Gıda

NEVÜ’de Gıda Kontrolü ve Geleceği Adlı Konferans Gerçekleştirildi

Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi (NEVÜ) Gıda ve Tarım Kulübü tarafından "Gıda: Kontrolü ve Geleceği" adlı konferans gerçekleştirildi. NEVÜ Vali Şinasi Kuş Kültür ve Kongre Merkezi Gülşehri Salonu’nda düzenlenen konferansa; NEVÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Şahlan Öztürk, NEVÜ Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ersan Kabalcı, akademik ve idari personel ile öğrenciler katıldı. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasından sonra konferansın açılış konuşmasını yapan Kulüp Başkanı Gülseren Şahin, gıda kontrolünün günümüzde sağlık ve güvenlik açısından giderek önem kazanan bir konu olduğunu vurgulayarak gıda kontrolünün temel amacının tüketiciye üretim aşamasından tüketime kadar olan süreçte kaliteli, besin değeri yüksek ve hijyenik gıdaların tedarikini sağlamak olduğunu belirtti. Konferansa konuşmacı olarak katılan Kayseri Gıda Kontrol Laboratuvarı görevli personeli Fikret Türkmen, günümüzde teknolojinin gelişmesiyle gıda kontrolünde önemli değişikliklerin gerçekleştiğini, bu değişikliklerin de farklılaşan tüketici tercihleri ve çevresel bilinçlilikle şekillendiğini ifade ederek, olası risklerin önceden tespit edilebilir hale geldiğini ifade etti. Türkmen, ayrıca gıda kaynaklarının takibinin şeffaf hale gelmesi gerektiğini böylece tüketicinin ürünün kökeni ve güvenilirliği hakkında yeterince bilgiye sahip olması gerektiğini de vurgulayarak, bu durumun günümüzdeki teknolojilerle sağlanabileceğine değindi.  Konferans programı, soru-cevap bölümü ve yapılan değerlendirmelerin ardından Fikret Türkmen’e plaket ve teşekkür belgesinin takdimi ile sona erdi. Kaynak: Basın Bülteni

Gıda Nanobiyoteknolojisi Üzerine İkinci Kitap Çıkarıldı

Nanoteknoloji alanındaki nadir eserlerden biri daha piyasaya çıktı. “Gıda Nanobiyoteknolojisi Cilt 1” kitabı Cumhuriyetimizin 100. Yılını kutladığımız 2023 yılının Mart ayında yayınlanmıştı. Şimdi de aynı editör grubu tarafından hazırlanan “Gıda Nanobiyoteknolojisi - Cilt II” kitabı Sidas Yayıncılık tarafından Aralık ayında okuyucuları ile buluştu. Nanoteknoloji alanında çalışan bilim insanları ve ilgi duyanlar için başucu niteliğinde bir eser diyen kitabın editörlerinden Bartın Üniversitesi, Fen Fakültesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Öğretim Üyesi ve dünyanın en etkili bilim insanları listesinde yüzde ikilik dilime giren Doç. Dr. Zafer Ceylan: “ Bugün elinizde olan bu eser, Cumhuriyetimizin 100. Yılında, bilimsel faaliyetlerin çok daha önemli olacağı, Türkiye Yüzyılı kapsamında ikinci yüzyılımızın başlangıcında okuyuculara heyecan ve gururla sunmak istediğimiz bir eser olmuştur. Bu eserde, Bartın Üniversitesi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Alanya Üniversitesi, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Sinop Üniversitesi, Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi, Elazığ Fırat Üniversitesi, Konya Selçuk Üniversitesi olmak üzere Ülkemizin Kuzeyi ile Güneyini, Batısı ile Doğusunu Gıda Nanobiyoteknolojisi kitabında bir araya getirmiştir. Yazarların nanoteknoloji ve/veya biyoteknoloji konularında çalışmaları mevcut”dedi. Bilim; merak ve insanın bilmek isteme arzusundan doğmuş, Orta Çağ’daki en güçlü düşmanlarını bile yenerek günümüz insanının hayatını kolaylaştıran pek çok olaya temel oluşturmuştur diyen kitabın ikinci editörü Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Raciye Meral ise sözlerini şöyle sürdürdü: “Gelişen ve değişen bilime gelişen teknoloji eşlik etmiştir. Asırlar önce kullanılmaya başlayan ve çağımıza damga vuran nanoteknoloji ise bilmek isteyen insanın ürettiği ve pek çok soruna çözüm olabilen bir teknolojidir. İşte bu nedenle, bu teknolojiyi anlamak, anlatmak ve yaygınlaştırmak akademisyenlerin görevlerinden birisidir. Bu anlayışla böyle bir eser kazandırmak istedik” Hayatın her alanında varlığını iyice hissetmeye başladığımız nanoteknoloji, terim olarak ilk kez 1974’te Norio Taniguchi tarafından kullanılmıştır diyen kitap editörlerinden Alanya Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Y. Birol Saygı: “Nanoteknoloji, 1 ile 100 nanometre arasında değişen ölçülerde yapılan mühendislik ve teknoloji çalışmalarının tamamına verilen isimdir. Nanoteknoloji, günlük yaşantıda kullanılan ölçü birimleri ile değerlendirilmesi yapılamayacak kadar küçük boyutlarda çalışmaların yapıldığı bir alandır. Bu nedenle kendine has bir ölçüm birimi vardır. Nanometre olarak isimlendirilen bu ölçü birimi; milimetre ya da santimetre gibi belirli bir büyüklüğü tanımlamak için kullanılır. Bir nanometre; bir metrenin milyarda birine eşit ölçü birimidir. Nano parçacık ise 1 ile 100 nanometre boyutlarındaki tek bir maddeyi ifade etmek için kullanılır. Bu parçalar çıplak gözle görülemez. Aynı zamanda geleneksel olarak kullanılan mikroskoplar ile bakıldığında da görülmesi mümkün değildir.”şeklinde konuştu. Altı bölümden oluşan kitabın bölüm başlıkları ve yazarları şöyle sıralanıyor; “Nanobiyoteknoloji Gıda Güvenliği-Beslenme- Maliyet- Regülasyonlar” başlıklı birinci bölümü Zafer Ceylan, Raciye Meral, Birol Saygı, Hande Seven Avuk, Can Okan Altan, Mehmet Mustafa Ekin, Cansu Atıcı kaleme aldı. “Nanopartiküllerin Genotoksik Etkilerinin Değerlendirilmesi-Testler” başlıklı ikinci bölümü Mehmet Cengiz Karaismailoğlu yazdı. “Nanotüp ve Gıda Yaklaşımları” bölümünü Ayşe Gürel İnanlı, Özlem Emir Çoban tarafından, “Nanoteknolojinin Gıda Ambalaj Endüstrisinde Kullanılması” başlıklı dördüncü bölümü Elvan Ocak, Abdullah Demirci, Şule Şirin ve 5.Bölüm “Fonksiyonel Gıda Kavramında Nanoprobiyotik ve Nanoprebiyotikler”i Nazik Meziyet Dilek, Halime Alp yazdı. “Biyokimya-Sağlık-Salınım Üçgeninde: Nanopartiküller” başlıklı altıncı bölüm ise Yusuf Ceylan, Kevser Betül Ceylan tarafından kaleme alındı. Kaynak:İHA

Sıfır Atık İle Zeytinyağı Üretimi

Faruk Durukan, “15 yıl önce zeytin meyvesinin yağından, etinden, çekirdeğinden, kara suyundan istifade edilerek hiçbir atık kalmaması üzerine projeye başlamıştım. Bunu başardık. Yeni geliştirilen teknik ile çekirdeğini zeytinden ayırıp zeytinyağı üretimi yapmaya, çekirdeği de ilaç sanayisinde kullanmaya başladık” dedi. 15 yıl önce zeytinyağı üretiminde sıfır atık hedefiyle projeye başladıklarını ifade eden Durukan “Bu çalışmamız 2008 yılından bugüne kadar devam etmekteydi. Neticeye şu anda ulaşmış durumdayız. Ben 15 yıl önce zeytin meyvesinin yağından, etinden, çekirdeğinden, kara suyundan istifade edilerek hiçbir atık kalmaması üzerine projeye çalışmasına başlamıştım. Bunu başardık” dedi. Zeytinyağından sıfır atık projesi dahilinde üretilen makinelerin ve tekniklerin tamamen yerli ve milli imkanlar ile üretildiğine değinen AR-GE Firması sahibi Durukan “Şu anda bütün makinaları kendi imkanlarımızla Türk mühendisleriyle üretildi. Kendimiz ürettik ve üretime de geçtik. Bu çalışmamız evlerde zeytinyağı üretilebilecek bundan sonra. Her bir ev istenirse zeytinyağı fabrikası şeklinde zeytinin en iyi şekilde işleyerek yağını çıkarabilecek. Burada şu anda en kaliteli zeytinyağı üretmiş durumdayız” dedi. “İMHA EDİLİP YAKILIYORDU” Yeni yöntem ile hem sıfır atık zeytinyağı üretildiğini, hem de en kaliteli zeytinyağlarının üretiminin yapıldığına değinen Faruk Durukan “Halk arasında zeytin sütü dediğimiz sızma dediğimiz zeytinyağını basınç görmeden elde ettiğimiz bir yöntem. Bizim bu çalışmamızda öncelik çekirdekleri ayırarak. Zeytin çekirdeklerini ayırarak uzaklaştırıldıktan sonra zeytin meyvesinden elde ettiğimiz hamurun yağını, su vermeden, ısı vermeden soğuk sıkım olarak elde ediyoruz. Bu aşağı yukarı 4-5 dizyem dediğimiz ve antioksidan değerleri yüksek bir yağ elde etmiş oluyoruz. Daha sonra bu çıkan kalan yağı alındıktan sonra kalanda zeytin ezmesi oluyor. Bunu ister ekmeklere katabilirsiniz, ister tarhana yapabilirsiniz. Börek çörektir, aklınıza gelebilecek her şeyde kullanabilirsiniz. İsterseniz sabah kahvaltılarında zeytin ezmesi olarak da kullanabilirsiniz.” diye konuştu. Zeytinyağın üretimde atık olarak ortaya çıkan ve doğa kirliliğine de sebep veren karasu, prina gibi atıkların bu yöntem ile ortadan kaldırıldığına değinen Faruk Durukan “Peki şu anda bunlar ne oluyor inanın şu anda bunlar yakılıyor imha ediliyor. Oysa biz insan insana faydalı bir ürün haline getiriyoruz. Sonra bu çekirdekler ne oluyor? Bu çekirdeklerin içerisinde kırılarak embriyosunu alıyoruz. Bunu da ilaç ham maddesi olarak hem yurt içi hem yurt dışına satıyoruz. Bunlar dünyanın aslında en kıymetli maddeleri. Ama şu ana kadar bunlar sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada imha edilip yakılıyordu.” ifadelerini kullandı. Yapılan bu yeni yöntem ile ülke ekonomisine katkı sağlanacağını ifade eden AR-GE Firması sahibi Faruk Durukan “Allah’ın bu kadar mükemmel yarattığı bir ürünün biz bugüne kadar sadece yağını kullanıyorduk. Diğer tarafları yağdan kalan atıklar atılıyordu. Bu inanın ülke ekonomisinde çok ciddi bir miktar kayıptı” şeklinde konuştu. Kaynak:Basın Bülteni

