Yaklaşık 40 yılını onkoloji uzmanlığına veren ve bu alanda Türkiye’nin tanınmış isimleri arasında yer alan Türk Tıbbi Onkoloji Derneği Üyesi, Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Medikal Onkoloji Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nil Molinas Mandel, moleküler düzeydeki genetik testler sayesinde, kanser tedavisinde devrim yaşandığını söyledi. Prof. Dr. Mandel, bu sayede kişiye özel tedaviler oluşturulabildiğini ve bazen hiç umut kalmayan hastalarda dahi tedavi protokollerinin olumlu yönde baştan aşağı değişebildiğini kaydetti. Amerikan biyoteknoloji şirketi Illumina desteği ve Nesiller Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi ev sahipliğinde geçtiğimiz hafta İstanbul’da yapılan sempozyumda, genetik dünyası ve onkoloji uzmanları, genetik alanındaki gelişmelerin, kanser tanı ve tedavisindeki yerini değerlendirmek üzere bir araya geldi. Dünyanın biyobelirteç araştırma geliştirme ve moleküler tanı konusundaki en güçlü enstitülerinden biri olan Heidelberg Üniversitesi Patoloji Enstitüsü'nden Dr. Daniel Kazdal ile Türk onkoloji uzmanlarını buluşturan bilimsel toplantıda, kapsamlı moleküler profillemenin, kanserde yarattığı fark ve kanser biyobelirteçlerindeki son bilimsel gelişmeler ele alındı. Toplantının moderatörlüğünü yapan Prof. Dr. Nil Molinas Mandel, kanser alanında genetik ve biyoteknolojideki gelişmelerle büyük bir devrim yaşandığını kaydederek, onkoloji dünyasının kanserleri artık türlerine göre değil, hastadaki moleküler mekanizmasına göre ele aldığını vurguladı ve önemli bilgiler verdi. “ARTIK BUTİK TEDAVİ UYGULUYORUZ" Prof. Dr. Mandel, “Kanser asrımızın en korkulu hastalığı. Ama kanserde çok fazla yenilik oldu. Asrın buluşları diyebileceğimiz, hastalığın ve hastaların genetik yapılarını, moleküler özelliklerini ve değişik aşamalarda kanda dolaşan tümör hücreleri dahil olmak üzere hastalığın seyrini takipte çok büyük aşamalar ve yeni ufuklar belirdi. ‘Eskiden bizim yaptığımız konfeksiyonmuş’ diyoruz artık kendi aramızda. Şimdi, ‘butik’ çalışıyoruz; kişiye özel tedaviler planlıyoruz ve bu kişiye özel planladığımız tedavileri hayata geçirebilmek için istiyoruz ki bunu tetikleyen bir mutasyon varsa, onu gösterelim. İşte bunun için de hem kanserli dokudan alınan örnekler, o yetersiz olursa kandan alınan örneklerle moleküler testler yapıyoruz. Bu, her kanser için hemen hemen artık kaçınılmaz oldu" dedi. “HASTALARDA ARTIK YILLARCA SAĞ KALIM SAĞLAYABİLİYORUZ" Genetik profillemenin başlarda iki gen, üç gen için yapılabildiğini, şimdi ise genetik alanındaki gelişmeler sayesinde yeni geliştirilen moleküler gen panelleri ile yüzlerce mutasyona bakılabildiğini vurgulayan Prof. Dr. Mandel, sözlerini şöyle sürdürdü: “İşin heyecan verici tarafı da bu. Zira bazen her şeye dirençli gibi görünen bir hastada yapılan moleküler profilleme sonucu bakıyoruz ki, hiç beklemediğimiz, bizim şoför ya da ‘driver mutasyon’ dediğimiz tetikleyici mutasyonlara sahip çıkabiliyor ve hastalığın tedavisi, programı, baştan aşağı değişebiliyor. Bugün akciğer kanserinde, meme kanserinde veya kolorektal kanserlerde ki, bunlar en sık görülen kanserler, çok önemli gelişmeler oldu bu sayede. Artık daha etkin ve daha az yan etkili tedaviler vermeye başladık. Eskiden over yani yumurtalık kanserinde yapacağımız pek fazla bir şey yoktu. Sadece standart kemoterapi veriyorduk. Daha sonra hedefi tedaviler geldi, onun arkasından da DNA tamir mekanizmalarını bozan, durduran çalışmalar gösterdi ki yumurtalık kanserinde artık yeni tedavi seçenekleri son derece önemli. Metastatik hastalarda 1 yıl yaşam şansı çok az derken, bugün bu sürenin 4-5 yıla kadar çıktı. Daha daha yeni mutasyon analizleri de dirençli hastalarda farklı ilaç seçeneklerini ortaya koyma şansı verdi. Meme kanserinde de birçok yeni mutasyon tanımlandı. Eskiden Her-2 pozitif hastalık diyorduk, şimdi Her-2 düşük pozitifler çıktı. Dolayısıyla tedavide de seçenekler arttı." “KANSER TÜMÖRÜ EN BÜYÜK YAPAY ZEKA" Nesiller Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi Kurucusu, Genetik ve Farmakoloji Uzmanı Dr. Gülay Özgön ise biyoteknoloji alanında yaşanan bilimsel gelişmeler sayesinde kanserin artık romatoid artrit gibi kronik bir hastalık olma yolunda olduğunu vurgulayarak, “Tümörün aklı hepimizden büyük. Çok büyük bir yapay zeka var tümörün içinde. O da hayatta kalabilmek için çok farklı yolakları kullanarak, farklı mutasyonlar geliştiriyor. Teknoloji ve genetik ilerledikçe aslında, hastalar da fark ediyorlar ki eskiden komşusuna veya bir yakınına uygulanan tedaviler, kendisinde farklılaşmış durumda. Ya da aynı hastaya bir yıl önce uygulanan bir tedavi, bir şekilde progresyon (kötüleşme) veya düzelme nedeniyle bir yıl sonra değiştirilebiliyor. Bütün bunlar aslında bilimin ışığında, bilim dayanağı ile yapılıyor" dedi. GENETİK SAYESİNDE TÜMÖRÜN DİLİ ÇÖZÜLÜYOR Bugün FDA tarafından onaylanan pek çok gelişmiş genetik profilleme testlerinin ülkemizde de uygulanmaya başlandığına dikkat çeken Dr. Özgön, sözlerini şöyle sürdürdü: “Neden daha geniş profilleme testi yapılması gerekiyor? Çünkü genetik, biyoteknolojik ilerlemeler, tümörün farklı yolaklar kullanarak farklı şekilde kendini ifade ettiğini ortaya koyabiliyor artık. Burada en önemli unsur sadece hedef olabilecek ilacı bulabilmek değil, aynı zamanda ilacı uygularken hastada hangi yan etkilere, hangi direnç mekanizmalarına neden olabiliyor, bunu da görebilmek. Ya da belki kost efektif dediğimiz farmako-ekonomik olarak da faydalı olabilecek, yani ülkenin sağlık ekonomisine de fayda sağlayacak bilgileri üretmek. 