Bitki ve Tohum Genetiği

Tarım Sektörü İçin Yeni Nesil Gübre Geliştirildi!

Yeni nesil mikrobiyal gübre olan BiON-G Ultra’nın yaklaşık 8 yıllık bir Ar-Ge çalışmasının ürünü olarak raflarda yerini aldığını belirten Çabuk, “Geliştirdiğimiz Mikrobiyal gübreler, bitkinin temel ihtiyaç duyduğu azot ve fosfatı sağlamaktadır. Aynı zamanda, toprağın su tutma kapasitesinin arttırılması ve bitkinin minerallere erişimini kolaylaştırması, kök gelişimini desteklemesi ve dolayısıyla toprak iyileştirilmesi gibi üstünlüklere sahiptir. BiON-G Ultra içeriğinde bulunan bakteriler Microbiota Biyoteknoloji Ar-Ge ekibi tarafından doğadan izole edilerek, azot tutma ve fosfat çözme yetenekleriyle seçilen özel bakterilerden oluşmaktadır. Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından verilen lisans ve tescil belgeleri olan BiON-G Ultra aynı zamanda Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından marka tescili olan bir üründür. Ahmet Çabuk, kıraç arazilerde de etkin kullanılabilmesi için TÜBİTAK destekli bir Ar-Ge çalışmasının da devam ettiğini söylediBiON-G Ultra’nın yaklaşık 3 yıldır çiftçiler tarafından başarıyla kullanıldığını söyleyen Ahmet Çabuk, çevre dostu olmasının yanı sıra maliyetleri azaltacak stratejilerin geliştirilmesine de katkı sağlamasıyla birlikte Anadolu’nun verimli topraklarından izole edilen bakterilerin toprak iyileştirilmesinde ve verimli ürünlerin alınmasındaki katkıları kullanan çiftçilere kazanç olarak da döndüğünü ifade etti. Kaynak:AA

Kenevire Üretim Zinciri Kuruldu

Özel girişimle 30 milyon dolar yatırım kullanılarak Samsun Havza OSB’de kurulan kenevir işleme fabrikasında, tohumdan nihai ürüne kadar üretim zincirini faaliyete geçti. Firma, Samsun tesisinde ham ve boyalı elyaf üretimi, boyalı ve ham iplik üretimi, kıtık üretimi, kıtıktan yüzde 100 doğal kedi kumu ve hayvan altlığı üretimi yapacak. Tekstilden kozmetiğe, ilaçtan inşaata, otomotiv sektörüne ve diğer sektörlere 100’ün üzerinde farklı ürün üretmeyi sağlayan kenevir, Türk tarımına kazandırılıyor. Eski dönemlerde lifleri sicim, halat, yelken ve kumaş üretiminde kullanılan, yaprakları ve çiçeği de ilaç, merhem olarak kullanıldı. Ancak daha sonra kötü niyetli kullanımlar nedeniyle ekimi yasaklandı. Türkiye de bu ülkelerden biriydi. 2016 yılında Resmi Gazete'de yayınlanan tebliğle, kenevir yetiştirilecek yerlerde, ekiminin izne bağlanması, gerekli kontrollerin yapılması ve izinsiz ekimlere uygulanacak işlemlere ilişkin esaslar belirlendi.2019 yılında da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kenevir üretimini yeniden yaygınlaştırmak ve ülkemizin kenevir üretim hacmini artırmak için bir karar aldıklarını açıklaması ve 20 ilin pilot bölge olarak belirlenmesiyle, kenevire yönelik tarımsal politikalar yeniden şekillendi. Bunun üzerine Keneviro şirketi ekim bölgesi oluşturarak yaklaşık 5 bin 200 dönüm araziye kenevir ekti ve hasat zamanını bekliyor. Düzenlenen toplantıda hasat zamanının tarihi ve kenevirin faydaları katılımcılarla paylaşıldı. 30 MİLYON DOLARI AŞAN KENEVİR YATIRIMI 5 bin 200 dönüm araziye kenevir ektiklerini belirten firmanın Yönetim Kurulu Üyesi Orhun Balkuv, "Bu sene yaklaşık olarak 5 bin 200 dönüm kenevir ektik. Bunun yanında bin 500 dönüm keten ektik. Bu sene biz 5 bin 200 dönüm endüstriyel kenevir ektik . Bunun yaklaşık olarak 3 bin 700 dönümünü sap hasatı olarak yaptık. Bin 500 dönümde bu ay ve önümüzdeki ay tohum hasatları yapacağız. İki tohumda bizim sertifikalı ürünümüz. Bunların hasatını bu ayın 20 ile 25’i arasında yapacağız. Kenevirden birçok sektöre birçok ürün yapılabiliyor. Öncelikle keneviri tekstilde kullanıyoruz. Sektörel bazda bahsetmemiz gerekirse kenevir ilaçta, kozmetikte, gıdada, tekstilde, inşaatta, yapı malzemesi sanayinde kullanılabiliyor. Kenevirin sürdürülebilir olması güzel bir durum. Yüzlerce sektöre ürün çıkarıyorsun ve bunlarda katma değerli ürünler oluyor. Kenevir 4 ayda büyüyen bir bitki türü. Yatırım olarak kenevir ve ketende 30 milyon doları aştı. Fabrikamız şu anda Samsun’da bulunuyor. Bu ürünleri işleyeceğimiz fabrikamız 30 bin metrekare kapalı alanda kuruldu. Fabrikamızı tamamen güneş paneliyle kaplıyoruz" dedi. Kenevirden üretilebilecek malzemeler; Tohumundan yağ, gıda ve kozmetik ürünleri, tohum küspesinden hem insana hem de hayvana protein ağırlıklı besin takviyesi üretilebiliyor. Elyafından iplik, izolasyon malzemesi ve kompozit üretilebiliyor. Kıtığından hafif nefes alan hafif tuğla ve yapı malzemeleri, doğada eriyebilen plastiğin yerini alacak biopolimer, kıtık ve plastiğin karışımından oluşan kompozit dış cephe malzemeleri, hayvan altlığı, kedi kumu, mobilya sektörüne hammadde, enerjiye yönelik üst seviye çalışmalar karbon, aktif karbon, bioçar, izolasyon malzemesi üretilebilecek. Çiçeğinden ve yaprağından CBD, bağışıklık sistemini güçlendiren bir bileşen, ilaç ve kozmetik sektörüne yararlı malzemeler. Yaprağından ayrıca kozmetik ve gıda sektörü, selüloz tesisi akabinde kağıt türevleri üretimi gerçekleşebilecek. Kaynak:DHA

Konya’da Çiftçinin Üretim Rekoltesi Artacak

Konuyla ilgili olarak Pankobirlik Genel Başkanı Ramazan Erkoyuncu, "Çok güzel bir klinik olduğunu hocamız anlatınca daha iyi anladım. Hadiseye biz bir çiftçi kuruluşu olarak baktık. Tarım ile ilgili toprak ve bitkileri düşünüldü fakat suyu da düşünmemiz lazım. Toprak hastalığı, tohum hastalığı ve ürün hastalığı zor bir durum. Eskiden biz birkaç ilaç atardık başka ilaç yoktu ama şimdi buğdaya bile çokça ilaç var. Kök hastalığı başlı başına bir derttir. Biz bu kök hastalığını pancarda çözebilirsek çiftçinin yanında daha verimli olmuş olacağız. 10 yıllık üniversite dev Konya Şeker firmasına yönelik herhangi bir iyileştirme çalışması olmamış, elle tutulur bir çalışma yok. Evet şimdi basit gelebilir ama bunu yapacak olan bir üniversite var. Her türlü hastalığı araştırmak, çiftçinin uğraştığı hastalıklara çözüm bulmak için bir üniversite kliniği oldu" dedi. Programda konuşan kliniğin kurucusu Selçuk Üniversitesi Ziraat Mühendisliği Bitki Koruma Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kubilay Kurtuluş Baştaş, bitki sağlığı ve biyolojik çalışmalar gıda güvenliği açısından önemli olduğunu söyledi.Baştaş, "İklim değişikliği bu organizmalar ve ortam değişikliği için önemlidir. Şu an 550'den fazla hastalık mevcut. Bitkileri bu hastalıklardan koruyacak son düzey teknolojilere sahip olmak zorundayız. Bu üniversitede ilk ve tek klinik bitki sağlığı kliniği hizmete girdi. Hastalıkların tanısı ve üretim aşamasında hastalıklarla mücadele üreticilerin rekoltesini artıracak, araştırmacılar için büyük yol gösterecek" diye konuştu.  Kaynak:AA

Bayer , İklim Krizine Çözüm için Akıllı Mısır Üretiyor

İklim değişikliği, dünyanın her yerinde etkisini artırarak hissettiriyor. Bunun sonuçlarını en ağır şekilde yaşayanlardan biri tarım sektörü oluyor. Çeşitli doğal afetler, özellikle de fırtınalar ve kuraklıklar, tarım ürünlerini olumsa bırakıyor ve tarımla geçimini sağlayan insanları zor durumda bırakıyor. Ancak birçok ülke, bu krizi çözmek yerine, bir nevi durumu yönetmeye çalışıyor. GDO'lu mısır üretmek, bu çözüm girişimlerinden sadece biri.Günümüzde, Amerika Birleşik Devletleri'nin orta batı bölgelerinde klasik yeşil mısır tarlaları büyüklükten ziyade boyut olarak küçülüyor. Bunun nedeni, genetiği değiştirilmiş yeni bir mısır çeşidinin ekilmesi. Bu yeni çeşit, geleneksel mısırdan yaklaşık üçte bir büyüklüğünde olup, 2 metre kadar boy atabiliyor ve daha kalın saplar üzerinde gelişiyor. Alman ilaç şirketi Bayer tarafından "Akıllı Mısır" olarak adlandırılan bu yeni tür, iklim değişikliğinin giderek artan maliyetli baskılarına direnecek şekilde tasarlandı. Sonuçlar hem ilham verici hem de endişe yaratan bir durum. Ancak bu durumun sebebi, genetiği değiştirilmiş olması değil. Bir bitki türünden alınan DNA parçalarını başka bir bitki türünün genomuna ekleyen GDO'lu ürün yetiştiriciliğinin, insan sağlığı ve çevreye fayda sağlayacak şekilde akıllıca uygulanabileceği bilinen bir gerçek. Asıl sorun, bu tür çözüm girişimlerinin, iklim krizi ile etkin bir şekilde mücadele etme zorunluluğunu gölgelemesi.Bayer'in Akıllı Mısır'ı, ABD Tarım Bakanlığı tarafından çiftçilerin yetiştirmesi için güvenli olarak belirlendi. Ancak ürünün çevresel etkilerinin incelenmesi için Çevre Koruma Ajansı'ndan onay bekleniyor. Daha önce pek çok GDO'lu ürün, çevresel açıdan zararsız kabul edilmiş olduğu için, bu yeni mısır çeşidinin de onay alması olası görünüyor. Bayer tarafından geliştirilen bu GDO'lu mısır, sert hava koşullarına karşı daha dirençli. İklim değişikliği sebebiyle artan şiddetli fırtınalar, mısır ve soya gibi tarım ürünlerine büyük zarar veriyor. Sadece 2020 yılında, bu tür doğal afetler, milyonlarca dönümlük mahsulde milyarlarca dolarlık hasara neden oldu. Geliştiriciler, bu yeni mısır çeşidini, bitki büyüme hormonu gibberellik asit üretimini engelleyen yabancı bir genle modifiye etti. Böylece mısır, çok daha kısa, süper güçlü saplarda aynı miktarda meyve üretebiliyor. Kısa mısırın piyasaya sürülmesi, iklim adaptasyonu için tasarlanmış diğer önemli ürünlerin ardından geldi. Örneğin, geçen yıl bu zamanlarda, Gıda ve İlaç İdaresi, kuraklığa dayanıklı olması için tasarlanmış yeni bir buğday çeşidi olan HB4'ü onayladı. Bununla birlikte, gübre devi Nutrien, fotosentezi hızlandıran yabancı bir geni eklemek suretiyle, bitkilerin daha hızlı büyümesini ve daha çok karbon dioksit emmesini sağlayan yeni bir gübre çeşidini piyasaya sürdü. Bu gelişme, tarım alanlarındaki karbon emilimini artırmayı ve böylece iklim değişikliği ile mücadele etmeyi hedefliyor. Ancak bu tür ürünlerin uygulanması ve yaygınlaştırılması, halk arasında birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. GDO'lu ürünlerin insan sağlığına ve çevreye olası zararları konusunda endişeler, bu alandaki bilim insanları ve politikacılar arasında hala devam eden bir tartışma konusu. Ayrıca, genetiği değiştirilmiş tohumların ve bitkilerin, çiftçilerin ve tüketicilerin seçimlerini sınırladığı, biyoçeşitliliği azalttığı ve çok uluslu şirketlerin tarım sektörü üzerindeki kontrolünü artırdığı eleştirileri de var. Öte yandan, genetiği değiştirilmiş organizmaların potansiyel faydaları üzerine yapılan araştırmalar da devam ediyor. Bu araştırmaların amacı, GDO'lu ürünlerin, dünyadaki giderek artan nüfusu beslemek, iklim değişikliğinin etkilerine karşı dayanıklı hale getirmek ve dünyanın doğal kaynaklarını sürdürülebilir bir şekilde kullanmak için bir çözüm olup olmayacağını belirlemektir. Bayer'in "Akıllı Mısır"ı ve Nutrien'in yeni gübre çeşidi gibi teknolojik ilerlemeler, iklim değişikliği ile mücadelede önemli bir rol oynayabilir. Ancak bu gelişmelerin hem çevresel hem de sosyal etkilerinin dikkatlice incelenmesi gerekiyor. Bunun yanı sıra, genetiği değiştirilmiş ürünlerin yaygınlaştırılmasının, iklim değişikliği ile mücadelede daha geniş ve bütüncül stratejilerin önemini gölgelememesi gerektiği de unutulmamalıdır.  Kaynak:DHA

