Haberler

Rekombinant Sivrisinekler Sıtmaya Çözüm

Radikal yeni bir teknolojinin savunucuları, dünyanın en ölümcül hayvanlarından birinin genetik yapısındaki nüfus düzeyindeki değişikliklerin sıtmaya karşı mücadelede bir anahtar sağlayabileceğini savunuyor. Genetik değişikliklerin nesiller boyunca aktarıldığı sözde gen sürücü teknolojisi, sivrisinek popülasyonlarını dizginleyebilir veya sıtmadan geçmelerini önleyebilir.  Dr. Michael Santos, "Genetik mühendisliği yoluyla araştırmacılar sivrisinekleri ve bu sivrisineklerin popülasyonunun büyüklüğünü azaltacak veya sıtma parazitini bulaştırmalarını önleyecek genlerin kalıtımını destekleyecek şekilde değiştirdiler. " diyor. "Başka bir deyişle, sıtma taşıyan sivrisinekleri kontrol etmek için sivrisinekleri kullanmakta" diye ekliyor. Sıtma, dünyanın "büyük üç" ölümcül hastalığından biri ve 2021'de büyük çoğunluğu Afrika'da olmak üzere yarım milyondan fazla insanı öldürüyor. Sivrisinek kaynaklı hastalıkların yayılmasını önlemek için gen teknolojisini kullanma konsepti 80 yılı aşkın bir süredir var. Ayrıca genetik mühendisliği teknolojilerindeki son gelişmeler, özellikle CRISPR-Cas9 (DNA'nın tüm setini düzenlemede kullanılan bir teknoloji) yaklaşıyor. Bu süreçlerin tamamı araştırmacıların işini kolaylaştırdı. Avantajları fazla Genetik yaklaşımlar türe özgü çünkü çiftleşme yoluyla çalışırlar. Santos, çoğu sıtmanın bulaşmasından bir avuç sivrisinek türünün (3.000'den fazla) sorumlu olduğunu ve gen sürücü teknolojisinin ve diğer genetik yaklaşımların avantajlarından birinin, bu birkaç sivrisinek türünü doğrudan hedef alma potansiyeli olduğunu söylüyor. Diğer bir avantaj ise maliyet. Örneğin, laboratuvar kafes deneylerinde, az sayıda değiştirilmiş sivrisinek, genleri tüm kafes popülasyonuna yayabilir. Santos, "Gen sürücüleri vahşi doğada böyle bir performans sergiliyorsa, az sayıda gen sürücüsü değiştirilmiş sivrisinek salmanın maliyeti, bu genlerin vahşi popülasyona yayılmasından sonraki etkiye kıyasla küçük olabilir" diye açıklıyor ve gen sürücülerinin olabileceğini ekliyor. Hatta insektisit direncini tersine çevirmek için de kullanılabilir. Kaynak:AA

Kozmetik Ve İlaç Sanayiinin Bitkileri Edirne’de Yetiştiriliyor

Tarım ve Orman Bakanlığı Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü Trakya Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, Türkiye'nin yurt dışından ithal ettiği tıbbi ve aromatik uçucu bitki yağı ithalatını azaltmak, bitki üretimi yapan üreticinin kazancını artırmak ve kozmetik ve ilaç sanayilerine ham madde temini sağlamak için başlattığı projesini başarıyla sürdürüyor. Kozmetik ve ilaç sanayilerinde kullanılan 60 çeşit tıbbi ve aromatik bitkinin Trakya Tarımsal Araştırma Enstitüsünün Edirne Tıbbi Aromatik Bitkiler ve Boya Bitkileri Bahçesi'nde üretimi devam ediyor. Türkiye'nin çeşitli illerinden toplanıp bu bahçeye ekilen bitkilerin, adaptasyon süreci tamamlanmasıyla Edirne çiftçisi kendi tarlalarında bu bitkileri ekmeye başlayacak. Sanayilerin ham madde bitki ihtiyacı Edirne'den karşılanacak Edirne'de tıbbi ve aromatik bitki ekiminin artmasıyla birlikte, Türkiye'de ve yurtdışında kozmetik ve ilaç sanayilerinde kullanılan bitkilerin ham madde ihtiyacı Edirne'den karşılanacak. Alternatif tarım olarak ön plana çıkan bitkiler hem çiftçinin gelirini artıracak, hem de yurt dışından ithal ettiği uçucu yağ ihtiyacını azaltacak. Üretici bitkileri tarlalarıyla buluşturmanın hayaliyle yaşıyor Edirne'ye adaptasyon olmaya başlayan bitkilerin çoğu büyüyerek rengarenk görüntüler oluşturdu. Bitkiler hakkında Tarım ve Orman Bakanlığı Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü Trakya Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğünce sanayici ve çiftçileri bilgilendirme toplantıları da hız kazanınca bölgede heyecanlı bekleyiş başladı. Tıbbi ve aromatik bitki üretimi için heyecanla gün sayan çiftçiler, safrandan, altın otuna, zambaktan, lavantaya kadar onlarca bitkiyi tarlalarıyla buluşturmanın hayaliyle yaşıyor. Üreticinin daha fazla kazanç sağlaması hedefleniyor Edirne Tıbbi Aromatik Bitkiler ve Boya Bitkileri Bahçesi'nde 60 bitkinin üretimini gerçekleştirdiklerini söyleyen Trakya Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürü Doç. Dr. Adnan Tülek, bitkilerin özellikle eczacılık sektöründe tıbbi olarak kullanıldığını ifade etti. Lavanta ve gül gibi bazı uçucu yağ bitkilerinin kozmetik ve parfümeri sektöründe ön plana çıktığını vurgulayan Doç. Dr. Tülek, bu bitkileri Edirne çiftçisinin üretmesini teşvik ederek kazanç sağlamalarını hedeflediklerini anlattı. İlerleyen dönemde gerek tıbbi anlamda gerekse kozmetik anlamda ham madde temininin Edirne'den sağlanmasını hedeflediklerinin altını çizen Tülek, Trakya Bölgesi'ndeki toprakların çok verimli olduğunu söyledi. Kaynak: Basın Bültnei

İzmir Körfezi'ni Kirleten Algler Katma Değerli Ürüne Çevrilecek

Ege Üniversitesi Biyomühendislik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Meltem Conk Dalay liderliğindeki araştırma grubu, 'Denizel Ortamlarda Kontrolsüz Büyüyen Ulva Türlerinin Biyorafineri Penceresinden Sıfır Atık Yaklaşımı ile Katma Değerli Ürünlere Dönüşümünün Döngüsel Ekonomide Değerlendirilmesi' projesini hayata geçirdi. Avrupa iş birliği programı Cost aksiyonu kapsamında yürütülen, bu hafta başında ise TÜBİTAK tarafından desteklenmeye layık bulunan projeyle, İzmir Körfezi'nde kirliliğe neden olan algler yani deniz marullarının ekonomiye kazandırılacak ürünlere dönüştürülecek. Kirliliğe neden olan deniz marullarından gıda, yakıt ve biyoplastik gibi ürünler yapılacak. Ekonomik faydadan daha da önemlisi, çevreci projeyle, karbon döngüsüne katkıda bulunulacak. 'BİR AVRUPA BİRLİĞİ PROJESİ BU' Projenin bir Avrupa Birliği projesi olduğunu belirten Ege Üniversitesi Biyomühendislik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Meltem Conk Dalay, "Bir Avrupa Birliği projesi bu. Yeni haber aldık, TÜBİTAK tarafından da desteklenmeye layık görüldü. İzmir Körfezi'nde kirliliğe neden olan ulvalar yani deniz marullarının ekonomiye kazandırılması hedefleniyor. Bu alglerden gıda katkı maddesi, biyoplastik ve yakıt gibi katma değeri yüksek ürünler üretmeyi planlıyoruz" dedi. 'DÜNYAYI ALGLER KURTARACAK' Projenin çevreye önemli katkı sağlayacağını da vurgulayan Prof. Dr. Meltem Conk Dalay, "Aynı zamanda projeyle karbon döngüsüne ekosisteme katkı sağlanması hedefleniyor. Ekosistemin sürekliliği açısından karbon döngüsü aslında çok önemli. Aslında biz ormanların atmosferdeki ormanların oksijeni sağladığını düşünüyoruz. Aslında yüzde 50'den fazlasını algler sağlıyor. Hem ulva gibi makroalgler hem de suyun içinde bulunan ve mikroskopta görünen mikroalgler atmosfere oksijen sağlıyorlar. Fotosentez yaparız. Bunların değerlendirilip ürüne dönüşmesiyle mevcut olan karbondioksit düzeylerin de düşürülmesi aynı zamanda fosil yakıtlara olan bağımlılığımızın da azaltılması çözümdür. Bu gibi çözümler ekosisteme önemli katkı sağlayacaktır. Ormanların oluşturulması çok uzun zaman alıyor. Aynı şekilde onların fotosentez yaparak karbonu tutmasındansa çok hızlı çoğalan algler, bu karbon döngüsüne önemli katkı sağlayacaktır. Alglerin kullanıldığı ürünler çok çeşitli. Gıda, hayvan yemleri, tarım, kozmetik, ilaç endüstrisi, ilaç ham maddeleri, biyoplastik gibi o kadar çok ürüne dönüştürülüyor ki algler ve çeşitlilikte çok fazla. Bu nedenle önümüzdeki yüzyıllarda bunların tamamını alglerden temin etmekten başka çözüm yok gibi geliyor bana. Derslerimde söylediğim gibi dünyayı algler kurtaracak" diye konuştu. Kaynak:DHA

Birleşik Krallık Moderna İle Anlaştı

Sağlık ve Sosyal Bakım Departmanı (Department of Health and Social Care), Moderna ile yapılan mRNA aşısı üretim merkezi anlaşması için ''hastaların küresel sağlık tehditlerine karşı son teknoloji ile korunmasını sağlayacağını'' belirtti. Departmanın Sorumlu Bakanı Steve Barclay ''Bu hastalığın (COVID) gelecekteki varyantlarının yanı sıra mevsimsel grip ve RSV gibi dolaşımda olan diğer ölümcül virüslerle savaşmak için yatırım yapmamız hayati önem taşıyor ve Moderna ile bu ortaklık, gelecekteki herhangi bir pandemiye yanıt verme yeteneğimizi de güçlendirecek." dedi.Moderna CEO'su Stéphane Bancel şunları söyledi: Son teknolojiye sahip yeni tesisimiz, mRNA üretimini Birleşik Krallık kıyılarına taşıyarak Birleşik Krallık halkının Moderna COVID-19 aşıları ve gelecekte olası solunum virüslerine karşı geliştirilecek aşılararla pandemik müdahale yeteneklerine erişimini sağlayacak. 1,2 MİLYAR DOLAR DEĞERİNDE OLDUĞU TAHMİN EDİLİYOR Moderna-Birleşik Krallık ortaklığının 1,2 milyar dolar değerinde olduğu tahmin edilirken ; yetkili merciler, ticari açıdan hassas bir konu olduğu gerekçesiyle herhangi bir mali detayı kamuoyu ile paylaşmadı. KÜRESEL BİR MERKEZ Birleşik Krallık'ın resmi hükümet sitesinde yer alan açıklamada, tesisin küresel bir merkez olacağı ve pandemilere yanıt verme noktasında dünya çağında etkili olacağının ifade edilmesi dikkat çekti. Ayrıca, 'gelecekte yaşanabilecek pandemiler vurgusu' da yatırımın mahiyetine dair soru işaretleri oluşturdu. Kaynak:DHA

NASA'nın Yeni Mürettebat Kapsülleri ve Yapay Yerçekimi

NASA, Ticari Uzay Yetenekleri için İşbirlikleri-2 (CCSC-2) girişiminin bir parçası olarak yedi ABD şirketini seçti. Uzay ajansı, bu şirketlerin alçak Dünya yörüngesi için önerdikleri fikirlerin geliştirilmesini denetleyecek. Ticari işbirliğinin ikinci turunda yer alan şirketler Blue Origin, SpaceX, Sierra Space, ThinkOrbital, Vast Space, Space Exploration Technologies ve Northrop Grumman şeklinde. Bu şirketlerin hiçbiri bu finanse edilmemiş Uzay Yasası Anlaşmaları kapsamında NASA'dan herhangi bir para almayacak, ancak uzay ajansının uzmanlığından yararlanabilecekler. Uygun fiyatlı bir ticari uzay taşımacılığı Yeni girişimin bir parçası olarak Blue Origin, mürettebatı yüksek frekanslarda alçak Dünya yörüngesine taşımak için uygun fiyatlı bir ticari uzay taşımacılığı kabiliyeti geliştirecek. Amazon milyarderi Jeff Bezos tarafından kurulan şirket, daha önce NASA tarafından ajansın ticari mürettebat programı için bir uzay aracı geliştirmek üzere finanse edilen bir anlaşma imzalamıştı. Blue Origin 2012 yılında yeni nesil uzay aracının tasarımını test etmeye başladı, ancak uzay aracı hiçbir zaman gün ışığına çıkmadı. Mürettebatlı Dragon kapsülü NASA'nın açıklamasına göre, Elon Musk'ın SpaceX şirketi, NASA'nın ulaşım için Starship roketini ve "uzayda alçak Dünya yörüngesi hedef unsuru" için mürettebatlı Dragon kapsülünü kullanacak bir "entegre alçak Dünya yörüngesi mimarisi" geliştirmeye yönelik yeni ticari girişiminde yer alan bir başka şirket. NASA Genel Merkezi Ticari Uzay Uçuşları Direktörü Phil McAlister yaptığı açıklamada, "Şirketlerin kendi sermayelerini yenilikçi ticari uzay yeteneklerine yatırdıklarını görmek harika ve bu tür ortaklıkların hem özel sektöre hem de NASA'ya nasıl fayda sağladığını gördük." dedi. Kaynak:AA