500 genli profillemelerde mesela hangi yolakta direnç olduğunu bularak, hastaya o ilacın yararı olup olmayacağı konusunda bir şeyler söyleyebiliyoruz. Tabii ki aslında bizim bütün amacımız, geniş profilli genetik testlerin geri ödeme sistemlerine dahil edilerek daha ulaşılabilir olması. Uygun tüm hastaların bu tip tedavi ve tanı modelitelerine kolay ulaşmasını arzuluyoruz. Tabii ki bu tanı ve tedaviler bir takım bilimsel kılavuzlar eşliğinde kullanıyor. Hangi hastaya hangi tedavi kılavuzunun uygulanması gerektiğiyle ilgili bilimsel çalışmalar ışığında karar veriliyor. Bu kılavuzların değişmesi eskiden yıllar sürerken bugün neredeyse 6 ayda bir güncelleniyor ve yenileniyor. Bu yenilen kılavuzlar eşliğinde de tedavi olasılıkları ve imkanları artıyor. Hastalar da daha uzun yaşam şansına sahip olabiliyor." Kaynak:DHA
Tüm dünyanın en önemli sağlık sorunları arasında yer alan kanser hastalığının tedavisinde son dönemde öne çıkan ve hastalığın seyrini olumlu yönde değiştiren ‘kişiye özel tedaviler’den bahseden Acıbadem Adana Hastanesi Tıbbi Onkoloji Hekimi Prof. Dr. Züleyha Çalıkuşu, bu kişiye özel tedaviler ile hastanın kansere neden olan hücrelerine yönelik genetik haritalarının çıkartıldığını ve hastaların genetik şifrelerinin çözüldüğünü anlattı. Geçmişte kanser tedavisi denildiğinde, her hastada belli başlı yöntemler uygulandığını hatırlatan Prof. Dr. Çalıkuşu, gelişen teknoloji ile tıp biliminin ortaklığının, bugün kişiye özel tedavi yaklaşımlarının önemini daha net şekilde ortaya koyduğunu ifade etti. Gelişen teknolojiyle tümör hücrelerinin özelliklerinin daha iyi anlaşıldığına dikkat çeken Çalıkuşu, “Tedaviler kişiye ve tümöre özel şekilde planlanıp, kanserli hücreleri hedef alan uzun süreli tedavilerle hastalık kontrol altında tutuluyor, yaşam süresinin uzaması sağlanıyor. Kanser hücrelerinin taşıdığı fakat normal hücrelerde bulunmayan hedefler belirlenerek etkinliği yüksek, yan etkisi az, bu nedenle de daha konforlu olan biyolojik tedaviler kanser tedavisindeki en önemli gelişmeler olarak gözleniyor” dedi. “Akıllı ilaçlar kanser tedavisinde çığır açtı”Kanserin, kişinin kendi sağlıklı hücrelerinden geliştiğini ve her hücrenin kişiye özel genetik şifre taşıdığına da değinen Çalıkuşu, kanser hücresinin genetik haritasının çıkarılarak tedavide başarı oranının artığına dikkat çekti. Hastalığın seyri sırasında uygulanan moleküler genetik testlerin sayesinde, hangi ilacın hangi hastada daha faydalı olabileceğinin belirlendiğini dile getiren Çalıkuşu, “Böylece hastanın uygulanacak hedefe yönelik tedaviden göreceği faydanın ortaya çıkarılması mümkün olabiliyor. Günümüzde tümör hücrelerinde çoğalma yollarını keserek tümör hücrelerinin ölümüne yol açan son derece etkili ’akıllı ilaç’ ya da ’hedefe yönelik ilaç’ olarak da adlandırılan tedavilerin keşfedilmesi ise kanser tedavisinde yeni bir çığır açtı” diye konuştu. Prof. Dr. Çalıkuşu, bir hastaya kişiye özel tedavi seçeneği sunabilmek için kişinin kanser dokusu veya kanında dolaşan tümörün DNA’sının elde edilerek özel yöntemler ile tümörün akıllı ilaçlara uygun olup olmadığının test edildiğinin de altını çizdi.Günümüzde moleküler patoloji olarak adlandırılan hassas gen analiz yöntemleri ile tümörün kaynaklandığı organa bakılmaksızın kanserleşme sürecinde ana rol alan gen bozukluklarının tespit edildiğine değinen Çalıkuşu, “Sonuçlar ile günümüze kadar yapılan çalışmalar ve elde var olan hedefe yönelik tedavi ilaçları gözden geçirilerek hastaya uygun bir tedavi seçeneği olup olmadığına karar verilir” şeklinde konuştu. Bazı moleküler genetik testlerin ülkemizde de uygulanabildiğini, ancak çoğu geniş panel testlerinin Amerika ve Avrupa’daki bazı merkezlerde incelendiği bilgisini veren Çalıkuşu, “Hastaların kan ya da biyopsi örnekleri bu laboratuvarlara gönderilip alınan sonuçlara göre tedavileri planlanıyor. Genetik testler, başta akciğer, meme, malign melanom, kalın bağırsak ve böbrek kanserleri olmak üzere birçok kanser türünde kullanılıyor” diyerek sözlerini tamamladı. Kaynak:İHA
Almanya ve ABD'den bir grup araştırmacı, insan kalıntılarından elde edilen diş plaklarından çıkardıkları DNA’ların şifresini çözmek için bir araya geldi. Ekip, dizilimleri kullanarak canlı oldukları dönemde bakterilerin kullandığı proteinleri tekrar üretmeyi başardı. İnsan vücudunda yaşayan mikroplarla ilgili son derecede önemli bu çalışmada artık insan vücudu ekosisteminin bir parçası olmayan bakteriler hakkında daha önce bilinmeyen bilgilere ulaşıldı. Uzmanlara göre elde edilen bulgular, gelecekte yeni ilaç tedavilerinin geliştirilmesinde kullanılır. Diş plakları ve mikroorganizmalar arasında nasıl bir ilişki var? Kireçlenmeyle oluşmuş diş plağı (tartar), mikroorganizmaların barınması için uygun bir alan oluşturur. Her gün diş fırçalama ve diş ipi kullanma yönündeki diş hekimi tavsiyelerinin sebebi de budur.Bakteriler için