Tarım ve Orman Bakanlığı Coğrafi İşaretli Ürünleri Korumada Yeni Teknolojileri Kullanmaya Başladı

Tarım ve Orman Bakanlığı, zeytinyağı, bal, fındık, tıbbi aromatik bitkiler başta olmak üzere coğrafi işaretli ürünlerin haritalandırılması, kütüphanelerin oluşturulması ve bu verilerle tescil belgelerinin alınması sürecinde en yeni teknolojilerden olan Nükleer Manyetik Rezonans (NMR) cihazını laboratuvarlarında kullanmaya başladı. Bakanlık bünyesindeki Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü, coğrafi işaretli ürünlerin korunması, daha fazla coğrafi işaret alınması ve gıda güvenilirliği için yeni teknolojileri yakından takip ediyor. Genel Müdürlüğe bağlı Ulusal Gıda Referans Laboratuvarı Müdürlüğü ve Ankara Gıda Kontrol Laboratuvarı Müdürlüğüne alınan NMR cihazlarıyla deneme ve cihaz kütüphanesini geliştirme çalışmalarına başlandı. Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, kullanmaya başladıkları NMR cihazları ile Türkiye’nin milli değerleri olan coğrafi işaretli ürünlerin korunmasını ve sayısını artırmayı amaçladıklarını belirtti. Coğrafi işaretli ürün sayısının artmasıyla kırsal kalkınmaya destek olunacağını ve bu şekilde üreticilere getiri artışı sağlanacağını vurgulayan Yumaklı, ayrıca insan sağlığını etkileyen en önemli etkenlerden biri olan gıda güvenilirliği açısından da birçok konuya ışık tutulacağını aktardı. Yumaklı, yeni teknolojileri yakından izleyerek Türkiye’nin geleneksel zenginlikleri olan coğrafi işaretli ürünlerini daha fazla koruma altına alacaklarını ifade ederek, şunları kaydetti: “Ülkemizin her köşesindeki değerlerimizin sayısını artıracağız. AB’den tescil alan 13 ürünümüz var. İnşallah bu sayıyı daha da yukarılara taşıyacağız ve ülkemizin değerlerini dünya sahnesine çıkaracağız. Ülkemizin bu zenginlikleri üzerinden haksız kazancın önüne geçilmesi ve fikri mülkiyet haklarının korunması da coğrafi işaretli ürün sayısının artmasından geçiyor. Ayrıca, resmi kalite işareti olan coğrafi işaretin, ürünün pazarlama gücüne güç kattığı da bir gerçek. Dolayısıyla coğrafi işaretli ürünlerimizi koruma, sayılarını artırma ve gıda güvenilirliğini sağlamada yeni teknolojilerden yararlanmaya devam edeceğiz.” İlk analizler yapıldı NMR spektroskopisi, karışımları ayırma ve saflaştırma adımları gerektirmeden moleküler düzeyde hızla analiz edebilen ve gıda bilimindeki uygulamalar için ideal hale getiren bir yöntem olarak biliniyor. NMR ile zeytinyağı, bal, fındık, tıbbi aromatik bitkiler gibi Türkiye için önemli olan ürünlerin haritalandırılması, kütüphanelerin oluşturulması ve bu verilere dayalı olarak üreticilerin coğrafi işaretli ürünleriyle ilgili tescil belgesi edinme talepleri karşılanabilecek. NMR cihazının Tarım ve Orman Bakanlığının stratejik planları doğrultusunda etkin kullanılabilmesi ve üreticilere hizmet verebilmesi için geniş veri kütüphanesine ihtiyaç duyuluyor. Bu kapsamda bitki florası, yetiştirme alışkanlıkları, arı ırkları, coğrafi şartlar ve benzeri kriterler göz önünde bulundurularak bal üretiminin yoğun olarak yapıldığı 6 farklı coğrafi bölgede çalışma yürütüldü. Bu bölgelerdeki 18 ilde, rastgele örnekleme metodu ile belirlenen 100 farklı işletmeden yapısal karakterizasyon ve kompozisyonun belirlenmesi için bal numunesi alındı. Daha sonra numunelerin NMR cihazıyla analizler gerçekleştirildi. Halihazırda yapılmış olan sürvey çalışması gibi karakterizasyon ve kompozisyonun belirlenmesi için ülke genelinde üretilen ballardan azami düzeyde numune toplanarak veri havuzu oluşturulması hedefleniyor. NMR ile yapılan çalışmalarla, toplumsal miras niteliğindeki geleneksel ürünleri korumak, bu ürünlerin üretimlerinin sürdürülmesini desteklemek için coğrafi köken analizi çalışmalarının artması sağlanacak ve daha çok ürün tescillenebilecek. Yöntem, gıda güvenilirliği için de kullanılacak. Kaynak:AA

Hastalığa Dirençli Pirinç Yetişitiriliyor

Nature dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre uluslararası bir ekip CRISPR-Cas9 gen düzenleme tekniği kullanarak birçok hastalığa dayanıklı bir pirinç bitkisi geliştirdi. Çalışma, yeni keşfedilen bir genin düzenlenmesi yoluyla oluşturulan pirinç çeşidinin çeltik yanıklık hastalığına karşı direnç yanında yüksek de verim gösterdiğini ortaya koydu. Pirinç, dünya nüfusunun yarısını besleyen temel bir gıda. Son yapılan keşif Kaliforniya Üniversitesi'nde bir laboratuvarda farklı mutasyonlara sahip 3200 pirinç türünün elde edilerek genetik yapılarının ortaya koyulması ile başladı. Çalışmanın baş yazarlarından Guotian Li lezyon taklitçisi olarak adlandırılan ve yapraklarında koyu lekeler olan bir mutanta rastladı. Bu mutant türün bakteri enfeksiyona karşı dayanıklı olduğu, ancak veriminin düşük olduğu görüldü. Mutant türler üzerinde yürütülen çalışma Çin'deki Huazhong Tarım Üniversitesi'nde devam eden çalışmada bitkideki mutasyon CRISPR-Cas9 tekniğiyle izole edildi ve yeniden düzenlendi. Bunun sonucunda hem yüksek verime sahip, hem çeltik yanıklık hastalığı dahil birçok patojene karşı dirençli bir cins elde edildi. Çeltik yanıklık hastalığının pirinç tarlalarını etkileyen ciddi bir hastalık olduğu ve pirinç üreticileri için hastalığa dayanıklı çeşitlerin geliştirilmesinin büyük önem arz ettiği belirtildi. Hastalığın yaygın olduğu tarlalarda yürütülen küçük ölçekli denemelerde yeni pirinç bitkileri kontrol bitkilerine göre beş kat daha fazla verim gösterdi.Çalışmalar buğday üzerinde de yürütülecek. Şu anda gen optimizasyonu sadece "Kitaake" adı verilen ve yaygın olarak üretilmeyen bir çeşitte gerçekleştirilmiş durumda. Araştırmacılar bu mutasyonu yaygın olarak yetiştirilen pirinç çeşitlerine aktarmayı hedefliyor, ayrıca buğdayda da bu geni hedef alarak hastalığa dayanıklı buğday çeşitleri üretmeyi planlıyor. Çalışma, direnç ve yüksek verim özelliklerine sahip lezyon taklitçisi mutasyonların kullanım potansiyelini ortaya koyuyor. Benzer mutasyonlar, düşük verimleri nedeniyle genellikle göz ardı edilse de araştırmacılar direnç ve verim arasında optimal bir dengeye ulaşmak için daha fazla araştırma yapılmasını destekliyor. Kaynak:İHA

Giresun'da Karayemiş Genetik Kaynakları Projesi Başladı

FAE Müdürü Aysun Akar, AA muhabirine, Karadeniz Bölgesi'nde fındık üretimini geliştirmek ve sorunlara çözüm bulmak amacıyla kurulan enstitünün, fındığın yanı sıra karayemiş ve kivi türlerinin de koruma altına alınması için çeşitli projeleri hayata geçirdiğini söyledi. Karayemişle ilgili 1990'dan bu yana çalışma yaptıklarını belirten Akar, farklılıkları tespit edilen 89 genotipteki karayemişin gen bahçesine aktarıldığını ifade etti.Akar, gen bahçesine aktarılan karayemiş türleri arasında şubat, eylül ve ekimde de meyve verenler olduğunu, meyve verme tarihi, şekli, rengi, meyvesinin çekirdekten ayrılma durumu ve tat burukluğu bakımından çok farklı genotiplerin ellerinde bulunduğunu dile getirdi. Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğünün yıl içinde gerçekleştirdiği değerlendirme toplantıları sonucunda, "Karayemiş Genetik Kaynakları Projesi"nin bir kez daha destekleme aldığına işaret eden Akar, bu doğrultuda çalışmalara başladıklarını kaydetti.Akar, karayemişin ılıman iklim koşullarına uygun bir meyve türü olduğuna dikkati çekerek, "Karayemiş, Türkiye'de ağırlıklı Karadeniz Bölgesi'nde bulunuyor. Bunun yanı sıra Marmara'da Bursa, Edirne ve Tekirdağ tarafında da bulunduğunu biliyoruz, yeni dönemde bu bölgede çalışmalarımızı sürdüreceğiz." dedi.Pazar değerinin artması için çalışma yapılacakKarayemişin pazar değerinin istenilen düzeyde olmadığının altını çizen Akar, aynı zamanda ürünün pazar değerini de artırma yönünde çalışma yapacakları bilgisini paylaştı.Karayemişin Giresun'da "taflan", Rize ve Trabzon'da ise "laz kirazı" ya da "Gürcü kirazı" gibi farklı isimlerle de bilindiğini belirten Akar, tat, meyve rengi, burukluk ve meyve iriliği bakımından çok farklı türleri bulunduğunu aktardı. Akar, kayıt altına alınan karayemiş türlerindeki farklılıkları şöyle anlattı:"Aynı bölgede hatta aynı ilde yetişen karayemiş türleri dahi birbirinden farklı olabiliyor. Meyvenin büyüklük açısından az iri taneliden çok iri taneliye, renk olarak sarıdan koyu kırmızı tonlara, tat olarak ise az burukluktan çok burukluğa doğru gidişat gözlemlediğimizi anlatabiliriz. 'Giresun'daki karayemişin tadı daha az buruk, Trabzon'dakinin rengi daha kırmızı' gibi bir söylemde bulunmak yanlış olur çünkü aynı il içinde bile değişiklikler olabiliyor."Karayemişin meyve olarak direkt tüketildiği gibi, farklı işlemlerden geçirilerek de sofralarda yer bulduğunu belirten Akar, "Özellikle Rize'de karayemişin kurutularak tüketildiğini biliyoruz. Yöre halkı kurutup, kış mevsiminde çerez olarak tüketebiliyor hatta çekirdekli olarak kurutuyorlar. Giresun'da ise tuzlaması ve kış mevsiminde kavrularak yapılan yemeği çok meşhurdur. Lezzetli, besin değeri yüksek bir yemektir." diye konuştu. Kaynak:AA

