Haberler

İklim Değişikliğine Dayanıklı

Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü’nden Dr. Öğr. Üyesi Steven Footitt ve ekibi, iklim değişikliğine dayanıklı “akıllı bitki”lerin üretilmesi için gereken genetik araştırmalarına başladı. Boğaziçi Üniversitesi Bilimsel Araştırma Fonu (BAP) tarafından desteklenen iki yıl sürecek projeyle iklim değişikliğinin bitki tohumlarında çimlenmeyi önleyen uyku halini nasıl etkilediği gen araştırmalarıyla ortaya çıkarılacak. Footitt’e göre böylelikle akıllı bitkilerin üretilmesine büyük katkı sağlanarak, Türkiye’de tarım ve gıda güvenliği konusunda önemli bir adım atılmış olacak. “AŞIRI SICAKLIK ÇİMLENMEYİ ÖNLÜYOR" Dünya çapında çeşitli ülkelerdeki çalışmalarının ardından 2019’da Boğaziçi Üniversitesi’ne gelen Dr. Öğr. Üyesi Steven Footitt, iklim değişikliğine bağlı olarak aşırı sıcakların tohumları ikinci bir uyku haline sokarak, çimlenmeyi engelleyebildiğini belirtiyor. Bunun aslında hayatta kalma stratejisi olduğunu söyleyen bilim insanı Türkiye’de gıda güvenliğini tehdit edebilecek bu süreci şöyle anlatıyor: “Bitkiler, aşırı sıcaklık gibi stres olayları karşısında hayatta kalmak için stratejiler geliştirir. Çünkü doğal seçilim, bitkilerin bu tür zorlu koşulları tolere etmesine veya bunlardan kaçınmasına yardımcı olan mekanizmalar geliştirilmesini sağlamıştır. Bu davranışlardan biri birçok bitkinin tohumlarında gerçekleşen uyku hali (dormansi) ile birlikte bitki büyümesinin durması. Tohumlar ana bitkiden dağıldıktan sonra tetiklenen uyku hali; uygun su, ışık ve sıcaklık koşulları altında da olsa çimlenmeyi önlemeye devam edebilir. Tohumlar, çimlenmeye olanak sağlayan çevresel etkenlere duyarlı hale gelene kadar bu uyku durumunun azalması gerekli. Ancak tohumların dağılmasından sonra aşırı sıcaklık gibi çimlenmeyi önleyen koşullar hala devam ederse, çok daha derin bir ikincil uyku hali ortaya çıkar. Bu şekilde tohumlar, uygun koşullar oluşana kadar toprakta birkaç yıl yaşayabilir. Bu, aslında çoğu yabani bitki tarafından hayatta kalmak için kullanılan bir korunma stratejisi. Bu strateji, farklı bitki popülasyonlarının adapte olduğu çevrelere bağlı olarak türler arasında farklılık gösterir.” “TOHUMUN ÇİMLENMESİNİ ENGELLEYEN GENLER HARİTALANDIRILACAK" Dr. Steven Footitt ve ekibi yüksek genetik çeşitliliğe sahip “Arabidopsis” bitkisi üzerinde yapacakları genetik haritalandırma çalışmalarıyla, tohumlardaki bu uyku hali mekanizmasını çözmeyi hedefliyor. Bunun iklim değişikliğine dayanıklı “akıllı bitkiler”in geliştirilmesine çok büyük katkılar sunacağını vurgulayan bilim insanı, “Proje kapsamında model bitki olarak ‘Arabidopsis’i kullanacağız. Bu bitki ortalama 30-40 günlük ömre ve beş kromozom üzerinde yaklaşık 25 genlik küçük bir genom yapısına sahip. Arabidopsis türlerindeki genetik çeşitlilik seviyesi yüksek ve bu da farklı ekotiplerde iklim adaptasyonu ile meydana gelen varyasyonların belirlenmesini kolaylaştırıyor. Ben ve ekibim aşırı sıcaklık gibi ikinci uyku haline neden olarak tohumun çimlenmesinin önüne geçen süreçlerin düzenlenmesinde rol oynayan, iklime adapte olmuş genleri haritalandıracağız. İklim değişikliğine uyum sağlamak için aynı türün genetik olarak farklı tohumlarının uyku halini kullanarak nasıl hayatta kaldıklarını inceleyeceğiz. Bu da bize ilerleyen zamanlarda iklim değişikliğine uyumlu bitkilerin yetiştirilebilmesi için büyük katkılar sağlayacak. Bu, Türkiye’de tarım ve gıda güvenliği için de çok büyük bir adım” diye konuşuyor. “ELDE EDİLECEK BİLGİLER GENETİK BİTKİ ÇEŞİTLİLİĞİNİ KORUMAK İÇİN ÖNEMLİ" İki yıl sürmesi planlanan proje sonunda ortaya çıkacak veriler, karşılaştırmalı olarak incelenmiş bitki davranışlarından hangisinin iklim değişikliğine daha iyi yanıt verebildiğini ortaya çıkaracak. Bilim insanı, Türkiye’nin zengin bir doğal floraya sahip olduğunu, bu nedenle bitkilerin iklim değişikliği karşısındaki tepkilerine dair elde edilecek bilgilerin, genetik bitki çeşitliliğini korumak adına önemli olacağının altını çiziyor. Ayrıca projeden elde edilecek verilerle, ikinci uyku halini azaltarak tarımsal açıdan bitkilerde daha hızlı çimlenmeyi sağlayacak elit soyların üretilmesinde kullanılabilecek genler anlaşılmış olacak. Dr. Öğr. Üyesi Steven Footitt kimdir? Dr. Öğr. Üyesi Steven Footitt, yıllardır tohumlarda uyku haliyle ilgili moleküler ve eko-fizyolojik çalışmalar yürütüyor. North East London Politeknik’ten mezun olan Dr. Footitt, henüz lisans eğitimi sırasında stajyer olarak Kraliyet Botanik Bahçeleri’nde çalışmaya başladı. Daha sonra doktorası için ABD’deki Louisiana Eyalet Üniversitesi’nde pirinç tohumunda dormansi üzerine araştırmalar gerçekleştirdi. Doktora sonrasında Edinburgh Üniversitesi, İsveç Tarım Bilimleri Üniversitesi, Uppsala, dünyanın en eski tarımsal araştırma enstitülerinden olan Rothamsted Research ve Warwick Üniversitesi dahil olmak üzere bir dizi üniversitede doktora sonrası bilim insanı olarak görev aldı. Warwick Üniversitesi’nde Prof. Bill Finch- Savage ile ortak yürüttüğü çalışmada, topraktaki tohumların çevresel sinyallere nasıl tepki verdiğini daha iyi anlamak için gerçekleştirilen dormansi ile ilgili moleküler eko-fizyolojik çalışmalara öncülük etti. Bilim insanı 2019’da Boğaziçi Üniversitesi Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü kadrosuna katıldı. Kaynak : Dünya 

Medikal ve Sağlık Sektörü, 28. Expomed Eurasia Fuarı'nda Buluşacak

Pandemide kritik sorumluluklar üstlenen medikal ve sağlık sektörü, 2-4 Haziran 2021’de 28. Expomed Eurasia Fuarı’nda buluşacak. Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi’nde, hibrit anlayışıyla düzenlenecek Uluslararası İstanbul Tıbbi Analiz, Teşhis, Tedavi, Koruma, Rehabilitasyon, Laboratuvar Ürün, Cihaz, Sistem, Teknoloji, Donanım ve Hastaneler Fuarı, üç önemli online etkinliğe de sahne olacak. Medikal ve sağlık fuarı Expomed Eurasia, Tüm Tıbbi Cihaz Üretici ve Tedarikçi Dernekleri Federasyonu (TÜMDEF) ve bağlı dernekleri, Türkiye Sağlık Endüstrisi İşverenleri Sendikası (SEİS) ve Sağlık Gereçleri Üreticileri ve Temsilcileri Derneği (SADER)  iş birliği ile hazırlanıyor. Pandemi sürecinde çok fazla kullanılan maskelerden dezenfektanlara, hastane yataklarından, ekipmanlarına kadar her türlü tıbbi cihazın ziyaretçilerle buluşacağı Expomed Eurasia, hibrit formda gerçekleştirilecek. Tüyap’ın grup şirketlerinden Reed Tüyap Fuarcılık’ın organize edeceği Expomed Eurasia’ya, hastane yapı ve tıbbi tesis yönetimi, ortopedi, fizik tedavi ve rehabilitasyon, reçetesiz ilaç (OTC), elektro medikal ekipman, medikal ve laboratuar teknolojileri, sarf malzemeler ve tek kullanımlık tıbbi ürünleralanlarındaki üretici, ihracatçı ve temsilci firmalar katılacak. "DİJİTAL DÖNÜŞÜME CİDDİ YATIRIM YAPTIK" Fuarla ilgili bilgi veren Reed Tüyap Fuarcılık Genel Müdürü Ali Muharremoğlu, "2021 yılında Expomed’i yepyeni bir formatta organize ederek medikal sektörü bir araya getireceğiz. Temellerini geçtiğimiz yıllarda attığımız hibrit fuar anlayışını daha da geliştirerek sektörü yenilikçi bir fuar konseptiyle tanıştıracağız. Kovid-19 sürecinde daha da hızlı bir şekilde dijitalleşmek zorunda kalan dünyaya fuarcılık sektörü olarak bizler de kayıtsız kalmadık. Yaşanan bu dijital dönüşüme beş senedir çok ciddi yatırım yaptık ve şimdi bir adım daha ileriye giderek tüm iş yapış modellerimizi dijital ortama uygun hale getiriyoruz" dedi. "DİSTRİBÜTÖR BULMA PLATFORMU KURDUK" "Bu seneden itibaren kapsamlı bir şekilde hayata geçirdiğimiz hibrit fuar anlayışımız doğrultusunda Expomed Fuarımızı tematik online etkinliklerle daha da güçlendiriyoruz” diyen Ali Muharremoğlu, fuarla eş zamanlı düzenlenecek online etkinlik hakkında şu bilgiyi verdi: "Fuar ile eşzamanlı olarak gerçekleşecek online etkinliğimiz 2-4 Haziran tarihlerindeki ‘Distribütör Günleri’olacak. Expomed Fuarımız sadece bir ürün alım satım platformu değil aynı zamanda katılımcı firmaların distribütörlük ağlarını oluşturmaları ve yeni pazarlar keşfederek mevcut iş ağlarını daha da geliştirebilecekleri bir buluşma noktasıdır. Bu bakımdan sadece distribütörlük görüşmelerine odaklı olarak Business Connect Programı üzerinden gerçekleşecek bu üç günlük etkinlikte, hem katılımcı firmalar yepyeni bölgelerde ve ülkelerde temsilcilikler bulabilecek; hem de fuarımıza katılan uluslararası firmalar, Türkiye ve yakın coğrafyamızda kendilerini temsil edebilecekleri iş ortaklarını Distribütörlük Günleri kapsamında bulabilecekler." "EXPOMED ONLİNE ETKİNLİKLERLE DAHA GÜÇLÜ" Reed Tüyap Fuarcılık, Business Connect Programı üzerinden Expomed Fuarı’ndaki katılımcı firmaları en doğru potansiyel iş ortaklarıyla ve müşterileriyle de online platformda buluşturacak. Expomed Eurasia Hybrid+ kapsamında online Business Connect Programı üzerinden 3 ana online etkinlik olacak. Bunların ilki 26-27 Mayıs 2021 tarihlerinde gerçekleşecek Hastane Günleri olacak. Bu online B2B etkinliğinde; hastane altyapısı ve malzemeleri, elektro medikal cihaz ve ekipmanlar, medikal sarf malzemeler ve reçete dışı satılan gıda takviyesi, vitamin gibi ürünler alanında ürün ve hizmet gamı bulunan katılımcı firmalar en doğru alıcı kitleleri ile iki gün boyunca online platform üzerinden bir araya gelecek. 3 GÜNLÜK FUARA, 3 AY İŞ GÖRÜŞMESİ İMKANI Reed Tüyap, yeni nesil fuarcılık anlayışının bir parçası olarak Expomed Eurasia’daki iş görüşmelerini sadece fuar günleri ile sınırlı tutmayarak bu süreyi çok daha uzun bir döneme yayacak. Şirketin Genel Müdürü Ali Muharremoğlu, "9 Haziran-9 Eylül 2021 tarihleri arasında yine Business Connect Programı üzerinden katılımcılarımızın müşteri kitleleri ile ‘online iş bağlantıları’ yapmaları mümkün olacak. Bu sayede üç günle sınırlı olmayan bir fuar deneyimini dijital ortamda fuardan sonraki 3 ay boyunca hem katılımcılarımıza hem de ziyaretçilerimize yaşatabileceğiz” diyerek bu konuda bilgi verdi. "TÜM ÖNLEMLERİMİZİ ŞİMDİDEN ALDIK" Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi’nin Türkiye’nin ilk TSE COVID-19 Güvenli Hizmet Belgesi almaya hak kazanan fuar alanı olduğunu söyleyen Muharremoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Geçen yıl sıkı biyogüvenlik önemleri altında gerçekleşen Expomed Fuarı beklentilerimizin çok üstünde bir başarı sergiledi. Katılımcı firmalarımız fuardan oldukça memnun ayrıldı.Tüm paydaşlarımızın sağlığı bizim için her zaman öncelikli olmuştur. Bu nedenle 2-4 Haziran 2021 tarihinde alanda gerçekleşecek Expomed Fuarımız için de alandaki tüm önemlerimizi şimdiden almış durumdayız. HES kodu sorgulaması, maske zorunluluğu, metrekare başına düşen kişi sayısı gibi tüm konuların katılımcı ve ziyaretçilerimizin konforunu en az etkileyecek şekilde hayata geçirebilmek için uzman bir heyetimiz bulunuyor. Ayrıca, temassız fuar anlayışıyla katılımcı firmalarımızın ve ziyaretçilerimizin fuar alanındaki deneyimini en üst seviyeye çıkartıyoruz. 