barınma alanı sağlaması sayesinde, bilim insanları binlerce yıllık insan kalıntılarını kullanarak üzerinde çalışma yapabilecek küçük DNA parçaları çıkarmayı başardı. Bu parçaları kullanan araştırmacılar, genetik dizilimleri oluşturabilmek için hummalı bir çalışma gerçekleştirdi.Massachusetts'teki Harvard Üniversitesi'nden Antropolog olan Christina Warinner çalışmayı şu sözlerle anlattı: "Tipik bir bakteri genomunun uzunluğu 3 milyon baz çifti kadardır. Bizim çalışma sırasında ulaşabildiğimiz binlerce yıllık DNA’lar ortalamada 30 - 50 baz çifti uzunluğundaki parçalardan oluşuyordu. Başka bir deyişle, her bir antik bakteri genomunu 60.000 parçalı bir yapboz gibidir. Her bir diş tartarı parçasında da milyonlarca genom bulunur." Mevcut çalışmada bu parçaların anlamlı bir şekilde bir araya getirilebilmesi için, araştırmacılar küçük DNA parçalarından bütün bir genomun oluşturulabildiği “de novo birleştirme tekniği” adı verilen bir işlem geliştirdi. Yalnızca bazı parçaları olan ve referans alınabilecek resmi olmayan bir yapbozu tamamlamaya benzeyen bu çalışma 3 yılda tamamlanabildi ve bakteri genomları yeniden oluşturuldu. Araştırma sonuçları şaşırtıcı Araştırma sonucunda, en fazla yüksek kaliteli dizilimin, Chlorobium adı verilen bir tür bakteriye ait olduğu belirlendi. Enerji elde etmek için, ışık kullanarak kükürdü oksitleyen bu mikroorganizmalar, ışığa ihtiyaç duymaları nedeniyle, pek fazla ışık almayan insan ağzında yaşaması beklenen türden canlılar değil. Araştırmacılar bu bakterilerin insanların her ağzını açtığında bir miktar ışık alarak hayatta kalmış veya gölet suyu içmenin bir sonucu olarak insan ağzına yerleşmiş olabileceğini düşünüyor. Bir başka soru da günümüzde bu bakterilerin neden ağzımızda bulunmadığı. Araştırmacılar bunun sebebinin de davranış ve beslenme alışkanlıklarındaki değişim olabileceğini, ancak bu aşamada kesin olarak bilinemeyeceğini söylüyor. Kaynak: Science Dergisi
ABD Gıda ve İlaç İdaresi’nin onayı, bir robot tarafından beyne cerrahi olarak yerleştirilen ve beyin aktivitesinin kodunu çözebilen ve onu bilgisayarlara bağlayabilen bir cihaz geliştiren şirket için bir kilometre taşı olacak. Şirket şimdiye kadar sadece hayvanlar üzerinde araştırma yürüttü. Neuralink, sosya medya üzerinden “İnsanda ilk klinik çalışmamızı başlatmak için FDA’nın onayını aldığımızı paylaşmaktan heyecan duyuyoruz!” “bir gün teknolojimizin birçok kişiye yardım etmesine izin verecek önemli bir ilk adım” duyurusunda bulundu. ABD’li iş insanı Elon Musk gönderiyi retweetleyerek ekibini tebrik etti. Kaynak: Basın Bülteni
Japon start-up’u Hirotsu Bio Science, solucanlar gibi beklenmedik bir müttefikle erken kanser tarama tekniğinde yeni bir sayfa açıyor. Şirket, erken evre kanserlerini (0 ile 1 arası) endoskopi, ameliyat veya kan testiyle rahatsızlık verici ve pahalı yöntemlerle taramak yerine, hastalardan sadece idrar örneği istiyor. Hirotsu Bio Science’ın Teknolojiden sorumlu Başkanı Eric di Luccio, Euronews’e İdrar numunelerinde birincil kanser taramasını “çığır açan” bir teknoloji olarak degerlendirdi. Semptom gösteren hastalarda kanser tespit edilirken, sağlıklı hastalarda kanser arayışı “tarama” olarak tanımlanıyor. Amerikan Kanser Derneği’nin yeni bir raporuna göre, tespit ve tarama sayesinde kanser ölümleri azalıyor. Nobel Ödülleri ve Kokulu Kanserler Hirotsu Bio Science’ın önde gelen ürünü N-Nose, idrar numunelerinde solucanların koku alma duyusunu kullanan, acısız bir kanser tarama süreci. Caenorhabditis elegans veya C. elegans bilimsel adlı bu solucanlar, günlük olarak nematod, yuvarlak solucan veya ipliksi solucan olarak da biliniyor. Bu zararsız tür, toprak ortamları gibi nemli ve sıcak yerlerde bulunan bir milimetre uzunluğunda bir canlı. Bu model Fizyoloji,Tıp ve Kimya Nobel Ödülü aldı Bilimsel genetik çalışmalarında düzenli olarak kullanılan bu model organizmaların araştırmaları 1960’larda başlamış ve üç Nobel Ödülü kazanmış (2002 ve 2006’da Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü ve 2008’de Nobel Kimya Ödülü). Şirketin kurucusu Dr. Takaaki Hirotsu, seneler boyunca solucanların koku alma duyusunu araştırırken, idrar gibi vücut sıvılarında kanser kokusunun olduğuna dair apayrı bir araştırma bulup, 2015 yılında solucanların kanser kokusunu alabildiğini keşfetmiş. Di Luccio, “Kanser kokusunu biz alamayız, köpekler ise kanser kokusunu almak için eğitilebilir, ama yuvarlak solucanlar kokuya doğal olarak tepki veriyor” dedi. Solucanlar yollarını bulmak, yiyecek bulmak ve tehlikeden kaçınmak için koku alma duyularına güveniyor. Çalışma şekli Testi gerçekleştirmek için, laboratuvar çalışanları idrar örneğini ve solucanları bir Petri kabına koyuyor. Nematodlar, “kanser varlığı” kokluyorsa idrara doğru ilerliyor, yoksa idrardan uzaklaşıyorlar. Henüz Japonya dışında mevcut olmayan N-Nodes testi şu anda safra kanalı, mesane, meme, kolorektal, safra kesesi, böbrek, karaciğer, akciğer, pankreas, prostat, özofagus, ağız, yumurtalık, mide ve rahim kanserleri dahil 15 farklı kanseri tespit ediyor. Japonya’daki müşteriler yaklaşık 90 dolar (2 bin TL) karşılığına internet üzerinden bir test kiti satın alabiliyor ve numunelerini evlerinden aldırabiliyor ya da start-up ile işbirliği