Mavi Sertifikalı Aronyalar Satışa Çıktı

Tarımsal Biyoteknoloji Araştırma ve Üretim Birim Müdürü Doç Dr. Hayat Topçu, AA muhabirine, bölgede bitki çeşitliliğini arttırmayı hedeflediklerini söyledi.NKÜ'nün, Naip Mahallesi'ndeki birimde araştırma ve üretim çalışmalarının yapıldığını belirten Topçu, laboratuvarda steril koşullarda oluşturulan yapay besin ortamında doku kültürü ile üretilen aronyaların üreticiler tarafından satın alınabileceğini söyledi. Topçu, birimde yaptıkları çalışmalarla bitkilerde mikro çoğaltım, dış ortama alıştırma yaptıklarını belirterek, "Doku kültürü ile üretilen bitkiler tüpte geliştiği için her mevsim ekilebilir. Bitkilerimiz daha verimli ve dış koşullardan bağımsız şekilde olduğu için küçük alanlardan çok fazla bitki elde edebiliyoruz. Aronya yeni bir bitki ancak ülkemizde birkaç yıldır çok fazla talep görüyor. Mavi sertifikalı üretim yapan çok az yer olduğu için bizde mavi sertifikalı ürünlerimizi birimimizde üretiyoruz." diye konuştu.Üreticilere öncü olmak amacıyla mavi sertifikalı aronya üretimi gerçekleştirdiklerini vurgulayan Topçu, sertifikaya sahip aronya üretimi yapacak üreticilere devletin ayrıca destek verdiğinin de altını çizdi. Üniversitenin internet sayfasından duyuru yaparak aronya satışını ilan ettiklerini vurgulayan Topçu, "Mavi sertifikalı ürün alındığında hangi çeşidin alındığı biliniyor ve herhangi bir çeşit karışıklığı yaşanmıyor. Doku kültürü ile aronya üretimine yeni başladık. Seralarımızda 15 bin bitkimiz mevcut. Boyuta göre çiftçiye ulaşma fiyatları değişiyor. 30 santimetre üzeri ve daha küçük boyda bitkilerimiz mevcut." ifadelerini kullandı. Kaynak:AA

Zakkum Kansere Çare Midir

ABD’de zakkumlu ilacın ilk patent başvurusunu yapan Dr. Ziya Özel, Türkiye’de birçok çevre tarafından ‘şarlatan’ olarak nitelendirilmişti. Söz konusu ilacın, kanserin gelişimini engellemek dışında, AIDS ve Hepatit-C ve bağışıklık sistemini zayıflatan diğer hastalıklar için de etkili olduğu bildiriliyor. Ancak FDA’nın Memphis kentinde yaptığı bu açıklama, maddenin piyasaya sürülmesi anlamına gelmiyor. Zakkumlu ekstrenin ilaç olabilmesi için sırada Faz 2, 3, ve 4 düzeyinde araştırmalar bulunuyor. UZMANLAR UYARIYOR Türkiye’de zakkumla kanseri ortadan kaldıracağını iddia etmesinin ardından insanlar zakkum kaynatıp içince birçok kişi hayatını yitirmişti. Uzmanlar böyle bilinçsiz kullanımlar konusunda insanları uyarırken yaşanananların ardından Genel Cerrah Opr. Dr. Ziya Özel, daha sonra ABD’ye giderek konuya ilişkin çalışmalarına devam etti. Dr. Özel, 1992’de ABD’de zakkumdan elde edilen ‘Oleander’ maddesinin bağışıklık sistemini güçlendiren etkisi üzerine patent aldı. Ancak oldukça zehirli olan zakkum bitkisinin çay gibi kaynatılarak içilmesi son derece zararlı. DÜŞÜK DOZDA ETKİLİ Mİ? Deneme zakkumlu ilaç ekstresinin en düşük dozlarda kullanılmasıyla yapıldı. 46 denekten 7’sindeki kanser ilerleme süreci, 4 ay ve daha fazla süreyle durdurulabildi. Araştırmalar zakkumlu ilacın göğüs kanserinden, pankreasa kadar geniş bir yelpazede etkili olduğunu ortaya koydu. Deneme sırasında hastalara 21 ve 28 günlük sürelerde günde 0.6 mg’den en korunaklı olarak bilinen 10.2 mg’ye kadar artan dozda ilaç verildiği belirtildi. İlacın üretim ve halka satışından önce FDA tarafından ilacın 2. Deneme Safhası’nın yapılması gerekiyor. Kaynak:AA

Yumurta Alerjisi Tarihe Karışıyor

Grip aşılarının çoğu yumurta bazlı teknoloji kullanılarak üretiliyor Panelenmiş ve dövülmüş gıdalar, sezar salata sosu, krep ve gofretler, dondurma, şekerleme, köfte ve köfte, marshmallow ve marzipan dahil olmak üzere şaşırtıcı sayıda gıda ürününde yumurta, yumurta tozu veya kurutulmuş yumurta bulunabiliyor. Ayrıca grip aşılarının çoğu yumurta bazlı teknoloji kullanılarak üretilmektedir. Ovomucoid proteini içermeyen yumurta üretildi Hiroşima Üniversitesi’nde TALEN adı verilen bir genom düzenleme teknolojisiyle yumurta beyazında bulunan ovomucoid proteini içermeyen yumurta üretildi. Yumurta beyazının % 11’inde bu protein bulunuyor. Transkripsiyon aktivatörü benzeri efektör nükleazlar (TALEN’ler), DNA’yı belirli bir dizide kesmek ve çift sarmallarını kırmak için tasarlanmış yapay enzimlerdir.  Sarmallar bir kez kırıldığında, hücre onarım mekanizmasını başlatarak yanıt verir, böylece kopmanın her iki tarafı da yeniden onarılır. CRISPR gibi diğer gen düzenleme teknolojileri “hedef dışı” etkiler üretebilir , bu da düzenleme işleminin yeni mutasyonlara yol açtığı anlamına gelir. Bu durumda; hedef dışı etkilerle ilgili sorun, yine de bir alerjik reaksiyona neden olabilecek OVM proteininin mutant varyantlarını yaratma potansiyelidir. Hedef dışı etkilerin varlığı açısından test edildi Araştırmacılar, belirli proteinleri kodlayan ekson 1 adı verilen tavuğun RNA’sının bir parçasını çıkarmak için TALEN’leri tasarladılar. Tavukların yumurtladığı OVM kapalı(nakavt) yumurtaları; OVM proteini, mutant OVM proteini ve diğer hedef dışı etkilerin varlığı açısından test edildi. Yumurtaların belirgin anormalliklere sahip olmadığı ve OVM’den veya proteinin mutant varyantlarından eser içermediği bulundu. Değiştirilmiş yumurtaların tüm genom dizilimi, hedef dışı etkilere işaret eden mutasyonlar gösterse de, bunlar protein kodlayan bölgeleri etkilemedi. Çalışma gıda ve aşılardaki alerji sorununu çözdü  Araştırmanın baş yazarı Ryo Ezaki, “Bu sonuçlar güvenlik değerlendirmelerinin önemini gösteriyor ve bu OVM kapalı tavuğun yumurtladığı yumurtaların gıda ve aşılardaki alerji sorununu çözdüğünü ortaya koyuyor,” diyor. En küçük miktardaki OVM’nin bile bazı insanlarda alerjik reaksiyonu tetikleyebileceğini bilen araştırmacılar, ileri testlerde yumurtaların alerjik olmadığını doğrulayana kadar, normal yumurtalardan daha az alerjik olduklarını söyleyerek temkinli davranıyor. Ezaki, “Araştırmanın bir sonraki aşaması, OVM-nakavt yumurtaların fiziksel özelliklerini ve işleme uygunluğunu değerlendirmek ve klinik deneylerle etkinliklerini doğrulamak olacak. Alerjisi azaltılmış yumurtaların pratik uygulamasına yönelik daha fazla araştırma yapmaya devam edeceğiz, “diyor. Kaynak: Basın Bülteni

Arılar İçin Genetik Mucize

Bilim insanları, bu kritik tozlaştırıcıları daha sıcak iklimlere adapte edebilmek için genetik düzenlemeler yaparak, arıların genetik kodunu düzenlemeye yönelik çalışmalar gerçekleştirdiler. Araştırmalar, sıcaklık değerlerinin 45-50 dereceye ulaştığı koşulların arıların yaşamsal faaliyetlerini tehdit ettiğini belirtirken, bilim insanları bu durumu çözümlemek için genetik bir strateji geliştirdiler. Kraliçe arının DNA'sına yapılan müdahale ile sıcaklığa daha dayanıklı olan yeni nesil arılar yaratıldı. BAE'ye bağlı olan Hatta bölgesindeki arıcılık merkezi, genetik olarak değiştirilmiş 2bin 500'den fazla kovanı barındırıyor. Arılar, nektar ve polen toplama yetenekleri artan sıcaklıklarla olumsuz etkilendiğinden, arıcılar küresel ısınmanın zararlı etkilerine karşı uyarıyorlar. Birleşmiş Milletlerin son raporları, polen taşıyıcıları olan arılar ve kelebeklerin sayısında yüzde 35'lik bir düşüşü işaret ediyor. Arıların hızlıca yok olmasını tetikleyen yoğun tarım, küresel ısınma ve zararlı böcek popülasyonlarındaki artış, dünya çapında alarm zilleri çalıyor. Arıların küresel bitkisel besinlerin dörtte üçünün tozlaşmasında önemli bir rol oynadığı göz önünde bulundurulduğunda, artan arı ölümlerinin dünya çapında ekosistemleri tehdit ettiği uyarısı yapılıyor. Kaynak: Basın Bülteni

CRISPR-Cas9 Panzehirin Keşfinde Kullanıldı

Gen düzenlemenin yıllardır üzerinde çalışılsa da Jennifer Doudna ve Emmanuelle Charpentier'in 2020'de Nobel Ödülünü alması CRISPR-Cas9 teknolojisini daha fazla kişinin duymasını sağladı. Hatta basında daha fazla yer almaya başlayan bu haberler özellikle Çin odağında farklı etik tartışmaların da kapısını aralamıştı. CRISPR-Cas9, kısaca bir genom düzenleme aracı. Genetikçilerin ve tıp araştırmacılarının DNA üzerinde ekleme, çıkarma yapmalarına ya da DNA dizilimini değiştirmelerine olanak tanıyan özgün bir teknoloji olarak da bilinen CRISPR-Cas9, zehirli mantarların panzehirini keşfetmede ve geliştirme sürecinde kullanılabilir. ÖLÜMCÜL OLMAKTAN ÇIKABİLİR Yeni yapılan bir çalışmada Türkiye'de evcikıran veya ölüm meleği olarak da bilinen mantar Amanita phalloides araştırma konusu olmuş. Zehirli bir tür olan bu mantar Türkiye'de ölümcül mantar zehirlenmelerinin yüzde 90'ından sorumlu olarak görülüyor. Keza bu oran dünyadaki oranlar içinde benzer bir durumda.  Araştırmacılar da gen düzenlemenin potansiyel bir panzehir olup olamayacağı üzerine odaklandı. Çalışmayı gerçekleştiren araştırmacılar, insan hücrelerinde birçok farklı mutasyon oluşturdukları hücre havuzlarında mantarların alfa-amanitin adı verilen toksininin etkisini araştırdı. Bu yolla STT3B mutasyonu olan hücrelerde alfa-amanitin etkisinin olmadığını görerek zehirin hücrelere girmesi için gerekli olan biyokimyasal yolda bu genin rol oynadığnı açığa çıkardılar. Araştırmadaki ikinci aşamaysa yaklaşık 3200 aday kimyasal arasından STT3B'nin aktivitesini durduracak molekülü bulma kısmı oldu. Fare deneylerinde de etkisini gösterdikleri bu molekül Kodak'ın 1950'lerde geliştirdiği ve sonrasında tıbbi görüntülemede kullanılan indosiyanin yeşili adlı bir kimyasal. Ekip bu bulguları birkaç gün önce Nature Communications dergisinde yayınladı.Elde edilen sonuçlar hakkında konuşan Almanya'da Max Planck Karasal Mikrobiyoloji Enstitüsü'nde doğal ürün kimyacısı olan Helge Bode," Bu harika bir şey" diyor ve ekliyor ''Alfa-amanitin gerçekten de doğada sahip olduğumuz en tehlikeli bileşiklerden biri.'' Bilim insanlarının mantar zehrine karşı gen düzenlemenin kullanılmasının ilhamı ise daha önce denizanası zehrine karşı panzehir bulmak için bu yöntemi tercih eden Sun Yat-sen Üniversitesinden Qiaoping Wang ve Guohui Wan vermişti. Her ne kadar pek çok zehre karşı bilimsel olarak panzehirlerimiz olsa da ölüm meleği olan bu mantarlara yönelik destekleyici tedaviler dışında sunulacak çok az şey var. İlerleyen süreçte araştırmaların bu toksine maruz kalan insanlar üzerinde yapılmasıyla klinikte kullanımına götüren yola girilmesi bekleniyor. Kaynak:AA