Domates, Nobel Ödüllü Yöntemle Hastalıklara Dayanıklı ve Daha Verimli Olacak

ANTALYA'da, 2020 yılında Nobel ödülü alan CRISPR/Cas9 teknolojisinden yola çıkan Batı Akdeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü (BATEM) Ziraat Yüksek Mühendisi Kübra Yıldız, domatesin genetiğinde hastalıklara yol açan kısımları mutasyonla değiştirip hem dayanıklı hem de daha verimli hale getirdi. Tarım ve Orman Bakanlığı'na bağlı BATEM'de görevli Ziraat Yüksek Mühendisi Kübra Yıldız, bitki sağlığı alanında Ar- Ge çalışmaları yapıyor. Özellikle üreticilerden gelen talepler doğrultusunda çalışmalarına yön veren Yıldız, bitkilerin hastalık etmenlerine karşı savunma geliştirmeleri ve daha dayanıklı olabilmeleri için 2020 yılında Nobel Kimya Ödülü verilen CRISPR/Cas9 yönteminden yola çıktı. CRISPR/Cas9 teknolojisi, bazı bakterilerin virüslere immünolojik savunmasında önemli rol oynayan bir protein yapısı olarak dikkati çekiyor. Bu protein mekanizmasının genetik mühendisliği uygulamalarında bir hücrenin genomunu değiştirmek için yoğun olarak kullanılmasını örnek alarak uygulayan Yıldız, bitkiler üzerine çalışmaya başladı. Özellikle domatesi hastalıklara daha dayanıklı ve virüslere karşı kendini onaran ve savunan bir duruma getirmeye çalışan Yıldız, bu şekilde meydana gelecek verim kaybının da kısa sürede ortadan kalkacağını anlattı. Bu yöntemin çok sayıda çalışmaya rol model olduğunu söyleyen Kübra Yıldız, "Antalya'da üretim alanlarında en çok hastalık yapan iki faktörü seçtik. Begomavirus grubu ve domatesteki külleme hastalığı. Bu ikisi de üretimi yüzde 60-70 oranında düşürmekte olup şimdilerde meyvelerini almaya başladık. Bitki çeşitlerimiz büyümeye başladı" dedi. 'BAKTERİYE NEYİ YÜKLERSENİZ, O BİTKİNİN GENOMUNDAKİ SORUNU ORTADAN KALDIRIYOR' Yıl sonuna kadar dayanıklı bitki çeşidini ve tohumu elde etmeyi hedeflediklerini de belirten Kübra Yıldız, "Bu bakteri bir terzinin makası gibi. O bakteriye neyi yüklerseniz o gidip bitkinin genomundaki sorunu ortadan kaldırıyor. Bugüne kadar çok sayıda genetik düzenleme aracı vardı ama bunlar genetiği değiştirilmiş organizma olarak adlandırılıyordu. Ancak biz CRISPR/Cas9 modelinde GDO olmayan ve güneşin bile yapabileceği bir mutasyona sebep olarak GDO olmayan son ürün elde edebiliyoruz. 10 yılda klasik ıslah çalışmalarıyla yapılacak dayanıklı bitkiyi biz bu yöntemle en fazla 1 yılda hazırlıyoruz" diye konuştu. Yıldız, bu yöntemin yasal süreçleri tamamladığında, tohum formunda üreticiye verilecek ürünle sağlıklı bitkilerin daha verimli halde kazandıracağını sözlerine ekledi.  CRISPR-CAS9 NEDİR? Nobel Kimya Ödülü 2020 yılında, DNA zincirlerini kesmeye ve yeniden birleştirmeye olanak sağlayan 'CRISPR-Cas9' sisteminin geliştirilmesine katkılarından dolayı, Fransız mikrobiyolog Emmanuelle Charpentier ile ABD'li biyokimyacı Jennifer A. Doudna'ya verildi. 'DNA'da Ameliyat Yapabilen Teknoloji' olarak da anılan CRISPR-Cas9, 2020 Nobel Kimya Ödülü ile bilim dünyasında heyecan yaratan bir uygulama. CRISPR-Cas9, bir genom düzenleme aracı. Genetikçilerin ve tıp araştırmacılarının DNA üzerinde ekleme, çıkarma yapmalarına ya da DNA dizilimini değiştirmelerine olanak tanıyan özgün bir teknoloji. Bugüne kadar kullanılan tekniklerin hepsinden daha hızlı, daha ucuz ve daha yüksek doğruluk oranına sahip olan CRISPR-Cas9, geniş bir uygulama yelpazesine sahip.   Kaynak: Basın Bülteni

Mentollü Nane Yağında Dışa Bağımlılığa Son

Isparta Uygulamalı Bilimler Üniversitesi (ISUBÜ) Ziraat Fakültesi, TÜBİTAK desteğiyle Türkiye'nin en zengin nane koleksiyonu bahçesini oluşturdu. Üniversitenin doğu yerleşkesindeki 3 dekarlık uygulama bahçesinde, Türkiye ile 14 ülkeden 100'ün üzerinde nane çeşidiyle yapılan çalışmada, çeşitlerin bölgeye adaptasyonu ve kimyasal içerikleri detaylı şekilde araştırıldı. 4 üniversiteyle yürütülen proje sayesinde, mentollü nane yağında dışa bağımlılığın önüne geçilmesi ve Türkiye'de üretiminin artırılmasının amaçlandığı belirtildi. 'NANEYİ GENELDE BAHARAT OLARAK BİLİRİZ' Projeyi yürüten Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsa Telci, nanenin sadece baharat olarak kullanılan bir bitki gibi değerlendirilmesinin doğru olmadığını, kozmetik, tıp, tarım ve sanayi alanlarında da kullanıldığını söyledi. Prof. Dr. Telci, "Naneyi genelde baharat olarak bilir ve kullanırız. Ancak nane türleri ilaç, kozmetik sanayisinde kullanımı yanında birçok patojene karşı güçlü biyolojik aktivite göstermektedir. Bu çalışmayla özellikle öncelediğimiz ana amaçlardan biri, mentol bakımından zengin çeşitleri belirlemekti" dedi. Türkiye'de yetişen nanelerin baharatlık olduğunu, mentol tipi nanelerin Türkiye florasında bulunmadığını belirten Prof. Dr. Telci, mentol kaynağı nane türlerinin ise başta Hindistan olmak üzere çeşitli ülkelerden ithal edildiğine işaret etti. 'EN ÖNEMLİ SORUN, ÜRETİM MATERYALİ' Prof. Dr. İsa Telci, "Nane üretimi konusunda ülke olarak ticari üretim noktasında en önemli handikaplarımızdan biri, bitki üretim materyali sorunu dediğimiz bu aşamayı tamamlamış bulunuyoruz. Diğer alanlarda kullanılan tipler de var. Özellikle 'linalol' ve 'linalil asit' dediğimiz kozmetik sanayi bakımından zengin tipler de elimizde mevcut; Türkiye'de üretimi yapılmıyor ancak yurt dışında yapılan çeşitler. Biz de bu alanda üretim yapmak isteyen sektör için önemli bir materyali belirlemiş olduk. Bu çalışmalar sonrasında ülkemizin nane konusunda dışa bağımlılıktan kurtulabileceğini söyleyebiliriz. İstatistiklere baktığımızda 'citrus' türlerinden sonra en fazla alımını yaptığımız tür, nane yağlarıdır. Bu nane yağları da özellikle mentol bakımından zengin olan türler. Buradaki en önemli sorun, üretim materyali. Mentol bakımından zengin çeşitlerin bulunmaması. Bu çalışma ile üretimdeki bu handikap ortadan kalkmış oldu. Üreticilerimiz için, sanayicilerimiz için üretim için gerekli materyali tamamlamış olduk" diye konuştu. Prof. Dr. Telci, projedeki araştırmaların TÜBİTAK desteğiyle sürdürüleceğini sözlerine ekledi.  Kaynak:DHA

Telefonlar Sayesinde Gıda Tazeliği Anında Takip Edilebilecek

Dr. Levent Beker ve Dr. Emin İstif liderliğindeki ekip, TÜBİTAK tarafından desteklenen bir proje kapsamında, cep telefonu uygulaması üzerinden gıdaların tazeliğini anında gösteren bir sensör geliştirdi. Bu önemli çalışma, dünyanın saygın bilim dergisi Nature’da geniş bir yer buldu. Gıda israfı ve gıda kaynaklı hastalıkların küresel sorunlar arasında önemli bir yer tuttuğu günümüzde, Koç Üniversitesi’nin Biyoentegre Mikrocihazlar Laboratuvarı tarafından yapılan bu çalışma, büyük bir çığır açma potansiyeline sahip. Araştırmacılar, geliştirdikleri sensörle özellikle et ürünlerinin tazeliğini saniyeler içinde tespit edebilen bir sistem oluşturdu. TÜBİTAK Destekli TÜBİTAK tarafından desteklenen proje kapsamında, Koç Üniversitesi’nin Makine Mühendisliği Öğretim Üyesi Dr. Levent Beker ve Dr. Emin İstif’in liderliğindeki ekip, yaklaşık 500 bin TL’lik fonla bu önemli sensörü geliştirdi. Sensör, özellikle protein zengini gıdalardaki bozulmaları algılayarak, bu gıdaların tazeliği konusunda anında bilgi sağlıyor. Gıda israfının yanı sıra gıda kaynaklı hastalıkların da büyük bir sorun olduğunu vurgulayan Dr. Emin İstif, sensörlerinin özellikle et, tavuk ve balık gibi protein kaynaklı gıdalarda kullanılabilecek kapasitede olduğunu belirtti. Bu sensör, gıdaların üzerine entegre edilerek, market raflarında durdukları süre boyunca tüketiciye gıdanın tazeliği konusunda anında bilgi sağlıyor. Et Üreticileri İçin Avantajlar Sağlıyor Araştırmacılar, bu inovasyonun et üreticileri için büyük avantajlar sağlayabileceğini, nakliye sırasında ortaya çıkabilecek olumsuz koşulları önceden bilerek büyük tasarruf sağlayabileceklerini ifade etti. Ayrıca bu teknolojinin gıda israfını azaltarak çevresel ve ekonomik maliyetleri de önemli ölçüde düşürebileceği belirtildi. Bu çığır açan teknoloji, mobil telefon uygulaması üzerinden anında tazelik bilgisi sunarak, tüketicilere güvenli ve sağlıklı gıda tüketimi konusunda önemli bir destek sağlıyor. Koç Üniversitesi araştırmacıları, gıda sektöründe önemli bir dönüm noktası oluşturan bu sensörle ilgili detayları Nature Food dergisinde paylaştı. Kaynak:AA