3 Büyük Üniversiteden Biyoteknolojide İş Birliği

Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ), İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa ve Marmara Üniversitesi, Türkiye ekonomisi açısından stratejik öneme sahip biyoteknoloji alanında iş birliğine imza attı. Bu kapsamda her üç üniversitenin alanında uzman öğretim üyelerinin katılımıyla, yapay zekâ teknolojileri, doku mühendisliği, insan ve hayvan moleküler biyoloji ve genetiği gibi alanlarda Ar-Ge gerçekleştirilecek. Ayıca üniversite öğrencilerinin mesleki gelişimlerini desteklemek amacıyla staj olanağı da sağlanacak. İşbirliğiyle ilgili bilgi veren YTÜ Rektörü Prof. Dr. Tamer Yılmaz, şunları söyledi: “Bir Ar-Ge üniversitesiyiz ve dört alanda öne çıkıyoruz; biyoteknoloji, temiz enerji, savunma teknolojisi ve dijital teknolojiler. Değerli ve her biri kendi alanında uzman öğretim kadrolarının katkısıyla kuracağımız bu yeni yapıda, ekonomimiz açısından stratejik öneme sahip biyoteknoloji alanında Ar-Ge çalışmaları yürüterek geliştirilecek buluşları, sanayimizin hizmetine sunmak istiyoruz.” Üniversitelerin her birinin yetkinlik alanlarının birbirinden farklı olduğunu vurgulayan İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Rektörü Prof. Dr. Nuri Aydın da “Güç birliğiyle  hem sağlıkta hem biyoteknolojide daha ileri noktaya, üniversite-sanayi iş birliğini de içine katarak ilerleyeceğimize inanıyorum” dedi. Üç köklü üniversitenin güçlerini birleştirdiğine dikkat çeken Marmara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erol Özvar ise “Bu aslında Türkiye’deki yüksek öğretim kurumları arasında bir sinerji üretmek bakımından örnek olabilecek bir iş birliği” diye konuştu. Kaynak : Basın Bülteni

Uluslararası 9. İlaç Kimyası Kongresi Antalya’da Gerçekleşti

Atatürk Üniversitesi ve Kimyagerler Derneğinin iş birliği ile düzenlenen Uluslararası 9. İlaç Kimyası Kongresi Antalya’da gerçekleşti. Araştırma ve geliştirme (AR-GE) çalışmalarının daha verimli, etkin ve başarılı bir şekilde yürütülebilmesi amacıyla düzenlenen İlaç Kimyası Kongresi, bu alanda çalışan özel sektör ve kamu kurum temsilcileri ile üniversitelerden araştırmacıları bir araya getirdi. Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumundan üst düzey yöneticilerin katıldığı bu yılki kongrenin bilimsel programı 12 oturumda gerçekleşirken, ilaç konusunda uluslararası tanınırlığı olan 8’i yurt dışından, 6’sı ise yurt içinden 14 davetli konuşmacı sunum yaptı. Davetli konuşmacı olarak kongreye katılan TÜBİTAK Covid-19 İlaç ve Aşı Platformu Koordinatörü Prof. Dr. Şaban Tekin, TÜBİTAK tarafından desteklenen ve Covid-19 İlaç ve Aşı Platformu bünyesinde yürütülen projelerin kapsamları ve projelerin mevcut durumları hakkında bilgi verdi. 200’ün üstünde katılımcının yer aldığı kongrede 60’a yakın sözlü sunum, 100’ün üstünde poster sunumu gerçekleştirildi. İki gün açık tutulan ve poster sahiplerinin dört saat süreyle çalışmalarını tartıştıkları poster sunumları bir jüri tarafından değerlendirilerek en başarılı bulunan 10 poster ödüllendirildi. “İlaç geliştirme değer zinciri ve başarı kriterleri” konulu bir çalıştayın da gerçekleştirildiği kongrede sektöre yönelik faaliyet yapan çok sayıda tedarikçi firma reyon sergileriyle katkı verdi. Pandemi ortamı göz önüne alınarak, hijyen, koruma ve sosyal mesafe kurallarına uyacak şekilde gerçekleştirilen kongre, bu yönüyle de katılımcıların büyük takdirini topladı. Kongrenin kapanış oturumunda konuşan katılımcılar, Atatürk Üniversitesi ve Kimyagerler Derneğine teşekkür ederek kongrenin ülkemiz bilim insanları, ilaç endüstrisi araştırmacıları ve personeli ile bu alandaki tüm paydaşları bir araya getirmesinin yanında hem ulusal hem de uluslararası yeni iş birlikleri kurmaya imkân hazırladığını vurguladılar. Kimyagerler Derneği tarafından 2013 yılından bu yana her yıl yapılan İlaç Kimyası Kongresi son üç yıldır Atatürk Üniversitesinin desteği ve iş birliği ile organize ediliyor. Kaynak :Basın Bülteni

ATASAM Doğu Anadolu Gözlemevi'nin İnşaatı Tamamlanıyor

Doğu Anadolu Gözlemevi (DAG) teleskobu yaklaşık 100 ton ağırlığında ve 4 metrelik aynası ile uzayı gözlemleyecek. Gözlemevi, sadece Türkiye için değil uluslararası uzay çalışması yürüten kuruluşların da iş birliği yapacağı bir tesis haline gelecek. Kasım ayının sonlarında kurulumunun tamamlanması beklenen DAG Teleskobu, ayrıca halk etkinliklerinde de hizmet verecek. Atatürk Üniversitesi Astrofizik Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATASAM) tarafından yürütülen ve 3 bin 170 metre rakımda, Erzurum Konaklı Karakaya Tepelerine inşa edilen Doğu Anadolu Gözlemevi'nde çalışmalar devam ediyor. Türkiye'nin uzay bilimleri araştırmalarının önemli bir parçası haline gelecek olan gözlemevinin inşaat çalışmalarının büyük kısmı tamamlandı. Belçika-İtalya ortak yapımı 100 tonluk teleskop ise Mart ayının ilk haftasında 7 TIR ile Erzurum'a getirildi. Hangarda bekletilen teleskopun Haziran ayı itibariyle gözlemevi binasına yerleştirilmesi planlanıyor.                                                           Doğu Anadolu Gözlemevi, dünyada da büyük bir öneme sahip. Enlem ve boylam olarak dünyada gözlem yapabilecek tek teleskop unvanını elinde bulunduran Gözlemevi, dünyanın ileri gelen uzay araştırma kuruluşları ile de birçok ortak projeye imza atacak. ULUSLARARASI İŞ BİRLİĞİ YAPILACAK ATASAM Müdürü ve Doğu Anadolu Gözlemevi Proje Yürütücüsü Prof. Dr. Cahit Yeşilyaprak, yurt dışındaki kuruluşlarla iş birliklerinin önünün açık olduğunu söyledi. Gözlemevinin açılışı ile ilgili bilgilerde veren Yeşilyaprak; “Şu an çalışmalarımız tüm hızıyla devam ediyor. Bina ve kubbe yüzde 95 oranında tamamlandı. Çalışmalarımızı dış ortamda gerçekleştirdiğimiz için bulunduğumuz kentin doğa koşulları maalesef yılın sadece 5 ayı bizlere çalışmak için müsaade ediyor. Biz bu 5 ayda olabildiğince projemizi hızlı bir şekilde yürüttük. Doğu Anadolu Gözlemevi barındırdığı birçok teknik özellikle hem ülkemiz hem de dünyamız için önemli hizmetler gerçekleştirecek. Ülkemizin başlattığı Milli Uzay Programında önemli bir rol oynayacak'' dedi.                                                                                              İLK IŞIĞI OCAK 2022'DE ALACAK Türkiye'nin en büyük gözlem evini kurduklarını anlatan Prof. Dr. Yeşilyaprak, ‘'Kırmızı ötesi dalga boylarıyla önemli çalışmalara imza atacağız. Bu enlem ve boylam üzerinde başka teleskop yok. Bu fırsat bizlere uluslararası uzay araştırma kuruluşları ile de iş birlikleri yapma fırsatı sağlayacak. Uluslararası kurumlarla uzayın gözlemlenmesinde önemli işbirliklerinin olacağını düşünüyoruz. Ayrıca eğitim anlamında da ülkemiz için oldukça önemli bir yapıdan bahsediyoruz. Şu an Atatürk Üniversitesi olarak uzay bilimlerine yönelik çalışmalarımız var. Özellikle yurt dışında lisans eğitimi almak için bu konuda tercih edileceğimizi de biliyoruz. Kurulum sonrası hassas optik ve mekanik ayarlar yapılacak ve bundan sonra ilk ışığın alınması planlanmaktadır. En iyi ihtimalle Kasım ayının sonlarına kadar burada testler, ayarlamalar, fiziki çalışmalar ve alt yapıların tamamlanacağını ümit ediyoruz. Bir dizi kontrol aşamasından sonra 2022’nin ilk aylarında teleskobun ‘ilk ışığını' almasını öngörüyoruz” diye konuştu. “DÜNYANIN ÖNEMLİ MERKEZİ OLACAK” Doğu Anadolu Gözlemevi ile ilgili açıklamalarda bulunan Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ömer Çomaklı; “Uzay bilimine yönelik ülkemizin son yıllarda başlattığı önemli çalışmalara Atatürk Üniversitesi olarak katkı sunmaktan dolayı çok gururluyuz. Öğrencilerimiz Gözlemevinde önemli tecrübeler edinecekler. Bilim insanlarımız burada uzayın derinliklerini araştıracaklar. Buradan çok önemli bilimsel çalışmalara imza atılacağına inancım tamdır. Hali hazırda çalışmalar devam ediyor. Belçika ve İtalya ortak yapımı olan aynalar şehrimize getirildi. Hangarda bekletiliyor. Binanın durumuna göre teleskopların yerleştirilme işlemleri başlatılacak. Burada da çok hassas çalışmalar yapılıyor. Umarım tüm çalışmalar tamamlanınca Doğu Anadolu Gözlemevi hem ülkemizin hem de dünyanın önemli bir bilim merkezi haline gelecek” ifadelerini kullandı. Kaynak :Basın Bülteni