Genom Düzenleme Teknolojisi Başarılı Oldu

BUÜ Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü’nde çalışan öğretim üyeleri Prof. Dr. Meryem İpek, Prof. Dr. Ahmet İpek, Doç. Dr. Asuman Cansev ve doktora öğrencisi Deniz Zahide Altınşeker Acun’dan oluşan proje ekibi, yeni nesil genom düzenleme teknolojisi olan CRISPR/Cas9 tekniğini üniversitede ilk kez uyguladı. Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından desteklenen FGA-2021-201 No’lu proje çerçevesinde önemli veriler elde edildi.Akademisyenler, bu yöntem sayesinde geliştirilen havuç genotipleri kullanılarak havuç yetiştiriciliğinde önemli bir sorun olan yabancı ot mücadelesinin daha etkin ve sürdürülebilir bir şekilde yapılabileceğini açıkladı. Proje sonuçları hakkında bilgi veren Prof. Dr. Meryem İpek, “Bugün tıp, gıda, veterinerlik, ziraat gibi birçok alanda başarılı ile uygulanabilen CRISPR/Cas9 teknolojisi genom bilgisi mevcut hemen her organizmada uygulanabiliyor. Bu genetik mühendisliği teknolojisinde genomda hedeflenen gende kontrollü mutasyonla susturma ya da söz konusu gende değişiklik yaparak istenilen özellikler organizmalarda elde edilebiliyor” dedi.Çalışmalar umut verici Proje yürütücüsü Prof. Dr. İpek, bu yöntemi kullanarak asetolaktat sentez (ALS) geninin aktivitesini bozan herbisitlere (yabancı ot ilacı) karşı tolerans sağlayacak nokta mutasyonunu havuç genomunda yaptıklarını söyledi. İpek, “ALS enzimin gen bölgesini etkileyen herbisitler, bitkilerin ölmesine sebep oluyor. Havuç bitkisindeki ALS gen bölgesinde CRISPR/Cas9 teknolojisi kullanarak meydana getirmeyi başardığımız nokta mutasyonu ile elde ettiğimiz havuç bitkileri, klorsülforon içeren herbisitlere karşı tolerans kazandı. Bu yöntemle geliştirilen havuç genotipleri kullanılarak havuç yetiştiriciliğinde önemli bir sorun olan yabancı ot mücadelesi daha etkin ve sürdürülebilir bir şekilde yapılabilecek’’ şeklinde konuştu.Prof. Dr. Meryem İpek, teknolojinin diğer bitkilere farklı agronomik özelliklerin kazandırılmasında da kullanılabileceğini ve bitki ıslahı çalışmalarında umut verici olduğunu vurguladı. Projede yer alan akademisyenler, CRISPR/Cas9 genom düzenleme teknolojisinin bitki ıslahı alanında BUÜ’de ilk kez uygulandığına işaret ederek, kendilerine katkı sunan BAP Komisyonu ve BAP Birimi’ne teşekkür etti. Kaynak:AA

TÜBİTAK Kayseri Şeker Ar-Ge Merkezini Ziyaret Etti

İstanbul Teknofest etkinliği çerçevesinde Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank ve TÜBİTAK Başkanı Prof.Dr. Hasan Mandal'ın katılımları ile gerçekleştirilen TÜBİTAK 1004 Programı adı altında açılan çağrıda 12 platformun desteklenmesine karar verildiği, Mükemmeliyet Merkezi Destek Programı ile Kayseri Şeker'in de "Sürdürülebilir Tarım ve Sağlıklı Gıda için Biyolojik Temelli Zirai İlaçların Üretim Yöntemlerinin Geliştirilmesi" alanında 2 adet projesi onay aldı. Türkiye'nin lokomotif sanayi kuruluşlarının, en yetkin akademik kurumlarının ve en seçkin araştırmacılarının iş birliği yapmalarının hedeflendiği S-ATP çatısı altında Kayseri Şeker "Sürdürülebilir Tarım ve Sağlıklı Gıda için Biyolojik Temelli Zirai İlaçların Üretim Yöntemlerinin Geliştirilmesi "proje tabanında sorumlu olarak "Biyopestisit Geliştirilmesi, Optimizasyonu ve Silisyum Hidrojel temelli yavaş ilaç Salınımlı Nanormateryal Geliştirilmesi olarak 2 adet projesi yer alıyor. Kayseri Şeker Ar-Ge Merkezi'nden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Oğuzhan Ulu, konuya ilişkin yaptığı açıklamada şu görüşlere yer verdi: "Kayseri Şeker Ar-Ge Merkezi, Kayseri Pancar Ekicileri Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Akay'ın belirlediği vizyon çerçevesinde nitelikli ve yenilikçi projeler ortaya koyarak şeker sektöründe fark oluşturmaya devam etmektedir. Proje çerçevesinde sürdürülebilir ve yeşil mutabakat hedefli "Biyolojik Temelli Zirai ilaç Üretimi'' hedefi ile Kayseri Şeker Ar-Ge Merkezi olarak çalışmalarımız planlanmıştır. Projeler Erciyes Üniversitesi ERFARMA, Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü, TÜBİTAK-MAM ile etkileşimli olarak yürütülecektir. Sonuç olarak iki farklı projenin çıktısı yine bu projenin girdileri arasında yer alacak olup, ülkemizde nitelikli ve katma değerli ürünlerin geliştirilebilmesi için sürdürülebilir bir sistemin oluşmasında önemli bir katkı sağlayacaktır. TÜBİTAK 1004 Mükemmeliyet Merkezi Destek Programı çerçevesinde geliştirilen ürünlerin ve teknolojilerin özel sektöre transfer edilebilmeleri ve ticari olarak değer kazanması açısından, Kayseri Şeker önemli bir rol üstlenmiştir." Kayseri Şeker'in bu araştırma programının yöneticisi olan Erciyes Üniversitesi Tarım Araştırma ve Uygulama Merkezi başta olmak üzere Türkiye'nin saygın üniversiteleri ODTÜ, Ege, Çukurova, Marmara ve İstanbul Üniversiteleri ile işbirliği içerisinde olacağının bilgisi de verildi. Kaynak:AA

Gen Düzenleme Teknolojisi Nedir ve Ne İşe Yarar

Kalıtsal hastalıkların tedavisi: Gen düzenleme teknolojileri, kalıtsal hastalıkları tedavi etmek için kullanılabilir. Bu, pek çok insanın hayatını kurtarabilir veya hayat kalitesini artırabilir. Genetik hastalıkların önlenmesi: Gen düzenleme teknolojileri, kalıtsal hastalıkların tedavi edilmesinin yanı sıra, genetik hastalıkların önlenmesi için de kullanılabilir. Bu sayede, insanlar daha sağlıklı bir yaşam sürdürebilirler. İnsanların özelliklerinin düzenlenmesi: Gen düzenleme teknolojileri, insanların özelliklerini değiştirmek için kullanılabilir. Bu, insanların daha uzun veya daha güçlü olmalarını sağlayabileceği gibi, estetik açıdan da pek çok farklı uygulama mümkündür. Biyolojik silahların önlenmesi: Gen düzenleme teknolojileri, biyolojik silahların üretimini önlemek için kullanılabilir. Bu, insanlığın savunma kapasitesini artırabilir. Tarım ve hayvancılık alanında yenilikler: Gen düzenleme teknolojileri, tarım ve hayvancılık alanında da kullanılabilir. Bu sayede, bitkilerin ve hayvanların daha dayanıklı, daha verimli ve daha sağlıklı hale getirilmesi mümkün olabilir. Biyolojik araştırmalar: Gen düzenleme teknolojileri, biyolojik araştırmalarda kullanılabilir. Bu sayede, insanlar daha hızlı ve etkili bir şekilde tıbbi araştırmalar yapabilirler. Bu ve benzeri uygulamalar sayesinde, gen düzenleme teknolojileri insanlığı pek çok şekilde değiştirebilir. Ancak, bu teknolojinin kullanımı ile ilgili etik, sosyal ve hukuki sorunlar da göz önünde bulundurulmalıdır. Kaynak:AA

Tarımda Yeni Dönem Başladı

Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Tarım sektörüyle ilgili politikaların tespit edilmesi, planlanması ve koordinasyonuyla ilgili kurum ve kuruluşlarla iş birliği yapılarak, uygulanmasında Bakanlık yetkili olacak.  Kanuna göre, lif, tohum ve sap üretimi ile ilaç etkin maddesi elde etmeye yönelik çiçek ve yaprak üretimi amaçlı kenevir yetiştiriciliği, Tarım ve Orman Bakanlığının iznine tabi olacak.Tarımsal üretimin planlanması, gıda güvencesi ve güvenliğinin sağlanması, verimliliğin artırılması, çevrenin korunması ve sürdürülebilirliğin tesis edilmesi için Bakanlıkça belirlenen ürün veya ürün gruplarının üretimine başlanmadan önce Bakanlıktan izin alınacak. Bakanlık, arz ve talep miktarıyla yeterlilik derecesini dikkate alarak hangi ürün veya ürün gruplarının üretileceğini, tarım havzası veya işletme bazında asgari ve azami üretim miktarlarını belirleyecek. SÖZLEŞMELİ ÜRETİM ÖZENDİRİLECEK Bakanlıkça, tarım sektöründe sözleşmeli üretimin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için gerekli düzenlemeler yapılacak. Sözleşmeli üretimde irade serbestisi esas olacak ancak salgın hastalıklar, tarım ürünleri ticaretinde yaşanan gelişmeler karşısında arz güvenliğinin sağlanması, tarımsal üretimin iç veya dış talebe uygun ayarlanması veya bitki ve hayvan sağlığının korunması amacıyla ihtiyaç halinde bakanlıkça belirlenen ürün, ürün grupları, sözleşmeli olarak üretilecek. Tarımsal üretim sözleşmesine tabi ürünlere veya üretim varlıklarına sigorta yaptırılması zorunlu olacak. Tarımsal üretim sözleşmelerinde belirtilen mücbir sebepler haricinde sözleşme kapsamında üretilen ürünün alımından veya satımından vazgeçen üretici ya da alıcılar için ceza koşulu belirlenecek. Ceza koşulu, alımından ya da satımından kaçınılan ürün miktarının sözleşmedeki bedelinin yüzde 20'sinden az ve yüzde 50'sinden fazla olamayacak. ORMANLARDA MADENCİLİK  FAALİYETLERİ Devlet ormanları içinde maden aranması ve işletilmesi ile madencilik faaliyeti için zorunlu tesis, yol, enerji, su, haberleşme ve altyapı tesislerine, fon bedelleri dışında bedeli alınarak Bakanlıkça izin verilecek. Madencilik faaliyetlerinin ve faaliyetlerle ilgili her türlü yer, yol, bina ile tesislerin hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ormanlarda veya özel ormanlarda yapılmak istenmesi halinde Bakanlıkça izin verilmesi mümkün olacak. Madencilik faaliyetlerinin sona ermesi sonucunda idareye teslim edilen veya terk edilen doğal yapısı bozulmuş orman alanları rehabilite edilecek. Devlet ormanlarının yanmasından veya açıklıklarından faydalanılarak işgal, açma veya hangi şekilde olursa olsun kesme, sökme, budama veya boğma yollarıyla elde edilecek yerler ile buralarda yapılacak her türlü yapı ve tesisler, şahıslar adına tapuya tescil olunamayacak. Buralara doğrudan doğruya orman idaresince el konulacak. ATIL ARAZİLER Kanunla atıl durumda bulunan arazilerin özüne ve mülkiyet hakkına dokunulmaksızın, kamu yararı gözetilerek üretime kazandırılması ve bu şekilde ülke ekonomisine katkı sağlanması amacıyla bir düzenleme getiriliyor. Buna göre, Bakanlık, Hazinenin özel mülkiyetinde veya devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan tarım arazileri hariç olmak üzere, mülkiyeti gerçek ve tüzel kişilere ait olup, hisselilik, mülkiyet ihtilafı, parçalılık, tarımsal faaliyete son verilmesi, göç veya başka bir sebeple üst üste iki yıl süreyle işlenmeyen tarım arazilerini tespit ederek, ekonomiye kazandırılması ve kamu yararına kullanılması için bu arazileri kira geliri arazi maliklerine ait olmak üzere ve arazinin vasfının değiştirilmemesi şartıyla sezonluk olarak rayiç bedelden aşağı olmamak üzere kiraya verebilecek. SERTİFİKALI TOHUM DESTEĞİ ARTIRILDI SUYUN HER DAMLASI ALTIN DEĞERİNDE ÇİFTÇİYE DE GÖREVLER DÜŞÜYOR Kaynak:AA

Ankara Üniversitesi ve Ege Üniversitesi iş birliği 6. Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Çalıştayı Tamamlandı