Trakya Tohumculuk Vadisi'nde 'Bitki Islahında Genetik Kaynaklar ve Moleküler Yöntemler' Çalıştayı Düzenlendi

Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Trakya Tohumculuk Vadisi Uygulama ve Araştırma Merkezi, Trakya Kalkınma Ajansı ve Trakya Tohumcular Derneği işbirliğiyle düzenlenen "Bitki Islahında Genetik Kaynaklar ve Moleküler Yöntemlerin Kullanımı" çalıştayı büyük ilgi gördü. Çalıştay, Ziraat Fakültesi A Blok Konferans Salonu'nda 22 Eylül Cuma günü saat 14.00'te gerçekleştirildi ve Tarla Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Metin Tuna moderatörlüğünde ilerledi. Açılış konuşmasını yapan Trakya Tohumcular Derneği Başkanı İbrahim Toruk, tohumculuğun bölgedeki gelişimini vurgulayarak yerli tohumun önemini ve kurumlar arası işbirliğinin gerekliliğini vurguladı. Ardından, Trakya Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri Mahmut Şahin, bölgede tohumculuk ve tarım için Kalkınma Ajansı olarak verdikleri destekleri açıkladı. Şahin ayrıca; Kalkınma Ajansı, Trakya Tohumcular Derneği ve Trakya Tohumculuk Vadisi Uygulama ve Araştırma Merkezi'nin işbirliğiyle oluşturulan Trakya Tohum A.Ş.'nin bölgede milli çeşitlerin yaygınlaştırılmasına katkı sağladığını belirtti. Çalıştayın davetli konuşmacıları arasında yer alan Şenay Boyraz Topaloğlu, Bitki Genetik Kaynakları ve Genetik Çeşitliliğin önemini vurgularken; Prof. Dr. Ahmet Latif Tek, Sitogenetiğin Bitki Islahında Kullanımı konusunda bilgilendirmelerde bulundu. Programın önemli konuşmacılarından Prof. Dr. Hakan Özkan, Bitki Islahında Moleküler Yöntemleri anlatarak Tekfen Tohumculuk örneğini paylaştı. Ayrıca, Kansas State Üniversitesi'nden Prof. Dr. Bikram Gıll, bitki genetik kaynaklarının endüstriye katkıları hakkında değerli bilgiler verdi. Program sırasında, konuşmacılara günün anısına Karacakılavuz dokuması takdim edildi ve Trakya Türk TV aracılığıyla canlı olarak yayınlandı.   Kaynak: Basın Bülteni

FDA Gıda Alerjenlerine İlişkin Taslak Klavuzu Yayınladı

ABD Gıda ve İlaç İdaresi, gıda tesislerinin mevcut iyi üretim uygulamaları (CGMP’ler) ve insan gıdasına yönelik önleyici kontroller gerekliliklerine uymasına yardımcı olmak üzere tasarlanan güncellenmiş kılavuz taslağını duyurdu. Özellikle gıda alerjenleriyle ilgili yeni bölüm, gıdanın başlıca gıda alerjenleriyle çapraz temasından korunmasını ve bitmiş gıdanın ana gıda alerjenlerine göre uygun şekilde etiketlenmesini sağlamanın yollarını özetlemektedir. Milyonlarca Amerikalının gıda alerjisi var ve gıda alerjeni içeren ürünlere karşı olumsuz reaksiyonlar yaşayabilir. Alerjik reaksiyonların birçoğu yalnızca hafif semptomlarla ortaya çıksa da, bazıları şiddetli olabilir ve hatta yaşamı tehdit edebilir. Bu yılın başlarında, Gıda Alerjisi Güvenliği, Tedavisi, Eğitim ve Araştırma (FASTER) Yasası 1 Ocak’ta yürürlüğe girdiğinde, susam dokuzuncu ana gıda alerjeni olarak eklendi. Bu, susamın artık bir gıdada bulunduğunda gerekli olduğu anlamına geliyor. Gıda etiketlerinde açıklanacak ve firmaların susam alerjeniyle çapraz teması önemli ölçüde en aza indirecek veya önleyecek kontroller uygulaması gerekiyor. HIZLI Yasası’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte, FDA ve susam alerjisi olan üyeleri olan aileler, susamın açık etiket beyanı ile susam alerjisi olanların yiyecek seçimlerinde daha güvenli hissetmelerinin daha kolay olacağını umuyorlardı. Ancak bazı üreticiler, çapraz teması en aza indirmek veya önlemek için uygun önlemleri almak yerine, önceden susam içermeyen ürünlere kasıtlı olarak susam ekliyor ve ürünleri varlığını belirtmek için etiketliyor. Bu, üreticilerin önemli bir gıda alerjeninin varlığını açıklama konusunda yasaya uymasını sağlar. Ancak susam alerjisi olan tüketicilerin seçeneklerini de sınırlıyor, bu da FDA’nın desteklemediği bir sonuç.  “FDA, susam ve diğer başlıca gıda alerjenlerine karşı alerjisi olan tüketicilerin, kendileri için güvenli olan gıdaları bulmalarına yardımcı olabilecek fırsatlar arıyor. Üreticileri, alerjenlerle çapraz teması önlemek ve doğru etiketlemeyi sağlamak için bugün yayımlanan taslak kılavuz güncellemelerindeki yönergeleri takip etmeye teşvik ediyoruz,” dedi FDA Komiseri Robert M. Califf, MD “Ürünlerin alerjen içermemesini sağlama konusunda zorluklar olduğunun farkındayız ve biz Bu konuyla ilgili paydaşlarla temas halindeyiz. Ajans, gıda alerjisi olan tüketicilerin ihtiyaçlarını karşılayan, yetkililerimiz bünyesinde çözümler bulmakla ilgileniyor. Bu taslak kılavuzun yeni alerjen bölümüyle güncellenmesi, üreticilerin bu hedefe ulaşmasına yardımcı olacak bir araç sağlıyor.”    Kaynak: Basın Bülteni

Çikolata yerine Kullanılan Kokolin Sağlığı Tehdit Ediyor

Çikolata benzeri peynir altı suyundan veya kakao tozundan yapılan kokolin ürününün zararlı olduğuna dikkat çeken Çikolata Uzmanı Elif Aslı Yıldız, "Gerçek çikolata yüzde 100 kakao yağından yapılır. Çikolata diye satılan kokoline dikkat edilmesi gerekir. Bu ürün kakao yerine kakao tozu barındıran çikolata benzeri bir tatlı türüdür" dedi. Bu yıl 31'inci kez düzenlenen Uluslararası Gıda Ürünleri ve Teknolojileri Fuarı'na yerli ve yabancı birçok gıda şirketi katılıyor. Şirketler burada inovatif ürünlerini sergilerken, gıdalarda kullanılan ürünlere de dikkat çekiyor. Çikolata Uzmanı Elif Aslı Yıldız, çikolata benzeri ürünlerin zararlı olduğuna dikkat çekti. Yıldız, "İnsan sağlığını tehdit eden, çikolata dahi diyemeyeceğimiz kokolini çikolata diye satıyorlar. Kokolin; içinde süt yerine peynir altı suyu tozu barındıran, kakao yağı yerine margarin, kakao yerine kakao tozu barındıran çikolata benzeri bir tatlıdır. Bu ürüne, çikolatanın kalitesini belirlemede önemli rol oynayan kakao yağını bulundurmadığından dolayı kokolin ismi verilir. Bu da insan sağlına zararlı bir üründür" dedi. "Çikolata diye sağlıksız ürün satıyorlar" Çikolata yerine ucuz maliyetli kokolin ürününü sattıklarını belirten Yıldız, "Çikolata alınırken gerçekten o ürünün çikolatamı olduğuna bakılması lazım. Bunu nasıl anlarız dersek; ürünün etiketine dikkat edilmesi gerekir. Açıkta satılan ürünlerden kaçınılmalı. Üreticisi belli olmayan merdiven altı ürünlerden uzak durulmalı. Çikolatada kakao yağı dışında bir yağ bulunmaması gerekir. Bitkisel yağ denilen alternatif yağlar olmaması gerekir. Gerçek çikolata yüzde 100 kakao yağından yapılan üründür. Özellikle çikolata tüketiminde çocukların yediği ürünlere dikkat edilmesi lazım. Çocuklara çikolata yedirirken gerçek çikolatalar yedirilmeli. Aslında çok önemli ve güzel bir ürün farklı şekilde üretildiğinde zarara dönüşebiliyor. Kakao yağı, vücut ısısının altında eriyebilen tek yağdır. Uygun fiyatlı ve ne olduğu belli olmayan ürünlerden kaçınılmalı. Kokolin, içinde süt yerine peynir altı suyu tozu barındıran, kakao yağı yerine margarin, kakao yerine kakao tozu barındıran çikolata benzeri bir tatlı türüdür. Bu ürün, çikolatanın kalitesini belirlemede önemli rol oynayan kakao yağını bulundurmadığından dolayı kokolin ismi verilir" diye konuştu. "14 kategoride 500 farklı ürün gamı" Öte yandan fuarı değerlendiren Yıldız, ''Fuar çok güzel başladı ve güzel devam ediyor. Dünyanın dört bir tarafından gelmiş, insanları İstanbul'da ağırlamak gurur verici. Yabancıların Türk çikolatalarına ilgisi çok büyük. Her ürüne değil, inovatif ürünlere daha çok ilgililer. Türkiye'de, her kategoride birçok kaliteli ve güzel ürünleri bulabiliyorlar. Ortadoğu'nun ülkemize her zaman ilgisi büyük. Bizim 14 kategoride 450 - 500 farklı ürün gamına sahibiz. Daha da yeni ürünlerimizi üretmeye çalışıyoruz. Bu ürünlerin 150 tanesi Türkiye'de bulunuyor. Ülkelere göre özel ürettiğimiz ürünlerde oluyor" şeklinde konuştu.   Kaynak: Basın Bülteni

Muğla Büyükşehir Belediyesi ve Muğla Ticaret Borsası'nın Kuruluşu İçin İmzaları Attığı Gıda Analiz Laboratuvarı'nda Çalışmalar Sürüyor

