibi laboratuvar dışındaki genetik mühendisliği deneylerinin istenmeyen, uzun vadeli sonuçlarını önleyebilir. Araştırmacılar ayrıca, benzersiz bir mutasyon kümesi taşıyan 12 sinek suşunun her birinin, genellikle farklı bir suştan sineklerle hayatta kalan yavrular üretemediğini ve bunun sonucunda çok sayıda genetik olarak izole edilmiş soy ürettiğini buldular. Yeni yaklaşım, gen sürücüsü olarak bilinen bir genetik mühendislik yöntemini uygularken karşılaşılan yaygın bir sorunu da çözebilir. Gen sürücüsü yönteminde, mühendislik yoluyla değiştirilmiş genler üremenin sonuçlarını manipüle edebilir ve mutasyonları popülasyona hızla yayar. Araştırmacılar, sıtma sivrisineklerini ve diğer istilacı veya hastalık taşıyan zararlıları yönetmenin bir yolu olarak gen sürücüsü denen bu teknolojiyi araştırıyorlar. Ancak, sentetik mutasyonlar taşıyan az sayıda organizma bir laboratuvardan kaçıp vahşi ve mutasyona uğramamış bir popülasyonu ortadan kaldırırsa, bu popülasyonun genlerini tamamen değiştirebilir. Bu, gen sürücüsü yöntemine yönelik araştırmaları riskli hale getirebilir. Maselko, sentetik türleşmenin, melezleşme olasılığını ortadan kaldırarak, yaban hayatın genetik mühendisliği için daha kontrollü ve ekolojik olarak daha güvenli bir yol sunduğunu söylüyor. Araştırma için bir sonraki zorluk; bu yaklaşımı sivrisinekler, istilacı sazan veya ekin yiyen böcekler gibi türlere genişletmek olacaktır. Ancak bu hayvanların genomları, meyve sineklerinin genomlarından daha az çalışıldığından, bu türlerin DNA'sını düzenlemek daha zordur. San Diego'daki Kaliforniya Üniversitesi'nde sentetik türleşme üzerinde de çalışan bir laboratuvarı yöneten biyolog Omar Akbari, şöyle diyor: "Bunun mümkün olacağından umutluyum, ancak zorlayıcı olacak. Biraz zaman alacak ve biraz mühendislik isteyecek." Kaynak : Evrim Ağacı

Çin Yeni Bir Uzay İstasyonu Kuruyor

Çin tarafından nisan ayının sonunda kurulmaya başlanan uzay istasyonu biri 18, ikisi 14,4 metre uzunluğunda olmak üzere üç modülden oluşacak. Kısaca CSS olarak adlandırılan Çin Uzay İstasyonunun kontrol merkezi olması planlanan 18 metre uzunluğundaki modülde, bir seferde toplam üç astronot altı aya kadar çalışabilecek. Toplam kütlesi 100 ton civarında olması planlanan CSS’nin kurulumuna ilk olarak kontrol modülünden başlandı. Nisan ayının sonlarında gerçekleştirilen ilk fırlatmadan sonra kurulumun tamamlanması için en az 10 fırlatma daha yapılacak. İstasyonun kurulumunun 2022’nin sonlarına doğru tamamlanması ve bilimsel çalışmalara ev sahipliği yapmaya başlaması planlanıyor. Tamamlandığında CSS’nin büyüklüğü 15 ülkenin iş birliğiyle kurulan ISS’nin dörtte biri kadar olacak. CSS’nin kontrol modülünün üzerinde beş ayrı bağlantı noktası bulunuyor. Bu noktaların ikisine 14,4 metre uzunluğundaki yan modüller bağlanacak, ikisi istasyona astronot ve kargo taşıyan roketler tarafından kullanılacak. Bir bağlantı noktası ise gelecekte istasyona eklenmesi muhtemel yeni bir modül için ayrılmış. CSS’nin iç kısmında buzdolabı büyüklüğünde deney cihazlarının yerleştirilebileceği 14 raf bulunacak. Ayrıca istasyonun dış kısmında da uzay ortamında deneyler yapmak için tasarlanmış 50 iskele yer alacak. CSS’de uzay fizyolojisinden akışkanlar mekaniğine, malzeme biliminden genel görelilik ve kuantum mekaniğine kadar çeşitli alanlarda araştırmalar yapılması planlanıyor.