Geleceğin En Büyük Tehlikesi Ne Olacak

Türkiye'nin aşı ve ilaç geliştirme alanındaki kapasitesinin arttırılacağı TÜBİTAK Aşı ve İlaç Geliştirme Kampüsü ile ilgili konuşan TÜBİTAK Başkanı Hasan Mandal, "Kampüste biyoteknolojik ilaçlar anlamında çalışmalar yürütülecek. Kanser türü hastalıklar için kendi orijinal moleküllerimizi üreteceğiz. Gelecekteki savaş unsurlarından bir tanesi biyolojik ajanlar. TÜBİTAK Aşı ve İlaç Geliştirme Kampüsü'nde bir taraftan sivil uygulamalar diğer taraftan da uluslararası tehditlere karşı gerekli altyapı hazırlıkları yapılacak" dedi. Aşı ve ilaç geliştirme çalışmalarını desteklemek amacıyla Gebze'de açılan TÜBİTAK Aşı ve İlaç Geliştirme Kampüsü'nün tanıtımı gerçekleşti. Gerçekleşen programa katılan üniversite dekanları, ilaç firmaları, kovid-19 platformu üyeleri, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Milli Savunma Bakanlığı üyelerine çalışmalar hakkında bilgiler verildi. "Kendi orijinal moleküllerimizi geliştirmek istiyoruz" Kampüsle ilgili bilgilendirmelerde bulunan TÜBİTAK Başkanı Hasan Mandal, "Burada ortak altyapı yapılacak. Yani üniversitelerin, sanayinin ortaklaşa kullanabileceği bir altyapı. Gelecekte kovid gibi benzeri tehditlere karşı hazırlıklı olma noktasında burası bizim için önemli. Özellikle iklim değişikliğiyle beraber gelecekte salgın hastalıkla karşılaşabiliriz. Bugün yaşadığımız zorluklar var. Bunlardan bir tanesi insanların en sık karşılaştığı kanser. Bu tür hastalıklar için kendi orijinal moleküllerimizi geliştireceğiz" diye konuştu. "Kimyasal ilaçlardan daha çok biyoteknolojik ilaçlar anlamında çalışmalar yürütülecek" Son 20 yılda savunma sanayisinde Türkiye'nin bağımsızlığını ilan ettiğini söyleyen Başkan Mandal, "Sağlık alanında da başarılı öykülerimiz var ama sistematik olarak bakıldığı zaman hala ilacı ve aşıyı ithal eden bir ülkeyiz. Dolayısıyla Türkiye'nin kendi ilacını, kendi aşısını üretmek hatta bunu ihraç etmek noktasında merkezimizde çalışmalar yapılacak. Kimyasal ilaçlardan daha çok biyoteknolojik ilaçlar anlamında çalışmalar yürütülecek. Dolayısıyla bu merkezden amacımız gelecekteki pandemilere hazırlıklı olmak, kanser gibi zor alanlarda dünya ile birlikte eş zamanlı orijinal molekül çalışmaları gerçekleştirmek ve şu an bizim yurt dışından ithal ettiğimiz ilaç ve aşıları üretmek" şeklinde konuştu. "Gelecekteki savaş unsurlarından bir tanesi de biyolojik ajanlar" Konuşmasını sürdüren Başkan Mandal, "Bu merkezde ne yapacağımız kadar nasıl yapacağımızda önemli. Bu merkezde araştırmacılar, firmalar, kamunun ilgili kurumlarıyla çalışmalar yürütülecek. Bir diğer boyutuyla bu kampüs aynı zamanda gelecekteki tehditle için önemli. Bugünkü tehditleri biliyoruz, savaş unsurlarını biliyoruz. Gelecekteki savaş unsurlarından bir tanesi de biyolojik ajanlar. Yani sizin yediğiniz yemekte, içtiğiniz sudan bulaşabilecek biyolojik anlamdaki savaş. Dolayısıyla buradaki araştırma merkezi hem bizim normal hayatımızda salgın, kanser tehdidini hem de ülkelerin kasıtlı biyolojik tehdidi noktasında gerekli olan kimyasal, biyolojik, nükleer tehditlere karşı hazırlık yapacak. TÜBİTAK Aşı ve İlaç Geliştirme Kampüsü, bir taraftan sivil uygulamalar diğer taraftan da uluslararası tehditlere karşı gerekli altyapı ve hazırlıkların yapılacağı bir yer" ifadelerini kullandı. "Biz bir yerlerden tedarik eden değil kendi ilacımızı kendimiz geliştirebilen bir ülke olacağız" Dünyada en çok görülen kanser hastalığıyla ilgili yapılacak çalışmadan bahseden Mandal, "Gelecekte biyoteknolojik anlamda çalıştırılabilecek olan kanser ilaçlarının orijinal molekül olarak ifade ettiğimiz çalışmalar bu merkezde yapılacak. Bu sadece TÜBİTAK'ın kendi insan kaynağıyla değil, Türkiye'deki hocalarımızla birlikte yapılıyor. Biz bir yerlerden tedarik eden değil kendi ilacımızı kendimiz geliştirebilen, gerektiğinde bunu dost müttefik ülkelere kullanım imkanı sağlayan bir altyapıya bir ihtiyaca karşılık vermek için bu kampüsümüz çok önemli" dedi. Kaynak:İHA

Virgin Galactic İlk Ticari Uçuşunu Temmuz Ayında Yapacak

Amerika Birleşik Devletleri merkezli uzay turizmi şirketi Virgin Galactic, uzaya ilk ticari uçuşunu bu ayın sonlarında başlatacağını doğruladı. İtalyan Hava Kuvvetleri ve İtalya Ulusal Araştırma Konseyi tarafından bilimsel araştırmalar gerçekleştirmek üzere Galactic 01 adlı ilk görev, 27-30 Haziran tarihleri arasında fırlatılacak. Bu ayın sonunda gerçekleştirilmesi planlanan ilk uçuşun başlatılmasının ardından ise şirket, Ağustos ayı başlarında yapılması planlanan Galactic 02 isimli ikinci uçuş için hazırlıklara geçecek. İkinci görevde şirket, turist uçuşlarına kayıt olan ilk yolcuların taşınacağı firmanın uzay turizmi operasyonlarının başlangıcına işaret eden aylık seferler gerçekleştirmeyi amaçlıyor.Virgin Galactic önemli bir kilometre taşını geride bırakıyor İlk ticari uçuş planı, Virgin Galactic için son derece önemli bir eşik olarak görülüyor. Zira bilindiği üzere şirket, turistleri uzaya götürmek için gereken güvenliği nihayet elde edene kadar son yirmi yıl içerisinde pek çok can sıkıcı zorlukla karşılaşmıştı. Şirket, altı yolcu ve iki pilot taşıma kapasitesine sahip bir uçak olan VSS Unity ile yörünge altı uçuşları, yani deniz seviyesinden yaklaşık 100 kilometre yükseklikte gerçekleştirecek. VSS Unity, uzay aracını belirli bir irtifaya çıkaran bir uçak gemisi olan VMS Eve tarafından taşınacak. Daha sonrasında ise serbest bırakılarak uçuşu yalnız başına tamamlayacak. VSS Unity’nin ilk insanlı test lansmanı Mayıs 2021 tarihinde, Amerika Birleşik Devletleri, New Mexico’da yer alan bir uzay limanı olan Spaceport America’da yapılmıştı.Virgin Galactic’in seyahatleri, yer çekiminin bulunmadığı maksimum yükseklikte yolculara güzel bir alan görüntüsü sağlamak üzere tasarlanmıştır. Aşırı atmosferde geçen bir sürenin ardından VSS Unity, motor kullanmadan piste iniş için Dünya’ya dönecek. Şirketin CEO koltuğunda oturan Richard Branson ile gerçekleştirilen VSS Unity test görevinde yolculuğun yaklaşık olarak 20 dakika sürdüğü biliniyor. Burada beklentiler, tüm ticari yolculukların da buna benzer bir süreye sahip olmasıydı. Öte yandan uzaya gitmenin bedeli de yine bu testlere açığa çıktı. Şirket, uzay turistlerinden kişi başı 450 bin dolar ücret talep ediyor. Bu rakamlar güncel kur oranına göre yaklaşık 10 milyon 629 bin TL’ye tekabül ediyor. Uzay yarışında işler kızışıyor Virgin Galactic CEO’su Richard Branson, 11 Temmuz 2021 tarihinde uzay turizmi adına insanlı uçuş ile uzaya giden ilk kişi oldu. Yalnızca birkaç gün sonra ise Amazon’un eski CEO’su Jeff Bezos, Blue Origin uzay aracı New Shepard ile benzer bir yolculuk gerçekleştirdi. Uzay turizmi konusunda işler gitgide kızışmaya devam ederken, Virgin Galactic’in atmış olduğu bu adım dünyanın dört bir yanından heyecan ve ilgiyle takip ediliyor. Kaynak: Basın Bülteni

Satürn'ün Uydusu Yaşam İçin En Uygun Yer Olabilir!

Satürn gezegeninin uydularından Enceladus, NASA'nın Satürn keşif aracı Cassini tarafından 2017'de toplanan verilere dayanan bir araştırma ile ilginç keşiflere sahne oldu. Araştırmanın sonuçlarına göre, Enceladus'taki okyanusta yaşam için gerekli olan fosfor elementi keşfedildi. Berlin Free Üniversitesi'nden gezegen bilimci Frank Postberg tarafından yürütülen araştırma, insanlık için önemli olan bu keşfin potansiyel olarak habercisi olabileceği potansiyel yaşamın işaretlerini de ortaya koydu. Enceladus'un buzlu kabuğunun altındaki kayalık zeminde yer alan okyanusta fosfatın varlığı tespit edildi. Fosfat bileşiğindeki fosfor elementi, DNA'nın yapısında bulunan bir elementtir. Uyduda daha önce de karbon, hidrojen, nitrojen, oksijen ve kükürt bulunmuştu. Ancak fosforun keşfi, Enceladus'un yaşam için gerekli tüm elementlere sahip olduğunu gösterdi. Bu da uydunun, Dünya dışında yaşam için en ideal yerlerden biri olabileceğine işaret etmektedir.Enceladus'ta Fosforun Varlığı ve Yaşamın Potansiyeli Fosforun bulunması, Dünya dışı okyanuslarda nadir bulunan bir element olduğundan, güneş sisteminin veya galaksinin başka yerlerinde yaşamın olamayacağı öne sürülmüştü. Ancak Enceladus'ta fosforun varlığının tespit edilmesi, güneş sistemi dışındaki uydu ve gezegenlerde potansiyel yaşamın işaretlerini de ortaya koymaktadır. Araştırmayı yürüten Frank Postberg, Enceladus'un Jüpiter'in uydusu Europa veya cüce gezegen Plüton gibi yer altı okyanusuna sahip güneş sistemi dışındaki uydu ve gezegenlerde potansiyel yaşamın işareti olabileceğini söyledi. Ancak, potansiyel yaşamın varlığının kesinleştirilmesi için daha büyük bir veri örneğinin analiz edilmesi gerekiyor. Fosfor, evrendeki en nadir biyo-esansiyel bileşenlerden biridir. İnsan kemikleri ve dişlerinin çoğunu oluşturan fosfor, aynı zamanda hücrenin ana enerji birimi ATP'nin bileşeni olarak da bilinmektedir. Protein yapımında da görev alan fosfor, bitkilerin gelişimi için de uygun miktarlarda bulunması gereken besin maddelerinden biridir. Araştırmanın sonuçları, "Nature" isimli bilim dergisinde yayımlandı. Bu keşif, insanlık için Dünya dışında yaşamın varlığına ilişkin yeni fikirler ortaya koymuş olabilir. Gelecekteki çalışmalar, gezegenimiz dışındaki yaşamın varlığına ilişkin daha fazla kanıt toplamaya ve incelemeye odaklanabilir. Kaynak:AA