Muğla Büyükşehir Belediyesi ve Muğla Ticaret Borsası'nın kuruluşu için imzaları attığı Gıda Analiz Laboratuvarı; Üretilen tüm mamul, yarı mamul, hammadde gıda ürünlerinin kalite kriterlerinin belirlenmesi, yenilikçi ürün geliştirmek için Ar-Ge çalışmalarının gerçekleştirilmesi, kalitesi belirlenmiş ürünlerin pazar imkanlarının arttırılması amacıyla kuruluyor. Zeytinyağı ve bal konusunda Türkiye’nin en iddialı kenti olan Muğla’da kurulumu devam eden Gıda Analiz Laboratuvarı bu ürünlerin dışında diğer gıdaların analizleri ile de üreticinin ve tüketicinin yanında olacak. Muğla Büyükşehir Belediyesi ve Muğla Ticaret Borsası işbirliği ile Muğla Ticaret Borsası hizmet binası 2. katında yapımı devam eden Gıda Analiz Laboratuvarı’nın analitik cihazların alımı gerçekleştirildi. Kısa sürede faaliyete alınması planlanan laboratuvarda ilk başta bal ve zeytinyağı analizleri yapılacak. Muğla Büyükşehir Belediyesi ve Muğla Ticaret Borsası işbirliği ile kurulacak olan Gıda Analiz Laboratuvarı yaklaşık 50 milyon TL’ye mal olacak.   Kaynak: Basın Bülteni

Tarımdaki zararlı böcekleri ilaç kullanmadan yok eden cihaz geliştirdiler

İTÜ Çekirdek Ön Kuluçka Merkezi hızlandırma programına kabul alan Crop Genius firması mühendisleri, tarımda bitki ve ağaçlara zarar veren böcekleri ilaçsız yok etmek için geliştirdikleri ürünlerini, AA'nın 8. kez global iletişim ortağı olduğu, dünyanın en büyük uzay, havacılık ve teknoloji festivali TEKNOFEST'te sergiledi. Akdeniz Üniversitesi Ziraat Mühendisliği öğrencisi ve Crop Genius Kurucusu Selman Canlı, AA muhabirine yaptığı değerlendirmede, ailesinin çiftçilikle uğraştığını ve üretim yaptıkları bir dönem tarlalarına dadanan zararlıdan dolayı büyük zarara uğradıklarını anlattı. Bu sebeple zararlıları sürekli olarak tarladan uzak tutmaya yönelik fikirler düşünmeye başladığını belirten Canlı, üniversitede ziraat mühendisliği okumaya bu nedenle karar verdiğini söyledi. Canlı, ürünleriyle tarımda ilaçlamayı ortadan kaldırmayı hedeflediklerini belirterek "Organik ve katma değerli ürünler üreterek ihracatta tarımın payını artırmayı amaçlıyoruz. Kendimiz de üretim yaptığımız için ürettiğimiz ürünlerdeki ilaç miktarını azaltarak ihracatta, sınırda herhangi bir engele takılmadan doğrudan yüksek katma değerli ürünleri pazara sunmayı amaçlıyoruz." dedi. "Polenleme yapan yararlı canlılara zarar vermiyor" Geliştirdikleri cihazın çalışma mekanizmasına ilişkin de bilgi veren Canlı, şunları kaydetti: "Ürünün merkezinde bulunan feromon yani eşey salgı kokularını patentini aldığımız ultrasonik ses dalgaları ve ultraviyole dalgalarla taklit ederek zararlıları doğrudan ürünün merkezine çekiyoruz. Daha sonra bu zararlıları fan yardımıyla ürünün içinde bulunan torbaya çekiyoruz. Ürün gece saat 2'den gündüz güneş doğana kadar çalışıyor. Böylece gündüz vakti polenleme (tozlaşma) yapan yararlı canlılara zarar vermiyor. Bu konuda herhangi bir endişemiz yok. Bizim ürünümüz özelikle çiçekten meyveye geçiş döneminde etkili oluyor. Yani polenleme bittikten sonra aktif olarak kullanılıyor." Seri üretime geçmeyi hedefliyor Canlı, ürünün İzmir Agroexpo Tarım Fuarı'nda Girişim Özel Ödülü aldığını belirterek kendilerine 1300'den fazla ön sipariş geldiğini söyledi. Tarım alanının büyüklüğüne göre ürünün kapasitesinin de artırılabileceğini ifade eden Canlı, gelecek aylarda seri üretime geçmeyi istediklerinin altını çizdi. Canlı, tarımsal üretimi katma değerli hale getirmeyi hedeflediklerini belirterek sözlerini şöyle tamamladı: "Odaklandığımız nokta organik tarım. Tohumdan meyveye kadar olan süreçte birtakım kimyasal ilaçlar kullanılıyor. 1 litre kimyasal ilaç ortalama 4 ton suya karıştırılarak toprağa veriliyor. Biz bu ürünle kullanımına engel olduğumuz her 1 litre kimyasal ilaç için 4 tona kadar su tasarrufu sağlıyoruz. Bu da organik tarımla birlikte çiftçinin girdi maliyetini düşürerek ülke hedeflerimize yönelik ürünler geliştirmenin önünü açıyoruz."   Kaynak: Basın Bülteni  

Yaşlanmayı Tersine Döndüren Bir Kokteyl Buldu

Şimdilik çalışmanın yalnızca laboratuvardaki insan hücrelerinde yapıldığını söylemekte fayda var. Tek hücre hatlarında yaşlanmayı durdurmak, canlı hayvanlarda yaşa bağlı sağlık faktörlerini iyileştirmenin mümkün olduğunu göstermek için yeterli değil. Ancak bu alandaki çalışmalar açısından sonuçlar çok önemli, aynı zamanda ilgi çekici. Sinclair ve ekip arkadaşları, yayınladıkları makalede “Bir haftadan daha kısa bir sürede, hücresel kimlikten ödün vermeden, genom boyunca genç bir transkript profilini geri kazandıran ve transkriptomik yaşı tersine çeviren altı kimyasal kokteyl belirledik. Böylece, yaşı tersine çevirerek gençleşme sadece genetik değil, aynı zamanda kimyasal yollarla da sağlanabilir” ifadelerini kullandı. Hücrelerin yaşlanması ve bilim dünyasının bunu durdurma yarışı Hücreler, canlı embriyo halindeyken sınırsız bir potansiyele sahiptir. Yaşlılıkta ise sadece belirli bir hücre tipine dönüşür ve sonunda yaşlanıp işlevselliğini yitirir. 2012 yılında Shinya Yamanaka ve Sir John B. Gurdon bu sürecin tersine çevrilebileceğini gösterdikleri için Nobel Ödülü kazanmıştı. Birkaç yıl sonra, bir araştırma ekibi farelerde yetişkin hücreleri kök hücrelere dönüştürerek, bu hayvanları daha sağlıklı hale getirmeyi başarmıştı. O zamandan beri, aynı şeyi hücreleri kanserli hale getirmeden insanlarda da uygulamak için adeta bir yarış var. Sinclair'in laboratuvarı şimdiden bu alanda umut verici erken sonuçlar elde etti ve Yamanka’nın keşfettiği genetik faktörleri kullanarak, optik sinirleri hasar görmüş farelerde ve maymunlarda görme yetisini geri kazandırmayı başardı.Ancak tüm bu çalışmalarda gen terapisi kullanılıyor, Yamanka adı verilen faktör genleri bir virüs kullanılarak veriliyor. Bu pahalı, tartışmalı ve sorunsuz olmaktan uzak bir yöntem. Buradaki zorluk, bir ilaç ya da terapiye dönüştürülebilecek kimyasallar kullanarak aynı sonuçları elde etmenin bir yolunu bulmak. Sinclair “Yakın zamana kadar yapabileceğimiz en iyi şey yaşlanmayı yavaşlatmaktı. Yeni keşifler artık bunu tersine çevirebileceğimizi gösteriyor” diyerek bunu başardıklarını açıkladı. Araştırmacılar sadece yaşlanmayla ilişkili genetik faktörlere bakmak yerine, gerçek zamanlı nükleositoplazmik protein kompartmanlaşma (NCC) oranlarına da baktı. Burada, yaşlı hücrelerin nükleer membranlarının sızdırmasından faydalandılar. Bu tarama yöntemini kullanan ekip, daha sonra altı farklı kimyasal kokteyl kullanarak yaşlanan insan hücrelerindeki NCC oranlarını tersine çevirebileceklerini ve böylece hücrelerin tekrar genç hücrelere benzeyebileceğini gösterdi. Kaynak:AA

Laboratuvarda Yetiştirilen Etin Satışına Onay Verildi

Canlı Tavuk dokularından örnekler alındı ABD Tarım Bakanlığı’ndan (USDA) beyannamesine göre, “kültürlü” et olarak da adlandırılan laboratuvarda yetiştirilen et, canlı bir hayvanın dokularından örnek alınan  hücrelerle yapıldı.  Hücrelerin toplanması sırsında hayvana kalıcı bir zarar vermediği ve öldürmediği belirtildi. Toplanan hücreler taranarak bir hücre bankasında saklandı. Hücreler daha sonra bankadan toplanarak  çelik tanklara konuldu. Tanklar, hücrelerin hızla çoğalabileceği biyoreaktörler olarak işlev gördü. ABD Tarım Bakanlığı yayımladığı beyannamesinde, üreticilerin hücrelere besin maddeleri, hücrelerin üzerinde büyüyecekleri yüzeyler ve normal bir tavukta bulunanlar gibi kas, yağ ve bağ dokularına farklılaşmasını sağlayan protein büyüme faktörlerini sağladığını açıkladı. Farklılaştıktan ve hasat için hazır olduktan sonra, hücreler tanklardan toplandı ve “geleneksel gıda işleme ve paketleme yöntemleri kullanılarak hazırlandı. İnsan tüketimi için güvenli oldukları onaylandı 2019’da ABD Gıda ve İlaç İdaresi ve USDA’nın Gıda Güvenliği ve Denetleme Servisi, laboratuvarda yetiştirilen etin güvenli ve doğru bir şekilde etiketlenmesini sağlamak için bir düzenleyici çerçeve oluşturdu. Bu onay sürecinin bir parçası olarak, Upside Foods’un ve Good Meat’in ekili tavuk ürünleri değerlendirilmiş ve insan tüketimi için güvenli oldukları onaylanmıştır. Her iki şirket de ürünlerini piyasaya sürmek için gereken son USDA onay mührü olan bir “denetim izni” aldı. Pahalı olduğu için şimdilik laboratuvarda yetiştirilen tavuk bir markette bulunmayacak. Ancak etler San Francisco’daki henüz açıklanmayan bir restoranında servis edilecek. Kaynak: Basın Bülteni