Recordati, Süspansiyon Hattına Yatırım Yaptı

Ülkemizde sunduğu ilaç portföyündeki ürünlerin yüzde 98’inden fazlasını yerel üretmesi ile ülkede yerelleşmeyi gerçekleştiren öncü çok uluslu firmalardan biri olan Recordati İlaç, yatırımlarına devam ediyor. Son olarak süspansiyon üretim bölümünde bir yatırıma imza attıklarını söyleyen Recordati İlaç Fabrika Müdürü Orhan Savcı, “Mevcut üretim kazanının iki katı büyüklüğünde bir üretim kazanı daha süspansiyon üretim alanına ilave edilerek kapasiteyi artırdık. Daha önce, üretim kazanında üretilen ürün tekerlekli aktarma kazanlarına aktarılıp dolum odasına taşınarak doluma alınırken artık üretim – dolum alanları arasına çekilen boru hattı ile bu transfer gerçekleşebiliyor. Boru hattında bir pigging sistemi kurularak ürün kaybının azaltılması ve temizliğin de entegre olarak yapılması sağlandı” dedi.  Şirketinizin yapılanmasını ve yakın dönem gündemini anlatmanızı rica ediyoruz.   Şirketimiz İstanbul Merkez Ofisinde 76, 7 Bölge Ofisinde 407 ve Çerkezköy Üretim Tesislerinde 233 olmak üzere toplam 715 personeliyle tüm Türkiye genelinde hizmet vermektedir.  Çerkezköy üretim tesisimiz non-steril katı (toz, granül, efervesan granül, kapsül, tablet, film kaplı tablet ve draje), sıvı (solüsyon, süspansiyon ve damla) ve yarı-katı (krem, merhem ve jel) formlarda 80 milyon kutu üretim kapasitesine sahiptir. Markanız ülkemize alanında ne gibi ilkleri kazandırdı?  Firmamız, 2008 yılında Türkiye’de direkt olarak yapılanmaya start verdiği günden bu yana pazarda dinamik bir pozisyon sergilemektedir. Bu noktada önce Yeni İlaç’ı, arkasından Dr. Feridun Frik İlaç’ı bünyesine katan şirketimiz, Türkiye’de yapılanmasını 2016 yılında Çerkezköy’de kurduğu yeni üretim tesisi ile hızlandırdı. Günümüze kadar Ar-Ge yatırımları hariç 250 milyon dolar üstünde direkt yatırım yapan Recordati, ülkemizde üroloji alanının lider firması olması dışında başta kardiyoloji, kas iskelet sistemi hastalıkları olmak üzere birçok terapötik alanların da lider firmalarından biri olmuştur. Bünyesine kattığı yeni ürünlerle ilerleyen Recordati yakın zamanda onkoloji, santral sinir sistemi ve nadir hastalıklar alanında da yeni girişimler sergilemektedir. Aynı zamanda, ülkemizde sunduğu ilaç portföyündeki ürünlerin yüzde 98’inden fazlasını yerel üretmesi ile ülkede yerelleşmeyi gerçekleştiren öncü çok uluslu firmalardan biri haline de gelmiştir. İş gündeminizi ve 2021 yılı hedeflerinizi öğrenebilir miyiz?  Genel iş gündemimiz Çerkezköy tesisimizin verimliliğini ve kapasitesini artırarak yeni ürünlerin arz edilmesine ve mevcut ürünlerin büyümesine destek vermektir. Kurulumunu tamamladıktan hemen sonra, 2018’den beri tesisimizi bölgesel bir ihracat üssü haline getirmek üzerine yoğunlaştırdığımız çalışmalarımız doğrultusunda, 2021 yılında da gerekli GMP (Good Manufacturing Practices) sertifikasyonları ve ruhsat başvuruları için hedeflerimiz ve çalışmalarımız olacaktır. Yeni üretim hattı, tesis yada teknoloji yatırımı kararı nasıl veriliyor? Yakın dönemde ne tür bir yatırıma imza attınız? Tesisimizin büyüme ve verimlilik hedeflerine uygun stratejiler geliştirilerek gerekliliklerin belirlenmesi sonucunda yeni yatırım kararları verilmektedir. Bu süreçte Türkiye ve İtalya Merkez yönetim ekiplerinin koordineli çalışmaları tesisimiz için oluşturulan stratejilerin Recordati küresel hedeflerini de desteklemesini sağlamaktadır. Yakın dönemde tesisimizde süspansiyon üretim bölümünde kapasite ve verimliliği daha yukarıya taşıyacak bir yatırım yapılmıştır. Ayrıca kalite kontrol laboratuvarımıza analiz kapasitemizi artırmak amacıyla iki adet HPLC yatırımı yapılarak mevcut sisteme entegrasyonları sağlanmıştır. Bunların yanında hem teknolojik güncellemeleri hem de güncel kalite gerekliliklerini takip amaçlı donanım ve yazılım yenileme yatırımları yapılmıştır (yeni nesil, veri bütünlüğünü sağlayan pharmacode okuyucu, check-weigher, yazıcılar, vb). Makina parkurunuz hakkında bilgi vererek, son dönemde bu alanda yaptığınız yatırımları ve sağladığı avantajları anlatır mısınız?    Son dönemde tesisimizde süspansiyon üretim bölümünde kapasite ve verimliliği daha yukarıya taşıyacak bir yatırım yapılmıştır. Bu üretim alanında üretim, süzüm, aktarma ve temizlik işlemleri büyük ölçüde entegre bir sistem olarak gerçekleştirilebilecektir. Mevcut üretim kazanının iki katı büyüklüğünde bir üretim kazanı daha süspansiyon üretim alanına ilave edilerek kapasite artırılmıştır. Daha önce, üretim kazanında üretilen ürün tekerlekli aktarma kazanlarına aktarılıp dolum odasına taşınarak doluma alınırken artık üretim – dolum alanları arasına çekilen boru hattı ile bu transfer gerçekleşebilecektir. Boru hattında bir pigging sistemi kurularak ürün kaybının azaltılması ve temizliğin de entegre olarak yapılması sağlanmıştır. Kaynak : ST Endüstri - Cem Karatay Röportaj