Sanofi Yeni Üretim Teknolojisini Lüleburgaz’a Kuruyor

Sanofi Türkiye, yerli üretim konusunda imza attığı önemli bir yatırımı düzenlediği basın toplantısı ile duyurdu. Günümüzün kronik hastalıkları arasında sayılan iyi huylu prostat büyümesi alanında hastanın tedaviye uyumunu olumlu yönde destekleyen bir üretim teknolojisini, 3 yıl süren bir hazırlık aşamasının ardından Sanofi’nin Lüleburgaz fabrikasına ve Türkiye ilaç endüstrisine kazandırdı. 3 katmanlı tablet üretim teknolojisinin Türkiye ilaç sanayisi için bir ilk olma özelliği bulunuyor. Toplantıda konuşan Sanofi Türkiye Ülke Başkanı ve Sanofi Türkiye, Afrika ve Orta Doğu Temel Ürünler Başkanı Cem Öztürk, Sanofi'nin yaklaşık 65 yıldır Türkiye'de faaliyet gösterdiğini, Türkiye için üretmeye ekonomik değer yaratmaya, istihdam yaratmaya ve ihracat yapmaya devam edeceklerini söyledi.  "6.5 MİLYON AVROLUK İTHALATI TAMAMEN YERELLEŞTİRMİŞ DURUMDAYIZ" Fransa'dan üroloji alanında çok önemli bir ürünü Türkiye'ye getirdiğini belirten Öztürk, "Çok önemli, 3 katmanlı bir teknolojiyi Türkiye'ye getirmiş bulunuyoruz. 6.5 milyon avroluk bir ithalatı tamamen yerelleştirmiş durumdayız ve bundan da çok ciddi anlamda gurur duyuyoruz. Tüm toplama baktığımızda hemen hemen yatırımlarımızın tamamı 1 milyar avroya ulaştı. Yatırımlarımıza devam etmeyi düşünüyoruz. Sanofi'nin Türkiye ekonomisine olan katkısı yaklaşık 110 milyon avro civarında. Bu miktarın yüzde 10'unu dünyanın çeşitli ülkelerine hatta ihracatın çok zor yapıldığı Japonya, Almanya gibi ülkelere yapmaya devam ediyoruz." diye konuştu. Öztürk, ülke olarak konvansiyonel ürünlerden çıkılması gerektiğini vurgulayarak şunları kaydetti: "Teknolojik anlamda çok farklı, tüm dünyaya ihraç edilebilecek teknolojilere geçmemiz ve bunları burada üretmemiz gerekiyor. Bunun için hem insan kapasitemiz, hem teknik yeterliliğimiz var. O yüzden biz yavaş yavaş sadece konvansiyonel ürünleri değil teknolojik anlamda biyoteknolojik ürünleri de buraya getirmeye başlıyoruz. Bu adımları atmak ülkemiz için yani bizim gibi bu alanda öncü olan bir firma için çok önemli ve bu ekosistemi yaratarak buna devam etmek istiyoruz. Geliştirilen teknoloji 3 katmanlı bir teknoloji. Suda çok rahat bir şekilde eriyebilen bir teknoloji ve bunun hasta hayatında yarattığı şöyle bir güzellik var; Yaklaşık tek bir tableti aldığınızda 24 saatlik yavaş salınım yani her katman kısmen kendisi salınım yaparak devreye giriyor ve toplam 24 saat içerisinde hiçbir ilaca ihtiyaç duymadan hayatınıza devam edebiliyorsunuz” Türkiye’ye Sanofi’nin yatırımı ve teknoloji transferi sayesinde ilk kez kazandırılan Geomatrix teknolojisi 3 katmanlı tablet formunda bir ilacı mümkün kılıyor. 3 katmanlı tabletlerde, çekirdek bölümünde etkin madde yer alırken bu madde alt ve üst katmanda bulunan iki tabaka tarafından sarılıyor. Böylelikle, gün içinde birden fazla ilaç almak yerine alacağınız tek ilaç 24 saati kapsayan bir etkiye sahip oluyor. Bu özelliği ile hastalar açısından fark yaratan teknoloji, istenmeyen etkilerin de en aza indirilmesini sağlıyor. LÜLEBURGAZ’DA HAZIRLIK 3 SENE SÜRDÜ Toplantıda verilen bilgiye göre, Sanofi’nin dünyadaki 3. büyük üretim tesisi olan, Türkiye’deki her 7 kutu ilaçtan birini üreten ve ürünleri aralarında Almanya, İngiltere, Fransa, Avustralya ve Japonya’nın da bulunduğu 49 ülkeye ihraç edilen Lüleburgaz fabrikasında, bu teknoloji transferi için 3 yıllık bir hazırlık süreci yaşandı. Oluşturulan yeni ekip Fransa’nın Lyon kentindeki Tours fabrikasına giderek eğitimler aldı. Fabrikada bu üretim için özel bir alan oluşturuldu. 3 katmanlı tablet baskı teknolojisine sahip baskı makinesinin kurulumunun ardından tesis bu özelliğe sahip tablet üretebilme yetkinliği kazanmış oldu. Elde edilen verileri içeren teknik dosya hazırlanıp Sağlık Bakanlığı’na sunuldu ve Bakanlık onayı ile birlikte ticari üretimler Mart 2023’te başladı. Kaynak:AA

Yapay Zeka Kullanılarak Yeni Bir Antibiyotik Keşfedildi

Antibiyotiklerin etkisiz hale gelmeye başlamasıyla birlikte yeni ilaçlara olan ihtiyaç artıyor. Araştırmacılar, yapay zekanın ilaç keşfinde büyük bir hızlanma sağlayabileceğini belirtiyor. Yapay zekanın eğitimi için bilim insanları, kimyasal yapısı kesin olarak bilinen binlerce ilacı Acinetobacter baumannii üzerinde test ettiler. Bu veriler yapay zekanın beslenerek, sorunlu bakteriyi hedefleyebilecek ilaçların kimyasal özelliklerini öğrenmesi sağladı. Yapay zeka daha sonra etkinlikleri bilinmeyen 6.680 bileşiği ele aldı ve sadece bir buçuk saatte bir liste oluşturdu. Bu liste arasından seçilen 240 bileşik laboratuvar testlerine tabi tutuldu ve dokuz potansiyel antibiyotik belirlendi. Bunlardan biri olan abaucin, farelerde enfekte yaraları tedavi edebildiği ve hastalardan alınan A. baumannii örneklerini öldürebildiği gösterildi. Antibiyotiklerin reçete edilebilmesi 2030 senesine kadar sürebilir Ancak, Abaucin’in geliştirilmesi için daha fazla çalışma gerekiyor. Laboratuvar testlerinin ardından klinik deneyler yapılacak ve ilacın etkinliği ve güvenliği değerlendirilecek. Araştırmacılar, yapay zeka destekli antibiyotiklerin reçete edilebilir hale gelmesinin 2030 yılına kadar sürebileceğini tahmin ediyor.Bu keşif, antibiyotik direnci gösteren süper bakterilerle mücadelede yapay zekanın önemli bir rol oynayabileceğini gösteriyor. Abaucin’in diğer bakterilere etki etmemesi durumunda direnç gelişimini zorlaştırabileceğini ve yan etkilerin azaltabileceği düşünülüyor. Ayrıca, yapay zekanın milyonlarca potansiyel bileşiği tarayabilme yeteneği, manuel olarak yapılması imkansız olan bir işlemi hızlandırabilir. Bu çalışma, bilim ve tıpta yapay zekânın devrim niteliğinde bir güç olduğunu gösteren son örnekler olarak değerlendiriliyor. Araştırmacılar, yapay zeka destekli antibiyotik keşfinin prensiplerini daha önce Koli Basili (Escherichia coli) üzerinde test etmişlerdi, ancak şimdi bu bilgileri daha büyük tehditlere odaklanmak için kullandılar. Kaynak:AA

Manyetik Pompa Teknolojisi: Endüstride Devrim Yaratıyor

Manyetik pompa, sıvıların taşınması ve pompalanması için manyetik alanların kullanıldığı bir pompa türüdür. Geleneksel pompalarda kullanılan mekanik mühendislik prensiplerine göre çalışmaz. Bu pompalar, güçlü mıknatıslar ve manyetik alanlar aracılığıyla sıvının hareketini kontrol eder. Manyetik pompaların en önemli özelliği, sızdırmazlık için geleneksel conta ve salmastralara ihtiyaç duymamasıdır. Bu durum, sızıntı riskini ortadan kaldırır ve sıvıların istenmeyen bölgelere yayılmasını engeller. Manyetik pompaların tasarımında yer alan manyetik kuplajlar, iç ve dış taraftaki mıknatıslar arasında bir bağlantı sağlar. Bu sayede, pompa içerisindeki sıvı dışarıya pompalanırken, dışarıdan herhangi bir sızıntı meydana gelmez. Manyetik pompalar, endüstriyel uygulamalarda yaygın olarak kullanılır. Kimyasal, petrokimya, ilaç, gıda ve içecek, enerji ve su arıtma gibi birçok sektörde tercih edilen bir pompa çözümüdür. Bu pompaların avantajları arasında yüksek verimlilik, düşük bakım gereksinimi, uzun ömür, düşük enerji tüketimi ve çevre dostu olması bulunmaktadır. Bu özellikler, manyetik pompaların endüstriyel süreçlerde güvenilir ve etkili bir şekilde kullanılmasını sağlar. Manyetik Pompa Nerelerde Kullanılır? Manyetik pompalar, çeşitli endüstriyel sektörlerde geniş bir kullanım alanına sahiptir. En yaygın kullanıldığı bazı sektörler şunlardır: Kimya Endüstrisi: Kimyasal üretim tesislerinde, asitler, bazlar, solventler ve diğer kimyasal maddelerin taşınması için tercih edilir. Bu pompalar, kimyasal reaktörlerdeki akışkanları kontrol etmek için ideal bir çözümdür. Petrokimya Endüstrisi: Petrol rafinerileri, gaz işleme tesisleri ve petrokimya tesislerinde kullanılır. Ham petrol, petrokimyasal ürünler, gazlar ve diğer yanıcı veya tehlikeli maddelerin güvenli bir şekilde taşınması için idealdir. İlaç Endüstrisi: İlaç üretimi, enjeksiyonluk sıvıların taşınması ve farmasötik üretim süreçlerinde manyetik pompaların kullanımıyla sağlanır. Sterilite ve hassasiyet gerektiren uygulamalarda tercih edilen bir pompa çözümüdür. Gıda ve İçecek Endüstrisi: Manyetik pompalar, içecek üretimi, süt ve süt ürünleri, şeker çözeltileri, meyve suyu ve bira gibi gıda ve içecek işleme tesislerinde kullanılır. Bu sektörde hijyen, temizlik ve gıda güvenliği önemli olduğundan, manyetik pompalar tercih edilen bir seçenektir. Su Arıtma Endüstrisi: Manyetik pompalar, içme suyu arıtma tesislerinde, atık su işleme sistemlerinde ve su pompalama uygulamalarında kullanılır. Temiz su temini, filtrasyon ve suyun doğru şekilde yönlendirilmesi için etkili bir pompa çözümüdür. Manyetik pompalar, diğer endüstriyel sektörlerde de kullanılmaktadır. Bunlar arasında enerji, kağıt ve selüloz, otomotiv, denizcilik, güç üretimi ve madencilik gibi sektörler yer almaktadır. Manyetik Pompa Nasıl Çalışır? Manyetik pompalar, manyetik alanların gücünü kullanarak sıvıların taşınmasını ve pompalanmasını sağlar. Çalışma prensibi şu şekildedir: Manyetik kuplaj: Manyetik pompaların temel bileşeni, iç tarafta bulunan rotor ve dış tarafta bulunan stator olmak üzere iki parçadan oluşan manyetik kuplajdır. Rotor, mıknatıslarla donatılmış bir şaftı içerirken, stator, dış tarafta bulunan bir dizi mıknatıstan oluşur. Manyetik alanın etkisi: Manyetik pompada, dış taraftaki stator mıknatıslarının manyetik alanı, içerideki rotor mıknatıslarını etkiler. Manyetik alan, iki mıknatıs arasında bir bağlantı oluşturarak dönme hareketini aktarır. Sıvının taşınması: Manyetik kuplaj, rotorun dönmesiyle birlikte içerideki sıvının hareket etmesini sağlar. Rotorun dönmesi, manyetik alanın etkisiyle sıvıyı hareket ettirir ve pompanın içinden geçirir. Sızdırmazlık: Manyetik pompalar, sızdırmazlık için mekanik conta veya salmastra kullanmak yerine manyetik kuplajı kullanır. Bu sayede sızıntı riski en aza indirilir ve pompanın güvenliği artar. Manyetik pompaların çalışma prensibi, manyetik alanların etkileşimiyle sıvı taşıma işlemini gerçekleştirir. Bu tasarım, sızdırmazlık problemlerini ortadan kaldırır, daha güvenilir bir pompa çözümü sunar ve sıvıların doğru ve verimli bir şekilde taşınmasını sağlar. Manyetik Pompa Diğer Pompalardan Hangi Özellikleriyle Ayrılır? Manyetik pompalar, diğer pompalardan bazı önemli özellikleriyle ayrılır. Farkları şu şekilde açıklanabilir: Sızdırmazlık: Manyetik pompalar, mekanik conta veya salmastra kullanmak yerine manyetik kuplajı kullanır. Bu sayede sızıntı riski ortadan kalkar. Manyetik kuplaj, iç ve dış taraftaki mıknatıslar arasında bir bağlantı sağlar ve sıvının pompalanmasını mümkün kılar. Güvenilirlik: Manyetik pompalar, sızdırmazlık parçalarının olmaması nedeniyle daha güvenilirdir. Sızıntı olasılığı en aza indirilir ve bu da operasyonel güvenlik ve işletme güvenilirliğini artırır. Ayrıca manyetik pompalar, kontaminasyon riskini azaltır ve temizlik gereksinimlerini minimize eder. Bakım Kolaylığı: Manyetik pompalar, mekanik contaların ve salmastraların bakımını gerektirmez. Bu, bakım sürelerini ve maliyetlerini azaltır. Manyetik pompalar, temizlenmesi ve bakımı kolay olan bir tasarıma sahiptir. Verimlilik: Manyetik pompalar, verimli bir şekilde çalışır ve enerji tasarrufu sağlar. Sıvı akışı daha düzgün ve etkili bir şekilde gerçekleşir, dolayısıyla enerji kaybı en aza indirilir. Bu da işletme maliyetlerini azaltır ve enerji verimliliğini artırır. Çevre Dostu: Manyetik pompalar, sızıntı olasılığının düşük olması ve enerji tasarrufu sağlaması nedeniyle çevre dostudur. Kimyasal sızıntı riski azalır ve enerji tüketimi azalırken çevresel etkiler minimize edilir. Manyetik pompaların bu özellikleri, endüstriyel uygulamalarda tercih edilmesini sağlar. Güvenilirlik, verimlilik, sızdırmazlık ve bakım kolaylığı gibi avantajlarıyla manyetik pompalar, birçok sektörde yaygın olarak kullanılan bir pompa çözümüdür. Kaynak: AA