yapan bir eczaneye bırakabiliyorlar. Hataları azaltmak için numune ve solucanlarla yapılan test 20 kez otomatik olarak tekrarlandığı bir sistemden geçiriliyor. Dört hafta sonra müşteriler, posta ile A ile E arasında sonuçları alıyorlar. E sonucu yüksek kanser riskine işaret ederken, A sonucu kanser varlığı olmadığını belirtiyor. N-Node testlerinin 0 evre kanserler için tarama yöntemi çok hassas olsa da (doğruluk oranı yüzde 94,7), kanserler genelinde testler yüzde 86,3 doğru. Start-up’ın internet sayfası, pozitif bir test sonucunun kanser olmadığını teyit etmediğini ve ‘yüksek kanser riski’ test sonuçlarının da mutlaka kanserin varlığına işaret etmediğini uyarıyor. Di Luccio, “Müşteriler sonuçlarını aldıklarında, risk ölçeğine bağlı olarak nasıl ilerleyeceklerine dair bir grafik paylaşıyoruz, tabii müşteriler her zaman bizi arayabilir ve rehberlik de alabilir” dedi. Testi pozitif çıkan müşterilerin, N-Nose’un birincil tarama yönteminden sonra bir hastanede daha ileri testler için doktorlar ile temasa geçmeleri tavsiye ediliyor. Nematodlar 15 çeşit kanseri tespit edebiliyor. Hirotsu Bio Science’dan bilim insanı Dr. Masayo Morishita Euronews’a yaptığı açıklamada, “Nematodlar 15 çeşit kanseri tespit edebiliyor, ancak kanserler arasındaki örüntüleri de bulmaya çalışıyoruz” dedi. Şirket, bir hastanın idrar numunesine dayanarak kanser türünü ayırt etmek için vücudun ürettiği uçucu organik bileşik kimyasallarını tanımlamaya odaklanıyor. Sene başında, start-up ilk kanser türüne özgü testini ticarileştirdi. N-Node artık bir müşteriye pankreas kanseri hastası olup olmadığını söyleyebiliyor. Yayıldığında oldukça ölümcül olan bu tür kanseri taramak genellikle mümkün değil. Uzman Di Luccio’ya, “Steve Jobs pankreas kanserinden öldü ve bu türün erken teşhisi gerçekten çok zor. Tespit edildiğinde ise genellikle çok geç kalınmış oluyor ve ölüm oranı yüksek oluyor” dedi. En çok kanser vakaları olan ülkeler arasında 2020 yılında 20. sırada yer alan Japonya’da, N-Nose testini yaptıranlar sayısı 350 bin den fazla. AB verilerine göre Avrupalıların yarısının hayatlarının bir döneminde kansere yakalanacağı tahmin ediliyor. Hirotsu Bio Science laboratuvar şu anda ürününü Avrupa da dahil olmak üzere dünya çapında piyasaya sürmek için ortaklar arıyor. Kaynak:AA
8 Mayıs Dünya Talasemi Günü dolayısıyla açıklama yapan Prof. Dr. Kılınç, "Talasemi, genetik bir bozukluk sebebiyle hemoglobin zincirinden en az birinin gerekenden az üretilmesi sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır" dedi. Prof. Dr. Kılınç, Türkiye'de taşıyıcı oranı yüksek olduğundan, evlilik öncesi eşlerin, özellikle akraba evlilikleri durumunda aynı genetik materyali taşıyan bireylerin her birinin talasemi testi yaptırmasının zorunlu kılındığına dikkat çekti.Talasemi genetik geçişli bir hastalıktır Talesemide eşlerin her ikisinin de taşıyıcı olduğu durumların risk oluşturacağını belirten Prof. Dr. Kılınç, şu bilgileri paylaştı: "Talasemi, kalıtsal genetik geçişli hastalık olup, hasta bebek doğması için hem annenin hem de babanın taşıyıcı durumda olması gerekir. Eşlerin her ikisinin taşıyıcı olduğu durumda yüzde 25 hasta, yüzde 25 sağlam, yüzde 50 taşıyıcı çocuk doğma ihtimali vardır ve bu ihtimal her gebelikte aynıdır.Eğer eşlerden biri taşıyıcı, diğeri sağlamsa doğacak bebek yüzde 50 sağlam, yüzde 50 taşıyıcı olur. Eşlerin her ikisinin de taşıyıcı olduğu durum risklidir, doğum öncesi tanı gerektirebilir. Gebeliğin 8-12'nci haftaları arasında perinatoloji (yüksek riskli gebelik) hizmeti veren kadın doğum kliniklerine başvurması gerekir. Talaseminin ağır formunda, yani çocuğun yaşamın ilk üç yılında kan nakline başlandığı ve hayat boyu alyuvar nakline bağlı olduğu duruma "talasemi majör" denir. Hastalık ilk kez Akdeniz çevresi ülkelerde tanımlandığı için de "Akdeniz Anemisi" adıyla da anılır. Kalıtsal bir hastalık olduğundan, akraba evlilikleri sonucu, hasta çocuk doğma riski artar. Çocuğun yaşamın 3-6'ncı ayları arasında soluk, karaciğer ve dalak büyüklüğüne bağlı karın şişliği ile huzursuzluk sorunu yaşayabileceğine değinen Prof. Dr. Kılınç, "Çocuk, yaşamını devam ettirebilmesi, büyüme ve gelişimini normal sürdürülebilmesi için düzenli alyuvar aktarımına ihtiyaç duyar. Ancak her alyuvar aktarımında vücuda demir alınır, her 1 ml alyuvar ile 1.16 mg demir de vücuda alınmış olur" ifadelerini kullandı. Tedavi edilmezse komplikasyonlara yol açar. Hastaya aktarılan her bir ünite eritrosit ile yaklaşık 200 mg. demirin vücuda girdiğini kaydeden Prof. Dr. Kılınç, tedavi ve takip süreciyle ilgili şunları söyledi: "Düzenli kan aktarımları sonucu vücutta karaciğer, kalp, endokrin organlarda (sistemi oluşturan salgı bezleri, hipotalamus, hipofiz, tiroit, paratiroit, pankreas, yumurtalıklar, böbreküstü bezi, vb.) demir birikir ve yerleştiği organda hasara sebep olur. Deri altından enjeksiyon uygulamasında, tablet, granül veya süspansiyon formlarında demir bağlayıcı ajanlar vardır. Bu aşamada hastanın klinik ve laboratuvar tetkiklerinin tam teşekküllü bir sağlık kuruluşunda takibi gerekir. Hematolog yoksa çocuk hekimleri veya dâhiliye uzmanları da hastayı izleyebilir. Her ay kontrolle ferritin ve komplikasyonlar izlenmelidir."Her başlanan ilacın