Deniz Salyasından Gübre, Tarım İlacı ve Temizlik Malzemesi Yapacaklar

Bursa Teknik Üniversitesi (BTÜ) Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Biyomühendislik Bölümü laboratuvarlarında, deniz salyasından biyoteknolojik ürün geliştirmek için çalışmalar yürütülüyor. Deniz salyası üzerine uzun zamandır çalışma yürüttüklerini belirten Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mete Yılmaz, “Deniz salyasından yapılan gübreyi toprağa katarak verimini artırmaya çalışacağız” dedi. Marmara Denizi’nde şubat aylarında görülmeye başlanan ve yaklaşık 3 aydır etkili olan deniz salyası, tedirginliğe neden oldu. Bursa Teknik Üniversitesi (BTÜ) Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Biyomühendislik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mete Yılmaz, deniz salyasının kaynağı olan mikro alglerin ekonomiye kazandırılması için laboratuvarlar çalışmalarına hız kazandırdı. Prof. Dr. Yılmaz, araştırma görevlisi Kübra Şentürk ve doktora öğrencisi Vesile Esra Dökümcüoğlu ile deniz salyasından aldıkları numuneleri mikrobiyolojik, toksikolojik ve kimyasal testleri yaparak, saf hale getirdi. Laboratuvar sonuçlarına göre geliştirilecek deniz salyasının gübre, tarım ilacı ve temizlik malzemesi olarak kullanılması hedefleniyor. ‘TOPRAĞIN VERİMİNİ ARTIRMAYA ÇALIŞACAĞIZ’ Prof. Dr. Mete Yılmaz, “Müsilaj çeşitli mikroorganizmalar tarafından oluşturulabilen bir yapı. Özellikle denizdeki mikro algler, plankton dediğimiz canlılar ortam koşulları sağlandığında aşırı derece çoğalabiliyorlar ve bazıları müsilaj maddesini salgılayabiliyor. Marmara özelinde düşünürsek, Marmara Denizi'ndeki kirlilik baskısı ve iklim değişikliğinden dolayı olan sıcaklık artışı bu canlıların üremesini çoğaltabiliyor. Canlılar aşırı derecede üreyince müsilaj salgılaması da yoğun oluyor ve deniz salyası dediğimiz olay meydana geliyor. Biz uzun yıllardır bu tür canlıların oluşturdukları müsilaj yapıları üzerine çalışıyoruz. Biliyoruz ki bunları biyoteknolojinin çeşitli alanlarına kaydırabiliriz. Örneğin tarımda verim artırmak için kullanılabiliyorlar, toprağın özelliklerini iyileştirebiliyorlar ya da ağır metal tutma kapasitelerinden kaynaklı olarak kurutulduktan sonra çevre temizlemede kullanılabilir. Bunun da ötesinde bazı müsilaj yapıları ilaç ham maddesi olarak kullanılabiliyor. Antiviral, antibakteriyel özellikleri var. Marmara’daki bu olay gündeme geldikten sonra topladığımız örnekleri çeşitli testlerden geçirdik. Örneğin bunların kimyasal, mikrobiyolojik, toksikolojik analizlerini yapıyoruz. Müsilaj maddesini, diğer maddelerden ayırıp saflaştırdık. İlerleyen aşamalarda bunların biyopestisit olarak kullanılabilme özelliklerini inceleyeceğiz. Bu projemizde tarımda zararlı böceklere karşı kullanılan kimyasalların yerine doğal ve doğada bozulabilen, insanlara ve çevreye zarar vermeyen yeni maddenin gelişmesi hedefleniyor. Müsilajı da burada kullanacağız. Ayrıca toprağa katarak da verimini artırmaya çalışacağız” dedi. ‘ÖZEL HASAR MAKİNELERİ GEREKİYOR’ Deniz salyasını toplamak için sistem üzerinde çalıştıklarını belirten Prof. Dr. Yılmaz, “Doğadan toplanması ve yararlı bir ürüne dönüştürülmesi  için bir özel hasat makineleri gerekiyor. Çeşitli mühendislik birimleriyle birlikte müsilaj ve mikroalglerin hasadını gerçekleştirebileceğimiz sistemler tasarlama konusunda irtibat halindeyiz. Bunların toplanıp hem çevreye zarar vermeleri önleniyor hem de bunların bir ürüne dönüştürülmesi hedefleniyor” diye konuştu. Kaynak : DHA