Uzayda Gizemli Yapılar Keşfedildi

Bilim insanları, Samanyolu Galaksisi'nin merkezinde bulunan devasa yapıları incelemek için yıllardır çalışmalar yürütüyor. Yapılan son araştırmalarda ise beklenmedik bir keşif yapıldı: galaksinin merkezindeki karadeliğe doğru işaret eden ve birbirinden farklı açılarda uzanan iplikçikler. Northwestern Üniversitesi'nden araştırmayı yöneten Farhad Yusef-Zadeh, "Karadeliğe doğru işaret ediyor gibi görünen yapılardan oluşan yeni bir popülasyonu birdenbire bulmak sürpriz oldu" diyor. Her biri 5 ila 10 ışık yılı uzunluğunda olan bu yapıların yüzlercesinin varlığına şahit oldular.Araştırmacılar, bu iplikçiklerin görevinin, karadelikten dışarıya madde atmasına yardımcı olduğunu düşünüyor. Bu yapıların rasgele değil, belirli bir örüntü içinde sıralandığı da keşfedildi. İncelemeler sonucunda elde edilen veriler, karadeliğin dönüşü ve yığılma diskinin yönelimi hakkında daha fazla bilgi edinmelerine yardımcı olabilir. Bu iplikçikleri ortaya çıkarmak için yapılan araştırmaların ilk adımı, Profesör Yusef-Zadeh tarafından 1980'lerin başında atılmıştı. O zamanlar, Samanyolu'nun merkezindeki Sagittarius A* adlı karadelik yakınında galaksimiz boyunca salınan bir dizi devasa ve tek boyutlu iplikçik keşfedilmişti. Ancak bu yeni keşif, daha önce hiç görülmemiş kısa ve boylu boyunca uzanan iplikçiklerdi. Yusef-Zadeh, "Her zaman dikey iplikçikleri ve kökenlerini düşünüyorduk. Dikey olmalarına alışkınım. Düzlem boyunca başkalarının da olabileceğini hiç düşünmemiştim" diyor. Ayrıca, bu iplikçiklerin farklı açılarda bulunması da ilginç bir detaydır. Daha önce keşfedilen iplikçikler çok daha uzun ve sayıca çok daha fazla olmasına rağmen, bu yeni keşfedilen iplikçiklerin belirli bir düzen içinde sıralanmış olması, bilim insanlarını şaşırtmıştır. Bilim insanları, bu yapıların neden böyle bir örüntü içinde sıralandığını veya nereden geldiğini henüz tam olarak açıklayamadılar. Fakat bunların, birkaç milyon yıl önceki bazı hareketliliklerin ardından dışarı atıldıkları tahmin ediliyor. Bu keşif, galaksimizin merkezi gibi kaotik bir alanda düzeni ve örüntüyü gözlemleyebilmenin önemini vurguluyor. Ayrıca, bu yapıların incelemesi, evrenin işleyişi hakkında daha fazla bilgi edinebilmek için yapılan araştırmaların önemini de bir kez daha ortaya koyuyor.Galaksimizin Merkezindeki Yapıların Detaylı İncelemesi: Iplikçiklerin Keşfi ve Olası Sonuçları Araştırma, The Astrophysical Journal Letters'da yayımlandı ve "The Population of the Galactic Center Filaments: Position Angle Distribution Reveal a Degree-scale Collimated Outflow from Sgr A* along the Galactic Plane" (Galaktik Merkez İplikçikleri Popülasyonu: Pozisyon Açısı Dağılımı, Galaktik Düzlem Boyunca Sgr A*'dan Derece Ölçekli Koşutlanmış Dışa Akışı Ortaya Çıkarıyor) başlığı taşıyor. Bu makalede, galaksimizin merkezindeki yapıların detaylı bir şekilde incelenmesi sonucunda elde edilen verilerin nasıl yorumlandığı ve ne tür sonuçlar çıkarılabileceği anlatılıyor. Araştırma ekibi, iplikçiklerin açısını ve konumunu inceledi. Bu çalışmalar sonucunda, iplikçiklerin belirli bir örüntü içinde sıralandığı tespit edildi. İplikçiklerin belirli bir düzen içinde sıralanması, bilim insanlarına karadeliklerin işleyişinin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabilir. Ayrıca, bu keşif, galaksimizin merkezi ile ilgili daha önce yapılan araştırmaların da yeniden değerlendirilmesine sebep oldu. Özellikle, galaksimizin merkezinde yer alan Sagittarius A* adlı karadeliğin etrafında bulunan gaz ve toz bulutları üzerinde daha detaylı çalışmalar yapılması gerektiği vurgulandı. Bu çalışmaların sonucunda, evrenin nasıl işlediği hakkında daha fazla bilgi edinilebilir. Özellikle, karadeliklerin etrafındaki gaz ve toz bulutlarının hareketleri ve davranışları hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak, evrenin genel işleyişi hakkında önemli ipuçları verebilir. Kaynak:AA

Kanserojenleri Yiyen Mikroorganizmalar Ortaya Çıktı

TEKNOPARK İstanbul Kuluçka Merkezi’nde yerleşik Chivalric&Regulus Biyoteknoloji, gıdalardaki kanserojen maddeleri bertaraf eden probiyotik mikroorganizmalar geliştiriyor. Bu benzersiz çalışmasıyla Bayer’in, ‘Sağlık Teknolojileri Alanında Gelecek Vaat Eden Girişimciler’ listesinde ilk 20 girişim arasına giren Chivalric&Regulus; İstanbul Uluslararası Buluş Fuarı ISIF’23’te gümüş madalya kazandı. HalkBank’ın düzenlediği Harekete Geç Genç Girişimcilik Yarışması’nda ise ilk 5 girişim arasında yer aldı. POLİÜRETAN ATIK GERİ KAZANILIYOR Chivaric&Regulus’un, tekstildeki poliüretan atıkların bertarafı sürecinde ortaya çıkan maddelerin geri kazanımını yerli mikroorganizmalarla sağlamaya dönük Ar-Ge çalışması dünyada bir ilk. Bu projesi için TÜBİTAK 1707 programına başvuran firma; KOSGEB’den ileri girişimcilik ve Ar-Ge inovasyon desteği almaya hak kazandı. İstanbul Ticaret’in sorularını, Chivalric&Regulus’un kurucusu Ilgın Karacan cevapladı. Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü mezunu Karacan, Yeditepe Üniversitesi Biyoteknoloji yüksek lisansında mikroorganizmaların mikro enkapsülasyonu üzerine tez çalışmasını gerçekleştirdi. AR-GE TEKNOPARK İSTANBUL’DA  Ülkemizin yerel ve doğal kaynaklarından mikroorganizmaları izole ediyor ve bu mikroorganizmaların endüstrinin çeşitli alanlarına entegrasyonu için Ar-Ge çalışmaları gerçekleştiriyoruz. Ayrıca mikroenkapsülasyon teknolojisi ile ilaçlar için yeni taşıyıcı sistem formülasyonlarını geliştiriyor ve sektörlerin farklı mikrobiyal suş ve mikroorganizma taleplerini karşılıyoruz. YERLİ MİKROORGANİZMALAR  Doğal kaynaklardan elde ettiğimiz suşlarından; gerek tek tür, gerekse istenilen özellikte mikrobiyal karışımlar hazırlıyoruz. Çözüm ortaklarımızla birlikte mikroorganizmaların üretimini, tanımlamalarını ve analizlerini gerçekleştiriyoruz. Know-how’ımız ile Stok Kültür Bankası’ndan firmaların ihtiyaçlarına en uygun hammaddeyi seçmelerine yardımcı oluyor ve hammaddenin, ürünleriyle uygunluğunu test ediyoruz.  Ar-Ge ve Ür-Ge süreçlerinde kullanılan başlangıç mikroorganizma kültürlerinin saklandığı bankamızda; canlı ve istenildiğinde kullanılabilecek saf kültürler mevcut. Stok Kültür Bankası ile Mikroorganizma Kütüphanesi kurma yolundaki adımlarımızı sıkılaştırdık. Bu çalışmalarımızda SFA Ar-Ge’den uzman biyolog Leyla Tarhan Çelebi mentorluğumuzu yapıyor. 5 YENİ PATENT  1’i uluslararası olmak üzere 5 yeni patent başvurusu yaptık. Teknopark İstanbul’da en fazla patent başvurusu yapan 3 firma arasındayız. ‘Probiyotik Mikroorganizmaların Mikroenkapsülasyonu İçin Yeni Kaplayıcı Materyallerin Oluşturulması’ adlı uluslararası patent başvurumuz ile amacımız; gıda üretim prosesinde mikroorganizmaların canlılığının sürdürülmesini ve gıda içindeki kanserojen maddelerin bertarafını sağlamak. Ulusal patent başvurularımızı; ağız yaralarının önlenmesi, ağız sağlığının korunması, hormonal düzensizliklere bağlı olarak ortaya çıkan depresyon gibi hastalıkların önlenmesi için yeni probiyotik formülasyonlarının oluşturulması kapsamında gerçekleştirdik. POLİÜRETAN DÖNÜŞÜMÜNDE İLK AR-GE “Tekstildeki poliüretan atıkların dönüşümü esnasında ortaya çıkan ürünlerin tekrar endüstriye geri kazandırılması alanında literatürdeki ilk Ar-Ge’yi biz yapıyoruz. Poliüretan biyodegredasyonu için Stok Kültür Bankası’ndaki dünya için yeni olan yerli mikroorganizmalarla çalışıyoruz.” ZAYIFLATAN İÇERİKLER  Büyük bir bitkisel çay üreticisine, bitkisel ekstrat kombinasyo-nuna uygun probiyotik bir kombinasyon ile destek veriyoruz. Ortak patent başvurumuz olan bu ürün ile birlikte zayıflamak isteyenler için verimli sonuçlar alınan bir çay geliştirdik. Ürün, 1 ay içinde İngiltere’de satışta olacak. BAYER’İN SEÇİMİ Bayer’in, ‘Sağlık Teknolojileri Alanında Gelecek Vaat Eden Girişimciler’ listesinde 20 girişimci arasında yer aldık. Lâyık görüldüğümüz bu unvan, müşteri görüşmelerimizde çok etkili oldu.”   ISIF’23’TEN GÜMÜŞ MADALYA “ISIF’23’te; ‘Mikroorganizmaların Mikro Enkapsülasonu ile Kanserojen Maddelerin Giderilmesi’ konulu patentimiz ile gümüş madalya kazandık.” PATENTLER SİSTEMİ  “Patentlerimizin kombine şekilde kullanılması ile eşsiz bir know-how sistemi oluşturduk. Bu sistemin çıktısı olan gıdaların içindeki kanserojen maddelerin bertaraf edilmesine yarayan patentimizle yüzde 50-79 aralığında bir başarı elde ettik. Bunun kullanımı ile ilgili endüstriyel gıda üreticisi iki firma ile anlaşma aşamasındayız.” FONKSİYONEL GIDA DÖNEMİ  “Kanserojen maddelerin bertarafı ile daha sağlıklı gıdalar üretilebilecek. Böylece üreticiler pazar paylarını ciddi oranda artırabilecek. Hedefimiz, son tüketicinin bu yerli probiyotikleri gıdalarına katıp, kanserojen maddeleri bertaraf edebilmelerini sağlamak.” MİKROORGANIZMALAR HER YERDE “Arıcılıkta, büyük ve küçükbaş hayvancılıkta probiyotik beslenme formülasyonları hazırlıyoruz. Tarımda verimliliği yükselten bir gübre formülasyonu geliştirdik. Gıdalarda raf ömrünü uzatan probiyotik yöntemler, zayıflatan, depresyonu engelleyen, ağız yaralarına iyi gelen, enerji veren probiyotikler üretiyoruz.” TARIMSAL ÜRETİMİ BAKTERİLER ARTIRACAK  “Tarımsal üretimde verimliliği artırmak için etkin bir şekilde PGPR bakterilerini kullanıyoruz. Geçmiş çalışmalarımızdan elde ettiğimiz sonuçları kullanıyor, akademik destek alıyoruz.” Kaynak:DHA