Gökkuşağı Alabalığının Hastalıklara Karşı Direnci Artırılacak

Enstitüye ait Ulusal Su Ürünleri Gen Bankasındaki Moleküler Genetik Laboratuvarı'nda, "Alabalık Islah Hatları Oluşturulmasında Moleküler Genetik ve Biyoteknolojik Yöntemlerin Kullanımı" projesi kapsamında, "DNA'da ameliyat yapabilen teknoloji" olarak da anılan CRISPR-Cas9 2020 Nobel Kimya Ödülü'ne sahip sistem kullanılarak, viral hastalıklara çözüm bulmak için araştırma yapılıyor. Araştırmacılar tarafından, enstitüde yetiştirilen alabalıklara enjekte edilen virüs, bir süre sonra balıkta etkisini gösteriyor. Hastalıklara karşı bağışıklığı düşük balıklar ölürken, sağlıklı balıklar yaşamını sürdürüyor. Islah ve Genetik Bölüm Başkanı Şirin Firidin, AA muhabirine, balık türlerinin doku ve sperm bankası olarak tasarlanan, aynı zamanda üretim tesisini de bünyesinde barındıran Ulusal Su Ürünleri Gen Bankası'nın alanında Avrupa'da ikinci, Türkiye'de ise ilk olduğunu söyledi.Firidin, Türkiye'deki iç su ve denizlerden toplanan örneklerin bankada muhafaza edildiğini anlatarak, "Bu proje geleceğimiz için önemlidir. Projeyle birlikte Ulusal Su Ürünleri Gen Bankası'nda ulusal ve uluslararası düzeyde veri tabanı oluşturulmakta ve gerekli zamanlarda çeşitli platformlarda bu veri tabanı kullanılmaktadır." dedi. Envanter oluşturmak için ülke genelinde su ürünleri genetik kaynaklarından doku örnekleri temin edilerek kayıt altına alındığını belirten Firidin, biyoçeşitlilik ve ticari öneme sahip türler ile nesli tehlike altındaki türlerin verilerini muhafaza ettiklerini vurguladı. Firidin, Türkiye Yüzyılı'na yakışan bilgiyi üreten ve katma değere dönüştürmek isteyen araştırma yaklaşımlarıyla uygulanan, "Genetik Tabanlı Islah Programı ve CRISPR-Cas-9" gibi gen düzenleme yöntemleri ile balıkların ticari öneme sahip özelliklerini iyileştirerek sürdürülebilir su ürünleri yetiştiriciliğine katkı sağladıklarını aktardı. Moleküler Genetik Laboratuvarı'nda Türkiye'de moleküler biyoloji temelli AR-GE araştırmaları ve inovasyon çalışmalarına katkı sağlama ilkesi ile çalıştıklarını ifade eden Firidin, şu değerlendirmede bulundu: "Laboratuvarımızda, sucul genetik kaynakları incelemek ve popülasyon yapısı, tür tanımlaması, tür oluşumu, filogenetik ve taksonomi ile ilgili soruları yanıtlamak için çeşitli genomik teknikler kullanılmaktadır. Hem uzman ekip hem de altyapı olarak tam donanımlıdır. Sucul canlıların popülasyon genetiği, tür tanımlaması, filocoğrafik ve filogenetik çalışmalar, sanger dizileme, DNA barkodlama, gen ekspresyonu gibi standart moleküler çalışmalar ile temel ekolojik soruların çözümüne odaklanılmaktadır. "Yıllar içerisinde ıslah kapsamında sürdürülebilir bir şekilde kullanıp üreticilerimize sunmayı planlıyoruz" Uzman Moleküler Biyolog Ayşe Cebeci ise proje kapsamında laboratuvarda sektörün karşılaştığı önemli sorunları araştırdıklarını söyledi. Cebeci, gökkuşağı alabalığında viral hastalıkların sık görüldüğünü belirterek, "Çünkü balıklarda uygun bir tedavi mevcut değil ve üreticiler aşı kullanmak zorundalar, bu da çiftçiler için masraf oluşturuyor. Bu sorunlara çözüm olarak şu anda Nobel Ödülü kazandıran CRISPR sistemini kullanarak gökkuşağı alabalıklarını viral hastalıklara dirençli hale getirmeyi hedefliyoruz." diye konuştu. Proje kapsamında yetiştirdikleri alabalıklarda viral hastalıklar oluşturduklarına dikkati çeken Cebeci, "Viral hastalık sonucunda ölen veya yaşayan balıkları ayırıp, bunları dirençli ve dirençsiz balık olarak adlandırıyoruz. Daha sonra bu dirençsiz ve dirençli balıklar arasındaki genetik farklılıkları tespit ediyoruz. Bu tespit sonrasında CRISPR sisteminden faydalanarak dirençsiz balıklar üzerinde hedefli mutasyonlar gerçekleştirip onları dirençli hale getirmeyi planlıyoruz." dedi. Cebeci, çalışmalar sonucu elde edecekleri ilk yavruları kendi aralarında döllendirip, bunlardan tamamen viral hastalığa dirençli bireyler elde edeceklerini vurgulayarak, şunları kaydetti: "Yıllar içerisinde ıslah kapsamında sürdürülebilir bir şekilde kullanıp üreticilerimize sunmayı planlıyoruz. Sektördeki bu tarz sorunlara çözüm olarak alabalık ıslah projesini başlattık. Projemiz kapsamında farklı konulara çözüm bulmak amacıyla çalışmalar yürütüyoruz ve bunlardan biri de viral hastalıklara çözüm aramaktır." Kaynak:AA

İzmir Körfezi'ni Kirleten Algler Katma Değerli Ürüne Çevrilecek

Ege Üniversitesi Biyomühendislik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Meltem Conk Dalay liderliğindeki araştırma grubu, 'Denizel Ortamlarda Kontrolsüz Büyüyen Ulva Türlerinin Biyorafineri Penceresinden Sıfır Atık Yaklaşımı ile Katma Değerli Ürünlere Dönüşümünün Döngüsel Ekonomide Değerlendirilmesi' projesini hayata geçirdi. Avrupa iş birliği programı Cost aksiyonu kapsamında yürütülen, bu hafta başında ise TÜBİTAK tarafından desteklenmeye layık bulunan projeyle, İzmir Körfezi'nde kirliliğe neden olan algler yani deniz marullarının ekonomiye kazandırılacak ürünlere dönüştürülecek. Kirliliğe neden olan deniz marullarından gıda, yakıt ve biyoplastik gibi ürünler yapılacak. Ekonomik faydadan daha da önemlisi, çevreci projeyle, karbon döngüsüne katkıda bulunulacak. 'BİR AVRUPA BİRLİĞİ PROJESİ BU' Projenin bir Avrupa Birliği projesi olduğunu belirten Ege Üniversitesi Biyomühendislik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Meltem Conk Dalay, "Bir Avrupa Birliği projesi bu. Yeni haber aldık, TÜBİTAK tarafından da desteklenmeye layık görüldü. İzmir Körfezi'nde kirliliğe neden olan ulvalar yani deniz marullarının ekonomiye kazandırılması hedefleniyor. Bu alglerden gıda katkı maddesi, biyoplastik ve yakıt gibi katma değeri yüksek ürünler üretmeyi planlıyoruz" dedi. 'DÜNYAYI ALGLER KURTARACAK' Projenin çevreye önemli katkı sağlayacağını da vurgulayan Prof. Dr. Meltem Conk Dalay, "Aynı zamanda projeyle karbon döngüsüne ekosisteme katkı sağlanması hedefleniyor. Ekosistemin sürekliliği açısından karbon döngüsü aslında çok önemli. Aslında biz ormanların atmosferdeki ormanların oksijeni sağladığını düşünüyoruz. Aslında yüzde 50'den fazlasını algler sağlıyor. Hem ulva gibi makroalgler hem de suyun içinde bulunan ve mikroskopta görünen mikroalgler atmosfere oksijen sağlıyorlar. Fotosentez yaparız. Bunların değerlendirilip ürüne dönüşmesiyle mevcut olan karbondioksit düzeylerin de düşürülmesi aynı zamanda fosil yakıtlara olan bağımlılığımızın da azaltılması çözümdür. Bu gibi çözümler ekosisteme önemli katkı sağlayacaktır. Ormanların oluşturulması çok uzun zaman alıyor. Aynı şekilde onların fotosentez yaparak karbonu tutmasındansa çok hızlı çoğalan algler, bu karbon döngüsüne önemli katkı sağlayacaktır. Alglerin kullanıldığı ürünler çok çeşitli. Gıda, hayvan yemleri, tarım, kozmetik, ilaç endüstrisi, ilaç ham maddeleri, biyoplastik gibi o kadar çok ürüne dönüştürülüyor ki algler ve çeşitlilikte çok fazla. Bu nedenle önümüzdeki yüzyıllarda bunların tamamını alglerden temin etmekten başka çözüm yok gibi geliyor bana. Derslerimde söylediğim gibi dünyayı algler kurtaracak" diye konuştu. Kaynak:DHA