GAÜ'den Marmara Denizi’ndeki Müsilaj Problemine Karşı Biyoteknolojik Çözüm

Girne Amerikan Üniversitesi (GAÜ) Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Ünyayar, Marmara Denizinde meydana gelen kirlilik, ardından oluşan müsilaj ve başa çıkma yöntemleri hakkında önemli açıklamalarda bulundu. “EĞER DOĞRU ÖNLEM ALINMAZSA, BALIK ÖLÜMLERİ VE HAVAYA YOĞUN MİKTARDA SÜLFÜR GAZI YAYILIMI KAÇINILMAZ” Açıklamasında, Müsilaj probleminin nasıl ortaya çıktığına değinen Prof. Dr. Ünyayar, “Evsel atıklar ve endüstriyel atıklar arıtılmadan Marmara denizine boşaltılmaktadır. Bu organik yük, kanalizasyon kökenli olduğundan, denizdeki mavi yeşil alglerin çoğalıp üremesine sebep olmaktadır. Denizdeki fosfor ve azot miktarına da bağlı olarak artan bu bakteriler, deniz yüzeyinde büyük bir tabaka halinde yerleşip, oksijen veya karbondioksit giriş çıkışlarını engellemesi manasına gelmektedir. Deniz yüzeyinde oluşan bu müsilaj dediğimiz kalın tabaka sebebiyle, deniz yüzeyinden su altına ışık girmediği için denizaltındaki deniz canlıları için fotosentez olayı engellenmiş oluyor. Kalın tabaka sebebiyle deniz altından yüzeyine kadar bir oksijen alışverişi olmadığı için, balıklarda ölümler olup, alglerin balıkların solungaçları üzerine yapıştığı için toplu balık ölümleri de gerçekleşecektir. Bu alglerin zamanla dibe çökmesi ile sülfür kokusu oluşacak, dipteki bakteriler ile çoğalıp suların zamanla karışması sebebiyle bu tabakanın atmosfere geçmesiyle çok kötü bir koku yayılacaktır. Denizde oluşan bu toksik maddeler midyelerde birikecek ve o mideyi yiyen insanlarda bu toksinlerden zehirlenip olumsuz şekilde etkilenmiş olacaklar. Bu geçici bir kirlenme değil, bu bakteriyi ağız yoluyla vücuda geçirildiğinde ishal vb. hastalıklar meydana gelebilecek. Bunun yanında, içerisinde yoğun protein barındıran müsilaj, zamanla deniz dibine çökerek orada bakteriler tarafından parçalanıp sülfür gazı oluşumuna neden olacaktır. Bu durum, sudaki oksijen seviyesinin azalarak balık ölümlerine ve havaya çok kötü koku yayılmasına neden olacaktır.  “6 AY SONRASINDA DENİZİ GERÇEK SAHİPLERİNE BIRAKMAK MÜMKÜNDÜR” Prof. Dr. Ali Ün yayar Marmara denizi bu noktadayken ne yapılabilir sorusuna da açıklık getirerek, “Biyoteknolojik olarak en basit çözüm için tuzlu suya dayanıklı poretinaz enzimi ve bunu üreten bakterileri denize püskürterek, protein yapıdaki müsilajı parçalayıp geçici olarak bozulan bu ekolojik dengeyi tekrar bozarak 6 ay sonrasında denizi gerçek sahiplerine bırakmak mümkündür. Bu 6 ay süresi boyunca denize girdi yapılan tüm kirlilik parametrelerini iptal edip, hiçbir şekilde atık veya arıtılmamış suyun denize girmesini engelleyerek bu problemin üstesinden gelebiliriz. “BU YÖNTEM İLE MARMARA DENİZİ ESKİSİNDEN DAHA TEMİZ HALE GELEREK, OLMASI GEREKEN MİKROBİYOTANIN ORAYA YERLEŞECEĞİNİ SÖYLEYEBİLİRİZ” Bu enzimleri önermemizin nedeni, patojen olmaması ve denizdeki canlı türlerine etkisi olmaması ile birlikte, müsilajın tükenmesinin ardından kaybolacak olmasıdır. Denizi kirleten faktörlerin tamamiyle ortadan kadırarak bu sistemi uygularsak eğer, 6 ay yada 1 sene içerisinde Marmara Denizi eskisinden daha temiz hale gelerek, olması gereken mikrobiyotanın oraya yerleşeceğini söyleyebiliriz. GAÜ Tıp Fakültesi olarak bu konuda her türlü yardıma hazırız. Yeter ki çevremizi ve geleceğimizi kurtaralım.” Kaynak : AA