AR-GE Merkezinde En Çok Marka Alan İlaç Firması Ödülü Ali Raif İlaç'a Verildi

58 yıldır insan sağlığını korumak ve iyileştirmek amacı ile topluma yüksek kalitede hizmet ve ürünler sunmayı misyon edinen Ali Raif İlaç, 9. Uluslararası İlaç Kimyası Kongresi AR-GE Ödülleri kapsamında AR-GE MERKEZİNDE EN ÇOK MARKA ALAN İLAÇ FİRMASI kategorisinde 1.’lik ödülü kazandı. Yıllardır araştırma ve geliştirme faaliyetleri yürüten Ali Raif, T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı onayı ile 2 Ocak 2017  tarihinde  Ar-Ge Merkezi olmaya hak kazanarak çalışmalarını sürdürmektedir. Turkishtime tarafından hazırlanan Türkiye ARGE 250 Araştırması kapsamında sektöründe hem proje  hem marka  sıralamasında ilk sıralarda yer alan şirket,   %70 kadın araştırmacı istihdamına ulaşarak fark Ar-Ge ekibi ile, bu yıl da 8-11 Nisan 2021  tarihinde Antalya’da düzenlenen 9. Uluslararası İlaç Kimyası Kongresi AR-GE Ödülleri kapsamında AR-GE MERKEZİNDE EN ÇOK MARKA ALAN İLAÇ FİRMASI kategorisinde 1.’lik ödülüne  layık görüldü. Çalıştığı alanlarda gerek hasta gerek hekim için öncelikle etkili, farklılaşmış farmasötik formlarla kullanım kolaylığı sağlayan ve hasta uyumunu artıran yenilikçi ürünler yapmayı hedefleyen Ali Raif İlaç, yaşam değer katar misyonu ile yer aldığı tedavi alanlarında yeni alternatifler sunarak tedavi başarısını artırmayı, patent ve marka portföyünü genişletmeyi öncelikli olarak hedeflemektedir. Ali Raif İlaç Sanayi Hakkında Genç cumhuriyetin ilk yıllarında temelleri atılan ve 1928’de 157 şirketten biri olarak kurulan Ali Raif ve Şeriki, 1963 yılından itibaren Muzaffer Turhan tarafından ilaç sanayinde faaliyet gösterecek şekilde yeniden organize olmuştur. Ali Raif İlaç, tüm çalışmalarında insana saygıyı, güvenilirliği, başarıyı ve yenilikçiliği prensip edinmiştir. Kuruluşunun ilk yıllarında çok uluslu şirketlerin lisansları ile ilaç üretip pazarlarken, 1980’li yıllardan itibaren bitmiş ürün ilaç ithalatı ve eşdeğer ürün üretim ve pazarlamasını da gerçekleştirerek ve işbirliği içindeki ülkelere kendi markalarını ihraç ederek Türk İlaç Endüstrisi’nin önemli oyuncuları arasında yerini almıştır. 1999 yılında açılan İkitelli Organize Sanayi Bölgesi’ndeki modern üretim tesisleri ve güçlü çalışan kadrosu ile faaliyetlerini yürütmektedir. Yıllardır araştırma ve geliştirme faaliyetleri yürüten Ar-Ge departmanı, T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı onayı ile 2 Ocak 2017 tarihinde Ar-Ge Merkezi olmaya hak kazanarak çalışmalarına devam etmektedir.  2018 ve 2019 yıllarına ait ''Türkiye Ar-Ge 250 Araştırması’’ kapsamında, Ali Raif İlaç gerek kadın araştırmacı istihdamı gerekse ürettiği proje ve marka sayısı başlıklarında listede ilk sıralarda yerini almıştır. İlaç endüstrisi kariyer yolculuğunda emin adımlarla ilerlemeye imkan veren Ali Raif ilaç, insan kaynağına verdiği değeri, 2019 yılı İnsana Saygı Ödülü ile taçlandırmıştır. Ali Raif İlaç, her zaman etik çalışma ve paydaşlarına güven veren yaklaşımı bir standart olarak benimsemiştir. İnsan sağlığını korumak ve iyileştirmek amacı ile topluma yüksek kalitede hizmet ve ürünler sunmak misyonu ile yaşama değer katmaya devam etmektedir. Kaynak : Basın Bülteni

KTÜ Yerli İlaç Üretimi Hedeflerinin Hacmini Genişletiyor

Türkiye'de kurulan ikinci teknik üniversite olan Karadeniz Teknik Üniversitesinde (KTÜ) milli ve yerli üretime destek amacıyla Ar-Ge yapacak uygulama ve araştırma merkezlerinin sayısını artırmak için çalışmalara devam ediliyor. KTÜ bünyesinde ilk olarak, ülkenin milli ilaç üretimi hedefleri doğrultusunda 2018 yılında preklinik araştırmalarla ilaç etkin maddesi ve ilaç formülasyonları geliştirmek için İlaç ve Farmasötik Teknoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi (İLAFAR) kuruldu. Doğu Karadeniz'de ilk ve tek olan, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığınca da desteklenen merkezde beşeri ilaç ağırlıklı olmakla birlikte veteriner ve zirai ilaçlara ilişkin çeşitli çalışmalar yapılıyor. Üniversitenin Ar-Ge çalışması yapacak ikinci merkezi ise medikal alanında hizmet verecek. Kanuni Kampüsündeki KTÜ Bilimsel Araştırmalar Merkezi binasının bir katında konuşlandırılan Medikal Cihaz Tasarım ve Üretim Uygulama ve Araştırma Merkezi'nin yönetmeliği 29 Mart 2021 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. "Katma değeri yüksek ürünler üretmeyi planlıyoruz"  Rektör Prof. Dr. Hamdullah Çuvalcı, AA muhabirine, 1955 yılında kurulan KTÜ'nün ülkenin dördüncü, teknik alanda ise ikinci üniversitesi olduğunu söyledi. KTÜ'nün teknik konularda daha da öne çıkması gerektiğini belirten Çuvalcı, üniversitenin aynı zamanda bölgeye hizmet veren tıp fakültesi ve hastaneyi de bünyesinde bulundurduğunu aktardı. Çuvalcı, ülkenin milli ve yerli konseptine dayalı üretim atağını çok önemsediğini ifade ederek, bu anlamda savunma ve havacılık sektörlerine gelen büyük heyecanı tüm alanlara yaymak gerektiğini vurguladı. Bu düşünce doğrultusunda KTÜ'nün yetkin alanlarından mühendislik ve tıp fakültelerindeki akademik altyapıda işbirliğini artırmak için harekete geçtiklerini dile getiren Çuvalcı, İLAFAR'ın ardından bu kez ülkenin öncelikli kalkınma alanlarından olan medikal cihazlar üzerine odaklanmayı seçtiklerinin altını çizdi. Çuvalcı, medikal cihaz alanında katma değeri yüksek ürünler üretilebildiğine dikkati çekerek, "Ülkemizden bu alan için büyük döviz çıktısı oluyor. Çok yüksek fiyatlarla dışarıdan ithal ettiğimiz ürünlere ilişkin çalışmaları, Medikal Cihaz Tasarım ve Üretim Uygulama ve Araştırma Merkezinde yapacağız. Prototip üretimlerini bu merkezimizde gerçekleştireceğiz." dedi. Merkezde mühendislerden oluşan 5 kişilik ekibin çalışmalara başladığını belirten Çuvalcı, "Bazı cihazlar alındı, yeni cihazlar da alacağız. İleride üretim için know-how aldıktan, geliştirdikten sonra iş adamı yatırımcılarla oturup lisans anlaşması yapacağız inşallah. Katma değeri yüksek ürünler üretmeyi planlıyoruz. Akademisyen altyapımız var, yeni eleman da alıyoruz. Merkez için plastik printerimiz var, metal printer de alıyoruz 3 milyon liraya." ifadelerini kullandı. Çuvalcı, medikal cihazların geniş kullanım alanı olduğunu ifade ederek, şu değerlendirmede bulundu: "Diş hekimliğinde kullanılan bazı ürünleri burada yapabileceğiz. Örneğin çene kemiğine monte edilen bazı implantlar burada yapılabilecek. Çok geniş ürün gamımız var. Merkez için ilk etapta 5 milyon liralık yatırım öngörüldü. İleride ürün Ar-Ge'si bittiği zaman burası aslında kendi kendini çevirebilecek. Şu anda videolu laringoskop, kalp-akciğer makinesi gibi bazı ürünler üzerinde Ar-Ge çalışmaları başladı. Ar-Ge çalışması kısa zamanda olacak bir şey değil, bununla ilgili altyapı, insan kaynağı, mekan önemli. Bizim bu anlamda böyle bir irademiz var." Üniversitelerin sadece bilimin yapıldığı, öğrenci yetiştirilen değil, topluma faydalı işlerin üretildiği yerler de olduğunu, bu manada toplumsal faydayı çok önemsediklerini vurgulayan Çuvalcı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının da çok güzel teşvikleri olduğuna işaret etti.  KTÜ bünyesindeki İLAFAR'a değinen Çuvalcı, "Şimdi ise Medikal Cihaz Tasarım ve Üretim Uygulama ve Araştırma Merkezi başladı. Yakın zamanda da manyetik malzeme üzerine bir üretim merkezi kurmayı planlıyoruz, buna ilişkin çalışmalarımız devam ediyor." diye konuştu. Çuvalcı, akademisyenlerden gelen ürün çıktısı olan çalışmaları her zaman desteklediklerinin altını çizerek, şunları kaydetti: "İLAFAR şuanda yaklaşık 1,5 milyon liralık cihaz istiyor. Vereceğiz, niye? Çıktısı var çünkü. Orada 7-8 akademisyenimiz heyecan ve gayretle ülkeye faydalı ürün geliştirmek için çalışıyorlar. Çalışana destek bizden ama ürün üretecek, bize diyecek ki, 'Ben şu uçağın, şu parçasını yapacağım' o zaman destek veriyorum. İnşallah güzel işler yapacağız. KTÜ teknik üniversite, 60 yıllık kültümüz, çok değerli hocalarımız var. Güzel işler yapacağımıza inanıyorum." Kaynak : AA