Kanserojenleri Yiyen Mikroorganizmalar Ortaya Çıktı

TEKNOPARK İstanbul Kuluçka Merkezi’nde yerleşik Chivalric&Regulus Biyoteknoloji, gıdalardaki kanserojen maddeleri bertaraf eden probiyotik mikroorganizmalar geliştiriyor. Bu benzersiz çalışmasıyla Bayer’in, ‘Sağlık Teknolojileri Alanında Gelecek Vaat Eden Girişimciler’ listesinde ilk 20 girişim arasına giren Chivalric&Regulus; İstanbul Uluslararası Buluş Fuarı ISIF’23’te gümüş madalya kazandı. HalkBank’ın düzenlediği Harekete Geç Genç Girişimcilik Yarışması’nda ise ilk 5 girişim arasında yer aldı. POLİÜRETAN ATIK GERİ KAZANILIYOR Chivaric&Regulus’un, tekstildeki poliüretan atıkların bertarafı sürecinde ortaya çıkan maddelerin geri kazanımını yerli mikroorganizmalarla sağlamaya dönük Ar-Ge çalışması dünyada bir ilk. Bu projesi için TÜBİTAK 1707 programına başvuran firma; KOSGEB’den ileri girişimcilik ve Ar-Ge inovasyon desteği almaya hak kazandı. İstanbul Ticaret’in sorularını, Chivalric&Regulus’un kurucusu Ilgın Karacan cevapladı. Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü mezunu Karacan, Yeditepe Üniversitesi Biyoteknoloji yüksek lisansında mikroorganizmaların mikro enkapsülasyonu üzerine tez çalışmasını gerçekleştirdi. AR-GE TEKNOPARK İSTANBUL’DA  Ülkemizin yerel ve doğal kaynaklarından mikroorganizmaları izole ediyor ve bu mikroorganizmaların endüstrinin çeşitli alanlarına entegrasyonu için Ar-Ge çalışmaları gerçekleştiriyoruz. Ayrıca mikroenkapsülasyon teknolojisi ile ilaçlar için yeni taşıyıcı sistem formülasyonlarını geliştiriyor ve sektörlerin farklı mikrobiyal suş ve mikroorganizma taleplerini karşılıyoruz. YERLİ MİKROORGANİZMALAR  Doğal kaynaklardan elde ettiğimiz suşlarından; gerek tek tür, gerekse istenilen özellikte mikrobiyal karışımlar hazırlıyoruz. Çözüm ortaklarımızla birlikte mikroorganizmaların üretimini, tanımlamalarını ve analizlerini gerçekleştiriyoruz. Know-how’ımız ile Stok Kültür Bankası’ndan firmaların ihtiyaçlarına en uygun hammaddeyi seçmelerine yardımcı oluyor ve hammaddenin, ürünleriyle uygunluğunu test ediyoruz.  Ar-Ge ve Ür-Ge süreçlerinde kullanılan başlangıç mikroorganizma kültürlerinin saklandığı bankamızda; canlı ve istenildiğinde kullanılabilecek saf kültürler mevcut. Stok Kültür Bankası ile Mikroorganizma Kütüphanesi kurma yolundaki adımlarımızı sıkılaştırdık. Bu çalışmalarımızda SFA Ar-Ge’den uzman biyolog Leyla Tarhan Çelebi mentorluğumuzu yapıyor. 5 YENİ PATENT  1’i uluslararası olmak üzere 5 yeni patent başvurusu yaptık. Teknopark İstanbul’da en fazla patent başvurusu yapan 3 firma arasındayız. ‘Probiyotik Mikroorganizmaların Mikroenkapsülasyonu İçin Yeni Kaplayıcı Materyallerin Oluşturulması’ adlı uluslararası patent başvurumuz ile amacımız; gıda üretim prosesinde mikroorganizmaların canlılığının sürdürülmesini ve gıda içindeki kanserojen maddelerin bertarafını sağlamak. Ulusal patent başvurularımızı; ağız yaralarının önlenmesi, ağız sağlığının korunması, hormonal düzensizliklere bağlı olarak ortaya çıkan depresyon gibi hastalıkların önlenmesi için yeni probiyotik formülasyonlarının oluşturulması kapsamında gerçekleştirdik. POLİÜRETAN DÖNÜŞÜMÜNDE İLK AR-GE “Tekstildeki poliüretan atıkların dönüşümü esnasında ortaya çıkan ürünlerin tekrar endüstriye geri kazandırılması alanında literatürdeki ilk Ar-Ge’yi biz yapıyoruz. Poliüretan biyodegredasyonu için Stok Kültür Bankası’ndaki dünya için yeni olan yerli mikroorganizmalarla çalışıyoruz.” ZAYIFLATAN İÇERİKLER  Büyük bir bitkisel çay üreticisine, bitkisel ekstrat kombinasyo-nuna uygun probiyotik bir kombinasyon ile destek veriyoruz. Ortak patent başvurumuz olan bu ürün ile birlikte zayıflamak isteyenler için verimli sonuçlar alınan bir çay geliştirdik. Ürün, 1 ay içinde İngiltere’de satışta olacak. BAYER’İN SEÇİMİ Bayer’in, ‘Sağlık Teknolojileri Alanında Gelecek Vaat Eden Girişimciler’ listesinde 20 girişimci arasında yer aldık. Lâyık görüldüğümüz bu unvan, müşteri görüşmelerimizde çok etkili oldu.”   ISIF’23’TEN GÜMÜŞ MADALYA “ISIF’23’te; ‘Mikroorganizmaların Mikro Enkapsülasonu ile Kanserojen Maddelerin Giderilmesi’ konulu patentimiz ile gümüş madalya kazandık.” PATENTLER SİSTEMİ  “Patentlerimizin kombine şekilde kullanılması ile eşsiz bir know-how sistemi oluşturduk. Bu sistemin çıktısı olan gıdaların içindeki kanserojen maddelerin bertaraf edilmesine yarayan patentimizle yüzde 50-79 aralığında bir başarı elde ettik. Bunun kullanımı ile ilgili endüstriyel gıda üreticisi iki firma ile anlaşma aşamasındayız.” FONKSİYONEL GIDA DÖNEMİ  “Kanserojen maddelerin bertarafı ile daha sağlıklı gıdalar üretilebilecek. Böylece üreticiler pazar paylarını ciddi oranda artırabilecek. Hedefimiz, son tüketicinin bu yerli probiyotikleri gıdalarına katıp, kanserojen maddeleri bertaraf edebilmelerini sağlamak.” MİKROORGANIZMALAR HER YERDE “Arıcılıkta, büyük ve küçükbaş hayvancılıkta probiyotik beslenme formülasyonları hazırlıyoruz. Tarımda verimliliği yükselten bir gübre formülasyonu geliştirdik. Gıdalarda raf ömrünü uzatan probiyotik yöntemler, zayıflatan, depresyonu engelleyen, ağız yaralarına iyi gelen, enerji veren probiyotikler üretiyoruz.” TARIMSAL ÜRETİMİ BAKTERİLER ARTIRACAK  “Tarımsal üretimde verimliliği artırmak için etkin bir şekilde PGPR bakterilerini kullanıyoruz. Geçmiş çalışmalarımızdan elde ettiğimiz sonuçları kullanıyor, akademik destek alıyoruz.” Kaynak:DHA

Tarım ve Orman Bakanlığı Gıda Denetimlerini Arttırdı

Uzay sektöründeki en son yenilikler, teknolojiler ve ürünlerin sergilendiği uzay teknoloji fuarı, ABD'nin Kaliforniya eyaletindeki Long Beach'te Çarşamba ve Perşembe günleri arasında düzenlendi.Kuzey Amerika'nın önde gelen etkinliklerinden biri olan fuarda, dünya genelinden 250'den fazla katılımcı ve 3300'den fazla ziyaretçi yer aldı.Fuarda uzay araçları, uydu ve fırlatma sistemleri için uzay teknolojileri ve hizmetleri ile sivil, askeri ve ticari uzay görevlerine Bakanlıktan yapılan açıklamaya göre, Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü, 7 bin 570 gıda denetim görevlisiyle çalışmalarını aralıksız sürdürüyor. Resmi kontroller risk esasına göre, önceden haber verilmeksizin, Bakanlık ve il müdürlüklerinin yıllık numune alma programları, Ulusal Kalıntı İzleme Planı (UKİP), TİMER, CİMER, Alo 174 Gıda Hattı, WhatsApp İhbar Hattı'na gelen ihbar ve şikayetler kapsamında gerçekleştiriliyor. Ekipler, yılın 4 ayında gıda işletmelerine toplam 375 bin 743 resmi kontrol gerçekleştirdi. Denetimlerde 3 bin 966 olumsuzluk tespit edilirken, gıda işletmelerine 3 bin 918 adet idari para cezası uygulandı, 48 işletme için Cumhuriyet savcılıklarına suç duyurusunda bulunuldu. Gıdaya ilişkin ihbar ve şikayetleri almak, tüketicileri bu denetim sürecine dahil etmek amacıyla 2009'da faaliyete geçirilen Alo 174 Gıda Hattı'na bugüne kadar 2 milyon 889 bin 117 başvuru yapıldı. Bu aramalardan 951 bin 309'u gıda ihbar ve şikayet kapsamında olduğu için kaydedildi ve 948 bin 584'ü sonuçlandırıldı. WhatsApp İhbar Hattı'na ise faaliyete geçtiği 8 Mart 2020'den bugüne kadar 70 bin 719 bildirim geldi. Bunlardan 18 bin 109'u gıda ihbar ve şikayet kapsamında olduğu için kayıt altına alındı ve 17 bin 766'sı sonuçlandırıldı. Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı 39 gıda kontrol laboratuvar müdürlüğü, Bursa Gıda ve Yem Kontrol Merkez Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, Ulusal Gıda Referans Laboratuvar Müdürlüğü ve Bakanlıktan yetki almış 101 özel gıda kontrol laboratuvarı bulunuyor. 41 kamu laboratuvarının 40'ı ve 101 özel gıda kontrol laboratuvarının 88'i akredite olarak hizmet veriyor. Kaynak:AA

Ata Tohumunun Faydaları Gün Yüzüne Çıkıyor

Karadeniz'in ilk Biyo-İnovasyon Merkezinde geçmişten gelen ata tohumları çoğaltılıyor. Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Mehmet Hilmi Güler tarafından sürdürülebilir organik tarım modeli için Ulubey'in Akpınar Mahallesi'nde kurulan Biyo-İnovasyon Merkezinde Ordu ilinin florasına özgü bitkilerin doğal-organik haliyle korunarak yeniden çoğaltılması sağlanıyor. Bu yöntemlerle orijinal ata tohumlarını çoğaltma ve endemik meyve ve diğer bitkilerin üretiminin sağlanması mümkün olurken genetiği değiştirilmemiş insan sağlığı için uygun, kimyasal ilaçlamaya maruz kalmamış yepyeni organik ve doğal ürünler ortaya çıkıyor. Halen 49 türden 141 çeşit ata tohumu ile 70 tür 300 çeşit bitkinin korunması ve çoğaltılarak ekonomiye kazandırılması için gerekli faaliyetlerin sürdürüldüğü merkezde kaybolmaya yüz tutan, yüz yıllardır bölgede yetişen kırmızı mısır, fasulye, kabak gibi yüzlerce üründen alınan ata tohumlar deneme bahçelerinde ekimi yapılarak çoğaltılıyor. Çalışmaları incelemek üzere Biyo-İnovasyon Merkezi içerisinde yer alan üretim alanlarını ziyaret eden Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Mehmet Hilmi Güler, Ordu'da bulunan mevcut bitki çeşitlerinin biyoinovasyon merkezinde çoğaltarak korumaya aldıklarını ve üreticilerle buluşturmak için gereken çalışmaları yaptıklarını söyledi. Muhtemel gıda krizine karşı tohum üretiliyor Klasik belediyeciliğin dışında oluşturulan projelerden biri olan Büyükşehir Belediyesi Biyo-İnovasyon Merkezi ile tarım alanında öncülük yaptıkları projenin başarı ile devam ettiğini sözlerine ekleyen Başkan Güler şöyle konuştu: "Ulubey ilçesi Akpınar Mahallesi'nde terkedilmiş bir okulda Biyo-İnovasyon Merkezi kurduk. Burada tarımsal ve AR-GE çalışmalarımızı gerçekleştiriyoruz. Ordu'daki mevcut bitki çeşitlerini klonlayarak korumaya alıp çoğaltılmasını sağlarken, ata tohumu merkezimiz ile de orijinal tohumların muhafaza edilmesi ve çoğaltılmasını sağlıyoruz. Oluşabilecek muhtemel gıda krizine karşı burada koruduğumuz ata tohumları tedbir alırken aynı alanda ürettiğimiz ve kullandığımız mikro model topraksız üretim modülleri ile de iklim koşullarından bağımsız her zaman üretime devam ediyoruz. Klasik belediyeciliğin dışında tarımsal üretim anlamında da çalışmalarımızı yapıyoruz. Ordu'da tarımda öncülük yapıyoruz." Kaynak:İHA