2 Aşı Adayı, 3 Kit ve 1 İlaç için Destek Bekliyorlar

Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı Biyoteknoloji Enstitüsü Aşı Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Tarlan Mammedov, Akdeniz Üniversitesi'nde (AÜ) bitki yapraklarından üretilen 2 koronavirüs aşı adayı, 1 ilaç ve 3 kit geliştirdiklerini açıkladı. Prof. Dr. Mammedov, insanlar üzerindeki denemelerde güzel sonuçlar elde ettiklerini belirterek, aşı firmalarından destek beklediklerini söyledi. AÜ Ziraat Fakültesi Enzim ve Mikrobiyal Biyoteknoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tarlan Mammedov ile 20 kişilik ekibi, koronavirüs aşı çalışmasında sona geldi. 3 laboratuvar, 1 iklim odasında 'Transient Bitki Ekspresyon Sistemi' kullanarak, yeni nesil aşı çalışmalarını gerçekleştiren Prof. Dr. Mammedov, bir tür tütün bitkisi olan Nicotiana Benthamiana'nın, iklim odasında 22-24 derecede yüzde 50-60 nem seviyesinde özel formülasyon içeren gübrelerle yetiştirilerek belli büyüklüğe ulaşmasını sağladıklarını anlattı. Bitkiye, yeniden düzenleme yapılıp bitki yaprağının içine solüsyon verilerek yapraklarından protein ürettiklerini aktaran Prof. Dr. Tarlan Mammedov, gerekli analizler sonucunda başarılı 2 aşı adayı ürettiklerini kaydetti. Aşının yanı sıra ilaç ve kit çalışmalarında da sona geldiklerini anlatan Prof. Dr. Mammedov, protein içerikli üretilen 2 aşı adayı, ilaç ve 3 kiti hastalar üzerinde denediklerini açıkladı. Geliştirilen ürünlerden güzel sonuçlar elde ettiklerini aktaran Prof. Dr. Mammedov, aşı firmalarından destek beklediklerini söyledi. YEŞİL BİTKİ YAPRAKLARINDAN GELİŞTİRİLDİ   Prof. Dr. Tarlan Mammedov, geliştirdikleri 2 aşı adayının testlerini hayvanlar üzerinde tamamladıklarını ve güzel sonuçlar elde ettiklerini belirterek, “Ayrıca 3 kit geliştirdik. Bu kitler, koronavirüs hastalarında antikor seviyesinin tayin edilmesi için çok önemli. Bu kitler Türkiye'ye dışardan geliyor. Bu kiti 50 koronavirüs hastası üzerinde denedik. Diğer kitlerle karşılaştırıp aynı sonuçları aldık. Buna ek olarak mühim bir ilaç geliştirdik. Bizim ürettiğimiz ilaçlar protein temelli. SARS2 virüsünün bedenimize dahil olmasına yardım eden ACE2 enzimidir. Bu enzimi bitki yapraklarında ürettik. Bu insan vücudunda çok önemli bir fonksiyon taşır. Eğer virüs tarafından ACE2 tarafından bağlanırsa vücutta birçok problem başgösterir. Hastalık oluşur. Onun için biz ACE2 enzimini, 1 kilogram bitki yaprağından üretebildik. Bu virüsün insan vücuduna geçmesini engelliyor" diye konuştu.   İlaç, aşı ve kitlerle güzel sonuçlar elde ettiklerini aktaran Prof. Dr. Tarlan Mammedov, “Şimdi ilaç şirketlerinden destek bekliyoruz" dedi. Kaynak : Basın Bülteni

Türk Nanoteknoloji Firmasına NASA'nın Mars Çalışmaları Yarışmasında Birincilik Ödülü