İlk Yerli Yüksek Çözünürlüklü Yer Gözlem Uydusu İMECE Gelecek Yıl Uzaya Fırlatılacak

Türkiye Uzay Ajansı Başkanı Serdar Hüseyin Yıldırım, yapımı devam eden yüksek çözünürlüklü yer gözlem uydusu İMECE'nin gelecek yıl uzaya fırlatılacağını bildirdi. Yıldırım, çeşitli programlara katılmak üzere geldiği Bursa'da AA muhabirine, Türkiye'nin uzay konusunda son yıllarda ciddi mesafe katettiğini söyledi. Uzayın zor bir alan olduğunu belirten Yıldırım, Milli Uzay Programı'nın 1,5 yıllık zamanda ortak akılla hazırlandığını anlattı. Yıldırım, devam eden projelerden "ilk yerli yüksek çözünürlüklü yer gözlem uydusu" İMECE'nin artık son safhada olduğunu dile getirerek, şunları kaydetti:  "İMECE'yi inşallah önümüzdeki yıl fırlatmayı planlıyoruz. İMECE bir uzaktan algılama uydusu, yakın yörüngede dolaşacak. Önemli bir görev yapacak. Metre altı çözünürlüğe sahip bir kamerası var. Bizim için çok önemli çünkü İMECE yüzde 60'a varan bir yerlilik oranıyla yapılıyor. Mühendisliğinde, tasarımında hatta bazı bileşenlerinde, alt sistemlerinde bizim mühendislerimizin, teknisyenlerimizin, tasarımcılarımızın, hepsinin emeği var." İMECE'nin artık "uçuş modeli" denilen safhada olduğunu anlatan Yıldırım, "Buna biz artık uçuş modeli diyoruz. Uzaya gönderilecek model toparlanmaya başlandı. Diğer modeller tamamlandı, testleri de yapıldı. En son artık uzaya gönderilecek modelin montajı aşamasındayız. Gelecek yıl uzaya fırlatacağız." dedi. Yıldırım, fırlatma hizmetinin dışarıdan alındığını bundan dolayı tam tarih veremediklerinin altını çizerek, "2022 ama hangi ay hangi gün belli değil. Henüz Türkiye kendi imkanlarıyla uydularını uzaya fırlatamıyor. Bu bir eksiklik ve Milli Uzay Programı'nın içinde bu hedef de var. İnşallah bunu 10 yıl sonrasında biz yapacağız ama şu anda başkalarıyla bu hizmeti alarak fırlattırdığımız için onların programı bizi belirliyor. 2022'nin sonuna gelmeden biz bu işi yapmış olacağız." ifadelerini kullandı. Kaynak : AA

Türkiye'de İlk Kez 'İlaç Ham Maddesi Tuz' Üretildi

  Çankırı’da Hititler döneminden beri kullanılan 5 bin yıllık Tuz Mağarası’nda yerin 150 metre altından çıkartılan kaya tuzu, sağlanan devlet desteğiyle ilaç ham maddesi olarak hastalara şifa kaynağı olacak. Türkiye’de İlk Kez Üretilen GMP Belgeli Tuz İlaç Sanayinde Ham Madde Olarak KullanılacakÇankırı’da Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansının (KUZKA) desteklediği bir tuz fabrikası tarafından Türkiye’de ilk kez üretilen Good Mabufacturing Practices (GMP) belgeli medikal tuz hem yurt içi ihtiyacı karşılıyor hem de yurt dışına ihraç ediliyor. Türkiye’de ilk kez 'ilaç ham maddesi tuz' üretildi 2002 yılında kurulan fabrikada yıllık 100 bin ton tuz üretimi yapılırken, Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı’nın sağladığı makine ekipman destek sonrasında üretim kapasitesi 200 bin tona çıkarıldı. Yatırımla birlikte fabrika yurt içinde ilaç sanayisinin medikal tuz ihtiyacının yüzde 80’ini karşılayacak kapasiteye ulaştı. Aynı zamanda Türkiye’de ilk kez GMP belgeli tuz üretmeyi de başaran fabrika ürünlerini yurt dışına da ihraç ederek yurda döviz girdisi sağlıyor. KUZKA destekleriyle fabrika modernize edildi KUZKA tarafından 2012 yılında Sanayi Üretiminin Arttırılması Mali Destek Programı kapsamında “Sanayi İşletmelerinin Üretim Kapasitelerinin Arttırılması ve Modernizasyonu” projesi ve 2013 yılında İktisadi Kalkınma Mali Destek Programı kapsamında “İşletmelerin Üretim/Hizmet Kapasitesinin Arttırılması ve Kalite Standardının Yükseltilmesi” projesiyle fabrikaya iki ayrı destek sağlandı. Bunların dışında fabrikaya, yaklaşık 110 milyon TL tutarındaki kapasite artışı yatırımı ve 30 milyon TL tutarındaki 2,5 megawatt kapasiteli kojenerasyon tesisi yatırımı için yatırım danışmanlığı desteği sunuldu. Fabrika ayrıca yatırımları sırasında teşvikler, devlet destekleri ve bürokratik işlemlerin kolaylaştırılması gibi KUZKA’nın danışmanlık hizmetlerinden yararlandı. “Türkiye’de ilk üretilen GMP belgeli tuz, ilaç ham maddesi olarak kullanılıyor” Çankırı’da faaliyet gösteren Tuz Fabrikasının Müdürü Makine Mühendisi Hasan Akgüç, ürettikleri ürünleri iki kategoride değerlendirdiklerini belirterek, “Birincisi tıbbi cihaz kapsamında medikal tuz üretiyoruz, bu ürün ile Türkiye’deki hemodiyaliz solüsyonları için tuz teşkil ediyor. GMP tuz dediğimiz ilaç ham maddesi olarak ikinci kategorideki medikal tuzu ise yurt içi ve yurt dışı piyasalara yönelik üretiyoruz. Türkiye’de şu anda üretim yapan başka bir yer yoktur. Türkiye’nin ilk ruhsatlı yeri Çankırı’dadır. Çok özel şartlarda ürettiğimiz ve ilaç ham maddesi olarak değerlendirdiğimiz bu ürünü hem yurt içi hem de yurt dışı ilaç ham maddesi olarak pazarlamaktayız. GMP tuzu fabrikamızda 8 aydır üretmekteyiz. Ülkemizde hemodiyaliz solüsyonu toplam ihtiyacının 50 bin ton civarında olduğunu tahmin ediyoruz. Bunun takriben yüzde 80’ini fabrikamız karşılıyor” dedi. “Kaya tuzu, diğer kaynaklara nazaran daha doğal” Kaya tuzunun diğer kaynaklara nazaran daha doğal, daha temiz ve daha kaliteli olduğunu söyleyen Akgüç, “Göl ve deniz tuzları atmosferik şartlarda oluşması nedeniyle evsel ve endüstriyel atıklarla bir etkileşimi söz konusudur. Bu açıdan baktığımız zaman kaya tuzu ham madde kaynağı açısından diğer kaynaklara nazaran daha temiz, daha doğal ve daha kaliteli olduğunu söyleyebiliriz” diye konuştu. “GMP belgeli tuzumuzu yurt dışına ihracat etmeye başladık” GMP belgeli tuzu ürettiklerini ve yurt dışına pazarlamaya başladıklarını belirten Akgüç, “İlaç ham maddesi olarak ürettiğimiz GMP belgeli tuzda 2021 yılı için hedefimiz yurt içi ve yurt dışı pazara yönelik inşallah en az yıllık 30 bin tona yakın üretim yapmaktır” şeklinde konuştu. “KUZKA’nın desteğiyle robotik üretime geçerek üretim kapasitemizi 200 bin tona çıkardık” Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı’nın desteğiyle robotik üretime geçtiklerini ve bu sayede yıllık 100 bin ton olan üretim kapasitesini iki katına çıkartarak yılda 200 bin ton tuzu fabrikada işlediklerini anlatan Akgüç, şöyle konuştu: “2002 yılında bir fabrika ile üretime başladığımızda yıllık 100 bin ton kapasite ile üretim yapıyorduk. 2012 yılında ikinci tesisimizi kurarak kapasitemizi 2 katına çıkartarak yıllık 200 bin ton kapasiteye ulaştık. Burada medikal tuz üretiyoruz, sofra tuzu üretimimiz var, ayrıca sanayi tuzu dediğimiz özellikle tekstil ve boya fabrikalarının kullandığı tuzu üretiyoruz. Rejenerasyon maksatlı su arıtma tesislerinde kullanılan tabletleri üretmekteyiz. Bunun yanında granül üretimimizde devam etmektedir. Üretim yaparken bizim proses fabrikamız sürekli yeni yatırımlarla kendisini geliştiriyor ve modernleşiyor. Bu modernleşme ve geliştirme çalışmalarında bize destek sunan özellikle Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı’nın çok büyük desteklerini gördük. Sistemin kendisini yenilemesiyle ilgili özellikle robotik sistemlerin kurulmasında, otomatik sistemlerin kurulmasında, ilave kapasite artımındaki diğer ek revizyon ve yatırımlarda KUZKA’dan büyük destekler aldık. Fabrikamız kurulduğundan bu yana biz, 18 proje yürüttük. KUZKA ile de şu ana kadar 5 tane proje yürüttük. Bunların toplam hibe tutarı da 5 ila 6 milyon lira arasındadır. Robotik sistemlerin kurulmasında, otomatik kolileme sistemlerinin kurulmasında, tesisin sevk ve idaresiyle ilgili bilgisayar kontrol sistemlerinin kurulmasında KUZKA’dan destek aldık. Bu bize fabrikamızın modernize edilmesiyle ilgili çalışmalarda çok önemli destek kaynağı oluşturdu. Biz, bu yatırımları yaparken özellikle eskiden teşvik belgesinin çıkartılmasında ve takibinde çok büyük zorluklar yaşıyorduk ancak KUZKA sayesinde çok hızlı bir süreçle bu müracaatlarımızı neticelendiriyoruz, takip ediyoruz ve bu konuda katkı sağlayan kurumlarımıza müteşekkiriz.” Kaynak :İHA  