Afyonkarahisar Sağlık Bilimleri Üniversitesi Teknoloji Transfer Ofisi (AFSÜ-TTO) tarafından Ankara Üniversitesi ve Ege Üniversitesi iş birliği ile düzenlenen 6. Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Çalıştayı, grup toplantıları, girişimci söyleşileri ve çalışma gruplarının sonuç raporlarının sunumu ile sona erdi. “Tıbbi Bitkilerde Ham Maddeden Sağlık ve Ticarete Dönüşüm” teması doğrultusunda, iki gün boyunca istişarelerde bulunulan çalıştayın kapanışında Rektörümüz Prof. Dr. Nurullah Okumuş ve Cumhurbaşkanı Irak Özel Temsilcisi ve Afyonkarahisar Milletvekili Prof. Dr. Veysel Eroğlu birer konuşma yaptı. Prof. Dr. Okumuş konuşmasında, tüm oturumları ve çalışma grubu toplantıları yoğun bir katılımla ve büyük bir özveriyle gerçekleştirilen çalıştayı başarıyla tamamlamaktan büyük bir mutluluk duyduğunu söyledi. Önemine inandığı ve özel bir ilgi duyduğu tıbbi ve aromatik bitkiler sahasında çok sayıda yetkin akademisyen ve iş dünyası temsilcisi ile aynı kaygıları ve umutları paylaşmaktan gurur duyduğunu ifade eden Prof. Dr. Okumuş, “Çok eksiklerimiz var ama iyi bir yolda olduğumuzu düşünüyorum.” dedi. Afyonkarahisar Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Borsası İçin Prensip Kararı Alındı Çalışma gruplarının raporlarında, önceki çalışmalarla karşılaştırıldığında daha net fikirlerin ortaya çıktığını belirten Prof. Dr. Okumuş, çalıştayın raporunu en kısa sürede kitaplaştırarak kamuoyu ile paylaşacaklarını dile getirdi. Prof. Dr. Okumuş şöyle konuştu: “İyi tarım uygulamaları, standardizasyon, sertifikasyon, uygun bölge seçimi, doğru bitki seçimi gibi pek çok boyutu olan bu konuda en temel husus; bizim Afyonkarahisar’da sayın valimizin ve bakanımızın da teşvikiyle yapmaya başladığımız gibi organize olmak, kooperatifleşmek ve her hâlde bu işin borsasının kurulmasıdır. Artık bu noktaya da geldik. Açılış konuşmamızda çalıştay kapsamında il yöneticilerimizle özel bir toplantı gerçekleştirip sizlere bir müjde veririz demiştik. Yapmış olduğumuz toplantıda inşallah tıbbi ve aromatik bitkiler borsasının Afyonkarahisar’da kurulması konusunda prensip kararına varıldı. Bu konuda Ticaret Borsamız bize destek vereceğini söyledi. Biz de AFSÜ olarak teknik destek sağlayacağız. Ticaret Odamız, valiliğimiz bu konuda bize destek olacak. Buna göre mevcut altyapının tıbbi ve aromatik bitkileri de içerecek şekilde veya ayrı bir başlık altında organize edilmesi gerekiyor. Tabii bu noktada yerel siyasi destek ve irade çok önemli. Bunun dünkü toplantıda ortaya konmuş olması bizi çok mutlu etti. Peki, ne getirecek borsa? Borsa buradaki sorunların büyük kısmına çözüm getirecek. Çiftçimiz neyi üreteceğini bilecek. Nereye satacağını, nasıl satacağını, kaça satacağını bilecek. Daha da önemlisi standardizasyondan, sertifikasyondan, doğru üründen, kaliteli üründen bahsediyoruz. Borsada ürün satmaya çalıştığınız zaman göreceksiniz ki nanenin ya da kekiğin kırk küsur çeşidi var. Bunların hangi alt türü ise onu oraya girmek zorunda kalacaksınız. Girerken de onaylı laboratuvarlardan alınmış bir analiz raporuyla oraya gireceksiniz. Bu neyi getirecek? Kaliteyi artıracak. Doğru iş yapanın, iyi iş yapanın, dürüst çalışanın da ürününün para etmesini sağlayacak. Bu müjdeli haber Afyonkarahisar için, ülkemiz için inşallah hayırlara vesile olur. Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Komisyonu Bölgesel Eylem Yönetim Planlamasını Afyonkarahisar’da Uyguluyor Burada yapılan konuşmalarda bir öneri olarak, bölgesel eylem yönetim planlamaları yapılması denildi. Biz bunun bir örneğini Afyonkarahisar’da yapıyoruz. Valiliğimiz tarafından ilimizde bir Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Komisyonu kuruldu ve başkanlığı üniversitemize verildi. Aynen dediğiniz gibi ilçe bazında gidiyoruz. Oradaki belediye başkanı, kaymakam ve yetiştiriciler ile oturuyoruz; ne yapıyorsunuz, elinizdeki kayıtlarda neler var, diye sorarak bir fotoğraf çekmeye çalışıyoruz. Bununla ilgili de bir rapor yayınlayacağız inşallah. Afyonkarahisar yerelinde yaptığımız bu çalışma yurt genelinde yaygınlaştırılmalıdır. Sonuç raporlarında bir ifade dikkatimi çekti; tıbbi ve aromatik bitkilerin atıklarının değerlendirilmesi. Bu çok önemli. Biz burada maalesef sadece istediğimizi alıyoruz, geri kalanını kullanmıyoruz. Amaranth bitkisi kökünden tepesine kadar kullanılabiliyor. Tohumunu un olarak, yağ için kullanabiliyorsunuz. İçindeki etken maddeleri kullanabiliyorsunuz. Yaprağından çay yapabiliyorsunuz, yaprak sarması yapabiliyorsunuz, gövdesini ve dallarını hayvan yemi olarak kullanabiliyorsunuz. Protein oranı çok yüksek. O yüzden bütünsel bakmak lazım bu ürünlere. Patatesten Etil Alkol Üretecek Tesiste Nişastalı Yıkama Suyu da Kullanılacak Afyonkarahisar’da, ülkemizde ilk olarak gerçekleştirdiğimiz bir örnek var. Buğday ve şeker pancarından etil alkol üretimi varken ülkemizde, bir yatırımcımız üniversite-özel sektör iş birliği ile patatesten yıllık beş milyon litre etil alkol üretecek bir tesisi şu anda kuruyor. Patates zaten kullanılıyor pek çok yerde ama biz hiç göze çarpmayan bir noktaya dikkat ettik; patatesin işlendiği fabrikalarda kabuklar yem sanayiinde kullanılıyor ama orada yıkama suyunda da nişasta var. Yüzde 13 ila 21 arasında yıkama suyunda nişasta bulduk. Yeni tesiste bu suyu da kullanacağız. Bunun doğaya boşu boşuna atılmasını engellememiz gerekiyor. İnanılmaz bir cistus kaçağımız var ülkemizde. Hovardaca kullanıyoruz. Dağ kekiği, salep bitkisi, orkide gibi niceleri, sökülüp kaçırılıyor, çalınıyorlar açıkçası. Bunların yeterince kontrolü yok maalesef. Türk kekiğini hâlâ markalaştıramadığımız için Yunan kekiği olarak satılıyor dışarıda. Birçok bitkide durum bu şekilde. Korumamız gerekiyor. Mevzuat konusunda çok serzenişlerde bulunuyoruz. Ürün geliştirme, klinik çalışmalar, faz çalışmalar vb. Aslında en büyük sorunlarımızdan biri şu: ilaç alanında ciddi bir sıkıntımız var. Mevzuat hazretleri önümüzde duruyor maalesef. En azından geleneksel bitkisel ürün veya tıbbi bitkisel ilaç konusunda slot uygulamasını ve önceliklendirmeyi kaldırın; en azından bu alanda önümüzü açın diye bir beklentimiz var. Tohum Bilgisine Kadar Erişecek Bir Sertifikasyona Gidilmesi Gerekiyor Sertifikasyon çok önemli. İster internet üzerinden olsun isterse eczaneler üzerinden olsun her ürünün mutlaka bir sertifika ile satılmasının sağlanması gerekiyor. Diyeceksiniz ki birçok tohumda bile sertifika yok, herkes önüne geleni ekiyor… En azından hangi tür olduğu, nerede ve kim tarafından üretildiğinin yazılması bile yeterli. Esasında tohum bilgisine kadar erişecek bir sertifikasyona gidilmesi gerekiyor. Bir ürün ortaya çıkıyor, onun barkodunu dahi kopyalayarak taklidini piyasaya sürebiliyorlar. Fakat yurt dışında bir, iki, üçüncü kez yalan söylerseniz kapılar yüzünüze kapanır. Bizim mutlaka sertifikasyon uygulamalarını yapmamız, benimsememiz ve özümsememiz gerekiyor. Aksi hâlde durumu altın yumurtlayan tavuk olarak görürsek, çok kısa sürede bu tavuğu kaybederiz diye düşünüyorum. Teşvikler yapılmalı deniyor… Ben buna katılmıyorum. Herhalde dünyada Türkiye kadar tarımsal üretimin devlet tarafından teşvik edildiği başka ülke var mıdır, bilmiyorum. Milli Emlak’ın, Tarım Bakanlığının yeni teşviklerini öğrendik. Bir şey yapmak istiyorsak arazi de var tohum da var; bitki de var fide de var. Geriye üretmek kalıyor. Biraz kendimizi teşvik etmemiz gerekir diye düşünüyorum. Bu kadar güzel insanın, bilim insanının desteği ve teşvikiyle daha çok çalıştaylar yaparız ama artık ürüne dönüşmüş hâliyle yapalım, son noktaya gelmiş olarak yapalım inşallah. Çalıştayımıza katkısı olan, desteği olan herkese teşekkürlerimi sunuyorum.” Bölük Pörçük Değil Alım Garantili Üretim Şekline Dönmek Lazım Çalıştayın kapanışında bir değerlendirme konuşması yapan Cumhurbaşkanı Irak Özel Temsilcisi ve Afyonkarahisar Milletvekili Prof. Dr. Veysel Eroğlu, ilk çalıştaydan altıncı çalıştaya uzanan süreçte alana ilişkin epey mesafe kat edildiğini söyledi. Çalıştayı hazırlayan, katılan ve destekleyen başta AFSÜ personeli ve akademisyenleri olmak üzere herkese teşekkür eden Prof. Dr. Eroğlu, bir zamanlar kocakarı ilacı olarak algılanan bitkilerin sağlıkta kullanımı konusunda genel bir farkındalık oluşmasında çalıştayların önemine işaret etti. Hem halkta hem özel sektörde hem de devlet kademelerinde tıbbi ve aromatik bitkilerin önemine ilişkin büyük bir uyanış olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Eroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu uyanış yeterli mi? Değil. Ne yapmamız lazım? Çalıştayın ilk günündeki özel oturumda güzel bir çalışma yaptık. Afyonkarahisar’da tıbbi ve aromatik bitkiler borsası kurulması kararını aldık. Bunun desteklenmesi şart. Az önce rektörüm değindi. Arazi istiyorsanız Milli Emlak veriyor, teşvik istiyorsanız ilgili kurumlar veriyor. Yani arazi ve teşvik problemi yok. Bu noktada vatandaşa nerede, ne üretirse daha kazançlı çıkacağının anlatılması lazım. Bir de bölük pörçük değil de alım garantili üretim şekline dönmek lazım. Üç yıl önce Çin Büyükelçisini Afyonkarahisar’a davet etmiştim, geldi. Akabinde Çin’den 100 tane büyük şirketin yöneticisi geldi. Onların bizden talepleri vardı. Fakat hiçbir şirketimiz onların taleplerini karşılayacak kapasiteye sahip değildi. Demek ki bunu iyi planlamamız gerekiyor. Bunun için borsa şart. İyi bir program şart. Bunu yapmamız lazım. Mesela üretim kadar pazarlama konusuna da odaklanmamız gerekiyor. Bu konuya kafa yormamız gerektiği kanaatindeyim. Bitkisel varlığımızı ham madde, yarı mamul ya da mamul olarak pazarlama imkânı mevcuttur. Milletin menfaati, ülkenin kalkınması açısından bu çalıştayda tartışılan konuların ve ortaya konan tavsiyelerin ilgili kesimlere sunulması gerekiyor. Bunun için bir heyet teşkil edilmesini ve konunun takipçisi olunmasını tavsiye ediyorum. Ben de bu heyette yer almaya talibim. Çalıştay raporu en kısa sürede kitaplaştırılmalıdır. Böylece geldiğimiz noktayı daha net bir şekilde görebiliriz. Bu çalıştaydan çok istifade ettim. İnşallah yedincisini de yapalım ama daha hazırlıklı olarak; bu altıncı çalıştaydan sonra neler yapıldı, hangi kurumlarla temasa geçildi, neler gerçekleşti, neler gerçekleşmedi ve niçin gerçekleşmedi bunu bir görelim. Beni de bu konuda bir nefer olarak görün. Nereye gidilecekse, kime müracaat edilecekse bu konuda yardımcı olmaya hazırım. Bakanlığım döneminde efendim yazı yazdık diyen adamı kolundan tutup atıyordum. Yazı yazmak, ilgili amiri aldatmaktır. Takip etmek, neticelendirmektir esas olan. Ege Üniversitesi rektörünün bir teklifi oldu. Bu çalıştaylar Afyonkarahisar’ın bir ananesi hâline geldiği için şehrimizin 2022’deki 100. kurtuluş yıl dönümünde biz bunu devam ettirelim, İzmir’de de 2023’te uluslararası bir kongre yapalım dedik. İnşallah bu toplantılarda da bir araya gelme fırsatı olur.” Çalıştay, konuşmaların ardından etkinlik sponsorlarına şilt takdim edilmesi ve günün anısına fotoğraf çekimi ile sona erdi. Kaynak : Basın Bülteni