Teknopark İstanbul’un Kuluçka Merkezi Cube Incubation’da Ar-Ge çalışmalarını yürüten Nanosilver; 11. Uluslararası Nano Teknoloji Konferansı ve 6. Dünya Yeni Teknolojiler Konferansı’nda ‘En İyi Araştırma’ Ödülleri’nden sonra NASA’nın Mars çalışmaları yarışmasında da birincilik ödülü aldı. Teknopark İstanbul açıklamasına göre, genç girişimciler Rona Gürçay ve Tanra Gürçay tarafından kurulan ve Teknopark İstanbul’un Kuluçka Merkezi Cube Incubation’da Ar-Ge çalışmalarını yürüten Nanosilver, soy metalleri nano boyutlarda üreterek çeşitli sektörlere ham madde sağlıyor. Salgın döneminde Uluslararası Akredite Laboratuvarlar tarafından yeni tip koronavirüs (Kovid-19) üzerinde yüzde 99,99 etkinliği kanıtlanan nano gümüş spreyleri ile uzun süreli koruma ve maksimum etkili hijyen çözümleri geliştiren firma, stratejik nano teknolojilerle Türkiye’yi dünya ligine çıkaracak çalışmalar da yapıyor. Teknopark İstanbul’da faaliyet gösteren Nanosilver, ABD'de düzenlenen 11. Uluslararası Nano Teknoloji Konferansı’nda, 'Yılın Araştırma Ödülü'nü kazandı. Ardından düzenlenen 6. Dünya Yeni Teknolojiler Konferansı’nda, geliştirdikleri inovatif üretim teknikleriyle 'Yılın Araştırma Ödülü' de yine Nanosilver'ın oldu. Bu ödüllerin ardından başarısı dünyada yayılan Nanosilver, NASA'nın bir diğer Mars çalışmaları yarışmasında da birincilik ödülü aldı. Aldığı ödüller sonrası 'Uzay Mekiklerinin Yüzeylerinin ve Kullanılan Ekipmanların Nano Gümüşle Kaplanması' ve 'Uzayda Nano Gümüşle Arıtma' projelerinde NASA ile çalışmaya başlayan Nanosilver geliştirdiği yüzde 100 yerli ve milli teknolojilerle Türkiye Uzay Ajansı’na da katkıda bulunacak. Ayrıca Nanosilver’ın ödül aldığı projelerde geliştirdiği teknolojiler Mars araştırmalarında kullanılacak. - Az sayıda ülkenin üretebildiği 'Titanyum DSA Elektrot Kaplama' üretmeyi başardı Açıklamaya göre, yeni ve gelişmiş teknolojik çalışmaların hız kesmeden sürdürüldüğü Teknopark İstanbul’da faaliyet gösteren Nanosilver, çok az ülkenin gerçekleştirebildiği ‘Titanyum DSA Elektrot Kaplama’ üretmeyi başararak soy metalleri nano boyutlarda üreterek çeşitli sektörlere ham madde sağlıyor. Ekolojik teknolojiler ile sentezlenen, üretim sırasında ve sonrasında içerisinde hiçbir artık, atık, kimyasal barındırmayan; yüzde 99,99 saflıkta gerçek nano metal hammaddeler üreten firma, bu hammaddelerle ileri teknolojili nano ürünler geliştiriyor. Nanosilver tarafından üretilen malzemeler; medikal, robotik, uzay araştırmaları, gıda, turizm, tekstil, dayanıklı tüketim, arıtma sistemleri, tarım ve hayvancılık gibi birçok sektörde kullanılan, alternatifleri bulunmayan ileri malzemeler arasında yer alıyor. - Hijyen robotları ve nano hijyen spreyleri ile salgına çözüm sunuyor Özellikle salgın döneminde Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımlamış olduğu koruyucu sprey özelliklere sahip HYGO Nano Gümüş Hijyen Spreyi piyasada çok büyük ilgi görüyor. Maliyet açısından toplumun her kesimi tarafından erişilebilir olan ürünler ithal muadillerine nazaran her yönüyle çok büyük avantajlar sağlıyor. Farklı sektörlerin farklı ihtiyaçlarına özel üretimler gerçekleştiren Nanosilver, farklı problemlere de çözümler sunuyor. Nanosilver’ın Bizero Robotics firması ile geliştirdiği HYGO Hijyen Robotu, kitle ulaşım araçları ve alışveriş merkezleri gibi sosyal alanları nano gümüş püskürterek kaplayarak ortak temas noktalarını steril hale getiriyor. Nisan sonunda İzmir’den sonra İstanbul’da da kullanılmaya başlanacak HYGO Hijyen Robotu, 50 nanometreden küçük gümüş taneleri içeren formülü sayesinde bakteri ve virüslerin tamamını uzun süreli olarak etkisiz hale getiriyor. - 'Uzay araştırmalarında nano gümüş teknolojisi kullanılıyor' Açıklamasa konuya ilişkin görüşlerine yer verilen Nanosilver Üst Yöneticisi (CEO) Tanra Gürçay, bir sonraki Ar-Ge adımlarının 3 boyutlu yazıcılarla çalışmak olduğunu dile getirdi. Projenin bilgi ve teknoloji aktarımının tamamını İstanbul Teknik Üniversitesi’nden yaptıklarını belirten Gürçay, 'Bu yöntem ve tekniklerle nano gümüş üretimi yapan Türkiye’nin ilk ve tek şirketiyiz. Halen 14 Ar-Ge projesi yürütüyoruz.' ifadelerini kullandı. Gürçay, 'Uzay araştırmalarında nano gümüş teknolojisi kullanılıyor. Dünya dışı varlık araştırmalarında, dünyadan hiçbir mikroorganizmanın uzaya taşınmaması gerekiyor ki, yanıltıcı sonuçlar çıkmasın. Bu sebeple araç yüzeyleri nano gümüşle kaplanıyor. NASA’ya sunduğumuz ve birincilik elde ettiğimiz proje kapsamında geliştirdiğimiz nano gümüş tekniği, NASA’nın uzay çalışmalarında, yüzey kaplama tasarımlarında, su arıtma projelerinde kullanılacak. Nano gümüş çok büyük hacimdeki sıvıları arıtmaya imkan sağlıyor.' değerlendirmesinde bulundu - 'Elektrotun tamamı yerli, milli ve maliyeti yüzde 50 daha az' ​​​​​​​Teknopark İstanbul’a da değinen Gürçay, 'Teknopark İstanbul’da ülkemiz için stratejik öneme sahip üretimler gerçekleştiriyoruz. Dünyada çok az sayıda ülke tarafından üretilebilen Titanyum DSA Elektrot Kaplama teknolojisini özgün üretim tekniğimizle geliştirerek Türkiye’de üretmeyi başardık. Ülkemiz savunma sanayi açısından stratejik önemdeki bu malzemeyi ithal eden yerli firmalarımızdan büyük talep alıyoruz. Elektrotun tamamı yerli, milli ve maliyeti ithal muadillerine göre yüzde 50 daha az.' açıklamasında bulundu. Kaynak : AA