etkisi hakkında yorum yapabilmek için en az üç ay tek ilaç veya kombine tedavi uygulanmasını ve sık ilaç değiştirilmemesi gerektiğine vurgu yapan Prof. Dr. Kılınç, hastanın 10 yaşından itibaren sıkı takibi ve yılda en az bir kez tüm sistemlerinin, özellikle endokrin komplikasyonlarının tetkiklerle izlenmesinin büyüme ve gelişme takibi açısından önemli olduğunu ifade etti. Erken tanı ve tedavi büyük önem taşıyor. Talasemide erken tanı ve tedavinin büyük önem taşıdığının altını çizen Prof. Dr. Kılınç, sözlerini şöyle sürdürdü: "Talasemi, mutasyonu klinik seyrine göre "talasemi majör" veya "talasemi intermedia" olarak adlandırılır. Talassemi intermedialı hasta da homozigot durumda olduğu halde eritrosit transfüzyonlarına ihtiyaç duymaz veya başka sistemik hastalıkların eşlik ettiği durumda transfüzyon ihtiyacı olabilir. Ağır seyirli talasemi majorlu hastalar ise klinik yönden daha dikkatle izlenmelidir. Tedavide, doğum öncesi tanı programı ile ağır hastaların doğması önlenebilir. Her iki eş taşıyıcı ise gebe olduğu anlaşılır anlaşılmaz, gebeliğin erken dönemlerinde doğum öncesi tanı merkezlerine başvurulmalıdır." Doğum öncesi tanılamanın önemine de değinen Prof. Dr. Kılınç, şunları kaydetti: "Doğum öncesi 8-13'üncü haftalar arası chorion villus örneklemesi (plasentadan biyopsi alınması), 16-20'nci haftalarda kordosentezle olabilir. Bütün tetkik ve tedaviler 20'nci haftada tamamlanmalıdır. Çocuğun ağır mutasyonları taşıdığı biliniyorsa en kati çözüm doku grubu tutan kardeşler veya akrabaları varsa kök hücre naklidir. Bu seçeneği kullanamayan hastalar düzenli transfüzyon ve şelasyon tedavisi ile normal yaşam sürdürebilir. Erken tanı ve tedavinin başlandığı hastalarda komplikasyonlar da önlenebilir. Talasemi erken tanı konulduğu ve tedavi edildiği durumda korkulacak bir hastalık değildir. Düzenli takip ve tedavilerini almak üzere, hastaların çalışmalarında da sakınca yoktur." Kaynak:İHA
Ankara Üniversitesi Kimya Bölümü Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Burak Derkuş ile yüksek lisans ve doktora öğrencilerinden oluşan ekibi, İngiltere'nin Nottingham Üniversitesi, İsviçre'den AO Araştırma Enstitüsü ile Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi araştırmacıları iş birliğiyle, sığır aort damarlarından insanda kullanılabilecek doğal aort damarı üretti. Kesimhanelerden elde edilen sığır aort damarları, laboratuvar ortamında 'deselülerizasyon' teknolojisiyle hücrelerinden arındırılarak, yenilikçi bir biyomalzemeye dönüştürülüp, 3D biyoyazıcı aracılığıyla yeni aort damarları oluşturuldu. Elastik bir yapıya sahip yeni aort damarları, mekanik olarak dayanıklı yapısını yosun kaynaklı bir biyopolimerden, üstün biyolojik özelliklerini ise hücresizleştirilmiş aort dokusundan aldı. "Aort damar eş değerleri üretim gerçekleştirdik" Doç. Dr. Burak Derkuş, aort damarının kalpten çıkan ve vücuttaki diğer tüm atardamarları besleyen en büyük damar olduğunu söyledi. Doç. Dr. Derkuş, aort damarının bir insan ömründe ortalama 200 milyon litre kanın aktarımından sorumlu olduğunu ifade ederek, "Özellikle sağlıksız beslenme, sigara kullanımı ya da genetik geçişli hastalıklardan dolayı bazen aort daralması gibi problemler ortaya çıkabilmektedir. Bu tür durumlar ileri aşamalara geçerse ve özellikle cerrahi işlemlere gereksinim duyulursa, burada sentetik aort greftleri ya da damar vasküler greftler kullanılmaktadır. Bunlar da bir aort damarının gösterdiği biyolojik aktiviteyi ya da fonksiyonu gösterememektedir. Bizim çıkış noktamız burasıydı. Biz ekibimizle birlikte sentetik aort greftlerine alternatif yüzde yüz doğal, aort damarının kendisinden üretebilen ultra elastik, dikişlenebilir, sızdırmaz aort greftlerini tasarladık. Yüzde yüz doğal ve aort dokusunun kendisinin kullanımıyla ve 3 boyutlu basım teknolojisinin getirdiği avantajları da kullanarak orijinal bir aort damarının geometri ve boyutlarını da göz önünde bulundurarak aort damar eş değerleri üretimini gerçekleştirdik" dedi. 3 Boyutlu Basım Teknolojisi Sığır aortlarını kullanarak çalışmayı gerçekleştirdiklerini söyleyen Doç. Dr. Derkuş, "Burada ilk olarak aort dokusunu temizliyoruz. Ardından küçük parçalara ayırıyoruz ve çeşitli kimyasalların, deterjanların ya da enzimlerin kullanımıyla bu aort dokularını hücrelerinden arındırıyoruz. Ayrıca nükleer materyallerden de arındırıyoruz. Amacımız hem hasarlı hücrelerinden hem de immün yanıt oluşturmaması için nükleer materyallerinden arındırılmış bir aort dokusunun geri kalan baz kısmını yani biyokimyasal kısmını koruyarak elde etmektir. Ardından bunları 3 boyutlu basım teknolojisi ile yeniden işleyip yeni aort eş değerleri üretiliyor. Daha sonra bunlar kök hücreler ya da hastanın kendi hücreleri ile yeniden canlandırılarak, canlandırılmış bir biyoyapay aort damarı elde ediliyor" dedi. Kaynak:Basın Bülteni