Toplumun Biyolojik Hafızası: Biyobanka

Biyolojik örneklerin toplandığı biyobankalar, kanser, nadir hastalık ve salgınlarla mücadelede önemli rol oynuyor. Teknolojinin sınırlı kaldığı araştırmaların ileride yapılabilmesi, biyobankalarla mümkün olacak. Türkiye'de 6 biyobanka bulunuyor. Tüm dünyada giderek yaygınlaşan salgınlar... Kanser, obezite gibi kompleks hastalıklar... Aşı, tanı ve tedavi protokollerinin geliştirilmesinin hızlanması, zorlu sağlık sorunlarının çözümünde önem kazanıyor. Bu noktada devreye biyobankalar giriyor. Biyobankalar, belirli bir hastalığa özel, biyolojik materyal ve verilerin toplandığı, kataloglandığı ve saklandığı platformlar... Biyobankalar toplumun biyolojik hafızasını oluşturuyor. Saklanan örnekler ve veriler, sadece onam verilen amaçlar için kullanılabiliyor. Türkiye'de farklı illerde 6 aktif biyobanka bulunuyor. Onlardan biri İzmir Biyotıp Genom Merkezi bünyesinde, 2017 yılından beri faaliyette... Merkezde kanser, nadir hastalıklar ve COVID-19 gibi enfeksiyon hastalıklarına yönelik araştırmalar, antikor temelli biyoteknolojik ilaçlar ile aşılar, erken tanı ve tedaviye yönelik yeni teknolojiler geliştiriliyor. 31 araştırma ekibi, biyotıp ve genom bilimlerinin farklı alanlarında çalışmalarını sürdürüyor. İzmir Biyotıp Genop Merkezi Biyobanka Platform Direktörü/Araştırma Grup Lideri Prof. Dr. Neşe Atabey ile Biyobanka Birim Yöneticisi Dr. Sanem Tercan Avcı, TRT Haber'in sorularını cevapladı. Biyobanka nedir ve önemini nasıl anlatırsınız? Biyobankalar, bir popülasyona veya belirli bir hastalığa özel, onam veren kişilerden sistematik olarak toplanmış biyolojik materyallerin ve bunlarla ilişkili verilerin toplandığı, kataloglandığı ve saklandığı platformlardır. Bu örnekler ve veriler biyobankalarda hastaların kimlik bilgileri kodlanarak, kişisel veri güvenlik ilkelerine uygun olarak saklanmakta ve araştırmacılar tarafından sadece onam verilen amaçlar için, hastanın mahremiyeti sağlanarak, yasal ve etik düzenlemelere uygun olarak kullanılabiliyor. Yeni bulaşıcı hastalık salgınlarının, kanser/obezite gibi kompleks hastalıkların giderek arttığı dünyamızda, bu hastalıklardan korunmaya yönelik aşıların, tanı ve tedavi protokollerinin geliştirilmesinin hızlanması, can kayıplarının azalması için güvenilir tanı kitleri, etkin aşılar ve ilaçlar geliştirilmesi, geliştirilen moleküllerin etkinliğinin hızla test edilmesi kritik öneme sahip. Tüm bu amaçlar için biyobanka standartlarına uygun olarak toplanmış/saklanmış biyolojik örneklere ihtiyaç var. İBG ne zaman kuruldu? Kaç laboratuvar ve bilim insanı çalışıyor? Hangi alanlarda çalışma yapılıyor? Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) bünyesinde kuruluş fikri 15 yıl öncesine uzanan, 2014’te Uygulama ve Araştırma Merkezi, 2015’te ise Araştırma Enstitüsü olarak faaliyete geçen İzmir Biyotıp ve Genom Merkezi (İBG), 2017 yılı ağustos ayında 6550 sayılı yasa kapsamında desteklenerek Türkiye’nin Yaşam Bilimleri alanında ilk “Tematik Araştırma Merkezi” olarak kamu tüzel kişiliği kazandı. İBG’de devam etmekte olan bilimsel çalışmalar genel olarak özellikle nadir hastalıklar ve kanser alanlarına odaklanmış olup, bu alanlarda genomik, epigenomik, biyoinformatik, hesaplamalı yapısal biyoloji, immünoloji, sinirbilim, biyomühendislik gibi farklı alanlarda yetkin araştırmacılar ile nöroloji, metabolizma, gastroenteroloji, onkoloji, hematoloji gibi alanlarda uzmanlaşmış klinisyenler bir arada yeni bilgi ve ürünler geliştirmek için multidisipliner bir yaklaşımla çalışıyor. İBG, araştırmalar sonucu üretilen bilgilerin özellikle nadir hastalıklardan ve kanserden etkilenen hastalara ve topluma fayda sağlayacak ürünlere/katma değere dönüşmesi için gereken süreyi kısaltmak amacı ile temel, translasyonel ve klinik araştırmaları birbirine bağlayan bir kesişim noktası olmayı hedefliyor. İBG’de öncelikli olarak kanserlere, nadir hastalıklara ve COVID-19 gibi enfeksiyon hastalıklarına yönelik temel ve translasyonel araştırmalar, antikor temelli biyoteknolojik ilaçlar ile rekombinant protein temelli aşılar, erken tanı ve tedaviye yönelik yeni teknolojiler geliştiriliyor. Biyotıp ve genom bilimlerinin farklı alanında araştırmalar yapan 31 araştırma grubu lideri/platform yöneticisi görev yapıyor. Bu kişiler baş araştırmacılar veya lider baş araştırmacılar olup, çoğunluğu (%80) beyin göçü ile yurtdışındaki saygın kurumlardan ülkemize dönen bilim insanlarından ve ülkemizde farklı üniversitelerde araştırmalarını sürdürmekte olan, alanlarında yetkinliğini kanıtlamış akademisyenlerden (%20) oluşuyor. İBG’de yapılan araştırmaların toplum sağlığına ve ülkemize katkısını artırmak için, araştırma grup liderlerinin yanı sıra; ülkemizdeki farklı üniversitelerden yarı zamanlı görevlendirilen farklı klinik ve temel tıp alanlarında uzman araştırmacılar, araştırmacılar, araştırma teknisyenleri, Ar-Ge çalışanları da görev yapmaktadır. İBG’de ayrıca 9’u doktora sonrası araştırmacı ve çoğunluğu doktora öğrencisi olmak üzere, yüzden fazla lisansüstü/lisans öğrencisi genç eğitim almakta ve araştırma faaliyetlerine katkı sağlıyor. Ar-Ge ve hizmet birimlerine, teknik/idari hizmetlerde çalışanlar da dahil edildiğinde İBG’de toplamda yaklaşık 250 kişilik bir ekip çalışıyor. Bu çok disiplinli tamamlayıcı yapı, kompleks bilimsel soruların yanıtlanabilmesinde olduğu kadar bilgi, teknoloji ve ürüne giden yolun kısalmasını sağlamak için önemli... Bu nitelikli insan gücü ve altyapı desteği ile halihazırda İBG'de çalışan olan grup liderleri, aralık 2020 itibarıyla merkezimizde aktif olarak toplam 65 dış destekli proje yürüyor. Koronavirüs sürecinde biyobankaların önemi arttı mı? Salgın sürecinde biyobankaların mücadeleye katkısı ne oldu? Pandemiler bireysel/bölgesel çözümlerin tek başına yeterli olmadığı olağanüstü durumlar. Böyle olağanüstü durumların üstesinden ancak bilimsel farkındalık ve iş birliği ile gelinebilir. Pandemiye neden olan patojenlere karşı çok hızlı bir şekilde güvenilir tanı kitleri, etkin aşılar ve ilaçlar geliştirmek yaşamsaldır. Biyobankalardaki biyolojik örnekler ve tüm dünyadaki biyobankalar arasında hızla gerçekleşen iş birlikleri, COVID-19 tanı kiti, aşı ve ilaçların geliştirilmesine ve etkinliğinin test edilmesine çok önemli bir katkı sağladı. Bu sayede bir yıldan daha kısa bir sürede çok sayıda tanısal ürün, aşı ve ilaç adaylarının hızla test edilmesi ve pandemi ile global olarak mücadele edebilmemiz mümkün oldu. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çok sayıda araştırmacı, bu hastalıktan korunmaya yönelik aşı, tanı ve tedavi protokollerinin geliştirilmesinin hızlanması, can kayıplarının azalması için proje ekipleri oluşturdular. Biz de TÜBİTAK desteği ile yürütülen COVID-19 aşı, ilaç ve diagnostik kit geliştirme çalışmalarına destek sağlamak için Avrupa /dünya biyobankacılık ağları ile eş zamanlı COVID-19 biyobankaları eğitimlerine aktif katılım sağladık. Ülkemizde benzeri çevrim içi etkinlikler düzenledik, TÜBİTAK STAR bursiyerlerini bu alanda yetiştirmeye başladık. Dünya Sağlık Örgütü ve T.C. Sağlık Bakanlığı “COVID-19 (SARS-CoV2 ENFEKSİYON) KILAVUZU” doğrultusunda COVID-19 örneklerinin biyobankalanmasına ilişkin standart çalışma prosedürlerini hasta bilgilendirme ve onam formlarını hazırladık, etik ve yasal izinler aldık, gerek klinisyenler ve araştırmacılar, gerekse sağlık çalışanları ve hastaları COVID-19 biyobankaları konusunda bilgilendirildik. Tüm bu süreçlerin tamamlanmasının ardından 1 Haziran 2020 itibarıyla COVID-19 negatif ve pozitif gönüllülerden alınan biyolojik örneklerin biyobankalanması sürecine başlanmıştır. Bu biyolojik örnekler İBG’de geliştirilmekte olan tanı kiti, aşı ve ilaç geliştirme çalışmalarına, COVID-19 hastalığının temellerinin ve SARS-COV-2 biyolojisinin anlaşılmasına önemli katkılar sağlamaktadır ve gelecekte de sağlamaya devam edecek. Türkiye'nin biyobankaları dünyada hangi konumda yer alıyor? Türkiye, Avrupa Biyobanka ve Biyomoleküler Kaynaklar Araştırma Altyapısı'nın (BBMRI-ERIC, https://www.bbmri-eric.eu/) gözlemci üyesi. İBG-Biyobanka Platformu Türkiye Koordinatörü olarak görev yapıyor. BBMRI-ERIC COVID-19 toplantıları aktif olarak takip edilmekte; bu konuda yapılan düzenlemelerin ülkemizde uygulamaya geçirilmesi için öneriler ve ilgili linkler BBMRI Türkiye (https://www.bbmri-eric.eu/national-nodes/turkey/) adresinde güncel olarak paylaşılıyor. Mevcut durumda bu ağa katılarak biyobankacılık faaliyetlerini sürdürdüklerini beyan eden Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyobanka ve Genetik Araştırma ve Uygulama Merkezi (HUBİGEM), Acıbadem Üniversitesi Biyobanka Birimi (ACU-Biyobanka), İstanbul Üniversitesi Aziz Sancar Deneysel Tıp Enstitüsü Biyobanka Birimi ve Ankara Üniversitesi Beyin Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (AÜBAUM) Hücre Serisi Biyobankası olmak üzere altı aktif biyobanka mevcut. TUSEB Aziz Sancar Araştırma Merkezinde ulusal bir biyobanka kuruluş çalışmaları devam ediyor. İBG-Biyobanka, pandemi döneminde ivme kazanan COVID-19 biyobankalama çalışmaları yanı sıra, başta nadir hastalıklar ve kanserler gibi kompleks hastalıklar olmak üzere biyobankalama faaliyetlerini sürdürerek bu hastalıkların erken tanısına ve tedavisine katkı sağlamayı hedeflemektedir. Özellikle nadir hastalıklarda biyobankalanmış bir tek biyolojik örnek bile yeni tedaviler geliştirmek ve gelecek nesillerin bu hastalıklardan korunması ve tedavi yaklaşımları geliştirilmesi için kritik öneme sahiptir. Hastalar, sağlıklı gönüllüler, klinisyenler ve biyobankacıların el ele vermesiyle oluşturulan biyobankalar ülkemizde önemli bilimsel keşiflerin yapılmasına, yenilikçi ürünlerin, tedavilerin geliştirilmesine çok önemli katkılar sağlayacak. Biyobankaların önemi gelecekte artacak diyebilir miyiz? Biyobankalar, temel ve translasyonel araştırmalar, epidemiyolojik ve klinik çalışmalar başta olmak üzere birçok araştırma ve geliştirme alanını destekliyor. Bunun yanı sıra hastalıkların erken teşhisi ve kişiselleştirilmiş tedavi yaklaşımlarının geliştirilmesinde, temel araştırmalar ve klinik yaklaşımlar arasında köprü oluşturuyor. Son yıllarda biyobanka alanındaki araştırmalar ve sağlık alanındaki Ar-Ge çalışmalarında biyobankaların katkısı on kattan daha fazla arttı. Biyobankalar bir toplumun biyolojik hafızasını oluşturuyor. Ayrıca geleceğe yapılan en kıymetli yatırım. Günümüzde teknolojinin sınırlı kaldığı ve mevcut imkanlar ile başarılamayan pek çok araştırmanın ileride yapılabilmesi, henüz sorulmamış soruların zamanı geldiğinde kapsayıcı cevaplarının elde edilebilmesi ancak biyobankalar ile mümkün olacak.  Kaynak : TRT Haber / Esra Sayın ve Ünsel Ayhan Aybek