Soyu Tükenen Kelebekler Yeniden Görüldü

Siyah damarlı beyaz kelebekler, İngiltere'de 100 yıl önce soyu tükenen türler listesine eklendi. Ancak Londra'nın yakınlarındaki çayırlarda bu nadir kelebek türüne şimdilerde yeniden rastlanabiliyor. BBC'nin deneyimli güvenlik muhabiri ve aynı zamanda bir doğa gözlemcisi olan Frank Gardner, bu kelebek türünün yeniden ortaya çıkışını "gizemli bir gelişme" olarak tanımlıyor. Siyah damarlı kelebekler Londra'nın güneydoğusundaki çayırlarda ve çalılık bölgelerde, az sayıda da olsa görülmeye başlandı. Uzman olmayanlar, bu türü kolaylıkla, lahana kelebeği denen ve yaz aylarında yaygın şekilde görülen beyaz kelebek türüyle karıştırabilir.Bu tür, 1660-1685 yılları arasında hüküm süren Kral 2. Charles döneminde, İngiltere'deki türler arasında ilk kez listelendi. 1925'te ise ülkedeki varlığının resmen sona erdiği belirlendi. Son günlerde bu kelebek türü, Londra'nın hemen kıyısında, en sevdiği yaşam alanı olan alıç ve kuş eriği ağaçları çevresinde görülüyor. İsimlerinden anlaşıldığı gibi bu türün üyeleri, kanatlarında belirgin siyah damarlara sahip.İngiltere'deki kelebek türlerini ve popülasyonlarını gözlemleyen Butterfly Conservation (Kelebek Koruma) adlı vakıf, bu kelebek türünün doğaya yeniden salınmış olabileceğini belirtiyor. Ancak bunun kim tarafından ve neden yapıldığı bilinmiyor. Vakıf, türün yeniden görülebilmesinin hoş karşılandığını ancak bunun, soyu tükenen bir canlının kendiliğinden yeniden ortaya çıkması anlamına gelmediğini ekliyor. Kaynak: Basın Bülteni

SABİOTEK Klinik Araştırmalar Çalıştayı İstanbul'da düzenlendi

İÜC, Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) ve Marmara Üniversitesi (MÜ) işbirliğiyle kurulan merkezin Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde düzenlediği çalıştayda 3 üniversitenin öğretim üyeleri tarafından onkoloji, immünoloji, tanı tedavi ve translasyonel tıp, biyomedikal cihaz teknolojisi temaları ele alındı. İÜC Rektörü Prof. Dr. Nuri Aydın, açılışta yaptığı konuşmada, SABİOTEK bünyesinde 3 üniversitenin benzer altyapıdaki akademisyenlerini bir araya getirip yeni çalışmalara ve ufuklara yelken açtıklarını, geçen zaman zarfında dördüncü çalıştayı gerçekleştirdiklerini söyledi. Tedavi yöntemlerinin ve ilaçların geliştirilmesinin özenle yürütülen klinik araştırmalar sayesinde mümkün olduğunu dile getiren Aydın, "Özellikle dünyada yapılan biyoteknolojik araştırmalar ve uygulamalar doğrultusunda sağlık biyoteknolojisi ve ilgili alanlarda ulusal ve uluslararası düzeyde projeler hazırlamak, hastalıkların tanı ve tedavisinde etkin ürünler geliştirmek, ülkemizin biyoteknoloji alanındaki uluslararası rekabet gücünü arttırmak ve ilgili alanlarda nitelikli insan kaynağını yetiştirmek SABİOTEK'in ana hedefleri arasında. Bu hedefler doğrultusunda insanlığa fayda sağlama görevi elbette ki biz bilim insanlarına düşmekte." dedi. Aydın, çalıştayın ana başlıklarının tıp, eczacılık, moleküler biyoloji ve genetik, mühendislik ve yaşam bilimleri gibi farklı multidisipliner araştırma alanlarını birleştiren bir özelliğe sahip olduğuna dikkati çekerek, bu alanlarda yenilikçi teknolojiler ve akılcı çözümler üretmenin ortak hedefleri olduğunu kaydetti. "SABİOTEK'in özelliği sadece bilgi transferi değil" YTÜ Rektörü Prof. Dr. Tamer Yılmaz ise üniversitelerin kendi içerisinde etkileşim kuramadığı bir ekosistem içerisinde başarılı 3 üniversitenin işbirliği içerisinde olmasını çok önemli bulduğunu belirtti.Yılmaz, SABİOTEK'in yaklaşık 2,5 yıllık bir geçmişe sahip olduğunu, ilk baştaki şüpheler artık büyük bir ekosistemin parçası olmakla ilgili motivasyona ve heyecana dönüştüğü için sevinç duyduğunu dile getirdi. Üniversitelerin ürettiği bilim ve bilgiyi transfer ettiğini dile getiren Yılmaz, "SABİOTEK'in özelliği sadece bilgi transferi değil, aynı zamanda teknoloji transferi. Aynı zamanda ticarileştirmeye de öncülük eden bir kuruluş olması. Bunun altını özellikle çiziyorum çünkü burada bulunan 3 büyük üniversitenin de güçlü kaslarından biri bu. Çok iyi teknoparkları var ve ticarileştirme ekosistemini sağlayabiliyorlar." diye konuştu.MÜ Rektör Danışmanı ve SABİOTEK Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Mertoğlu, merkezin markasının aynı zamanda üç üniversitenin bilgi birikimini, altyapısını ve insan kaynağını temsil ettiğini söyledi. Sağlık biyoteknolojileri alanında uluslararası firmaların ön planda olduğunu, bir tekel oluşturulduğu dile getiren Mertoğlu, "Şu anda ülkemizde halihazırda 98 tane teknopark bulunmaktadır. Bu 98 teknoparkın dağılımına baktığımızda maalesef yüzde 50 civarında bilgi ve iletişim alanını görmekteyiz. Sadece yüzde 4 oranında bir biyoteknolojik ağırlık hissetmekteyiz." değerlendirmesini yaptı.Sağlık Bakanlığı Türkiye Sağlık Enstitüleri (TÜSEB) Başkanı Prof. Dr. Erhan Akdoğan da sağlık endüstrilerinde yerelleşme ve yerlileşmenin önemine değindi. Çıktıların ürüne dönüşüp gerçekten bir marka olma noktasında aşılması gereken bazı engeller bulunduğuna dikkati çeken Akdoğan, "Burada TÜSEB, hocalarımızın da söylediği gibi SABİOTEK'le beraber işbirliği protokolü imzalayarak ilk afiliye merkezimiz oldu ve bu noktada biz üzerimize düşen her türlü görevi yerine getirmek için çalıştık ve çalışacağız." şeklinde konuştu. Kaynak.İHA

Roketsan Giderek Gelişiyor

Savunma Sanayii Başkanı Prof. Dr. İsmail DEMİR, ASELSAN Genel Müdürü Haluk GÖRGÜN, ROKETSAN Genel Müdürü Murat İKİNCİ ve HAVELSAN Genel Müdürü Akif NACAR CNN Turk yayınında savunma sanayii projelerine dair anlatımlar gerçekleştirdi. ROKETSAN Genel Müdürü Murat İKİNCİ, “136 km irtifaya ulaştık. MUFS ile kullanılacak olan motor teknolojilerinin tamamı yerli olarak Türkiye’de üretildi. İlk hedefimiz bu senenin sonunda Sonda Roketi ile 300 km irtifaya ulaşabilmek. Daha sonra ise 450-550 km irtifa bandına kendi uydumuzu taşımayı hedefliyoruz.” dedi. Açıklamalarına devam eden İKİNCİ “Uzay önümüzdeki dönemde ülkemize çok ciddi katkı sağlayacak bir alan olacak. ROKETSAN olarak geliştirdiğimiz sıvı yakıtlı motorlarla, navigasyon ve bilgisayar sistemleriyle ve malzeme teknolojileriyle Türkiye’nin uzaya erişimini sağlamaya çalışıyoruz.” diye ekledi. UZAY ORTAMININ TANINMASI İÇİN BÜYÜK FIRSAT OLUŞTURUYOR Şimdiye kadar 4 defa 136 km sınırına ulaştıklarını ifade eden İKİNCİ, sonda roketleriyle uzay ortamını öğrendiklerini, bu süreçte pek çok alt sistemi yerlileştirme fırsatı edindiklerini belirtti. Uzay fırlatma sistemlerinin en önemli bileşenlerini oluşturan teknolojiler kullanılarak: İtki vektör kontrol özelliğine sahip katı yakıtlı roket motoru, İtki vektör kontrol ile birlikte elektromekanik kontrol tahrik sistemiyle sürülen aerodinamik hibrit kontrol, İtki vektör kontrol özelliğine sahip sıvı yakıtlı roket motoru ile uzayda çoklu ateşleme, Uzay ortamında hassas yönelim kontrolü, Milli sensörler ve milli küresel konumlama sistemi alıcısı ile ataletsel hassas navigasyon, Uzayda kapsül ayırma, Çeşitli yapısal ve kimyasal malzemeler ve ileri proses teknikleri doğrulanmış ve mevcut irtifalarında uzay tarihçeli olarak kabul edilmiştir. YAPILAN DENEMELER TECRÜBELERLE DOLU Ayrıca, söz konusu denemeler sırasında, Yıldız İzler ve Radyasyon Ölçer gibi bilimsel yükler, sonda roketlerinin faydalı yükü olarak uzay ortamına taşınmış, uzay tarihçesi kazandırılmış ve bilimsel veriler toplanmıştır. Kaynak:AA

Türk Girişimciye Uzay Desteği

Avrupa’da özel sektörün uzay sanayisindeki faaliyetlerini domine eden isim Bülent Altan. Bazılarına göre Altan, Amerika’da Elon Musk’ın şirketi SpaceX’in deneyimini Avrupa’ya taşıyan isim. Altan, SpaceX’in ‘aviyonik başkan yardımcısı’ rolündeyken 2021’de ayrılıp Almanya’da kendi şirketi Alpine Space Ventures’ı kurdu. ÖNCÜLÜK EDİYOR Avrupa medyası, Bülent Altan’ın geçtiğimiz gün Avrupa Yatırım Fonu’ndan 60 milyon Euro’luk destek almasını yazdı. Alpine Space Ventures’ın, aldığı bu destekle Avrupa’da uzay sanayisinin gelişimine katkı sağlaması bekleniyor. Avrupa Yatırım Fonu, Türk uzay girişimcisine fon sağladı. Münih merkezli Alpine Space Ventures’a “ABD’li özel uzay programları geliştiricilerin arkasında kalan Avrupa’nın özel uzay programının ve sanayisinin gelişimine yardımcı olacak şirket” gözüyle bakılıyor. Altan’a verilen görev ABD özel uzay endüstrisine rakip olacak Avrupa özel uzay endüstrisine öncülük etmek. Altan, Avrupa’daki tek SpaceX kökenli profesyonel değil, onunla birlikte 20 eski SpaceX çalışanı daha hem yatırımcı hem de deneyimleriyle bölgedeki uzay çalışmalarında aktif rollerde.Bülent Altan da bu ekibin liderlerinden biri olarak konumlandırılmış. Bir röportajında, uydu endüstrisinde trilyon dolarlık fırsat olduğuna dikkat çekerek, “Avrupa, işi bilen insanlar olmadan güçlü bir uzay ortamına sahip olamaz. SpaceX ve rakipleri binlerce uydu fırlatıyor, tüm gezegeni internete bağlayacak bir mega takımyıldızı yaratıyor” diyor. MUSK’A RAKİP Mİ Alpine Space Ventures, Altan’ın uzaya yönelik tek girişimi değil. Altan bir noktadan diğerine veri göndermek için lazer kullanan bir cihaz olan optik iletişim uzay terminalleri yapan Alman Mynaric’in de eş CEO’luğunu yürütüyor. Ayrıca Avrupa’nın en büyük uzay şirketlerinden biri olan Alman roket üreticisi Isar Aerospace’in de başkanı. Münih merkezli girişim, ilk roketini bu yılın sonların doğru uzaya göndermeyi hedefliyor. Isar, bu projesi için Avrupalı yatırımcılardan bugüne kadar beş yıldan kısa bir sürede 330 milyon Dolar topladı. Isar Aerospace, Altan başkanlığında Musk’a rakip olmaya hazırlanıyor. MYNARIC’TE EŞ CEO DA TÜRK Bülent Altan’ın Almanya’da kol kola çalıştığı ekipte Türk yöneticiler dikkat çekiyor. Bunlardan biri de Mynaric’te onunla Eş CEO olan Mustafa Veziroğlu. Mynaric’e Ağustos 2022’de başkan olarak katılan Veziroğlu, Ocak 2023’e kadar şirketin lazer iletişim ürünlerinin geliştirilmesinden, kalifikasyonundan ve seri üretiminden sorumluydu. Şubat 2023’ten bu yana şirketi Bülent Altan ile Eş CEO olarak müşterek yönetiyor. Veziroğlu, Amerika’da mühendislik okuduktan sonra 10 yılı aşkın süreyle foton ve yarı iletkenler teknolojilerinde lider roller üstlendi. Mynaric’e katılmadan önce SA Photonics COO’su olarak görev yaptı. SA Photonics’teki liderliği altında şirket, Gelişmiş Savunma Araştırma Projeleri Ajansı (DARPA) ve Uzay Geliştirme Ajansı (SDA) ile ortaklaşa Düşük Dünya Yörüngesi’nde (LEO) uzaydan uzaya optik iletişim bağlantıları projelerini yürüttü. Kaynak: Basın Bülteni