Bakanlığın ilk defa bu alana yönelik spesifik düzenlemeleri içeren "Nükleer Tıp Hizmetleri Yönetmeliği" ve "Radyasyon Onkolojisi Hizmetleri Yönetmeliği" bugünkü Resmi Gazete'de yayımlandı. Ayrıca Radyoloji Hizmetleri Yönetmeliği'nde değişiklikleri içeren düzenlemeler de bugünkü Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bu kapsamda, "Nükleer Tıp Hizmetleri Yönetmeliği" ile nükleer tıp merkezlerinin çalışma esasları, personelin görev ve sorumlulukları, merkezlerdeki cihazların sınıflandırılması, denetim ve yaptırımlar ile yasal radyasyon dozlarına ilişkin usul ve esaslar düzenlendi. Nükleer Tıp Hizmetleri Yönetmeliği Resmi Gazete'de Yönetmelik kapsamında, merkezlerde kullanılacak cihazlar; iyonlaştırıcı radyasyon kaynağı içeren ve içermeyen cihazlar ile yapay zeka ve robotik cihaz teknolojileri olarak üç gruba ayrılacak. Yeni nükleer tıp merkezleri sadece hastaneler bünyesinde açılacak. Merkezler ve merkezlerde kullanılacak cihazlar, Bakanlıkça planlanacak ve yeni merkezlerin sadece hastane bünyesinde açılmasına izin verilecek. Hem yeni merkezler hem de bu merkezlere eklenecek yeni birimler için Bakanlıktan ön izin alınması gerekecek. Ön izin başvurusu, özel hastanelerde ve tıp merkezlerinde mesul müdür ve özel hukuk tüzel kişilerde şirketi temsile yetkili olanlar tarafından yapılacak. Ön izin belgesi, alındığı tarihten itibaren 2 yıl içerisinde ruhsat veya faaliyet izin belgesi alınmaması halinde iptal edilecek, belge bir ruhsat veya faaliyet izin belgesi yerine geçmeyecek. Merkezler, yapılacak inceleme ve değerlendirmelerin ardından Bakanlıkça düzenlenen ruhsat veya faaliyet izin belgesiyle açılacak. Ruhsatın veya faaliyet izin belgesinin tanzim edilmesinden itibaren bir yıl içinde fiilen faaliyete geçmeyen merkezin ruhsatı veya faaliyet izin belgesi iptal edilecek. Mevcut merkezler, 2 yıl içinde faaliyet/izin belgesini yenileyecek. Merkezler, Bakanlıkça kabul edilmiş ulusal ve uluslararası standartlara uygun yöntemler kullanılarak faaliyet gösterecek. Nükleer tıp merkezleri, ilgili mevzuat hükümlerine göre Uluslararası Sağlık Turizmi Yetki Belgesi alarak uluslararası sağlık turizmi faaliyeti gösterebilecek. Personelin, Nükleer Düzenleme Kurumunca (NDK) belirlenen doz sınırları altında olmak üzere mümkün olan en düşük düzeyde radyasyona maruz kalınması için gerekli önlemlerin alınması sağlanacak. Yönetmelikte, kontrollü alanlarda iyonlaştırıcı radyasyon kaynakları ile çalışan personelin kişisel dozimetre kullanma zorunluluğu, yıllık doz sınırlarına ilişkin düzenlemeler de yer aldı. Mevcut nükleer tıp merkezleri, bugünden itibaren 2 yıl içerisinde yönetmelik hükümlerine uyum sağlayarak ruhsatını veya faaliyet izin belgesini yenilemek zorunda olacak. Radyasyon Onkolojisi Hizmetleri Yönetmeliği Resmi Gazete'de yayımlanan Radyasyon Onkolojisi Hizmetleri Yönetmeliği ile de bu hizmetlerin sunulduğu sağlık kurum ve kuruluşlarının faaliyetlerine, standartlarına ve denetlenmesine ilişkin usul ve esaslar da düzenlendi. Radyasyon Onkolojisi Hizmetleri Yönetmeliği yayımlandı. Bu kapsamda, yeni radyasyon onkolojisi merkezlerinin sadece hastane bünyesinde açılmasına izin verilecek. Merkezlerin çalışma esasları, personelin görev ve sorumlulukları, yasal radyasyon dozları, denetim ve yaptırım esaslarına yönelik düzenlemelerin yer aldığı yönetmelik çerçevesinde mevcut radyasyon onkolojisi merkezleri, bugünden itibaren 2 yıl içerisinde yönetmelik hükümlerine uyum sağlayarak faaliyet izin belgesini yenileyecek. Öte yandan Radyoloji Hizmetleri Yönetmeliği'nde yapılan değişiklikle NDK ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ile yürütülen çalışmalar sonucunda, uluslararası mevzuat ve yıllık eş değer doz sınırına ilişkin güncelleme yapıldı. Kaynak.AA
Akciğer, prostat ve meme kanserleri, dünyada en yaygın görülen 3 kanser türüdür. Öte yandan kalp ve damar hastalıkları, beyin kanaması ve trafik kazasının ardından kanser, en sık görülen ölüm sebepleri arasında da yerini alıyor. Kanser, kesin tedavisi olmamakla birlikte erken teşhisin en önemli olduğu hastalıklardan biridir. Bu alanda yapılan araştırmalar ise her geçen gün iyi sonuçlar veriyor. Son olarak İngiliz bilim insanlarının yaptığı araştırma, erken teşhisin önemini bir kez daha kanıtladı. 6 AY ÖNCEDEN TESPİT EDİLEBİLİR İngiltere Kanser Araştırmaları Vakfı uzmanlarına göre, tüm kanser türleri için evrensel bir tedavi mümkün olmayabilir ancak kanserle mücadele erken teşhis ile kazanılabilir. Bilim insanları 400'den fazla akciğer kanseri hastasını takibe aldı. 9 yıl boyunca düzenli olarak yapılan biyopsilerde kanserli hücrelerin, tedaviden kaçmak için sonsuz değişim potansiyeline sahip olduğu görüldü. Bu durumu "genetik kaos" olarak nitelendiren bilim insanları, DNA'yı okuyan hücresel mekanizmanın da bozulduğunu ve bu sebeple bazı kanser türlerinin daha agresif hale geldiğini söylüyor. Rastgele mutasyonların yani "genetik kaos"un daha yüksek olduğu tümör hücrelerinin, ameliyattan sonra vücudun diğer bölgelerinde nüksetme olasılığının da arttığı ifade ediliyor. ERKEN TEŞHİS HAYAT KURTARIR Araştırmacılar erken teşhis için ise umut vaad eden bulgulara erişti. Kan tahlilinde tümörün DNA'sına ait parçaların analiz edilmesiyle hastalığın nüks riski, tomografi taramasından 200 gün önce tespit edilebildi. Araştırmacılar bulguların gelecekte tümörlerin nasıl yayılacağını tahmin edilmesinde fayda sağlayacağını söylüyor. Kaynak:DHA