Gıda Krizi üzerine Bitki Fabrikaları Çözümü

Yakın zamanda yayınlanan yeni bir Birleşmiş Milletler raporuna göre, dünya nüfusunun 2030’da 8,6 milyara, 2050’de 9,8 milyara ve 2100’de 11,2 milyara ulaşması ve her yıl yaklaşık 83 milyon insanın dünya nüfusuna eklenmesi bekleniyor. Bu da dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 11’inin yiyeceğe erişimle mücadele etmesi gerçeğiyle birlikte, dünyanın daha fazla gıda üretmesi gerektiği anlamına geliyor. 9,8 milyar insanı beslemek için ise ortalama yüzde 50 ila yüzde 70 daha fazla yiyeceğe ihtiyaç olacağı söyleniyor. Geleneksel tarım uygulamaları ile nüfusu beslemek için ilave tarım alanlarına ihtiyaç duyulacağı kesin, ancak ekin yetiştirmeye uygun olan arazinin yüzde 80’inden fazlasının halihazırda kullanıldığı gerçeği, yaşanması muhtemel olan gıda kıtlığının üstesinden gelmek için alternatif üretim sistemlerinin uygulanmasını zorunlu kılıyor. Bunun yanında iklim krizi ve değişen hava koşulları en temel gereksinimiz olan gıdaya erişim için gittikçe zorlaşıyor. Tarım alanlarındaki aşırı/eksik sulama, toprak verimsizliği ve kuraklık gibi sorunlar üretimi kısıtlayarak beslenmeyi de tehlikeye atıyor. Bu noktada mevcut uygulamaların yetersiz kaldığı durumda alternatif üretim biçimleri giderek daha da önem kazanıyor. 2050 yılına kadar nüfusun yaklaşık yüzde 70’inin şehirlerde yaşayacağı öngörülüyor. Böyle bir gelecekte de öncelikli olarak geniş alan ve verimli toprak gerektiren geleneksel tarım uygulamalarının evrilmesi ihtiyacı doğuyor. Bitki fabrikaları ise bu gereksinime bir çare olarak öne çıkıyor. Bu uygulama, toprak gerektirmeden fabrikalarda üst üste koyulmuş düzeneklerde yapılan dikey tarımla hem şehirlerdeki alanların verimli kullanılmasını sağlıyor hem de doğal kaynakların aşırı kullanılmasını önleyerek halihazırda iklim krizinden etkilenen doğanın dolaylı olarak iyileşmesine katkı sağlıyor. ENERJİ TÜKETİMİNİ AZALTIYOR Dünya gazetesinden Gülseren Üst Polat ve Deniz Kılınç'ın haberine göre, iklim değişikliği, geleneksel ve yoğun tarım uygulamaları tarafından körükleniyor. Çeşitli araştırmalar, çevrenin korunmasına ve sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yardımcı olmak için dünyanın etten bitki bazlı diyetlere geçmesinin yanı sıra gıda yönetim teknolojilerini geliştirmesi ve gıda israfını azaltması gerektiğini söylüyor. Bunun için mahsulleri bitki fabrikalarındaki iç mekanlarda yetiştirmek, çiftçilerin su, sıcaklık ve ışık koşullarını sıkı bir şekilde kontrol etmesine ve verimi en üst düzeye çıkarmasına olanak tanıyor. Renkli LED ışıkların kullanılması, yetiştiricilerin yaprak büyümesini teşvik etmek için mavi dalga boylarını ve çiçeklenmeyi teşvik etmek için kırmızı ışığı hede?emesini sağlıyor. LED ışıklar ayrıca daha verimli olmaları sebebiyle geleneksel yetiştirme ışıklarından daha az ısı üretiyor ve bu nedenle enerji israfını azaltıyor. GELECEĞİN TARIMI Bitki fabrikalarında yapılan dikey tarım pandeminin de etkisiyle yaygınlığını artırıyor. ABD merkezli piyasa araştırma kuruluşu Allied Market Research, 2018’de 2,23 milyar dolar piyasa büyüklüğüne sahip olan dikey tarım pazarının 2026’da değerini neredeyse altı kat artırarak 12,77 milyar dolara taşıyabileceğini öngörüyor. Bu büyümenin kısmen organik, pestisit içermeyen gıdalara olan talebin artmasıyla değil, aynı zamanda gıda güvenliğini artırmak ve ithalatı kısmak isteyen ülkeler tarafından da destekleneceği de yaygın görüşler arasında. Discovery’de yer alan bir makaleye göre dikey tarım kuruluşu Farm Urban kurucusu Paul Meyers, bitki fabrikalarını “geleceğin tarımı” olarak tanımlıyor ve “Bu, pestisit içermeyen ve gezegeni istikrarlı bir şekilde yok eden geleneksel at ve traktör tarımından daha sürdürülebilir bir yaklaşıma geçiş” yorumunu yapıyor. TOPRAKLA YAPILAN TARIMA GÖRE YÜZDE 95 DAHA AZ SU HARCIYOR Dikey tarım uygulamalarını barındıran bitki fabrikaları, tarımı iklim değişikliğinin artan etkilerinden koruyabilir ve üretim maliyetlerini azaltabilir fakat bu yöntemin de kendi zorlukları var. Fabrikalardaki yüksek uygulama maliyetleri bir yana, dikey tarımın karbon ayak izleri de oldukça yüksek. Birçok durumda, dikey tarım üretim yöntemleri, tarım alanlarında yetiştirilen ve uzak mesafelere sevk edilen ürünlere göre sera gazı emisyonlarına katkıda bulunuyor. Fiziksel olarak iklim değişikliğine karşı daha dirençli olmakla birlikte, dikey tarımın yüksek enerji kullanımı, şebekeye bağlı olduğu varsayıldığında, iklimin ısınmasına katkıda bulunan sera gazı emisyonları üretmeye devam ediyor. Öte yandan geleneksel tarım uygulamalarının sera gazı emisyonları daha düşük olsa da şehirden uzak açık alanlarda yetiştirilen ürünlerin sevkiyatı ise tarımın yol açtığı toplam emisyonların yüzde 62’sini oluşturuyor. Toprak üzerinde yapılan geleneksel tarımın aksine bitki fabrikalarında yapılan tarımın yüzde 70 daha az su gerektirdiği ve yüzde 99’a kadar su tasarrufu sağladığı göz önüne alındığında dikey tarımın emisyonlara rağmen çevreci bir uygulama olduğu görülüyor. KOLİ BASİLİ RİSKİNİ ORTADAN KALDIRIYOR Bitki fabrikaları ve dikey tarımın artıları ve eksilerinin ele alındığı bir Forbes makalesinde bütün gelişen teknolojilerde olduğu gibi bu uygulamaların da bir faydası olması gerektiğine dikkat çekilirken, dikey tarımın faydasını ilginç bir şekilde ortaya koyduğu belirtiliyor. Son yıllarda yeşil, yapraklı sebzelerden kaynaklanan koli basili salgınına değinen makalede çoğu durumda salgının sebzelerin yıkanmasıyla alakalı olduğu ve dikey tarımın bunu ortadan kaldırdığı vurgulanıyor. Makaleye göre bitki fabrikalarının kir tutmaması ve sebzelerin yıkanmasını gerektirmemesi, gıda kaynaklı hastalık salgınlarını önleyebilir. Ayrıca dikey tarım, maksimum verim elde edilmesine yardımcı olabilir. Bitkilerin günde yalnızca 10 dakika karanlığa ihtiyacı olması sebebiyle bitki fabrikalarında gün boyu ışık almak bitkilerin daha hızlı büyümesini sağlar. Ayrıca, geleneksel çiftçiler genellikle bir kez gübre uygular, mahsulü sular ve büyümesini umarken, bitki fabrikalarında ise bitki büyümesini optimize etmek için otomasyon ayarlamaları yapılarak birçok kez gübre uygulanır. Ayrıca nem ve su tüketimi de sık sık kontrol edilebilir. BİTKİ FABRİKALARINA KURUMSAL DESTEK ARTIYOR Hem küresel olarak hem de ülkemizde yeni yeni yaygınlaşan dikey tarım uygulamalarına kurumsal ilgi, hem bu alandaki girişimlere yapılan yatırımlar hem de şirketlerin kendi girişimlerini kurmalarıyla güçleniyor. Buna bir örnek de Bayer ve Singapur merkezli Temasek’ten geldi. Unfold isminde yeni bir dikey tarım girişimi oluşturan Bayer ve Temasek ortaklığı restoranlara, havayollarına, okullara, hastanelere, işletmelere, marketlere ve çevrimiçi dağıtım hizmetlerine taze, sürdürülebilir ve daha küçük bir ekolojik ayak izine sahip yerel ürünler sağlamayı hedefl iyor. Birçok Avrupalı start-up da bu yolda çeşitli adımlar atıyor. Süpermarketlerdeki mahsuller için dikey tarım sistemleri kuran Berlin merkezli Infarm, bu yıl 170 milyon dolar yatırım alırken, dikey çiftçilik SaaS çözümü geliştiren Finlandiyalı girişim iFarm da 4 milyon dolarlık bir finansman elde etti. Ayrıca online süpermarket uygulaması Ocado yakın zamanda İngiltere’deki dikey tarım girişimi Jones Food Company'deki hissesini artırdı. Türkiye’de ise dikey tarım girişimi Vahaa, mart ayında düzenlenen tohum yatırım turunda 14 milyon lira değerleme üzerinden yatırım aldı. Bitki fabrikalarının faydaları 1. Kapalı alanda üretim Işık, sıcaklık, nem, karbondoksit konsantrasyonu ve kültür çözeltisi gibi kontrollü yetiştirme koşulları altında toprağa ihtiyaç duymadan kapalı alanlarda bile üretim imkanı sağlar. 2. 365 gün kesintisiz verimlilik Kurak mevsimde su sıkıntısı, yağışlı mevsimde yoğun yağış ya da benzeri aşırı hava koşullarından etkilenmeden, mevsimden bağımsız 365 gün üretim sağlar. 3. Yerden tasarruf Kentsel tarım, son yıllarda oldukça rağbet gören bir kavram. Bitki fabrikaları, taze ürünlerin hızlı teslimatını kolaylaştırmak için dünya çapında kalabalık ve yüksek maliyetli kentsel alanlarda yerel gıda üretimi için uygun koşulları sağlar. Bitkiler, alan kullanımını en üst düzeye çıkarmak için bir sıra yerine yığınlar halinde veya çok seviyeli olarak yetiştirilebilir. Bu şekilde daha fazla bitki üretilir ve bu teknik çok daha sürdürülebilir ve uygun maliyet sağlar. 4. Topraksız üretim Bitkiler, köklerin besin çözeltisine daldırıldığı yerlerde hidroponik olarak yetiştirilir. Böylece su kaybı olmaz. Köklerin besinleri aramak ve çıkarmak zorunda olduğu toprağın aksine, bitkinin besinlerini çok az çabayla almasına izin verir. Bu, zengin, organik toprak ve birinci sınıf besin maddeleri kullanırken bile geçerli olur. Bu süreçte köklerin harcadığı enerji, vejetatif büyümeye daha iyi harcanan enerjidir. Bu nedenle hidroponik bitkiler toprakta büyümekten çok daha hızlı büyür. Bu nedenle, bitki fabrikalarında hasat, geleneksel tarıma göre çok daha sık yapılır. Hidroponik bitki yetiştirmenin bir başka yararı da toprağa kıyasla bitkilerin aşırı ağır metallerden etkilenmemesidir. 5. Pestisit yok Geleneksel tarım kullanılarak açık havada yetiştirilen sebzelerin çoğuna böcek ilacı püskürtülür. Bitki fabrikaları, ne organik ne de kimyasal herhangi bir pestisit kullanmaz, çünkü bitkiler hiçbir böceğin giremeyeceği kapalı bir ortamda yetiştirilir. Böceklerin ve kirleticilerin bitkilere zarar vermesini önlemek için özel kıyafetlerin gerekli olduğu bitki fabrikalarına girenlere genellikle katı kurallar uygulanır. Böylece bitkiler, haşere saldırısından endişe duymadan güvenli bir ortamda yaşarlar. 