Bant Konveyörleri Hangi Sektörlerde Kullanılır

Bant konveyörleri, bir ürünün bir noktadan diğerine taşınmasını sağlayan mekanik bir taşıma sistemi olarak tanımlanabilir. Bant konveyörleri genellikle endüstriyel tesislerde, havaalanlarında, limanlarda, depolama alanlarında ve daha birçok alanda kullanılmaktadır. Bir bant konveyörü, birçok farklı bileşenden oluşur. En temel bileşenleri arasında bir bant, motor, tahrik mekanizması, rulmanlar, kasnaklar ve destek yapıları yer alır. Bant, ürünlerin taşınmasını sağlayan en önemli bileşendir. Bant, dayanıklı bir malzemeden yapılmış ve birçok farklı boyutta ve tasarımda mevcuttur.Bant konveyörleri, sabit hızda veya değişken hızlarda çalışabilir. Motor, bandı hareket ettirir ve tahrik mekanizması, motor gücünü rulmanlar ve kasnaklar aracılığıyla banda ileterek hareket etmesini sağlar. Rulmanlar, bandın hareketini desteklemek için kullanılır ve kasnaklar, bandın hareket yönünü değiştirmek veya hızını ayarlamak için kullanılır. Kısaca bant konveyörleri, ürünlerin bir noktadan diğerine taşınmasını sağlamak için kullanılan mekanik bir taşıma sistemi olarak tanımlanabilir. Bu taşıma sistemleri; endüstriyel üretim tesisleri, depolama alanları, havaalanları, limanlar ve daha birçok sektörde kullanılmaktadır.  Bant konveyörlerinin kullanıldığı bazı sektörler şu şekildedir: Gıda Endüstrisi: Gıda endüstrisi, bant konveyörleri kullanımı için uygun endüstrilerden biridir. Gıda endüstrisi, hijyenik gereksinimleri karşılaması ve ürünlerin güvenli bir şekilde taşınması için özel tasarlanmış bant konveyörleri kullanır. Gıda endüstrisi için tasarlanmış bant konveyörleri, sıkı hijyen gereksinimlerini karşılamak için paslanmaz çelik gibi kolay temizlenebilir malzemelerden yapılmıştır. Bantlar, gıda ürünlerinin taşınması sırasında hijyenik olması için özel olarak tasarlanmıştır. Bant konveyörleri, gıda ürünlerinin hijyenik koşullarda taşınması ve işlenmesi için gereklidir. Otomotiv Endüstrisi: Otomotiv endüstrisi, bant konveyörleri kullanımı için yaygın sektörlerden biridir. Otomotiv endüstrisi, hızlı ve verimli üretim için bant konveyörlerinin kullanılmasına büyük önem verir. Otomotiv endüstrisinde bant konveyörleri, parçaların taşınması, işlenmesi, montajı ve paketlenmesi için kullanılır. Bant konveyörleri, otomotiv endüstrisinde üretim sürecinin her aşamasında kullanılır. Malzeme taşıma, boya ve kaplama işlemleri, montaj işlemleri, test işlemleri ve paketleme işlemleri gibi birçok farklı işlem için bant konveyörleri kullanılır.Lojistik:Bant konveyörleri, lojistik sektöründe yaygın olarak kullanılan malzeme taşıma sistemlerinden biridir. Lojistik sektörü; malzeme taşıma, depolama ve dağıtım işlemlerinde bant konveyörleri kullanarak ürünlerin hızlı, güvenli ve verimli bir şekilde taşınmasını sağlar. Bant konveyörleri, lojistik sektöründe birçok farklı alanda kullanılır. Depolama tesislerinde, bant konveyörleri, ürünlerin depolanması ve stoklama işlemleri için kullanılır. Bant konveyörleri, ürünlerin raf sistemlerine yerleştirilmesinde ve çıkarılmasında da kullanılır.İlaç Endüstrisi:İlaç endüstrisi, üretim sürecinde çok hassas ve titiz bir çalışma gerektirir. Bu nedenle, ilaç endüstrisi için malzeme taşıma sistemleri de büyük önem taşır. Bant konveyörleri, ilaç endüstrisinde de yaygın olarak kullanılan malzeme taşıma sistemlerinden biridir. Bant konveyörleri, ilaç endüstrisinde, ham maddelerin taşınması, karıştırılması, paketlenmesi ve etiketlenmesi gibi birçok farklı işlemde kullanılır. Bu işlemler sırasında ürünlerin hijyenik ve steril koşullarda taşınması ve işlenmesi gerektiğinden bant konveyörleri özellikle ilaç endüstrisindeki üretim tesislerinde yaygın olarak kullanılır. Tekstil Endüstrisi: Tekstil endüstrisinde bant konveyörleri, tekstil üretiminde malzemelerin hareketini kolaylaştırmak ve üretim süreçlerini hızlandırmak için kullanılan önemli bir ekipmandır. Bant konveyörleri; kumaş, iplik, elyaf ve diğer malzemelerin fabrika içinde taşınması ve işlenmesi için kullanılır. Tekstil endüstrisinde bant konveyörleri birçok farklı amaç için kullanılır. Örneğin; kumaş üretiminde, bant konveyörleri kumaşın kesilmesi, boyanması, kurutulması ve paketlenmesi için kullanılır. İplik üretiminde ise, bant konveyörleri iplik bobinlerinin taşınması ve işlenmesi için yaygın olarak kullanılır.  Kaynak: AA

Kanserde Asrın Buluşu

Yaklaşık 40 yılını onkoloji uzmanlığına veren ve bu alanda Türkiye’nin tanınmış isimleri arasında yer alan Türk Tıbbi Onkoloji Derneği Üyesi, Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Medikal Onkoloji Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nil Molinas Mandel, moleküler düzeydeki genetik testler sayesinde, kanser tedavisinde devrim yaşandığını söyledi. Prof. Dr. Mandel, bu sayede kişiye özel tedaviler oluşturulabildiğini ve bazen hiç umut kalmayan hastalarda dahi tedavi protokollerinin olumlu yönde baştan aşağı değişebildiğini kaydetti. Amerikan biyoteknoloji şirketi Illumina desteği ve Nesiller Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi ev sahipliğinde geçtiğimiz hafta İstanbul’da yapılan sempozyumda, genetik dünyası ve onkoloji uzmanları, genetik alanındaki gelişmelerin, kanser tanı ve tedavisindeki yerini değerlendirmek üzere bir araya geldi. Dünyanın biyobelirteç araştırma geliştirme ve moleküler tanı konusundaki en güçlü enstitülerinden biri olan Heidelberg Üniversitesi Patoloji Enstitüsü'nden Dr. Daniel Kazdal ile Türk onkoloji uzmanlarını buluşturan bilimsel toplantıda, kapsamlı moleküler profillemenin, kanserde yarattığı fark ve kanser biyobelirteçlerindeki son bilimsel gelişmeler ele alındı. Toplantının moderatörlüğünü yapan Prof. Dr. Nil Molinas Mandel, kanser alanında genetik ve biyoteknolojideki gelişmelerle büyük bir devrim yaşandığını kaydederek, onkoloji dünyasının kanserleri artık türlerine göre değil, hastadaki moleküler mekanizmasına göre ele aldığını vurguladı ve önemli bilgiler verdi. “ARTIK BUTİK TEDAVİ UYGULUYORUZ" Prof. Dr. Mandel, “Kanser asrımızın en korkulu hastalığı. Ama kanserde çok fazla yenilik oldu. Asrın buluşları diyebileceğimiz, hastalığın ve hastaların genetik yapılarını, moleküler özelliklerini ve değişik aşamalarda kanda dolaşan tümör hücreleri dahil olmak üzere hastalığın seyrini takipte çok büyük aşamalar ve yeni ufuklar belirdi. ‘Eskiden bizim yaptığımız konfeksiyonmuş’ diyoruz artık kendi aramızda. Şimdi, ‘butik’ çalışıyoruz; kişiye özel tedaviler planlıyoruz ve bu kişiye özel planladığımız tedavileri hayata geçirebilmek için istiyoruz ki bunu tetikleyen bir mutasyon varsa, onu gösterelim. İşte bunun için de hem kanserli dokudan alınan örnekler, o yetersiz olursa kandan alınan örneklerle moleküler testler yapıyoruz. Bu, her kanser için hemen hemen artık kaçınılmaz oldu" dedi. “HASTALARDA ARTIK YILLARCA SAĞ KALIM SAĞLAYABİLİYORUZ" Genetik profillemenin başlarda iki gen, üç gen için yapılabildiğini, şimdi ise genetik alanındaki gelişmeler sayesinde yeni geliştirilen moleküler gen panelleri ile yüzlerce mutasyona bakılabildiğini vurgulayan Prof. Dr. Mandel, sözlerini şöyle sürdürdü: “İşin heyecan verici tarafı da bu. Zira bazen her şeye dirençli gibi görünen bir hastada yapılan moleküler profilleme sonucu bakıyoruz ki, hiç beklemediğimiz, bizim şoför ya da ‘driver mutasyon’ dediğimiz tetikleyici mutasyonlara sahip çıkabiliyor ve hastalığın tedavisi, programı, baştan aşağı değişebiliyor. Bugün akciğer kanserinde, meme kanserinde veya kolorektal kanserlerde ki, bunlar en sık görülen kanserler, çok önemli gelişmeler oldu bu sayede. Artık daha etkin ve daha az yan etkili tedaviler vermeye başladık. Eskiden over yani yumurtalık kanserinde yapacağımız pek fazla bir şey yoktu. Sadece standart kemoterapi veriyorduk. Daha sonra hedefi tedaviler geldi, onun arkasından da DNA tamir mekanizmalarını bozan, durduran çalışmalar gösterdi ki yumurtalık kanserinde artık yeni tedavi seçenekleri son derece önemli. Metastatik hastalarda 1 yıl yaşam şansı çok az derken, bugün bu sürenin 4-5 yıla kadar çıktı. Daha daha yeni mutasyon analizleri de dirençli hastalarda farklı ilaç seçeneklerini ortaya koyma şansı verdi. Meme kanserinde de birçok yeni mutasyon tanımlandı. Eskiden Her-2 pozitif hastalık diyorduk, şimdi Her-2 düşük pozitifler çıktı. Dolayısıyla tedavide de seçenekler arttı." “KANSER TÜMÖRÜ EN BÜYÜK YAPAY ZEKA" Nesiller Genetik Hastalıklar Değerlendirme Merkezi Kurucusu, Genetik ve Farmakoloji Uzmanı Dr. Gülay Özgön ise biyoteknoloji alanında yaşanan bilimsel gelişmeler sayesinde kanserin artık romatoid artrit gibi kronik bir hastalık olma yolunda olduğunu vurgulayarak, “Tümörün aklı hepimizden büyük. Çok büyük bir yapay zeka var tümörün içinde. O da hayatta kalabilmek için çok farklı yolakları kullanarak, farklı mutasyonlar geliştiriyor. Teknoloji ve genetik ilerledikçe aslında, hastalar da fark ediyorlar ki eskiden komşusuna veya bir yakınına uygulanan tedaviler, kendisinde farklılaşmış durumda. Ya da aynı hastaya bir yıl önce uygulanan bir tedavi, bir şekilde progresyon (kötüleşme) veya düzelme nedeniyle bir yıl sonra değiştirilebiliyor. Bütün bunlar aslında bilimin ışığında, bilim dayanağı ile yapılıyor" dedi. GENETİK SAYESİNDE TÜMÖRÜN DİLİ ÇÖZÜLÜYOR Bugün FDA tarafından onaylanan pek çok gelişmiş genetik profilleme testlerinin ülkemizde de uygulanmaya başlandığına dikkat çeken Dr. Özgön, sözlerini şöyle sürdürdü: “Neden daha geniş profilleme testi yapılması gerekiyor? Çünkü genetik, biyoteknolojik ilerlemeler, tümörün farklı yolaklar kullanarak farklı şekilde kendini ifade ettiğini ortaya koyabiliyor artık. Burada en önemli unsur sadece hedef olabilecek ilacı bulabilmek değil, aynı zamanda ilacı uygularken hastada hangi yan etkilere, hangi direnç mekanizmalarına neden olabiliyor, bunu da görebilmek. Ya da belki kost efektif dediğimiz farmako-ekonomik olarak da faydalı olabilecek, yani ülkenin sağlık ekonomisine de fayda sağlayacak bilgileri üretmek. 500 genli profillemelerde mesela hangi yolakta direnç olduğunu bularak, hastaya o ilacın yararı olup olmayacağı konusunda bir şeyler söyleyebiliyoruz. Tabii ki aslında bizim bütün amacımız, geniş profilli genetik testlerin geri ödeme sistemlerine dahil edilerek daha ulaşılabilir olması. Uygun tüm hastaların bu tip tedavi ve tanı modelitelerine kolay ulaşmasını arzuluyoruz. Tabii ki bu tanı ve tedaviler bir takım bilimsel kılavuzlar eşliğinde kullanıyor. Hangi hastaya hangi tedavi kılavuzunun uygulanması gerektiğiyle ilgili bilimsel çalışmalar ışığında karar veriliyor. Bu kılavuzların değişmesi eskiden yıllar sürerken bugün neredeyse 6 ayda bir güncelleniyor ve yenileniyor. Bu yenilen kılavuzlar eşliğinde de tedavi olasılıkları ve imkanları artıyor. Hastalar da daha uzun yaşam şansına sahip olabiliyor." Kaynak:DHA