Pandemide kritik sorumluluklar üstlenen medikal ve sağlık sektörü, 2-4 Haziran 2021’de 28. Expomed Eurasia Fuarı’nda buluşacak. Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi’nde, hibrit anlayışıyla düzenlenecek Uluslararası İstanbul Tıbbi Analiz, Teşhis, Tedavi, Koruma, Rehabilitasyon, Laboratuvar Ürün, Cihaz, Sistem, Teknoloji, Donanım ve Hastaneler Fuarı, üç önemli online etkinliğe de sahne olacak. Medikal ve sağlık fuarı Expomed Eurasia, Tüm Tıbbi Cihaz Üretici ve Tedarikçi Dernekleri Federasyonu (TÜMDEF) ve bağlı dernekleri, Türkiye Sağlık Endüstrisi İşverenleri Sendikası (SEİS) ve Sağlık Gereçleri Üreticileri ve Temsilcileri Derneği (SADER) iş birliği ile hazırlanıyor. Pandemi sürecinde çok fazla kullanılan maskelerden dezenfektanlara, hastane yataklarından, ekipmanlarına kadar her türlü tıbbi cihazın ziyaretçilerle buluşacağı Expomed Eurasia, hibrit formda gerçekleştirilecek. Tüyap’ın grup şirketlerinden Reed Tüyap Fuarcılık’ın organize edeceği Expomed Eurasia’ya, hastane yapı ve tıbbi tesis yönetimi, ortopedi, fizik tedavi ve rehabilitasyon, reçetesiz ilaç (OTC), elektro medikal ekipman, medikal ve laboratuar teknolojileri, sarf malzemeler ve tek kullanımlık tıbbi ürünleralanlarındaki üretici, ihracatçı ve temsilci firmalar katılacak. "DİJİTAL DÖNÜŞÜME CİDDİ YATIRIM YAPTIK" Fuarla ilgili bilgi veren Reed Tüyap Fuarcılık Genel Müdürü Ali Muharremoğlu, "2021 yılında Expomed’i yepyeni bir formatta organize ederek medikal sektörü bir araya getireceğiz. Temellerini geçtiğimiz yıllarda attığımız hibrit fuar anlayışını daha da geliştirerek sektörü yenilikçi bir fuar konseptiyle tanıştıracağız. Kovid-19 sürecinde daha da hızlı bir şekilde dijitalleşmek zorunda kalan dünyaya fuarcılık sektörü olarak bizler de kayıtsız kalmadık. Yaşanan bu dijital dönüşüme beş senedir çok ciddi yatırım yaptık ve şimdi bir adım daha ileriye giderek tüm iş yapış modellerimizi dijital ortama uygun hale getiriyoruz" dedi. "DİSTRİBÜTÖR BULMA PLATFORMU KURDUK" "Bu seneden itibaren kapsamlı bir şekilde hayata geçirdiğimiz hibrit fuar anlayışımız doğrultusunda Expomed Fuarımızı tematik online etkinliklerle daha da güçlendiriyoruz” diyen Ali Muharremoğlu, fuarla eş zamanlı düzenlenecek online etkinlik hakkında şu bilgiyi verdi: "Fuar ile eşzamanlı olarak gerçekleşecek online etkinliğimiz 2-4 Haziran tarihlerindeki ‘Distribütör Günleri’olacak. Expomed Fuarımız sadece bir ürün alım satım platformu değil aynı zamanda katılımcı firmaların distribütörlük ağlarını oluşturmaları ve yeni pazarlar keşfederek mevcut iş ağlarını daha da geliştirebilecekleri bir buluşma noktasıdır. Bu bakımdan sadece distribütörlük görüşmelerine odaklı olarak Business Connect Programı üzerinden gerçekleşecek bu üç günlük etkinlikte, hem katılımcı firmalar yepyeni bölgelerde ve ülkelerde temsilcilikler bulabilecek; hem de fuarımıza katılan uluslararası firmalar, Türkiye ve yakın coğrafyamızda kendilerini temsil edebilecekleri iş ortaklarını Distribütörlük Günleri kapsamında bulabilecekler." "EXPOMED ONLİNE ETKİNLİKLERLE DAHA GÜÇLÜ" Reed Tüyap Fuarcılık, Business Connect Programı üzerinden Expomed Fuarı’ndaki katılımcı firmaları en doğru potansiyel iş ortaklarıyla ve müşterileriyle de online platformda buluşturacak. Expomed Eurasia Hybrid+ kapsamında online Business Connect Programı üzerinden 3 ana online etkinlik olacak. Bunların ilki 26-27 Mayıs 2021 tarihlerinde gerçekleşecek Hastane Günleri olacak. Bu online B2B etkinliğinde; hastane altyapısı ve malzemeleri, elektro medikal cihaz ve ekipmanlar, medikal sarf malzemeler ve reçete dışı satılan gıda takviyesi, vitamin gibi ürünler alanında ürün ve hizmet gamı bulunan katılımcı firmalar en doğru alıcı kitleleri ile iki gün boyunca online platform üzerinden bir araya gelecek. 3 GÜNLÜK FUARA, 3 AY İŞ GÖRÜŞMESİ İMKANI Reed Tüyap, yeni nesil fuarcılık anlayışının bir parçası olarak Expomed Eurasia’daki iş görüşmelerini sadece fuar günleri ile sınırlı tutmayarak bu süreyi çok daha uzun bir döneme yayacak. Şirketin Genel Müdürü Ali Muharremoğlu, "9 Haziran-9 Eylül 2021 tarihleri arasında yine Business Connect Programı üzerinden katılımcılarımızın müşteri kitleleri ile ‘online iş bağlantıları’ yapmaları mümkün olacak. Bu sayede üç günle sınırlı olmayan bir fuar deneyimini dijital ortamda fuardan sonraki 3 ay boyunca hem katılımcılarımıza hem de ziyaretçilerimize yaşatabileceğiz” diyerek bu konuda bilgi verdi. "TÜM ÖNLEMLERİMİZİ ŞİMDİDEN ALDIK" Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi’nin Türkiye’nin ilk TSE COVID-19 Güvenli Hizmet Belgesi almaya hak kazanan fuar alanı olduğunu söyleyen Muharremoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Geçen yıl sıkı biyogüvenlik önemleri altında gerçekleşen Expomed Fuarı beklentilerimizin çok üstünde bir başarı sergiledi. Katılımcı firmalarımız fuardan oldukça memnun ayrıldı.Tüm paydaşlarımızın sağlığı bizim için her zaman öncelikli olmuştur. Bu nedenle 2-4 Haziran 2021 tarihinde alanda gerçekleşecek Expomed Fuarımız için de alandaki tüm önemlerimizi şimdiden almış durumdayız. HES kodu sorgulaması, maske zorunluluğu, metrekare başına düşen kişi sayısı gibi tüm konuların katılımcı ve ziyaretçilerimizin konforunu en az etkileyecek şekilde hayata geçirebilmek için uzman bir heyetimiz bulunuyor. Ayrıca, temassız fuar anlayışıyla katılımcı firmalarımızın ve ziyaretçilerimizin fuar alanındaki deneyimini en üst seviyeye çıkartıyoruz.