Teknopark İstanbul, En Fazla Patentli Girişimin Bulunduğu Teknopark Oldu

Teknopark İstanbul, Patent Effect'in yayınladığı '2020 Yılı Patent Performansları Listesi'nde 52 girişimci firma ile Türkiye genelinde en fazla patentli girişime ev sahipliği yapan teknopark oldu. Teknopark İstanbul açıklamasına göre, Türkiye'deki özel kurum ve kuruluşların yanı sıra teknoparkların da performansını ortaya koyan listede ilk sıraya yerleşen Teknopark İstanbul'da özellikle sağlık alanında alınan patentlerdeki artış dikkati çekiyor. 2020 yılında medikal teknoloji ve sağlık alanında 16 farklı patente erişen Teknopark İstanbul girişimleri, Türkiye'nin sağlık alanında yerli teknoloji geliştirmelerine olan talebin arttığını ortaya koyuyor. Teknopark İstanbul girişimlerinin sağlık alanındaki patentlerini, siber güvenlik, yapay zeka, elektronik, otomasyon gibi alanlar takip ederken, girişimlerin kuantum teknolojisi gibi önemli alanlarda da patent aldığı görülüyor. Teknopark İstanbul'un özellikle derin teknoloji girişimlerine ev sahipliği yaptığı göz önünde bulundurulduğunda, her bir patentin Türkiye'nin teknolojide bağımsızlık hedefi noktasında katkı sunması bekleniyor. Kuluçka merkezi Cube Incubation ile girişimcilere dünya standartlarında imkanlar sunan Teknopark İstanbul, girişimcilerin fikirlerinin ticarileşmesi ve güvence altına alınması için teknoloji transfer ofisi Connectto aracılığıyla bilgilendirme ve hibe konusunda destekler sunuyor. 2020 yılında yapılan 33 patent başvurusunun 26 tanesi Teknodestek programı kapsamında verilen hibe desteğiyle gerçekleşti. Teknopark İstanbul yönetimi tarafından Teknodestek kapsamında patent ve faydalı model başvuruları için 3 bin 500 TL, endüstriyel tasarım tescili için ise 1.000 TL'ye kadar geri ödemesiz hibe desteği sağlanıyor. 2021 itibarıyla destek kapsamı genişletilerek patent başvurusu sonrası yapılması gereken işlemlerden, patent araştırma ve inceleme ücretlerinin her biri için de 1.000 TL hibe desteği de verilmeye başlandı. Ayrıca 2021 itibarıyla uluslararası patent başvuruları için de 5 bin TL'ye kadar hibe desteği verilmeye başlandı. Bu yeni destekler kapsamında 2021'de patent alan girişim sayısını yüzde 40 artırmaya odaklanan Teknopark İstanbul'da 2021'in ilk çeyreğinde 11 farklı patent başvurusu yapıldı. 'Girişimcilerimizi her zaman desteklemeyi görev edinmiş durumdayız' Açıklamada görüşlerine yer verilen Teknopark İstanbul Genel Müdürü Bilal Topçu, Teknopark İstanbul'un 2020 yılında patent rekoru kırmasında özverili çalışma ve girişimcileri her alanda destekleme misyonunun kritik bir önem taşıdığını ifade etti. Topçu, şunları kaydetti: "Teknopark İstanbul olarak, bilimsel araştırma yapan firma ve girişimcilere, ürün geliştirme konusunda imkanların sağlanması, geliştirilen ürünlerin ticarileşmesi, firma stratejilerinin belirlenmesi, projelerin planlanması, sürekliliğin sağlanması, geliştirilen ürünlerin sanayiye aktarılması, iş birlikleri ve anlaşmalarda aktif rol alması, fikri ve sınai mülkiyet hakları konusunda eğitimler düzenleyerek farkındalığı artırmak ve başvuru desteği sağlamak gibi ihtiyaç duyulan konularda çalışmalarımızla destek oluyoruz. Sunduğumuz destekler ve ortaya koyduğumuz çalışmalarla patent indekslerinde ilk sıraya yerleşmemiz oldukça gurur verici. Teknopark İstanbul olarak firma ve girişimcilerimizi her zaman desteklemeyi görev edinmiş durumdayız. Hem kuluçka merkezi ekibinin yoğun çalışmaları ve hem de teknoloji transfer ofisimiz Conectto, sınai haklar birimimizin kritik çalışmaları bu patentlerin alınmasında önemli bir katkıya sahip. Her iki ekibimize de özverili çalışmalarından dolayı teşekkür ediyoruz. Teknopark İstanbul yönetimi olarak girişim ekosistemine katkı sunmaya ve 2021 yılında yeni başarılara imza atmaya devam edeceğiz."