Kişiye Özel Kanser Tedavisi

Tüm dünyanın en önemli sağlık sorunları arasında yer alan kanser hastalığının tedavisinde son dönemde öne çıkan ve hastalığın seyrini olumlu yönde değiştiren ‘kişiye özel tedaviler’den bahseden Acıbadem Adana Hastanesi Tıbbi Onkoloji Hekimi Prof. Dr. Züleyha Çalıkuşu, bu kişiye özel tedaviler ile hastanın kansere neden olan hücrelerine yönelik genetik haritalarının çıkartıldığını ve hastaların genetik şifrelerinin çözüldüğünü anlattı. Geçmişte kanser tedavisi denildiğinde, her hastada belli başlı yöntemler uygulandığını hatırlatan Prof. Dr. Çalıkuşu, gelişen teknoloji ile tıp biliminin ortaklığının, bugün kişiye özel tedavi yaklaşımlarının önemini daha net şekilde ortaya koyduğunu ifade etti. Gelişen teknolojiyle tümör hücrelerinin özelliklerinin daha iyi anlaşıldığına dikkat çeken Çalıkuşu, “Tedaviler kişiye ve tümöre özel şekilde planlanıp, kanserli hücreleri hedef alan uzun süreli tedavilerle hastalık kontrol altında tutuluyor, yaşam süresinin uzaması sağlanıyor. Kanser hücrelerinin taşıdığı fakat normal hücrelerde bulunmayan hedefler belirlenerek etkinliği yüksek, yan etkisi az, bu nedenle de daha konforlu olan biyolojik tedaviler kanser tedavisindeki en önemli gelişmeler olarak gözleniyor” dedi. “Akıllı ilaçlar kanser tedavisinde çığır açtı”Kanserin, kişinin kendi sağlıklı hücrelerinden geliştiğini ve her hücrenin kişiye özel genetik şifre taşıdığına da değinen Çalıkuşu, kanser hücresinin genetik haritasının çıkarılarak tedavide başarı oranının artığına dikkat çekti. Hastalığın seyri sırasında uygulanan moleküler genetik testlerin sayesinde, hangi ilacın hangi hastada daha faydalı olabileceğinin belirlendiğini dile getiren Çalıkuşu, “Böylece hastanın uygulanacak hedefe yönelik tedaviden göreceği faydanın ortaya çıkarılması mümkün olabiliyor. Günümüzde tümör hücrelerinde çoğalma yollarını keserek tümör hücrelerinin ölümüne yol açan son derece etkili ’akıllı ilaç’ ya da ’hedefe yönelik ilaç’ olarak da adlandırılan tedavilerin keşfedilmesi ise kanser tedavisinde yeni bir çığır açtı” diye konuştu. Prof. Dr. Çalıkuşu, bir hastaya kişiye özel tedavi seçeneği sunabilmek için kişinin kanser dokusu veya kanında dolaşan tümörün DNA’sının elde edilerek özel yöntemler ile tümörün akıllı ilaçlara uygun olup olmadığının test edildiğinin de altını çizdi.Günümüzde moleküler patoloji olarak adlandırılan hassas gen analiz yöntemleri ile tümörün kaynaklandığı organa bakılmaksızın kanserleşme sürecinde ana rol alan gen bozukluklarının tespit edildiğine değinen Çalıkuşu, “Sonuçlar ile günümüze kadar yapılan çalışmalar ve elde var olan hedefe yönelik tedavi ilaçları gözden geçirilerek hastaya uygun bir tedavi seçeneği olup olmadığına karar verilir” şeklinde konuştu. Bazı moleküler genetik testlerin ülkemizde de uygulanabildiğini, ancak çoğu geniş panel testlerinin Amerika ve Avrupa’daki bazı merkezlerde incelendiği bilgisini veren Çalıkuşu, “Hastaların kan ya da biyopsi örnekleri bu laboratuvarlara gönderilip alınan sonuçlara göre tedavileri planlanıyor. Genetik testler, başta akciğer, meme, malign melanom, kalın bağırsak ve böbrek kanserleri olmak üzere birçok kanser türünde kullanılıyor” diyerek sözlerini tamamladı. Kaynak:İHA

Taş Devrinden Kalan Diş Plakları Kayıp Mikropları Ortaya Çıkarıyor

Almanya ve ABD'den bir grup araştırmacı, insan kalıntılarından elde edilen diş plaklarından çıkardıkları DNA’ların şifresini çözmek için bir araya geldi. Ekip, dizilimleri kullanarak canlı oldukları dönemde bakterilerin kullandığı proteinleri tekrar üretmeyi başardı. İnsan vücudunda yaşayan mikroplarla ilgili son derecede önemli bu çalışmada artık insan vücudu ekosisteminin bir parçası olmayan bakteriler hakkında daha önce bilinmeyen bilgilere ulaşıldı. Uzmanlara göre elde edilen bulgular, gelecekte yeni ilaç tedavilerinin geliştirilmesinde kullanılır. Diş plakları ve mikroorganizmalar arasında nasıl bir ilişki var? Kireçlenmeyle oluşmuş diş plağı (tartar), mikroorganizmaların barınması için uygun bir alan oluşturur. Her gün diş fırçalama ve diş ipi kullanma yönündeki diş hekimi tavsiyelerinin sebebi de budur.Bakteriler için barınma alanı sağlaması sayesinde, bilim insanları binlerce yıllık insan kalıntılarını kullanarak üzerinde çalışma yapabilecek küçük DNA parçaları çıkarmayı başardı. Bu parçaları kullanan araştırmacılar, genetik dizilimleri oluşturabilmek için hummalı bir çalışma gerçekleştirdi.Massachusetts'teki Harvard Üniversitesi'nden Antropolog olan Christina Warinner çalışmayı şu sözlerle anlattı: "Tipik bir bakteri genomunun uzunluğu 3 milyon baz çifti kadardır. Bizim çalışma sırasında ulaşabildiğimiz binlerce yıllık DNA’lar ortalamada 30 - 50 baz çifti uzunluğundaki parçalardan oluşuyordu. Başka bir deyişle, her bir antik bakteri genomunu 60.000 parçalı bir yapboz gibidir. Her bir diş tartarı parçasında da milyonlarca genom bulunur." Mevcut çalışmada bu parçaların anlamlı bir şekilde bir araya getirilebilmesi için, araştırmacılar küçük DNA parçalarından bütün bir genomun oluşturulabildiği “de novo birleştirme tekniği” adı verilen bir işlem geliştirdi. Yalnızca bazı parçaları olan ve referans alınabilecek resmi olmayan bir yapbozu tamamlamaya benzeyen bu çalışma 3 yılda tamamlanabildi ve bakteri genomları yeniden oluşturuldu. Araştırma sonuçları şaşırtıcı Araştırma sonucunda, en fazla yüksek kaliteli dizilimin, Chlorobium adı verilen bir tür bakteriye ait olduğu belirlendi. Enerji elde etmek için, ışık kullanarak kükürdü oksitleyen bu mikroorganizmalar, ışığa ihtiyaç duymaları nedeniyle, pek fazla ışık almayan insan ağzında yaşaması beklenen türden canlılar değil. Araştırmacılar bu bakterilerin insanların her ağzını açtığında bir miktar ışık alarak hayatta kalmış veya gölet suyu içmenin bir sonucu olarak insan ağzına yerleşmiş olabileceğini düşünüyor. Bir başka soru da günümüzde bu bakterilerin neden ağzımızda bulunmadığı. Araştırmacılar bunun sebebinin de davranış ve beslenme alışkanlıklarındaki değişim olabileceğini, ancak bu aşamada kesin olarak bilinemeyeceğini söylüyor. Kaynak: Science Dergisi

Zakkum Kansere Çare Midir

ABD’de zakkumlu ilacın ilk patent başvurusunu yapan Dr. Ziya Özel, Türkiye’de birçok çevre tarafından ‘şarlatan’ olarak nitelendirilmişti. Söz konusu ilacın, kanserin gelişimini engellemek dışında, AIDS ve Hepatit-C ve bağışıklık sistemini zayıflatan diğer hastalıklar için de etkili olduğu bildiriliyor. Ancak FDA’nın Memphis kentinde yaptığı bu açıklama, maddenin piyasaya sürülmesi anlamına gelmiyor. Zakkumlu ekstrenin ilaç olabilmesi için sırada Faz 2, 3, ve 4 düzeyinde araştırmalar bulunuyor. UZMANLAR UYARIYOR Türkiye’de zakkumla kanseri ortadan kaldıracağını iddia etmesinin ardından insanlar zakkum kaynatıp içince birçok kişi hayatını yitirmişti. Uzmanlar böyle bilinçsiz kullanımlar konusunda insanları uyarırken yaşanananların ardından Genel Cerrah Opr. Dr. Ziya Özel, daha sonra ABD’ye giderek konuya ilişkin çalışmalarına devam etti. Dr. Özel, 1992’de ABD’de zakkumdan elde edilen ‘Oleander’ maddesinin bağışıklık sistemini güçlendiren etkisi üzerine patent aldı. Ancak oldukça zehirli olan zakkum bitkisinin çay gibi kaynatılarak içilmesi son derece zararlı. DÜŞÜK DOZDA ETKİLİ Mİ? Deneme zakkumlu ilaç ekstresinin en düşük dozlarda kullanılmasıyla yapıldı. 46 denekten 7’sindeki kanser ilerleme süreci, 4 ay ve daha fazla süreyle durdurulabildi. Araştırmalar zakkumlu ilacın göğüs kanserinden, pankreasa kadar geniş bir yelpazede etkili olduğunu ortaya koydu. Deneme sırasında hastalara 21 ve 28 günlük sürelerde günde 0.6 mg’den en korunaklı olarak bilinen 10.2 mg’ye kadar artan dozda ilaç verildiği belirtildi. İlacın üretim ve halka satışından önce FDA tarafından ilacın 2. Deneme Safhası’nın yapılması gerekiyor. Kaynak:AA

Yumurta Alerjisi Tarihe Karışıyor

Grip aşılarının çoğu yumurta bazlı teknoloji kullanılarak üretiliyor Panelenmiş ve dövülmüş gıdalar, sezar salata sosu, krep ve gofretler, dondurma, şekerleme, köfte ve köfte, marshmallow ve marzipan dahil olmak üzere şaşırtıcı sayıda gıda ürününde yumurta, yumurta tozu veya kurutulmuş yumurta bulunabiliyor. Ayrıca grip aşılarının çoğu yumurta bazlı teknoloji kullanılarak üretilmektedir. Ovomucoid proteini içermeyen yumurta üretildi Hiroşima Üniversitesi’nde TALEN adı verilen bir genom düzenleme teknolojisiyle yumurta beyazında bulunan ovomucoid proteini içermeyen yumurta üretildi. Yumurta beyazının % 11’inde bu protein bulunuyor. Transkripsiyon aktivatörü benzeri efektör nükleazlar (TALEN’ler), DNA’yı belirli bir dizide kesmek ve çift sarmallarını kırmak için tasarlanmış yapay enzimlerdir.  Sarmallar bir kez kırıldığında, hücre onarım mekanizmasını başlatarak yanıt verir, böylece kopmanın her iki tarafı da yeniden onarılır. CRISPR gibi diğer gen düzenleme teknolojileri “hedef dışı” etkiler üretebilir , bu da düzenleme işleminin yeni mutasyonlara yol açtığı anlamına gelir. Bu durumda; hedef dışı etkilerle ilgili sorun, yine de bir alerjik reaksiyona neden olabilecek OVM proteininin mutant varyantlarını yaratma potansiyelidir. Hedef dışı etkilerin varlığı açısından test edildi Araştırmacılar, belirli proteinleri kodlayan ekson 1 adı verilen tavuğun RNA’sının bir parçasını çıkarmak için TALEN’leri tasarladılar. Tavukların yumurtladığı OVM kapalı(nakavt) yumurtaları; OVM proteini, mutant OVM proteini ve diğer hedef dışı etkilerin varlığı açısından test edildi. Yumurtaların belirgin anormalliklere sahip olmadığı ve OVM’den veya proteinin mutant varyantlarından eser içermediği bulundu. Değiştirilmiş yumurtaların tüm genom dizilimi, hedef dışı etkilere işaret eden mutasyonlar gösterse de, bunlar protein kodlayan bölgeleri etkilemedi. Çalışma gıda ve aşılardaki alerji sorununu çözdü  Araştırmanın baş yazarı Ryo Ezaki, “Bu sonuçlar güvenlik değerlendirmelerinin önemini gösteriyor ve bu OVM kapalı tavuğun yumurtladığı yumurtaların gıda ve aşılardaki alerji sorununu çözdüğünü ortaya koyuyor,” diyor. En küçük miktardaki OVM’nin bile bazı insanlarda alerjik reaksiyonu tetikleyebileceğini bilen araştırmacılar, ileri testlerde yumurtaların alerjik olmadığını doğrulayana kadar, normal yumurtalardan daha az alerjik olduklarını söyleyerek temkinli davranıyor. Ezaki, “Araştırmanın bir sonraki aşaması, OVM-nakavt yumurtaların fiziksel özelliklerini ve işleme uygunluğunu değerlendirmek ve klinik deneylerle etkinliklerini doğrulamak olacak. Alerjisi azaltılmış yumurtaların pratik uygulamasına yönelik daha fazla araştırma yapmaya devam edeceğiz, “diyor. Kaynak: Basın Bülteni