Ölümcül Mantarlar Teknoloji İle Son Bulacak

Yakın Doğu Üniversitesi, Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi ve Gazi Üniversitesi araştırmacılarının iş birliği ile hayata geçirilecek projeyle son dönemde özellikle yaygın hastane enfeksiyonlarına neden olan ve ilaçlara dirençli bir mantar türü “Candida auris”in antifungal ilaçlara karşı duyarlılığı yapay zeka kullanarak belirleyecek. Yakın Doğu Üniversitesi araştırmacılarının, Kasım 2022'de Antalya'da düzenlenen Türk Mikrobiyoloji Kongresi'nde yaptığı sunumların ardından, Türkiye ve KKTC'den üniversitelerin desteği ile ortak projeye dönüştürülen çalışma, Gazi Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri (BAP) çerçevesinde desteklenecek. Projede, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, gerekli olan DNA, RNA izolasyonu için güvenlik kabini, termal bloklar, DNA/RNA ölçüm cihazı ve spektrofotometre gibi altyapı olanaklarını sağlayacak. Karar ağacı oluşturulması ve yapay zeka destekli makine öğrenme basamağı ise Yakın Doğu Üniversitesi Sağlıkta Yöneylem Merkezi ve Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi araştırmacıları tarafından gerçekleştirilecek. Candida auris mantarı ilaçlara karşı dirençli. İnsanlarda ölümcül enfeksiyonlara neden olan Candida auris mantarı ilk kez 2009'da ABD'de keşfedildi. İlaçlara karşı dirençli olan bu mantar türü son yıllarda özellikle en korkulu hastane enfeksiyon kaynaklarından birine dönüştü. Maya olarak büyüyen bir tür mantar türü olan Candida auris, bir kez vücuda girdikten sonra kan dolaşımını, sinir sistemini ve birçok iç organı etkileyebiliyor. İlaçlara karşı dirençli olan Candida auris'in neden olduğu enfeksiyonlarda ölüm oranı ise Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından yüzde 30 ila yüzde 60 olarak tahmin ediliyor. Yakın Doğu Üniversitesi araştırmacılarının de yer aldığı ortak proje ile teşhisi ve tedavisi oldukça zor olan Candida auris'in antifungal ilaçlara karşı duyarlılığını yapay zeka kullanılarak belirlenecek ve tedavi planı oluşturulması kolaylaştırılacak. Proje ile enfeksiyonların kontrolü, doğru dezenfektan kullanımının sağlanması ve antimikrobiyal direncin önlenmesi ile ilgili önemli sonuçlar hedefleniyor.2022-2023 döneminde üçüncü ortak proje Yakın Doğu Üniversitesi'nin Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi ve Gazi Üniversitesi ile yürüttüğü Candida auris projesi 2022-2023 döneminde başladığı üçüncü ortak proje olma özelliği taşıyor. Yakın Doğu Üniversitesi, Celal Bayar Üniversitesi ile PCR Kit Üretim Laboratuvarı kurulumu için çalışma başlatmıştı. İstanbul Üniversitesi ile başlatılan proje ile de çocuklarda görülen, nadir metabolik hastalıkların genetik nedenlerinin saptanmasında tanı kitleri üretilecek. Son dönemde bütün dünyada önemli bir sorun haline gelen Candida auris mantarlarının neden olduğu enfeksiyonlarla etkili bir şekilde mücadele edilmesi için yürütülecek projenin önemine değinen Yakın Doğu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tamer Şanlıdağ, “Yakın Doğu Üniversitesi olarak, oluşturduğumuz uluslararası iş birlikleri ile insanlık adına fayda sağlayacak projelerde yer almayı vizyonumuzun önemli bir parçası olarak görüyoruz” ifadesini kullandı. Daha önce Celal Bayar Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi ile çok önemli iki projeyi hayata geçirmek için iş birliği yaptıklarını hatırlatan Prof. Dr. Şanlıdağ, “Ürettilen bilimsel bilgiyi insanlık yararına projelere dönüştürmeyi üniversite vasfının en önemli bileşenlerinden biri olarak görüyoruz. Bu nedenle gerek Türkiye'den gerekse dünyanın pek çok ülkesinden farklı üniversiteler ile iş birliği yaparak farklı alanlarda projeler geliştirmeye devam edeceğiz” dedi. Kaynak:Basın Bülteni

Ünlü Çikolata Üreticisi Ferrero'nun Belçika Fabrikası Salmonella Bakterisi Nedeniyle Kapatıldı

Çikolata üreticisi Ferrero'nun Kinder Sürpriz ve diğer ürünlerinde, Avrupa'daki 8 ayrı ülkede saptanan Salmonella bakterisine, ilk olarak 15 Aralık'ta Belçika'nın Arlon kentindeki fabrikada rastlandığı ortaya çıktı. Ferrero'dan yapılan açıklamaya göre, bakteri, çikolata ürünleri için hammadde içeren bir tank filtresinde tespit edildi. Bunun üzerine içinde bakteri bulunan filtre kaldırıldı. O sırada fabrikada bulunan malzemeler ile çikolata ürünlerinin tedariki de durduruldu. Ancak İtalya merkezli çikolata üreticisi, Avrupa'nın 8 ayrı ülkesinde çok sayıda insanın Belçika'da üretilen ürünleri yedikten sonra nasıl salmonella enfeksiyonuna yakalandığı sorusuna yanıt veremedi. Şirket, konunun hala soruşturma aşamasında olduğunu belirtti. Ferrero; İngiltere, Hollanda ve Belçika'nın da aralarında olduğu birçok ülkede, salmonella şüphesi içeren ürünleri geri çağırdı. Avrupa Hastalık Önleme ve Değerlendirme Kurumu'na (ECDC) göre, çoğunluğu küçük çocuklardan oluşan toplam 134 kişiye salmonella bakterisi bulaştığına ilişkin başvuru yapıldı. Arlon'da 15 Ocak'ta saptanan bakteriye ilişkin ilk başvuru, 7 Ocak'ta İngiltere'de yapılmıştı. Belçika Federal Gıda Güvenliği Ajansı (FAVV) kontrolleri artırdı. Ajansa göre, gıda şirketleri rutin otomatik kontroller kapsamında numune incelemesi yapmak zorunda. Ferrero, 15 Aralık'ta böyle bir iç kontrol sırasında salmonella bakterisini buldu ancak FAVV'a bu konuda bilgi vermedi. Ferrero Sözcüsü, VTM kanalına yaptığı açıklamada,"Yetkilileri bilgilendirmedik çünkü bu bir iç sorun olarak kaldı. Ne o gün ne de beş gün öncesinden üretilen tek bir ürün depolarımızdan çıkmadı" dedi. Şu ana kadar İngiltere'de 63, Fransa'da 20, İrlanda'da 10, Almanya'da 4, İsveç'te 4, Hollanda'da 2, Norveç ve Lüksemburg'da 1'er ve Belçika'da 26 olası enfeksiyon tespit edildi. Şirketin Salmonella şüphesiyle raflardan topladığı ürünler şunlar: Kinder Surprise (bütün paketler) Kinder Schokobons Kinder Schokobons WHITE Kinder Happy Moments Kinder Mix Advent Calendar Kinder Mix Peluche Kinder Surprise Maxi Kaynak: BBC Türkiye

Türkiye nin İlk ve Tek Ham Yağ Tesisi Konya'da Üretimini Sürdürüyor

Tohumculuk ve yağ üretimine önemli katkı sağlayan Konya Şeker Fabrikası bünyesindeki Altınekin Ham Yağ Fabrikası, Türkiye'de ilk ve tek ham yağ tesisi olma özelliğini taşıyor. Tohumculuk ve yağ üretimine önemli katkı sağlayan Konya Şeker Fabrikası bünyesindeki Altınekin Ham Yağ Fabrikası, Türkiye'de ilk ve tek ham yağ tesisi olma özelliğini taşıyor.PANKOBİRLİK Başkanı Recep Konuk önderliğindeki Konya Şeker Fabrikası'nın, Altınekin Kampüsü'nde bulunan BETA Ziraat Tohum Fabrikası ve Ham Yağ Fabrikası ile yerli üretim yaparak dışa bağımlılığı sona erdirmeyi hedefliyor. Tohum fabrikası saatte 750 kilogram işleme yaparken; ham yağ fabrikası yılda 150 bin ton ayçiçek, 100 bin ton soyayla kanola işleme ve yıllık 50-60 bin ton ham ayçiçek yağı ile 70-80 bin ton ayçiçek küspesi üretim kapasitesine sahip. Bölgedeki iş istihdamını sağlaması açısından önemli bir rol oynayan tesis; İç Anadolu'nun en büyük, Türkiye'de ise ilk ve tek ham yağ tesisi olma özelliğini elinde bulunduruyor. "Aynı tesiste ayçiçek, soya, kanola yağı ve çekirdeği işleyebiliyoruz"Ham Yağ Fabrikası Müdürü Niyazi Arslantaş Konya Şeker'e ait olan fabrikanın 2011 yılında temelinin atıldığını, 2012 yılında da üretime geçmiş olan bir tesis olduğunu söyleyerek, "Günlük 500 ton çekirdek işleme kapasitesine sahiptir. Yıllık 150 bin ton ayçiçek yağı, yine aynı tesiste 30 bin ton soya ve kanola işleme kapasitesine sahip olan bir tesistir. Aynı tesiste hem ayçiçek yağı, hem soya yağı, hem kanola yağı ve çekirdeği işleyebiliyoruz. Çiftçilerimizden yıllara göre 90 ile 150 bin ton arasında ayçiçek alımı gerçekleştiriyoruz. Burada üretmiş olduğumuz ham yağın bir kısmını Torku markamızda kullanıyoruz. Aynı zamanda Türkiye'de faaliyet gösteren rafine yağ fabrikalarının ham madde ihtiyaçlarını karşılamak üzere ham yağ satışlarını gerçekleştiriyoruz. Ayrıca, yıllık üretmiş olduğumuz yağın dışında küspe üretimimizde de bölgemizde bulunan tüm yem fabrikalarımızın da küspe ihtiyacını bu tesislerden sağlıyoruz" dedi. TUBİTAK destekli bir projelerinin olduğunu anlatan Niyazi Arslantaş, "TÜBİTAK destekli atıkların değerlendirilmesi olarak Konya Şeker grubunda en güzel yapılan işlerden bir tanesi atıkların ekonomiye kazandırılması, değerlendirilmesi ve değer zincirinde ekonomiye kazandırılması anlamında. Burada atıkların, özellikle ham yağın rafine ve atık sulardan elde edilen yağ atıklarında bulunan tokoforolün yani E vitaminin elde edilmesiyle alakalı çok güzel bir proje yürütüyoruz. Bu anlamda TÜBİTAK tarafından yüzde 100 desteklenen bir proje. Çünkü E vitamininin iki türlü üretimi söz konusu. E vitamini farmakoloji yani ilaç sanayisinde kullanılan en önemli katkı maddelerinden bir tanesi. Ülkemizin tamamı tarafından ithal edilen bir katkı maddesi. Bu anlamda büyük bir oran ve saflıkta eldesini ettik. Yüzde 90 saflık derecesine kadar getirmek üzere halen çalışmalarımız devam ediyor" şeklinde konuştu. "Misyonumuz ağır, sorumluluğumuz çok fazla" Tohum Fabrikası Genel Müdürü Gökhan Altay ise, BETA Ziraat'in 1961 yılında kurulmuş Türkiye'nin ilk özel sektör tohumculuk kuruluşu olduğunu belirterek, "Şu an için 16 farklı bitki türünde Türkiye ve uluslararası pazar için tohum üretimi ve satışı gerçekleştirmekteyiz. Yerli bir firma olmamız nedeniyle misyonumuz ağır, sorumluluğumuz çok fazla. Özellikle yeni çeşitlerin geliştirilmesi, pazara sunulması, çiftçilerimizin uygun fiyatla ve yüksek kaliteli tohumları tedarik etmesi noktasında sorumluluklarımız bulunuyor. Bu sorumluluk bilinciyle biz yıllık karımızın önemli bir miktarını AR-GE çalışmalarımıza aktarıyoruz. Özellikle hibrit mısır, hibrit ayçiçeği, hibrit sebze konularında şu anda geliştirme çalışmalarımız devam ediyor. Özellikle bu çalışmalarımızı Konya Gıda ve Tarım Üniversitesi'yle ortaklaşa yürütüyoruz. Tabi ki bu çalışmaların içerisinde TÜBİTAK ve Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü de bulunarak projelere destek olmaktadır" diye konuştu. Kaynak: İHA