Koçak Farma Türkiye’nin En Büyük İki İlaç Firmasından Biri

İstanbul Sanayi Odası tarafından 53 yıldır yapılan ve Türkiye’nin sanayi konusunda en kapsamlı ve uzun yıllara dayanan İSO 500 Araştırması’nın 2020 sonuçları açıklandı. Koçak Farma CEO’su Uzman Dr.Hakan Koçak Türkiye’nin en büyük şirketlerinin belirlendiği İSO 500 listesinde bu yıl 137. sırada yer aldıklarını belirterek, ‘‘İSO 500 sıralamasında hem sektörün en büyük iki firmasından biri olmanın hem de 14 basamak  yükselmenin gururunu yaşıyoruz” dedi. İlaç sektöründe yarım asırdır bir çok ilke imza atan Koçak Farma, İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından Türkiye’nin en büyük sanayi şirketlerinin belirlendiği 2020 yılı “İSO Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu” listesinde, önceki yıla göre 14 basamak birden yükselerek 137. sıraya geldi. İSO 500 listesi ile ilgili değerlendirmelerde bulunan Koçak Farma CEO’su Uzman Dr. Hakan Koçak: “Dünyayı ve ülkemizi ciddi olarak etkileyen COVİD-19 pandemisinin zorlu koşullarına rağmen  Koçak Farma olarak üretimimizi ve yatırımlarımızı kesintisiz olarak bu süreçte de sürdürdük. Koçak Farma pandemi döneminde ,COVİD-19 tedavi algoritmasındaki tüm ilaçları üreterek ve  aşı çalışmaları yaparak büyük bir sorumluluk üstlenmiştir. Pandemi süreci aynı zamanda sağlık sektörü ve ilaç sanayinin, ülkelerin en önemli önceliklerinden biri olması gerektiği konusunda dünyada ciddi bir farkındalık yaratmıştır. Kuruluşundan bugüne sürdürülebilir büyüme ve rekabet için büyük ölçekli stratejik yatırımlar gerçekleştiren Koçak Farma, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı onaylı   AR-GE tesisleri ve Türkiye’nin en büyük ilaç,biyoteknolojik ilaç,serum üretim tesisleri ile ilaç sanayinde öncülük yapmaya devam edecektir.İSO 500 sıralamasında hem sektörün en büyük iki firmasından biri olmanın hem de 14 basamak  yükselmenin gururunu yaşıyoruz “ diye konuştu. Kaynak : Basın Bülteni

E-bülten için aşağıdaki bilgileri doldurmanız yeterli.

Giriş Yap

Şifremi Unuttum Kayıt Ol

Kayıt Ol

Şifremi Unuttum