ODTÜ'de Yapılan İnovatif Aşı Adayı DSÖ Listesine Girdi

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Varank, "Mayda ve İhsan Gürsel hocalarımızın çalışması, dünyada VLP aşıları arasında klinik aşamaya geçen 4'üncü aşı adayı oldu. Böylece Dünya Sağlık Örgütünün aşı listesine girmeyi başardı." dedi. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, TÜBİTAK COVID-19 Türkiye Platformu çatısı altında çalışmaları süren ve en yenilikçi aşı yöntemlerinden biri kabul edilen virüs benzeri parçacıklara dayalı (VLP) aşı çalışmasının, insan denemelerine geçen dünyadaki 4'ncü aşı adayı olduğunu ve Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ) listesine girmeyi başardığını bildirdi. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığından yapılan açıklamaya göre, Kovid-19 Türkiye sınırlarına girmeden önce ilgili kuruluşu TÜBİTAK çatısı altında bilim insanlarını bir araya getiren Bakanlık, virüsle mücadele edebilecek aşı ve ilaç geliştirme çalışmalarını koordine etmeye başladı. Oluşturulan TÜBİTAK COVID-19 Türkiye Platformu kapsamında 8'i aşı, 9'u ilaç olmak üzere 17 proje üzerinde çalışmalar yoğunlaştı. Platform bünyesinde inovatif bir yöntem olarak kabul edilen VLP temelli aşı çalışması da başlatıldı. ODTÜ'den Prof. Dr. Mayda Gürsel ile Bilkent Üniversitesinden İhsan Gürsel çiftinin ortak projesiyle geliştirilmeye başlanan aşı adayı, virüsün enfeksiyon yapmayan bir şeklini taklit etme prensibine dayanıyor. Tüm dünyada yenilikçi bir aşı yöntemi kabul edilen virüs benzeri parçacıklara dayalı aşı çalışmasından sevindirici haber geldi. Dünyada sayılı, TÜBİTAK COVID-19 Türkiye Platformu kapsamında ise tek VLP teknolojisiyle geliştirilen aşı çalışması, 27 Mart'ta Faz 1 aşamasına geçti. Aşı adayı, 30 Mart'ta da DSÖ'nün Kovid-19 aşı adayları listesinde yer alarak dünyada bu türde klinik aşamaya geçen 4'üncü aşı adayı oldu. "O an" paylaşıldı Sanayi ve Teknoloji Bakanı Varank, sosyal medya hesabından 27 Mart'ta sabah 08.00'de Ankara Onkoloji Hastanesinde Faz-1 çalışmaları öncesinde çekilen TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal'ın da aralarında olduğu bilim insanlarının fotoğrafını paylaştı.                                                          Varank, sosyal medya mesajında fotoğrafların yanı sıra "Tarih: 27 Mart 2021, Yer: Ankara Onkoloji Hastanesi. TÜBİTAK COVID-19 Türkiye Platformu aşı çalışmalarından ilki Faz-1 insan denemelerine başladı. Mayda ve İhsan Hocamızın geliştirdiği aşı, DSÖ listesinde yerini alarak dünyada klinik aşamaya geçen 4. VLP aşı adayı oldu." ifadelerine yer verdi. "Etki potansiyeli yüksek" Bakan Varank, ayrıca yaptığı yazılı açıklamada, VLP temelli aşıların oldukça yenilikçi bir yöntem olduğunu belirtti. Farklı alanlarda kullanılan bu aşıların protein tabanlı olmaları nedeniyle etki potansiyellerinin yüksek olduğunu vurgulayan Varank, "Mayda ve İhsan Gürsel hocalarımızın çalışması, dünyada VLP aşı adayları arasında klinik aşamaya geçen 4'üncü aşı adayı oldu. Böylece Dünya Sağlık Örgütünün listesine girmeyi başardı." ifadesini kullandı. Varank, Mayda ve İhsan Gürsel hocaların çalışmalarını yerinde görmek amacıyla ocak ayında Nobel İlaç'ın TÜBİTAK Marmara Teknokent'teki (MARTEK) Biyoteknolojik İlaç Tesisini ziyaret ettiğini anımsatarak, "Burada ilk etapta gerekli altyapı oluşturuldu. Faz aşamaları başarıyla tamamlanırsa 50 milyon dozluk kapasiteye sahip üretim tesisi hazır." bilgisini paylaştı. Bağışıklık tepkisi oluşturuyor VLP tipi aşılarda, geliştirilen virüs benzeri parçacıklar, virüsü enfeksiyon oluşturmayacak bir şekilde taklit ediyor. Bu parçacıklar bağışıklık tepkisi uyandırırken hastalığa da neden olmuyor. Geliştirilen aşı adayının başka bir özelliği ise diğer VLP aşılarından farkı olarak bu platformda virüsün 4 yapısal proteini de aşı antijeni olarak kullanılıyor. Bu yönüyle de dünyada klinik faza giren bir aşı adayı bulunmuyor. Kaynak : AA