ACTV Biyoteknoloji 20 milyon TL Yatırım Yapacak

Kozmetik ve ilaç sektörüne bitki kök hücre teknolojisini kazandırıyor. Bitki biyoteknolojisi ile kozmetik aktif madde üretimi gerçekleştiren ACTV Biyoteknoloji, fonbulucu platformunda yatırım turuna çıktı. Ülkemizde bu alanda faaliyet gösteren tek firma olan ACTV Biyoteknoloji, yatırım turunda şirket paylarının %6’sının yatırımcılara arzıyla 20 milyon TL fon toplamayı hedefliyor. Girişim şirketinin temel hedefi, kozmetiğin yanında bitki kök hücre teknolojisiyle üretilmiş ilaç etken maddelerini de sektöre kazandırmak ve beş yıl içerisinde borsaya kote olmak. Biyoteknolojik yöntemler kullanarak farklı biyolojik aktivitelere sahip etken maddeler geliştiren ACTV Biyoteknoloji, kitle fonlama platformu fonbulucu’da yatırım turuna çıktı. 71 milyar euro cirosu ile dünyanın 84. büyük firması olan BASF Beauty Care Solutions France Sas ile ortak çalışmalar yürüten girişim, şirket paylarının %6’sının arzıyla 20 milyon TL fon talep ediyor. ACTV Biyoteknoloji’den gelen bilgiye göre, şirketin bilançosunda sermaye yedekleri ve özel fonlar kaleminde bulunan yaklaşık 4,8 milyon TL, yatırım turu sonunda toplanan fon ile birlikte 25,2 milyon TL’lik mevcut sermayeye ilave edilecek. Şirket, yatırım turu sonrası oluşturacağı gelir modeliyle AR-GE faaliyetlerini hızlandıracak ve pay sahiplerine düzenli temettü dağıtımı gerçekleştirecek. Girişim şirketi, yatırım turunun başlama tarihi olan 24 Mayıs Çarşamba günü saat 10.00 itibari ile 20 iş günü içerisinde EFT veya kredi kartı ile yapılan yatırımlarda yatırımcılara %20 fazladan pay verecek. Yatırım turu 23 Temmuz 2023’e kadar nitelikli ve niteliksiz yatırımcıların katılımına açık. Euroka projesi çerçevesinde 1,1 milyon euro destek aldı Bugüne kadar bitki hücre kültürü teknolojisini kullanarak farklı bitki türlerinden yaşlanma karşıtı, cilt beyazlatıcı, selülit karşıtı ve yara iyileştirici aktivitelere sahip aktif hammaddeler geliştiren girişim, ülkemizde bu alanda hizmet veren tek firma. 2015 yılında BASF firması ile birlikte Avrupa Birliği projesini onaylatan ve projeyi 2018 yılında başarıyla tamamlayan girişim, ‘Ayva Kök Hücre (Stem Cell) Kaynaklı Yeni Dermokozmetik Ürün Geliştirilmesi’ başlıklı Eureka projesi çerçevesinde 1,1 milyon euro destek aldı. TÜBİTAK ve Eureka’dan toplamda dokuz adet araştırma projesi için destek hakkın kazanan, 24 adet kozmetik ve beş adet ilaç etken madde konusunda araştırma yapan ACTV Biyoteknoloji’nin iki adet 1501 projesi TÜBİTAK onayıyla devam ediyor. ACTV Biyoteknoloji, kozmetik sektörü ile birlikte ilaç sektörüne farklı aktivitelere sahip hammaddeler kazandırmak üzere çalışıyor. Small RNA teknolojisini ilaç ve kozmetikte kullanan tek firma Şirket stratejileri ve gelecek hedefleri hakkında konuşan ACTV Biyoteknoloji Kurucu Ortağı ve Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Yakup Bakır, “İleri biyoteknolojik yöntemlerden yararlanarak tüm güvenlik ve etkinlik testlerini tamamladığımız dokuz adet kozmetik aktif hammaddeyi piyasaya çıkmaya hazır hale getirmiş durumdayız. Kozmetik (cilt ve saç bakım) ürünleri üreten global ölçekli firmaları hedef kitlemiz olarak tanımlıyoruz. İş geliştirme stratejilerimiz kapsamında bu firmalara verilecek distribütörlük görüşmelerimiz de aktif bir şekilde devam ediyor. Bunun yanında Ar-Ge çalışmalarını yaptığımız 16 adet kozmetik ve beş adet ilaç etken maddemiz bulunuyor. Şirketimiz ülkemizde bu alanda faaliyet gösteren tek firma olmakla birlikte, dünyada da Small RNA teknolojisini bitki kök hücreleri ile birlikte ilaç ve kozmetik aktif bileşen üretiminde kullanan tek firma. Kitle fonlama sürecinden sağlanacak kaynak ile öncelikle endüstriyel ölçekli üretim için makine ekipmanı sağlayacağız, satış pazarlama faaliyetlerimizi hızlandıracağız, kapasite artırımı ve ürün çeşitlendirme süreçlerine ağırlık vereceğiz. Bu aşamada kozmetik ve ilaç sektöründeki global firmalardan gelen exit taleplerini değerlendirmek istiyoruz. Faaliyet gösterdiğimiz alan yüksek katma değerli ve yüksek ciro oluşturmaya açık bir alan. Şirketimizin temel hedefi 5 yıl içerisinde tam kurumsal yapılanmayı sağlayarak borsaya kote olmak ve yatırımcılarımızla birlikte ilerlediğimiz bu yolda unicorn seviyesine ulaşmak” dedi. Kaynak:DHA

Sağlık Sektörü Ekosistem İçin Önemli Adımlar Atıyor

Umayana AR-GE ve Çapa Medikal İş birliği imza töreni Teknopark İstanbul Kuluçka Merkezi’nde yapıldı. İş birliği ile Çapa Medikal, Umayana Ar-Ge’nin geliştirdiği radyoterapi ve kemoterapi tedavisi sırasında oluşan yaraları önleyen ve iyileştiren ürünlerin yanı sıra dermatoloji ve diş hekimliği alanlarında patentli ürünler üretecek. Ürünler sadece eczanelerde satılacak. Düzenlenen imza törenine; Teknopark İstanbul Genel Müdürü Bilal Topçu, Umayana Kurucusu Biyokimya Uzm. Hülya Dağöttüren, Çapa Medikal Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Avşar, Çapa Medikal Yönetim Kurulu Üyesi Sevim Öztaşkın ve Gülbin Müftüoğlu katıldı. “Ciddi projelere katkı sağlıyoruz” İmza töreninde bir konuşma yapan Teknopark İstanbul Genel Müdürü Bilal Topçu, “Türkiye ekonomisine, dünyaya çok ciddi projeler üretiyor ve katkı sağlıyoruz. Bu ekosistemin en önemli büyük katkı sağlayan motor diyebileceğimiz ünitelerinden bir tanesi de içinde bulunduğumuz Kuluçka ve hızlandırma merkezimizdir. Bizler Teknopark İstanbul olarak firma ve girişimcilerimizin potansiyelini görüyor inanıyoruz. Yaptığımız çalışmalarla Teknopark İstanbul’da derin teknoloji ile yürütülen nitelikli projeleri kıymetli çıktılarla taçlandırmak bizi motive ederken süreçlerimizi geliştirmek adına yeni çalışmalara imza atmamızı sağlamaktadır. Savunma sanayii, siber güvenlik, enerji, yapay zeka ve robotik sistemler ile biyoteknoloji gibi birçok alanda AR-GE faaliyetleri yürüten Teknopark İstanbul, 400’den fazla firma ve 9 bin AR-GE mühendisiyle 3 bine yakın milli projede derin teknoloji üretiyor. Çapa Medikal’e ve Umayana AR-GE yetkililerine bu iş birliği için teşekkür ederim” dedi. “İyi işler başaracağız” Umayana Kurucusu Biyokimya Uzm. Hülya Dağöttüren de yaptığı konuşmada, “2014 yılından bu yana çalıştığımız bu projede özellikle dünya pazarlarını hedef koyarak çalışmalarımızı yönlendirdiğimizi, fakat önceliğimizin kendi ülkemizden ürünlerimizin çıkması için Çapa Medikal ile bir iş birliği yapmaktan son derece mutlu olduğumuzu ifade etmek isterim. Çapa Medikal’in köklü ve etik iş anlayışına sahip olması, sadece ülkemizde değil, uluslararası ticarette de adını duyurmuş olması nedeniyle iyi işler başaracağımızdan eminiz” dedi. 6 önemli ürün üretilecek Dağöttüren sözlerini şöyle sürdürdü: “İlaç ve medikal sektörünün dinamikleri farklı. AR-GE çalışmalarından pazara sunana kadar bu konudaki mevzuatları izlememiz gerekli ve hedefin en baştan konularak, ürünleri pazara sunarken her adımın iyi planlanarak atılması gerekli. Dolayısıyla Teknopark İstanbul’un sunduğu AR-GE altyapısı, ticarileşmede verdiği destekler oldukça kıymetli oldu. Aynı zamanda ekip de önemli. Her bir ekip üyesinin kendi alanında donanımlı olması ve elbette üretimin yine mevzuata bağlı yapılması gerekli. Umayana’nın derin teknoloji ile ürettiği patentli bir moleküler bileşiği var. Patentli bu formüller ile dünyada ilk kez kanser yaralarını önlediğimizi yaptığımız klinik çalışmalarla kanıtladık. Onkoloji, dermatoloji, diş hekimliği alanlarında Murnia markalı 6 ürünümüz var. Bu ürünlerimiz Çapa Medikal’in iştiraki olan Honnes Sağlık’ın Sakarya’daki fabrikasında üretilecek. Amerika’da yaşayan ortağım Gülbin Müftüoğlu, Unilever, Nestle, J&J firmalarında çalışmış üst düzey yönetici ve marketing tecrübesine sahip. Umayana’nın global stratejilerini yönetiyor. Eczanelerde satılacak 6 ürünün Honnes Sağlık tesislerinde ISO standartlarında mevzuata uygun olarak üretileceğini söyleyen Çapa Medikal Yönetim Kurulu Üyesi Zekeriya Avşar da, “Ürünlerin patentli ve etkin olması kadar hastaya ulaşması son derece önemli. Çapa Medikal’in kurduğu satış ve pazarlama ekibi ile sağlık profesyonellerine ürünlerin tanıtımı yapılarak eczanelerden satışı gerçekleştirilecek” diye konuştu. Çapa Medikal Yönetim Kurulu Üyesi Sevim Öztaşkın da şu bilgileri verdi: “Murnia markası ile onkoloji alanında ilk etapta mukozit ağız jeli, radyodermatit kremi ve kserostomi (ağız kuruluğu solüsyonu piyasa arz edilmeye başladı. Mukozit kemoterapi ve radyoterapi alan kanser hastalarında sık görülen ve maalesef etkin bir tedavisi bulunmayan ağız yaralarıdır. Bu alanda dünyada ilk kez Murnia ağız jeli hem önleyici hem tedavi edici özelliği klinik çalışmalarla kanıtlanmış tek ürün olarak imza töreni yapılan bu iş birliğinin hem ülkemiz hem dünya açısından ne kadar önemli bir adım olduğunu gösteriyor”. Kaynak:Basın Bülteni

E-bülten için aşağıdaki bilgileri doldurmanız yeterli.

Giriş Yap

Şifremi Unuttum Kayıt Ol

Kayıt Ol

Şifremi Unuttum