ASELSAN tarafından Kovid-19 salgını sonrasında başlatılan çalışma sonunda hızla geliştirilen ve patent başvuruları yapılan mikroelektronik optik tabanlı virüs tanı sistemi, klinik test aşamasına geldi Kovid-19 salgınının ortaya çıkmasıyla birlikte ASELSAN Araştırma Merkezi'nde, kimyasal ve biyolojik tehditlerin tespitine yönelik araştırmalar kapsamında elde edilen bilgi birikimiyle Kovid-19 tespitinde kullanacak şekilde bir cihaz geliştirme çalışması başlatıldı. Antikor tabanlı dijital tespite dayanan sistem, mercekler kullanılarak optik yöntemle tespit yapıyor. Hastalardan alınan örnekler tek kullanımlık kasetler üzerinde inkübe ediliyor. Hastadan alınan örneğin yer aldığı kartuş, yapay zeka yazılımıyla analiz ediliyor ve sonuç raporlanıyor. Virüs tanı sistemi, yapısı bozulmamış virüsün, kartuş içinde bulunan ve anahtar-kilit uyumuyla çalışan antikorlar tarafından tutularak optik temelli olarak tespit edilmesini sağlıyor. ASELSAN, sistemin kritik görülen bileşenleri için patent başvuruları yaptı. Bu sistemle Kovid-19, influenza gibi üst solunum yolu enfeksiyonu semptomlarını gösteren virüslerin tek kaset üzerinde aynı anda tespit edilmesi amaçlanıyor. Sistem testleri sırasında antijenler, inaktif ve aktif virüslerle çalışmalar yapıldı ve başarılı sonuçlar alındı. Virüs tanı sistemi için yüzde 99 test doğruluk oranına ulaşılması amaçlanıyor. Sistem, hastane testleri için etik kurul onay aşamasında bulunuyor. Hasta örnekleriyle çalışmalar ise yakında başlayacak. ASELSAN, öncelikli olarak Türkiye'nin ihtiyaçlarını karşılamayı, ardından ihracatı hedefliyor. - Salgına karşı hızlı çözüm ASELSAN Araştırma Merkezi Müdürlüğü Biyosavunma Araştırma Programları Biriminden Lider Mühendisi Didem Lale Özkan, virüs tanı sistemi konusunda yürüttükleri çalışmalar ve gelinen aşamaya ilişkin bilgi verdi. Şirketin 45 yıldır çok farklı alanlarda savunma sanayisine yönelik yerli ve milli çözümlerle ülke ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştığını hatırlatan Özkan, salgın döneminin, sağlık alanında da yerli ve milli çözümlere ihtiyaç olduğunu ve hızlı çözümler üretilmesi gerektiğini ortaya koyduğunu söyledi. Özkan, kimyasal, biyolojik, radyolojik, nükleer (KBRN) tehditlerin tespitine yönelik bilgi birikimleriyle virüs tanı sistemine odaklandıklarına işaret ederek, "Kendi mühendislerimizin çalışmalarıyla yerli ve milli bir sistem geliştirdik. Mikroelektronik optik tabanlı bu sistemle Kovid-19 virüsünü tespit etmekteyiz." dedi. - Hastanelerin demirbaşı olacak Yeditepe Üniversitesi ve TÜBİTAK Biyogüvenlik Seviye 3 (BSL3) Laboratuvarı'nda onaylı testlerin tamamlandığını ifade eden Özkan, şöyle konuştu: "YÖK KBRN ekibi içinde yer alıyoruz. Üniversitelerimizle de bu anlamda temas halindeyiz. Cihazımız çok yakında hastanelerde yerini alacak şekilde çalışmalarımıza devam ediyoruz. Cihazımız optik tabanlı, dünyada ilk defa bu alanda ürünleştirilmiş bir sistem. Çoklu tanı yapabiliyoruz. Birden fazla hastalığı aldığımız sürüntü örneğiyle tek seferde tespit etme imkanımız var. 'İn vitro' bir sistem. Cihazımızdaki tek kullanımlık kasetleri değiştirerek sınırsız sayıda hastalığın tespiti için uygulama yapma imkanı tasarlayabiliriz. Sadece SARS Cov2 özelinde değil, sürekliliği olan, hastanelerde demirbaşa dönüşebilecek cihaz geliştirdik diyebilirim." Özkan, hastane klinik testlerinin tamamlanmasının ardından cihazın üretim sürecine başlanacağını ve hastanelerde yerini alacağını kaydetti. Kaynak : AA
Sağlık Bakanlığınca, ülke genelinde 44 ilde 73 merkezin "Kovid-19 Tanı Laboratuvarı" olarak yetkilendirildiği bildirildi. Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü tarafından, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) tanı laboratuvarı yetkilendirilmesine ilişkin resmi yazı, 81 ilin valiliklerine gönderildi. Yazıda, ilk kez aralık 2019'da Çin'in Vuhan kentinde görülen Kovid-19 ile ilişkili vaka sayısının kısa süre içerisinde ciddi bir şekilde artarak pandemi haline dönüştüğü vurgulandı. Türkiye'de de hızla yayılmaya devam eden Kovid-19 kaynaklı enfeksiyonların tanısının Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü (HSGM) Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarı ve Biyolojik Ürünler Daire Başkanlığı koordinasyonunda yürütüldüğü belirtilen yazıda, "Bu amaçla ülke genelinde laboratuvar tanı kapasitesinin artırılmasına yönelik Kovid-19 Tanı Laboratuvarlarının yetkilendirilme çalışmaları başlatılmıştır." ifadesine yer verildi. Yazıda, şu bilgilere yer verildi: Bu kapsamda ilk aşamada ülke genelinde hizmet vermek üzere 37 Kovid-19 Tanı Laboratuvarı HSGM tarafından resmi olarak 21 Mart 2020 tarihi itibarıyla yetkilendirilmiştir. Bu laboratuvarlara ilaveten yetkilendirilmiş 36 Kovid-19 Tanı Laboratuvarı listesi yer almaktadır. Ülke genelinde toplam 44 ilde, 73 merkez Kovid-19 Tanı Laboratuvarı olarak yetkilendirilmiştir. İlgili laboratuvarlara Kovid-19 yetkilendirme ve protokol formları e-posta aracığıyla gönderilmiştir. Yetkilendirme ve protokol formları imzalanıp tarafımıza ulaştığında merkezler aktif olarak çalışacaklardır. HSGM tarafından resmi olarak yetkilendirilmemiş kamu, üniversite hastaneleri ve özel laboratuvarların Kovid-19 tanısına yönelik herhangi bir test yapma yetkileri bulunmamaktadır. Yetki verilmediği halde Kovid-19 tanı testlerini çalıştığı tespit edilen merkezler hakkında yasal inceleme ve akabinde cezai işlem başlatılacaktır. Yine Şehir Hastanesi statüsündeki 1.150 yatak kapasiteli Kartal Hastanesi’ni de bir süre önce hizmete sunduklarını hatırlatan Erdoğan, İkitelli Şehir Hastanesi’ni ise, 520’si yoğun bakım olmak üzere 2 bin 682 yatak kapasitesiyle mayıs ayında hizmete açmayı planladıklarını aktardı. Türkiye’nin en modern hastanelerinden biri olacak 1.000 yataklı Göztepe Şehir Hastanesi’nin inşasında da sona yaklaştıklarını, onu da eylül ayında hizmete alacaklarını belirten Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: Böylece Türkiye, sağlık altyapısında zaten güçlü olan yerini, daha da sağlamlaştırmış olmaktadır. Kovid-19 hastalığı sürecinde tedbirlerimizi, hamdolsun, pek çok ülkeden daha erken aldık ve hayata geçirdik. Aşama aşama ilave tedbirleri de yürürlüğe sokuyoruz. Gıda konusunda da herhangi bir sıkıntımız yok. Ülkemiz, tüm temel gıda maddelerini kendisi ürettiği için, hem stoklarımız, hem de tedarik zincirlerimizin işleyişi, ihtiyacımızı karşılayacak düzeydedir. Kamu güvenliği konusunda ise milletimizin dirayetli tutumu ve emniyet birimlerimizin gayretleri neticesinde, kayda değer bir sıkıntı yaşamıyoruz. Bu vesileyle, tüm sağlık görevlilerimize, güvenlik güçlerimize, gıda ve ihtiyaç malzemelerinin halkımıza ulaştırılmasını sağlayan esnafımıza, üretimi devam ettiren sanayicimize ve işçilerimize şükranlarımı sunuyorum. Kaynak : AA