Gıda Endstrisi Yeni Üretim Tesisi Yatırımı

Gıda sektöründe yumuşak şeker üretimi yapan Kervan Gıda, fabrikasında 5. hattını devreye alırken, bir yandan da yatırım planı kapsamında Akhisar'da bir fabrika alanı satın aldı.   Şubat Ayında Yeni bir Hat Devreye Alacak Toplamda 85 ülkeye ihracat yapan şirketin Kamuyu Aydınlatma Platformu (KAP)'na yaptığı açıklamada, mevcut fabrikasında 5. Licorice hattını devreye aldığı, yatırım planı çerçevesinde ise Akhisar’da yaklaşık 7 bin metrekarelik bir fabrika alanı satın almasının yanı sıra halihazırda yatırımı süren 5. Jelly hattını da 2021 Şubat ayında devreye alacağı yer aldı. Söz konusu iki yatırımın firmanın yıllık konsolide cirosuna yaklaşık 31,5 milyon dolarlık bir katkı sağlayacağı öngörülüyor. Yüzde 25 Kapasite Artışı Meydana Geldi Halka arz edilen ve hisseleri Aralık'ın ilk haftasında Borsa İstanbul'da işlem görmeye başlayan şirket, busüreçte elde ettiği kaynağın yüzde 22’si ile iç pazarda yapılmakta olan yatırımlarını fonlayacağını duyurmuştu. Firma, KAP’a yaptığı son açıklamada; şirketin konsolide cirosunun yaklaşık yüzde 71’ini oluşturan Jelly ve Licorice kategorilerindeki artan talebi karşılayabilmek hedefiyle yaptığı yatırımlardan biri olan, 5. Licorice hattının devreye alındığını duyurdu.  Böylece firma, yeni hat ile birlikte Licorice üretiminde yüzde 25 kapasite artışı gerçekleştirdi. Kapasite artışının firmanın yıllık cirosuna katkısının ise yaklaşık 6,5 milyon dolar olması tahmin ediliyor.    Yatırımlarına Devam Edecek, Akhisar'a Odaklandı KAP açıklamasında firmanın üretimi artırma odaklı yatırımlarına devam edeceği belirtilirken, Akhisar'daki 16 bin metrekarelik kurulu alanda üretim yapan fabrikanın yanında bulunan 7 bin metrekarelik kapalı alanlı fabrika binası ve arsasının satın alım işleminin tamamlandığı ifade edildi. Akhisar bölgesinin sağladığı düşük operasyonel maliyet ve teşvik avantajları dolayısıyla gelecek dönemde yurt içi yatırımlarının tamamını bu bölgede gerçekleştirmeyi planlayan şirket, bölgesel avantajlar sayesinde üretim ağırlığının bu şehre kaymasının FAVÖK marjlarına da olumlu etki etmesini öngörüyor. Kaynak : ST Endüstri  

Soğuk Gıda Endüstrisinde Gıda Güvenliği Sağlayan Yeni Buluş

Aldığımız herhangi bir soğuk zincir gıda ürününün bozulmaya başladığını çıplak gözle görebilir miyiz? Balık, et, meyve ve sebze gibi soğuk zincir gıda ürünlerinin bozulup bozulmadığını gösteren bir soğuk zincir gıda güvenlik etiketi geliştirildi. Oda sıcaklığına (10 ° C veya daha yüksek) maruz kaldığında soğuk zincir güvenlik etiketinde bir görüntü belirtiyor. Soğuk zincir teslim süreci boyunca oda sıcaklığına maruz kalma geçmişi ve süresi hesaplayabilme özelliğinin yanı sıra manuel olarak düzenlemeye imkan tanımıyor. Genel olarak, soğutulmuş veya dondurulmuş gıdalar oda sıcaklığına maruz kaldığında, bakteriler büyümeye ve çoğalmaya başlar. Ancak, çıplak gözle kötüleşip kötüleşmediklerini fark etmek zordur. Bunun nedeni, bazı bakterilerin yaşadıkları yiyeceklerin tadını ve kokusunu etkilememesidir ve dondurulmuş gıdalar, bir erime ve yeniden donma döngüsünden sonra bile neredeyse aynı görünüme sahiptir. Bu durumda, soğuk zincir güvenlik etiketi, buzdolabının veya dondurucu kamyonların arızasından kaynaklanan olası görünmez bozulmaya uğrayan yiyecekleri bilmeden yediğinizde ortaya çıkabilecek gıda zehirlenmesi ve benzeri etkilerden korunmak için iyi bir uygulamadır. Ayrıca, soğuk zincir güvenlik etiketi ince ve esnektir ve üretim maliyeti düşüktür. Dolayısıyla teknolojinin, hızla büyüyen taze gıda dağıtım pazarındaki uygulamaları için yüksek potansiyele sahip olacağı beklenmektedir. Kore Kimya Teknolojisi Araştırma Enstitüsü Biyolojik Kimya Araştırma Merkezi'nden bir araştırma ekibi (KRICT, Dr. Dongyeop Oh, Dr.Sung Yeon Hwang, Dr.Jeyoung Park ve Dr.Sejin Choi) bu teknolojiyi geliştirdi ve araştırma üzerine detayları yayınladı. Makalenin orjinaline buradan ulaşabilirsiniz. Soğuk zincir emniyet etiketinin temel teknolojisi nanofiber filmidir.Araştırmacılar, bu çıkartmayı üretmek için yeni geliştirilen nanofiber filmin arkasına tipik bir film takmaya çalıştılar.Düşük sıcaklıklarda, bu nanofiber film, ince ipliklerin birbiriyle kesiştiği ve böylece ışık dağıldığı için opak göründüğü sabit bir yapıya sahip oldu.Bununla birlikte, belirli bir süre oda sıcaklığına maruz bırakıldığında, bu nanofiber yapı çöküyor.Daha spesifik olarak, bu ince iplikler erimeye başlar ve birbirine karışır. Bu, ışığın film boyunca iletilmesine izin verir, böylece saydam görünmesini sağlar. Bu mekanizmaya dayanarak, çıkartmanın ön yüzeyindeki nanofiber film oda sıcaklığına maruz kaldıktan sonra şeffaf hale geldiğinde, arkadaki tipik film üzerinde üretilen görüntü önden görünür hale geliyor.Bu değişiklik kullanıcıların gıda ürünlerinin bozulup bozulmadığını belirlemelerini sağlar. Ayrıca araştırmacılar, bu nanofiber filmin oda sıcaklığına maruz kaldığında şeffaf olması için gereken süreyi kontrol etmenin bir yolunu buldular. Bu, her yiyeceğin kötüleşmesi için gereken sürenin değişebileceği gerekçesine dayanılarak denendi.Böylece, her bir etiket en az 30 dakika ve en fazla 24 saat oda sıcaklığına maruz kaldıktan sonra şeffaf olacak şekilde tasarladılar. Bu, bir zamanlayıcı ile aynı şekilde çalışır. Bu teknik, kullanılan nanofiber bileşimi ve kalınlığı kontrol edilerek gerçekleştirildi. KRICT Araştırmacısı Dr. Dongyeop Oh, "Bir kez oda sıcaklığına maruz kaldığında bu etiket, tekrar soğutmaya veya dondurmaya çalışsa bile orijinal durumuna geri döndürülemez. Ayrıca, oda sıcaklığına maruz kalma süresi manuel olarak ayarlanamaz ve neredeyse hiçbir yanıltma ihtimali yoktur " şeklinde bilgi aktarıyor. Soğuk zincir güvenlik etiketi, sadece gıda ürünleri uygulamaları için değil, aynı zamanda pahalı ilaçların ve tıbbi  malzemelerin soğuk zincir lojistik süreci için de yaygın olarak kullanılabilir. Bunun nedeni, etiketin ince ve esnek olması ve tahmini üretim maliyetinin her birinin yüzde bir oranında diğer etiketlere göre düşük olmasıdır. Şu anda,  bu amaçla yapılmış diğer ürünler oda sıcaklığına maruz kalma geçmişini gösteren bir kitler şeklinde yayın olarak kullanılır.Küresel kimya şirketleri tarafından pahalı ilaç ve tıbbi malzemelerin soğuk zincir dağıtımı için geliştirilen bu kitler oda sıcaklığına maruz kalıp kalmadığını göstermek için özel amaçlı mürekkeplerin kimyasal reaksiyonlarını kullanır. Bununla birlikte, kalın plastikten yapılmıştır ve bu nedenle çeşitli nesnelere takılması zordur ve üretim maliyeti oldukça yüksektir. Araştırma ekibinden Dr.Sejin Choi, "İlaç ve tıbbi malzemelerin dağıtımı için kullanılan mevcut kitler, içerdikleri özel mürekkebin hasar görürse sızması riskini taşıyor. Buna karşılık, geliştirilen soğuk zincir güvenlik etiketi herhangi bir kimyasal sızıntı riskini teslimat sırasında hasar görse bile taşımıyor" yorumunda bulundu ve gelecekte nanofiber teknolojilerin sağlayacağı yeni olanakların daha yaygın olacağına dair bir mesaj olarak çalışmalarına ait makaleyi yayınladılar.  

E-bülten için aşağıdaki bilgileri doldurmanız yeterli.

Giriş Yap

Şifremi Unuttum Kayıt Ol

Kayıt Ol

Şifremi Unuttum