Biyoteknoloji Vadisi Tuzla’da Kuruluyor

BİYOSAD öncülüğünde Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’na bağlı yürütülen Biyoteknoloji Vadisi Projesi, İstanbul’un Tuzla ilçesinde 12 milyar lira yatırımla kuruluyor. Proje kapsamında, dev yatırımcılardan start-up’lara kadar her seviyede firma, geniş bir ürün çeşitliliğinde faaliyet gösterecek. Biyoteknolojik ürünlerin üretiminde bir üs olarak tasarlanan Biyoteknoloji Vadisi Projesi, İstanbul’un Tuzla ilçesinde 12 milyar lira yatırımla kurulacak. Vadide büyük yatırımcılardan start-up’lara kadar her seviyede firma, geniş bir ürün çeşitliliğinde faaliyet gösterecek. Türkiye ekonomisinin lokomotiflerinden biri olması planlanan projede, firmaların yer alması amacıyla Sanayi Bakanlığı’nın genişleyen Teknoloji Odaklı Sanayi Hamlesi Programı, İVME Finansman Paketi gibi birçok teşvikten de yararlanılabiliyor. Vadinin Türkiye’nin katma değerli ürünlerini üretecek ve dünya biyoteknoloji pazarından pay almasını sağlayacağı söylenirken, Türkiye’nin 2020’de gerçekleşen 36 milyar 724 milyon dolar olan cari açığının önümüzdeki yıllarda kapatılmasında etkin rol oynayacağı öngörülüyor. Küresel biyoteknoloji pazarının Tahmini Yıllık Bileşik Büyüme Oranı’nın (CAGR) 2019-2025 arasında yüzde 9,9 ve 2025 değerinin 775 milyar dolar olması bekleniyor. 2025’e kadar endüstri piyasa büyüklüğünün 727 milyar 1 milyon dolar olacağı tahmin ediliyor. Konuyla ilgili değerlendirmede bulunan Biyoteknoloji Sanayicileri Derneği (BİYOSAD) Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Ercan Varlıbaş, Atabay İlaç Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Zeynep Atabay Taşkent, Koçak Farma CEO’su Dr. Hakan Koçak, İlsan İlaç Yönetim Kurulu Başkanı Halil Yaşar, VSY Biotechnology CEO’su Dr. Fatih Ergin projenin Türkiye ve dünya bilim dünyasına etkileri ile ilgili açıklama yaptılar. “DESTEKLER YATIRIM GÜCÜ SUNUYOR” Projenin Türkiye’nin geleceğinde önemli bir parça olacağını dile getiren Dr. Ercan Varlıbaş, “Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan önderliğindeki 2023 Strateji Hedefleri kapsamında ülkemizdeki biyoteknolojik yatırımlar kilit rol oynamaktadır. Bu doğrultuda, Biyoteknoloji Sanayicileri Derneği (BİYOSAD) olarak Türkiye’deki biyoteknoloji sektörünü dünyada hak ettiği konuma ulaştırmak amacıyla Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na bağlı olarak hayata geçirdiğimiz Biyoteknoloji Vadisi Projesi’nde bizlere ilgi ve desteğini eksik etmeyen Bakanımız Sayın Mustafa Varank’a teşekkürlerimizi sunarız. Yüksek katma değere sahip ürünlerin üretilmesini sağlamak, ithalatın azalması, ihracatın ve istihdamın artması amacıyla Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı; çeşitli teknoloji seviyelerinde yerli üretime özel birçok kapsamda teşvik vermeye devam ediyor. Tüm bu teşviklerle aynı zamanda bütünleşik olarak sürdürülebilecek önemli projelerden birisi Biyoteknoloji Vadisi’dir ve bu destekler sayesinde pandemiden olumsuz etkilenen ekonomik ortamda dahi firmalar yatırım yapabilecek gücü bulabiliyor. Projeleri olan, ses getirecek katma değeri yüksek ürünleri üretmek isteyen firmalarımızı Biyoteknoloji Vadisi’ne katılmaya davet ediyoruz” dedi. “KÜMELENMEDE KRİTİK ÖNEM TAŞIYOR” Biyoteknolojinin Türkiye’de yeni gelişmekte olan bir sektör olduğuna dikkat çeken Zeynep Atabay Taşkent, “Bu aşamada rekabet öncesi iş birlikleri, birlikte öğrenme ve üniversite sanayi iş birliği konseptleri için kümelenme kritik önem taşımaktadır.  Biyoteknoloji Vadisi bu ihtiyaçları karşılayacak doğru coğrafi lokasyonda yer almaktadır. Bir tarafta GTÜ, Kocaeli Üniversitesine ve TÜBİTAK MAM gibi araştırma merkezlerine yakınlığı diğer tarafta Türkiye’nin en büyük sanayi bölgesinin içinde olması gerekliliği Biyoteknoloji firmaları için ihtiyaç duyulan kümelenmeyi sağlayacaktır. Bu sayede Endüstriyel, Tarımsal ve Sağlık Biyoteknoloji alanlarında startup, akademi, kamu, sanayi iş birliklerinin yeşerebileceği bir ortamda çalışmalarımız daha hızlı ticarileşebilecek” diye konuştu. “6,4 MİLYAR LİRALIK BİYOTEKNOLOJİK İLAÇ İTHALATININ ÖNÜNE GEÇİLECEK” Biyoteknolojik ürünlerin üretim ve geliştirme maliyetleri ile ilgili konuşan Dr. Hakan Koçak ise, “Vadi, bünyesinde yer alacak start-up firmalara ve Ar-Ge altyapısı ile biyoteknoloji alanındaki firmalara, hem yeni ürün geliştirme alanında destek hem de İstanbul gibi lojistik ve yetişmiş işgücü erişiminin yüksek olduğu bir bölgede uygun maliyetli yatırım alanı sağlama konusunda önemli katkı sağlanacaktır. 1,2 trilyon dolarlık toplam dünya ilaç pazarında biyoteknolojik ilaçların pazar payı yüzde 20’ye ulaşmıştır. Türkiye’de de biyoteknolojik ilaçların pazar payı benzer oranda olup, 2019’da 7 milyar liraya ulaşmıştır ve bunun yaklaşık yüzde 90’ ı ithal edilmektedir. Biyoteknolojik ürünler, üretim ve geliştirme maliyetlerinin yüksek olması nedeniyle pahalı ürünlerdir. Biyoteknoloji vadisinde oluşan biyoteknoloji iklimi ile sektörel gelişimin önü açılacak ve yerli biyoteknolojik ilaçların üretimi ile yaklaşık 6,4 milyar liralık biyoteknolojik ilaç ithalatının önüne geçilecektir” dedi. Dr. Hakan Koçak, sözlerine şöyle devam etti: “Yaratılan iklim yerli ve yabancı yatırımcıları bu bölgeye çekecek ve bölgeyi biyoteknolojik üretim için cazibe merkezi haline getirecektir. Ayrıca ülkemiz ve dünya için katma değeri yüksek üretim merkezi olacaktır. Bölgede bulunan Üniversiteler ile Sanayi iş birlikleri artacak ve sektör önemli bir ivme kazanacaktır. Katma değeri yüksek Biyoteknolojik ürünlerin üretimi ve ihracatı ile ülkemizin yüksek maliyetli biyoteknolojik ürünlere uygun maliyetli erişimi ve cari açığın kapatılması mümkün olacaktır.” “500 MİLYON LİRA ÜSTÜ VERİLEN DESTEKLERE İHTİYAÇ DUYULUYOR” Vadinin Türkiye’de biyoteknoloji tabanlı kurulacak ilk ihtisas organize bölgesi olması nedeniyle çok önemli bir adım olduğuna inandığını dile getiren Halil Yaşar, “Kovid -19 salgını, bütün dünyada teşhisten sonra tedavinin ve tedavide de gerekli olan medikal araç gereçlerin üretilmesinin bir ülke için ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Hükümetlerin bu paralelde Ar-Ge, inovasyon ve biyoteknolojiyi kapsayan projeleri maddi ve manevi destek vererek süratle 5 yıllık öncelikli yatırım programına almalarını ve hayata geçirmelerini zorunlu görmekteyim. Bu projenin bugüne kadar kurulmuş organize bölgelerden farklı bir statü ile işlevine devam etmesi planlanmıştır. Projemiz, teşvik, alt yapı ve statü olarak hükümetimizin 500 milyon lira üstü büyük yatırımlara verdiği desteğe ihtiyaç duymaktadır. Hükümetimizin bu talebimize paralel olarak sanayicileri destekleyeceğini görmekteyiz. Sağlık sektörünün hangi kanadında olursa olsun hizmet veren firmalar için vadinin çok büyük bir fırsat olduğuna inanıyor ve firmalarımıza katılmaya davet ediyoruz” ifadelerini kullandı. “VADİ’DE TÜRKİYE’NİN İLK ÖZGÜN İLAÇ MOLEKÜLÜNÜ ÜRETECEĞİZ” Uluslararası piyasalarda çok yoğun rekabet yaşandığının altını çizen Dr. Fatih Ergin, “Günümüzün rekabetinde firmaların öne geçebilmesinin önemli koşullarından biri, sürdürülebilir inovasyonu hem alt yapı hem de ürünlerde gerçekleştirebilmektir. Teknolojinin çok hızlı gelişiyor olmasıyla bugün popüler olan bir teknoloji yarın unutulabiliyor, hemen yerini başka bir yenilik alabiliyor. Bugün ciroları bakımından ilk sıralarda yer alan şirketler teknolojik dönüşümlerini tamamlayamadığında muhtemelen onları yarın göremeyeceğiz. Sürdürülebilir inovasyonu temel alan Biyoteknoloji Vadisi Projesi ise bu bilgiyle firmaları yüzleştiriyor ve katma değeri yüksek, yenilikçi ürünler üretmeleri için onlara çağrıda bulunuyor. Kurulacak bu vadide, Türkiye’nin ilk özgün ilaç molekülünü üretmeyi planlıyoruz” diye konuştu. Kaynak :DHA