6. Kısa hasat süresi Bitkinin istediği koşullar bitki fabrikalarında bilgisayar kontrolü altında oluşturulduğundan hasat süreleri kısalıyor, bitki kalitesi artıyor. 7. Uzun raf ömrü Bitki fabrikalarında kullanılan hijyen ve teknik gereği ilaçsız, doğal yollarla üretilen gıdaların üzerinde zararlı patojenlerin etkisi bulunmaz. Bu yüzden de geleneksek tarım ürünlerine göre göre bitki fabrikalarında üretilen ürünler çok daha uzun raf ömrüne sahiptir. YENİ YATIRIMLAR GELİYOR Pimtaş kuruluşu olan HGT Tarım, artan taze ve organik gıda talebini karşılamak için, 1 milyon metrekarelik dikey tarım fabrikası kurmayı planlıyor. Ar-Ge çalışmaları neticesinde yılda yaklaşık bin yeni ürün geliştirdiklerini belirten Pimtaş Yönetim Kurulu Başkanı Şamil Tahmaz, HGT Tarım, PİMARGE ve Gebze Teknik Üniversitesi’nin ortaklaşa yürüttüğü dikey tarım projesi kapsamında, 1 milyon metrekarelik alana kurulacak dikey tarım fabrikasının yatırım çalışmalarının devam ettiğini kaydetti. Kuracakları dikey tarım fabrikasıyla çiftçilerin böcek ilacı gibi kimyasallar kullanmadığı, zirai bilgiye ihtiyaç duymadan sağlıklı ürünler yetiştirmesine olanak veren tüm süreçlerde çevre dostu üretim gerçekleştireceklerini söyleyen Tahmaz, fabrikanın yüzde 100 yerli ve milli imkanlarla hayata geçireceklerini belirtti. Tahmaz, “Özellikle son dönemde, tüketicinin taze, organik ve güvenilir gıda talebi arttı. Bu yatırım sayesinde, tüketicinin bu tutumuna cevap vererek, ülkemizin doğal kaynaklarını korurken, insanların en çok ihtiyaç duyduğu gıda ürünlerine istedikleri zaman ulaşabilmelerine katkı sağlayacağız. Ülkemizin en çok ihtiyacı olan şey üretmek ve daha çok üretmek” dedi HANGİ TEKNOLOJİLER KULLANILIYOR? Bitki fabrikalarında 3 ana disiplin var. Bunlardan ilki bitki besleme ve dozajlama sistemi, bir diğeri bitkinin fotosentezi için gereken aydınlatma sistemi, üçüncüsü ise bitkiye istediği ortamı sağlayan iklimlendirme sistemi. Bunların dışında bitkilerin elleçlenmesi için gereken mekanizma, fabrikayı izleyip yöneten elektronik sistem ve operasyonun mali olarak takip edilmesini sağlayan muhasebe modülü kullanılan diğer teknolojiler arasında. Bitki fabrikasının sağlıklı bir şekilde işlemesi tüm bu sistemlerin doğru ve entegre olarak çalışmasıyla mümkün olabilir. Özellikle büyük ölçekli bitki fabrikalarında... KARACA: BİTKİ FABRİKALARI SÜRDÜRÜLEBİLİR TARIMIN GELECEĞİN Dünyamızdaki iklim değişiklikleri, artan sıcaklık değerleri, susuzluk, çoraklaşma, kirlenme, kimyasal kullanımı gibi nedenlerle ekilebilir topraklar hem küçülüyor hem kalitesizleşiyor. Bunun yanında global anlamda nüfus artışı ve şehirleşme de ekilebilir toprak alanlarını negatif anlamda etkiliyor. Bu da bitki fabrikaları gibi alternatif üretim yöntemlerinin önemini artırıyor. Bitki fabrikalarını sürdürülebilir tarımın geleceği olarak tanımlayan Cantek Group Yönetim Kurulu Başkanı Can Hakan Karaca, insanları doyurabilmek, onlara kaliteli gıdalar sunabilmek için farklı ve inovatif çözümler gerektiğinin altını çiziyor ve “Günümüzdeki çözüm seralar. Ancak seralarımız çok geniş tarım alanları işgal ediyor ve sürekli üretim sağlayamıyorlar. Bitki fabrikalarıyla dar alanlarda sürekli üretim yapıp standart kaliteli ürünler elde edebiliyorsunuz. Ayrıca tabiatın tüm negatif etkilerinden bağımsızsınız” diyor. Önümüzdeki senelerde bu alandaki bilinçlenmeyle beraber otoriteler ve yönetimlerin bu konu hakkında daha fazla düşüneceğini, yatırımcıların enerji, finans kaynaklarını bu alana yönlendireceklerini kaydeden Karaca, bu sayede sürekli, sabit fiyatlı ve ilaçsız gıdanın önünün açılacağını vurguluyor. “Bitki fabrikalarıyla hem Kenya’da hem İngiltere’de hem de kutuplarda aynı üretim aynı şekilde yapabiliyor; aynı kaliteli ve sağlıklı ürünü yetiştirebiliyorsunuz” diyen Hakan Karaca, öncelikle sürdürülebilirlik için makul yatırım ve işletme maliyetlerine ulaşmanın çok önemli olduğunu vurguluyor ve ekliyor: “Soğuk zincirde yer alan gıdayı bir ülkeden veya bir şehirden diğerine götürmenin maliyeti yarım ila bir dolar civarlarında. Bu nedenle yerinde üretim yapmak çok avantaj sağlıyor. Bunun yanında üretimde dış tehdit olmadığı; bakteriyle, böcekle mücadele etmek zorunda kalmadığınız için ilaç da kullanmıyorsunuz. Böylelikle hem sağlıklı hem de ekonomik bir üretim modeline sahip oluyorsunuz. Ayrıca, dünyada tarım imkânının kısıtlı olduğu yerleri, tropikal ve kutup kuşaklarını düşünün. Bu bölgelerde birçok ürünü yetiştirmek susuzluk ve sıcaklık nedeniyle çok maliyetli veya neredeyse imkânsız oluyor. Bitki fabrikaları bu sorunu tamamen ortadan kaldırıyor. Toplam üretim maliyetinin yüzde 50-60’ının enerji kalemleri olduğunu düşünürsek, özellikle sıcak coğrafyalarda bulunan ve enerjinin ucuz olduğu petrol zengini ülkeler için bitki fabrikaları mükemmel bir çözüm. Bu ülkelerdeki yönetimlerin bitki fabrikalarına büyük yatırım destekleri vereceklerinden ve bu alanda yatırımların çok artacağından eminiz. Böylelikle büyük bir bitki yetiştirme devrimi gerçekleşecek.” “HER BİTKİNİN FARKLI ORTAMI OLMALI” Tabiatta her türlü bitkinin iyi-kötü yetişebileceğini ancak asıl konunun verimlilik olduğunun altını çizen Karaca, “Her bitki büyüyebilmek için farklı gereksinimlere ihtiyaç duyar. Ispanağı, rokayı, marulu ayrı şartlarda, ayrı koşullarda, en verimli olduğu yerlerde yetiştirmek gerekiyor. Bitki fabrikalarında da aynı durum söz konusu. Her bitkinin farklı farklı şartlandırılacağı farklı ortamları olmalı. İklim kontrolü tamamen sizde olduğu için, bitkilere ihtiyacı olan her koşulu sağlayabiliyorsunuz. Ispanak ve marulu örnek alalım. Bu iki bitkiyi aynı anda yiyoruz ama ikisi de büyüyebilmek için farklı ihtiyaçlara sahipler. Mesela ıspanak, marula göre daha serin bir ortamda yetiştirilmeli” diyor. “AVRUPA’NIN İŞLEYEN EN BÜYÜK FABRİKASI” Bitki fabrikaları konusunda en tecrübeli ve bilgili ülkenin Japonya olduğunu ifade eden Hakan Karaca, dünyadaki farklı uygulamalar ve Türkiye’deki durumla ilgili şu bilgileri aktarıyor: “Japonya’da hem ürünlerin piyasa fiyatları yüksek (bir marul 5 Euro’ya alıcı bulabiliyor) hem de halk sağlıklı gıda konusunda çok hassas. Biz de bu bilinçle sektörün gurusu olan Toyoki Kozai’den 2 defa yerinde eğitim aldık. Bu alanda tüm dünyada ilkiz. Bunun dışında ABD ve Kanada bitki fabrikaları alanında güçlü ülkeler. Avrupa ülkeleri de bu alanda önemli yatırımlar yapıyorlar ancak henüz büyük çaplı endüstriyel bitki fabrikalarına sahip değiller. Bizim kendi tesislerimizdeki prototip bitki fabrikamız, Avrupa’nın işleyen en büyük fabrikası niteliğinde. Bunların yanında deneysel çalışmalar dünyanın her yerinde gerçekleştiriliyor. Farklı sistemlerle çalışan binlerce irili ufaklı deneme tesisinden bahsedebiliriz. Ancak piyasanın bitki fabrikalarında yetiştirilen ürünlere alışması için endüstriyel tesislerin sayısının artması gerekiyor. Dünyada bu yönlü bir eğilim başladı. Özellikle büyük sermaye grupları endüstriyel tarıma yatırım yapmak konusunda oldukça hevesliler. Bu alanda yatırımlar yeşil yapraklı ürünler için başlayacak; daha sonra teknolojinin gelişmesi ve çeşitlenmesiyle beraber domates, biber, patlıcan gibi yaygın sebzelerle devam edecek. İnsanoğlu tarıma 10.000 yıl önce ilk olarak bu topraklarda başladı. Şimdi ise tarımın son teknolojisi yine Türkiye topraklarında gelişiyor. Ancak Türkiye’de bitki fabrikası yatırımı yapmak zor bir konu. Çünkü ülkede tüm bitkiler kolayca yetişebiliyor ve maliyetleri ucuz. Ancak bitki fabrikalarından çıkan ürünler ilaçsız, %95 daha az suyla yetişen, karbon ayak izi minimum olan, %0 pestisit oranına sahip sağlıklı ürünler. Üstelik her gün aynı kalitede ve aynı maliyetle üretiliyorlar. Bu koşullarda, sera ürünlerinden daha yüksek maliyetli olmaları piyasada kabul gördüğü zaman hepimiz çok daha fazla bitki fabrikası ürünü tüketeceğiz." İKİNCİ TESİS NİJERYA'DA OLACAK Kendi tesislerimizde yetişen ürünleri piyasaya sunmak için geçen sene tüm hazırlıklarımızı tamamlamıştık. Tam bu dönemde talihsiz bir kaza yaşadık ve tüm fabrikamız yandı. Bunun üzerine kolları sıvadık ve 3 sene sonra gerçekleştirmeyi planladığımız ileri teknolojiye sahip fabrikayı inşa etmeye karar verdik. Bunun için önemli Ar-Ge yatırımları yaptık. Krizden fırsat çıkardık ve hayal ettiğimiz yeniliklerle donatılmış bir tesis hazırladık. Satış iletişimi çalışmalarında bulunmamamıza rağmen 2 yıldır bize birçok ülkeden talep geldi. Ancak biz geleceğe hazırlandığımız için bu talepleri beklemeye aldık. Asıl tanıtımlara tesisimiz tam anlamıyla tamamlandıktan ve müşteri kabulüne hazır olduktan sonra başlayacağız. Bunun için önümüzde 1,5 aylık bir süreç var. Ancak yangından hemen önce Nijerya’dan aldığımız bir sipariş söz konusu. İkinci kurulumumuz Nijerya’da olacak. Bitki elleçlemesinin otomasyonla yapıldığı tesislerde m2 fi yatları yaklaşık 1.000-2.000 Euro. Bitki fabrikalarında önemli olan ekim yapılan alanın m2 olarak büyüklüğü. Bitki elleçlemesinin otomasyonla yapıldığı tesislerde m2 fiyatları yaklaşık 1.000-2.000 Euro arasında; manuel tesislerde ise bu rakam yaklaşık 500 ile 1.000 Euro arasında değişiyor. Bu maliyete aydınlatma, iklimlendirme, bitki besleme, tohum atma ve elleçleme de dahil. Bitki fabrikalarının maliyetleri için ilk olarak yetiştirilecek ürünler, üretim kapasitesi, uygulanacak otomasyon, uzaktan yönetim, yapılacak ambalaj, kurulum yapılacak coğrafya gibi birçok farklı parametrenin doğru analiz edilerek belirlenmesi gerekiyor. Ardından yapılacak detaylı proje çalışmaları ile doğru maliyetler ortaya çıkıyor. Yatırımın geri dönüşü ise gelişmiş ülkelerde yaklaşık 3 ila 4 yıl civarında. Burada belirleyici olan ana kalemler enerji maliyeti ve ürünün piyasa satış fiyatı. Kaynak : Dünya

Genetik Saflaştırma Yöntemiyle Yerli Havuç ve Brokoli Tohumu Geliştirildi

Pamukkale Üniversitesi'nde yapılan 'Kışlık sebzelerde çeşit geliştirme projesi' kapsamında yerli brokoli ve havuç tohumu geliştirildi. Pamukkale Üniversitesinde yerli tohum geliştirilmesi için yürütülen proje kapsamında brokoli ve havuçta genetik saflaştırma yöntemiyle yeni tohum çeşitleri elde edildi. AA'nın haberine göre, üniversitenin Bitki Genetiği ve Tarımsal Biyoteknoloji Uygulama ve Araştırma Merkezinde (BİYOM) TÜBİTAK ile Tarım ve Orman Bakanlığı desteğiyle yürütülen 'Kışlık sebzelerde çeşit geliştirme projesi' kapsamında yerli brokoli, havuç ve soğan çeşitlerine yönelik çalışma yürütülüyor. Merkezde yürütülen biyoteknolojik ıslah çalışmalarıyla geliştirilen soğan türlerinde tohum üretimi aşamasına gelinirken, brokoli ve havuçta da saflaştırma çalışması tamamlanan çok sayıda çeşidin tohumlarında deneme ekimlerine geçildi. Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı enstitülere gönderilen tohum çeşitleri, kalite analizi ve deneme üretimlerinin ardından tohum firmalarına ve çiftçilere sunulabilecek. Projede görev alan PAÜ Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Ramazan Alan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, büyük ölçüde ithalatla karşılanan brokoli ve havuçta yerli çeşitler geliştirmek üzere çalışma yaptıklarını belirtti. Özel besi ortamlarında kültüre alınan polenlerden genetik olarak saflaştırılmış brokoli ve havuç çeşitleri geliştirdiklerini aktaran Alan, kökenleri polen hücrelerinden gelmesine rağmen bu bitkilerin büyüdükleri zaman normal bir brokoli veya havuç olarak geliştiğini ve aynı özellikleri koruyarak kendi tohumlarını ürettiklerini ifade etti. Geliştirdikleri tekniklerle bitki türlerinde ıslah süresini birkaç yıla indirebildiklerini anlatan Alan, şu bilgileri verdi: "Elde ettiğimiz saflaştırılmış tohumları, Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı enstitülerde projede görevli ıslahçı arkadaşlara devrediyoruz. İnşallah bunlar birkaç yıl içerisinde yeni çeşitler olarak sofralarımıza gelecek. Brokoli ve havuçta değerli çeşitler genellikle yurt dışından getirilen tohumlarla üretiliyor. Yani iyi tohumluk ihtiyacı ithalat yoluyla karşılandığı için bunların üretim maliyeti artıyordu. Tamamen ülkemize ait ve saflaştırılmış materyallerle tohumlarımızı bir daha yurt dışına ihtiyacımız olmayacak şekilde kendimiz üretebileceğiz ve gönül rahatlığı ile tüketebileceğiz." Tarımda yüksek verim ve kaliteli üretim için ticari potansiyeli olan, zararlı böceklere, hastalığa neden olan organizmalara ve stres koşullarına karşı dayanıklı çeşitlere ihtiyaç duyulduğuna işaret eden Prof. Dr. Alan, bu tohumların geleneksel yöntemlerle ıslahının yıllar aldığına dikkati çekti. Alan, biyoteknolojik yöntemlerle brokolide bir yıl, havuçta 2 yıl, soğanda 2-3 yılda ıslahın tamamlandığını ve çok fazla sayıda çeşit adayı üretme şansına sahip olunabildiğini de sözlerine ekledi. 3 BİN HAVUÇ İÇİN DENEME SÜRECİ BAŞLADI Ekipte görev alan Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fevziye Çelebi Toprak ise proje kapsamında polen hücrelerinden farklı renk ve özelliklerde 6 binden fazla saflaştırılmış havuç ürettiklerini belirtti. Çeşit adayları arasında turuncu, mor, sarı, siyah ve kırmızı türleri olan, her biri ayrı genetik yapıya ve özelliğe sahip bu bitkilerden yaklaşık 3 binini Tarım ve Orman Bakanlığına teslim ettiklerini bildiren Toprak,  "onlar da deneme üretimi yaparak çeşit adaylarını çiftçilerimize gerektiği zaman sunacaklar. İnşallah saflaştırılmış bu yerli tohumlar ülkemiz için hayırlı olur. Havuç çeşitlerinden birine de merkezden esinlenerek Biyom ismini verdik" dedi.

Tohum Gen Bankası'nda Tohumlar Özenle Geleceğe Taşınıyor

Covid-19 Pandemisiyle birlikte gıdaya erişim dünyada temel bir konu haline gelirken, Türkiye'nin binlerce yıllık tohum mirasının muhafaza edildiği Tohum Gen Bankası'nda tohumlar özenle geleceğe taşınıyor. Eksi 18 derecede üst düzey güvenlik önlemleri altında saklanan tohumlar, dünyada bir ilk olan ulusal DNA Barkotlama Projesi ile Türkiye adına kayıt altına da alınıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı, yerel çeşitler başta olmak üzere genetik kaynakların toplanması, muhafazası ve çeşitlendirmesine dönük birçok çalışma yürütüyor. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, Cumhuriyet tarihinin en büyük yerli tohum seferberliğine start vermişti. Türkiye'nin binlerce yıllık ata tohumlarının muhafaza edildiği Tohum Gen Bankası'nda titiz bir çalışma yürütülüyor. Atadan yadigar tohumların bir araya getirildiği gen bankasında 23 bini yerel olmak üzere 60 bin tür ve yaklaşık 120 bin tohum bulunuyor. Çimlenme testi yapılan tohumlara özel vakumlama yöntemi uygulanıyor. Eksi 18 derece soğukta muhafaza edilen tohumlar, vakumlanan paketlerde 10 yıl boyunca canlılığını koruyabiliyor. Türlerin sadece tohumları saklanmıyor, merkezde aynı zamanda bitkilerin herbaryum, DNA ve doku örnekleri de korunuyor. Herhangi bir salgın hastalığa karşı önlemlerin alındığı gen bankasında hijyen kuralları da en üst seviyede tutuluyor. Özel izinlerle girilen merkezde 24 saat boyunca tohumların ısı ve nem dengeleri kontrol ediliyor, aksaklıklarda devreye giren alarm sistemi uyarı veriyor. Böylelikle yaşanabilecek herhangi bir olumsuzlukta tohum kaybının da önüne geçilmiş olunuyor. 250 bin tohum kapasitesine sahip Ankara'da bulunan gen bankasında sadece tohumlar korunmuyor, aynı zamanda onaylanmış araştırma projeleri için materyal de üretilerek araştırmalar destekleniyor. "Çok sayıda gönüllü insan tohum bağışlıyor" Tohum Gen Bankası'nın işleyişine ilişkin bilgiler veren Türkiye Tohum Gen Bankası Bölüm Başkanı Dr. Kürşat Özbek, "2010 yılında açıldı merkezimiz. Türkiye'deki biyolojik çeşitliliğin tespit edilmesi, toplanması korunması, karekterizasyonu, muhafazası ve araştırma gruplarına dağıtılması işlemleri yapılıyor merkezimizde. Elimizde 60 bin civarında örneğimiz var. 23 bin tanesi yerel çeşit. Bakanlığımıza diğer araştırma projelerinden gelen enstitülerden toplanan tohumlar var. Bunun yanı sıra Tohum Gen Bankası'na çok sayıda gönüllü insan tohum bağışlıyor. Birileri geliyor 'Böyle bir tohum bulduk. Dedemizin dedesi tarafından üretiliyormuş' diyorlar. Tohumları alıp kendi tohum prosedürümüze ekliyoruz. Haymana'da bir enstitümüz var, orada üretiliyor. Üretildikten sonra uluslararası standartlarda Tohum Gen Bankası'nda muhafaza ediliyor. Burada sadece tohumlar raflarda muhafaza altında değil. Tarafımıza ait projeler yürütüldü" dedi. "Yıllardır aynı coğrafyada yaşadığı için bu genler hastalıklara karşı dayanıklılık geni geliştiriyor" Türkiye'nin dört bir yanından ata tohumu toplandığını kaydeden Özbek, "Ata tohumlarının özelliği farklı türlerden oluşması, tek düze, tek tip yapı yok içerisinde. Birbirinden farklı örnekler var. Yıllardır aynı coğrafyada yaşadığı için bu genler hastalıklara karşı dayanıklılık geni geliştiriyor. Büyük salgın insanlar üzerinde etki gösteriyor. Ama zamanında bitki türlerini yok eden hastalıklar da oldu. Bunlar için en en önemli kısım bitki genetik kaynakları. Doğadaki genetik kaynağı muhafaza eder bunun ne olduğunu anlayabilirseniz buna yönelik çeşit geliştirirsiniz. Her an doğada bir salgın hastalık çıkabilir, bu hayvanlar, bitkiler için, insanlar için de çıkabilir. Önemli olan o dayanıklılık genini içeren canlıyı bulduğun zaman o hastalığa yönelik çözümler geliştirebilirsiniz. Örnek tek tip olursa gelen bir hastalıktan tüm ürünü kaybedebilirsiniz. Farklı özelliklere sahip çeşitliliğe sahipseniz kuraklık ve salgınlarda daha az etkilenirsiniz" diye konuştu. "Genetik türler dünyada tek olan bir proje ile Türkiye adına kayıt altına alınıyor" Ulusal DNA Barkotlama Projesi kapsamında Barkot Türk adında veri tabanı kurularak yerel kaynakların moleküler düzeyde karakterize edilip Türkiye adına kayıt altına alındığını kaydeden Özbek, "Ülkemizde bu sistem kurulana kadar genetik kaynakların kayıt altına alındığı, moleküler tanımlama bilgileri ile beraber kayıt altına alındığı bir sistem yoktu. Biz bu proje ile ve bunun kapsamında kurduğumuz Barkot Türk veri tabanı ile Türkiye'deki tüm genetik kaynakların moleküler tanımlama bilgilerini alıyoruz ve bunları Barkot Türk adını verdiğimiz veri tabanı vasıtasıyla Türkiye adına kayıt altına alıyoruz. Dünyada 200 milyona yakın genetik kaynak, müleküler düzeyde tanımlanmış ama bunların verileri hep farklı farklı veri tabanlarında. İlk defa Türkiye kendi genetik kaynaklarını kendi karakterize ediyor, bu verileri Türkiye adına kayıt altına alıyor" dedi.

Kapadokya Teknopark’tan “Bitki Sağlığı Teşhis ve Analizi Laboratuvarı Kurulumu Fizibilitesi”

Dünya nüfusunun sağlıklı bir şekilde yaşamını sürdürebilmesi için yeterli ve dengeli beslenmesi, bu gıdaların güvenilirliğinin sağlanmasını da zorunlu kılmaktadır. Gıda zincirinin ilk halkası olan tohum, biyolojik ve kültürel çeşitliliğin de temelini oluşturmaktadır. Sertifikalı tohum; fiziksel, biyolojik ve genetik değer bakımından özellikleri belirlenen ve resmi makamlarca bu özellikleri belgelenen materyal demektir. Tohum aynı zamanda, ülkelerin tarım sektörleri için stratejik bir öneme sahiptir. Günümüzde tohum sadece tarımsal bir girdi değil aynı zamanda teknoloji kullanılarak elde edilen ve yüksek gelir getiren ekonomik değere sahip bir üründür. Sertifikalı tohum, üretimin ve verimliliğin artırılmasında, üretim maliyetinin düşürülmesinde en temel ve en önemli girdidir. Üretim ve verimin artırılması için yetiştirme tekniği metotları, arazi ıslahı, sulama, mekanizasyon, gübreleme, tarımsal mücadele tekniklerinin uygulanmasıyla birlikte bölgeye uyumlu kaliteli tohum çeşitlerinin kullanılması gerekmektedir. “Bitki Sağlığı Teşhis ve Analizi Laboratuvarı Kurulumu Fizibilitesi” ; Ahiler Kalkınma Ajansı 2018 Yılı Fizibilite Desteği Programı, kapsamında Nevşehir Ticaret Borsası ile Kapadokya Teknopark TTO Danışmanlık Hizmetleri Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. arasında imzalanan sözleşme kapsamında hazırlanmıştır. Kapadokya Teknopark TTO tarafından hazırlanan; “Bitki Sağlığı Teşhis ve Analizi Laboratuvarı Kurulumu Fizibilite Raporu” incelendiğinde kurulacak Laboratuvarın, patates sertifikasyonu ve hastalık testleri konularında uluslararası akreditasyon normlarını karşılayan, ulusal ve uluslararası standartlara uygun analiz yapmasına uygun bir zemin oluşturduğu görülmektedir. Çalışmada ayrıntılandığı gibi mevcut hukuki yapı ortaya konmuş, yasal süreci karşılayan düzenlemeler ayrıntılanmış, bunların uygulama yönetmelikleri çıkartılmış, fiziki ve teknik alt yapı için her türlü imkânın karşılanabileceği görülmüştür.   15.000 toprak analizi ve 6.000 patates yumru kapasiteli tesis için yapılan finansal analiz 7.770.788 TL tutarındaki toplam yatırımın, kurumun faaliyete başlamasıyla elde edilecek gelir ile 64,5 ayda yatırım maliyetlerini karşılayabileceğini göstermektedir. “Bitki Sağlığı Teşhis ve Analizi Laboratuvarı”nın kamusal alandan çıkartılıp özel sektöre devrinin, sektördeki sertifikalandırma maliyetini düşüreceği, en önemlisi analiz sürecini kısaltacağı öngörülmektedir. Bu durum,  sektördeki analiz gecikmelerinden yaşanan sıkıntıları da önemli ölçüde ortadan kaldıracaktır. Ayrıca, kurulacak laboratuvarın, bölgedeki patates üretimi, depolanması ve ticaretindeki önemi nedeniyle Nevşehir’de kurulmasının çok avantajlı olacağı düşünülmektedir. Kapadokya Teknopark TTO tarafından hazırlanan “Bitki Sağlığı Teşhis ve Analizi Laboratuvarı Kurulumu Fizibilitesi” yayınlanması ile Laboratuvar kuruluş çalışmalarına da başlanmıştır.    

E-bülten için aşağıdaki bilgileri doldurmanız yeterli.

Giriş Yap

Şifremi Unuttum Kayıt Ol

Kayıt Ol

Şifremi Unuttum