Laboratuvar Biyogüvenliği ve Biyogüvenlik Kabinleri

 Covid-19 salgını başladığı günlerden beri en sık kullanılan temel laboratuvar cihazlarından biriside "mikrobiyolojik güvenlik kabinleridir" Covid-19 (COV-2) yeni tip virüs olduğu için buna uygun laboratuvar şartlarını oluşturan "Kurum ve Kuruluşlar" tanı ve teşhis laboratuvarlarında hızla çalışmalara başladılar. Laboratuvar çalışanları, mevcut BGK yada yeni kurulum yapılan BGK'ni kullanmaya başladılar. Dünya Sağlık Örgütü(WHO) Covid-19 için laboratuvar biyogüvenliği kılavuzunu web sitesinde yayınladı. Teşhis-tanı ve izolasyon-çoğaltım gibi laboratuvar çalışmaları için yönergeleri içeren kılavuz aynı zamanda çalışılması gereken laboratuvar tipleri ve cihazlar hakkında bilgiler veriyor. Kılavuzda vurgulanan en önemli konulardan birisi tüm numunelerin ilk işlenmesi (in aktivasyondan önce sekanslama ve NAAT ) onaylanmış ve bakımlı bir biyolojik güvenlik kabininde yer almalıdır (BGK). Yine göze çarpan önemli konulardan birisi şu şekildedir. Prognostik olmayan teşhis laboratuvarı çalışması (örnek, sekanslama, nükleik asit amplifikasyon testi[NAAT]) aşağıdakileri kullanan bir tesiste gerçekleştirilmelidir: Biyogüvenlik Seviye 2'ye (BSL-2) eşdeğer prosedürler. Çoğaltıcı çalışma (örneğin, virüs kültürü, izolasyon veya nötralizasyon deneyleri) içe doğru hava akışlı(negatif basınç) muhafaza laboratuvarında gerçekleştirilmelidir. (BSL-3). Kılavuz ışığında yapılacak tüm çalışmalar (PCR, ekstraksiyon vb.) onaylanmış (Validasyonlu) ve bakımlı bir BGK'ninde gerçekleştirilecektir. Covid-19 pandemisi ülkemizde görüldüğü ilk günlerden itibaren çalışmalara başlayan laboratuvarlarda en sık yaşanan biyogüvenlik kabini ve laboratuvar sorunlarını şu şekilde özetleyebiliriz. Biyogüvenlik kabinlerinin her yıl yapılması gereken Türkak A tipi muayene kuruluşundan performans testleri ve validasyonlarının yapılmadığı, Biyogüvenlik kabininin TS-EN 12469 standartlarında üretilmediği ve performası tamamlamadığı, güvenirliği olmayan bu tip cihazların laboratuvar güvenliğini tehlikeye attığı, Biyogüvenlik kabinlerini taşıyan kişilerin medikal taşımacılık konusunda bilgili olmadığı, taşınan kabinlerin taşıma öncesinde dezenfekte edilmediği , taşıma sonrası uzman teknik servisler tarafından tüm kontrollerinin yaptırılmadığı, laboratuvara taşınan biyogüvenlik kabinlerinde performans testlerinin yapılmadığı Laboratuvarların BSL-2 şartlarını taşımaması , havalandırma sistemlerine sahip olmaması , biyogüvenlik kabinlerinin baca bağlantılarının olmaması, Biyogüvenlik kabinleri kullanımı, dekontaminasyonu gibi konularda laboratuvar personelinin eğitim yetersizliği, BSL-3 laboratuvarlarda bulunan biyogüvenlik kabinlerinin performans kontrollerine ek olarak thimble baca tepmelerinin kontrol edilmesi. VAV ayarlarının yapılması. Biyogüvenlik kabinlerinin bakım sürelerinin geçmesi, (Performans testleri olumlu) Yeni kurulan biyogüvenlik kabinlerinde IQ/OQ testlerinin yapılmadığı ve kurulum ve operasyonel testin performans testleri ile karıştırıldığı, Bakım yapılan biyogüvenlik kabinlerinde doğru HEPA filtrelerin kullanılmadığı ve birçok cihazın yüksek basınç değerleri ile başladığı, bakımları yapan kişilerin yetersiz ve ehliyetli olmadığı, Yukarıda yazıldığı gibi laboratuvar biyo güvenliği açısından çok önemli konularda sorunlar yaşanmaktadırBu sorunlar hakkında çözümler ve detaylı anlatımlar ile yapılması gerekenleri adım adım yazalım.  Performans Testi(PQ) Hepa Filtre Kaçak Testi Biyogüvenlik kabinlerinin her yıl onaylı (TÜRKAK) A tipi muayene kuruluşları tarafından validasyonu yapılmalıdır. Performans testleri (PQ); Hepa filtre kaçak testi , hava akımları testleri (içeri ve aşağı hava akımları) , hava akımları duman görselleştirme , çalışma ve alarm fonksiyon testleri ve bunlara ilaveten kurulum ile alakalı olarak kabinin pozisyonunu kayıt altına alacaklardır. Performansı tamamlayan biyogüvenlik kabinlerinde bakım, taşınma gibi yeniden validasyon gerektirecek işlemler yapılmayacaktır.   Üzerinde etiketi dahi olmayan markası, modeli ve seri no'su olmayan biyogüvenlik kabinler maalesef laboratuvarlarda kullanılmaktadır. Tabiki her etiketi olan kabinde TS-EN 12469 standartlarına uygun üretilmiştir anlamı çıkmasın. Birçok kabin hem yapısal olarak hem de performans testlerinde oldukça kötü sonuçlar vermektedir. Covid-19 gibi hava yoluyla hızlı bulaşan bir patojen böyle bir kabinde çalışıldığı takdirde sadece laboratuvar biyo güvenliğini değil ayrıca laboratuvar yakınında bulunan diğer alanlarıda riske atmaktadır.Sağlık bakanlığının 29 Nisan 2020'de açıkladığı bilgiler ışığında 7428 sağlık çalışanı enfekte olmuştur.(%6.5) Bunların içinde kısmen laboratuvar çalışanlarının olduğuda düşünülmektedir.Performans testlerini tamamlayamayan kabinlerde akla gelen ilk şey HEPA filtre değişimi olmaktadır.Fakat HEPA filtre seti değiştiği halde testlerden geçemeyen kabinler vardır.Bu hususta yapılması gereken işlem, servis işlemleri yapılmadan önce cihazın hack edilmesi ve yerine TS-EN 12469 standartlarına uygun biyogüvenlik kabini kullanmak olacaktır.   Laboratuvar cihazlarının taşınması için medikal taşımacılık yapan tecrübeli firmalar/kişiler tercih edilmelidir.Biyogüvenlik kabinleri(Yüksek Patojen çalışılan) taşınmadan önce uzman kişiler tarafından H2O2 ile dezenfekte edilmelidir.Biyogüvenlik kabinleri ebatlarına göre180-350 kg. Bu ağırlıkta cihazlar zor şartlar altında taşınmaktadır. Kapı geçişleri, merdivenler , asansör gibi yerde çoğu zaman kemerler vasıtasıyla taşınır. Düz zeminlerde taşıma arabaları kullanılır.Kabinin cam mekanizmalarında birçok siviç bulunmaktadır.Taşıma esnasında teknisyenler genelde cam kasasından kaldırmaya çalışırlar ve zarar verirler.Egzoz HEPA filtresi yine aynı şekilde taşımacılık esnasında zarar gören aksamdır. Ayrıca sensör, elektronik panel vb. aksamlarda çokça zarar görmektedir. Ayrıca kurulum yapılacak yerin doğrulamasına bilgi eksikliği olan kişiler karar verebiliyor.Bu konuda kabinin teknik servisinden kurulum desteği alınmalıdır.Kabinin kurulum sonrası fonksiyon testlerinin teknisyen tarafından yapılmasından sonra performans testi (PQ) yapılmalıdır.   Laboratuvarların biyogüvenlik seviyeleri ile ilgili Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Kurumu Başkanlığı "Laboratuvar Güvenliği Rehberi" nde yer alan 9.laboratuvar tasarımı bölümü "havalandırma" (sayfa 166) kısmında detaylı bir şekilde  anlatılmıştır. Rehberi incelediğimiz zaman maalesef laboratuvar alt yapılarının eksik olduğu görülmektedir.Bir çok laboratuvarda havalandırma bulunmamaktadır. Covid-19 teşhis ve tanı laboratuvarlarında olması gereken havalandırma olmadığı için laboratuvar dışındaki birimlerde risk altındadır.Tüm cihazların kesintisiz güç kaynağına bağlı olarak çalıştırılması ve sistemde bir jeneratörün olması elzemdir.Biyo güvenlik kabinleri ve elektronik tüm cihazlar şebeke elektriğinden çok hasar gördüğü görülmüştür. Cihazların covid-19 çalışmaları süresinde durmadan çalışması esastır.                                                            Yerli ve yabancı bir çok biyogüvenlik kabini ve bunlarında modelleri vardır. Biyogüvenlik kabinleri DSÖ laboratuvar biyo güvenliği 3.baskısın da yer alan 10.bölüm 51.sayfada detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Covid-19 teşhis ve tanı laboratuvarında kullanılacak biyogüvenlik kabininin seçiminde bu kılavuzda " Personel Koruması mikroorganizma Risk Grubu 1-3 için Class I-II-III kabinler kullanılabilir. Burada doğru seçim için birkaç husus vardır. Covid için class I kabin yeterli olmayacaktır. Sadece personel koruması olduğu için PCR mix hazırlamada çok hassas pipet işlemleri bu kabinde yapılamaz. Class II A-2 kabinler personel-laboratuvar ve ürün koruması için iyi bir seçim olacaktır. Class II A-2 kabinler laboratuvar egzoz havalandırma sistemine thimble baca sistemi ile bağlandığı takdirde hem laboratuvarı hemde kabini egzoz edebiliriz.Böylece kabin çalışma ve durma anlarında laboratuvar basıncı etkilenmeyecektir.Class II B-2 kabinler %100 egzoz havası ile çalışırlar.Egzoz edilen hava laboratuvar basınç dengesini etkileyecektir. Bunun için yeterli besleme havası ve iyi bir otomasyon kullanılması gerekir.B2 kabinlerin toksik ajanlar ve kimyasallar ile kullanımı doğrudur. Biyogüvenlik kabinlerinin doğru kullanımı ve nasıl çalıştıklarını iyi anlamak gerekir. Kabinlerin fonksiyon ve alarm limitlerini sürekli kontrol etmek , ekran üzerinde görülen değerleri sürekli takip etmek gerekir. Bir çok BGK ekranı üzerinde hava akımlarını göstermektedir. Ayrıca alarmlar, fonksiyon lambaları,Cam seviyesi,çalışma süreleri,çalışma güçlerini göstermektedir.Her cihazın kend,ine ait kullanım kılavuzunda detaylı bilgiler anlatılmaktadır. Bu kılavuzların tekrar çalışmasında fayda var.   BSL-3 laboratuvar da kullanılan BGK hem classII A2 olabiliyor hemde class IIB2 olabiliyor. A2 kabinlerde kullanılan thimble bacaların üzerinde bulunan damper ile havanın laboratuvara tepmesinin ayarlanması gerekir. Ayrıca laboratuvar basınç dengesinide ayarlamak gerekir.Bu konuda uzman bir teknik ekipten destek almanızda fayda var. Zira egzoz hava hızı baca ile direkt alakalıdır. Egzoz hattında bulunan hava debisinin iyi ayarlanması ve bu debinin BGK egzoz hava debisinden büyük olmasına dikkat edilmelidir.Biyogüvenlik kabini egzoz hattı VAV min-max değerleri şayet laboratuvar emişide buradan yapılacaksa daha büyük seçilmelidir. Birden fazla A2 kabin olması durumunda yeterli hava debisi olmasına dikkat edilmelidir.B2 kabinler kullanılan laboratuvarlarda cihazın açık kapalı bilgisi otomasyon tarafından kontrol edilmektedir. Kabin devreye girdiği zaman laboratuvar havasından egzoz ettiği miktarı besleme havası ile kompanze etmek gerekiyor.Böylece laboratuvar basıncının stabil kalmasına dikkat etmekte fayda var.BSL-3 laboratuvarlar Türkiye'de bulunmaktadır. Laboratuvarların virüs var durumunda işletilebilmesi ve bakımlarının yapılması için uzman ekiplerle ile çalışılması gerekmektedir.   En çok merak edilen konulardan birisi BGK filtrelerinin bakım zamanı. Bu konuda her firmanın kendine ait bakım talimatları var.Bir çok firma 10.000 saat belirlemiştir. Buda hiç durmadan çalışması durumunda 1,5 yıl etmektedir. Fakat BGK'nin bulunduğu laboratuvarların HEPA filtreli olması durumda kabinlerin filtreleri kirlenmemektedir. En doğru yöntem cihazın teknik servisi ile HEPA filtre kirlilik durumunu öğrenmek olacaktır.BGK hava akımları, motor voltaj bilgileri, kirlenme basıncı kontrol edilebilir.Bazı kabinler çalışma yüzdelerini servis menüsünde göstermektedir. Böylece kabinin zorlandığını anlayabiliriz.Bir ayrı konu ise HEPA filtre sızıntıları.Sızdırmazlık testi ile bunu görebilirsiniz. Tüm bu parametreleri kontrol ederek filtre bakımlarına karar verebilirsiniz.Yüksek patojen çalışmalarda veya hassas hücre kültürü gibi çalışılan kabinlerde yaşanan kontaminasyon sonrasında yetkili kişi dezenfeksiyon yaptırabilir. Eğer halen kontaminasyon geçmemişse HEPA filtre değişimi gerekebilir. UV-c lambalar içinde üreticiler 9000 saat durmadan çalışmada yani 1 yıl ömür bildirmişlerdir. Fakat bakımlar esnasında uzun süre geçmişse UV-c lamba ve aydınlatma lambalarının değişimi önerilir.   Laboratuvar da yeni kurulan cihazlar için kurulum(IQ) ve operasyonel(OQ) testlerin yapılarak devreye alınması gerekir. OQ testleri PQ testlerinide kapsamaktadır. Fakat PQ için bağımsız Agredite A tipi muayene kuruluşunun yapması doğrudur. kurulum kalifikasyonunda kabinin pozisyonu, mekanik, elektrik, gaz hatlarının doğrulanması hasar alıp almadığı, baca bağlantılarının kontrol edilmesi gibi çok önemli hususlar kontrol edilir ve dökümante edilir. Operasyonel kalifikasyon da ise BGK çalışma ve alarm fonksiyonları test edilir. IQ/OQ kalifikasyonlarını temsilci firma teknik ekibi yapabilir.   Biyogüvenlik kabinleri üretim/satış/teknik servis hizmetleri yürüten firmaların satış sonrası yeterli teknik alt yapıya sahip olmaları gerekmektedir.BGK uzun süre bakım istemeyen stabil çalışabilen cihazlardır.Bu yüzden teknik servis ihtiyacı fazla olmayan cihazlardır.Her yıl performans testleri yapıldıktan sonra tespit edilen hataların düzeltilmesi gerekir. Bu konuda Türkiye'de uzmanlaşan firmalarımız vardır. Teknik servis firmasında yetkili kişilerin (Mühendis, tekniker, teknisyen) çalışması gerekmektedir.   Detaylı bilgi için ; Klima Klinik®  Şirket Müdürü Yusuf BAŞ

Gıda Tesislerinde Temizoda “Cleanroom” Kavramı

İnsan yaşamının devamı için temel gereksinim olan gıdanın, işlenmesi ve tüketime sunulmasına kadar geçen üretim süreçlerinde hijyen ve güvenlik faktörleri en çok özen gerektiren temel çıkış noktalarıdır.Gıda güvenliğinin ilk koşulu diyebileceğimiz "Temizoda” aslında, belirli bir alan içerisinde bulunan havadaki partiküllerin, uygun olmayan havanın, bakterilerin ve diğer kirleticilerin yokedilmesi anlamına gelir. Bu alanlarda iç ortam sıcaklığı, hijyen seviyesi, iç ortam basıncı, havanın hızı ve dağılımı, gürültü, titreşim, aydınlatma ve statik elektrik sürekli kontrol altında tutulur. Temizodanın, gıda tesislerinde yüksek performansla çalışabilmesi için talep kapsamında özel tasarlanmış olarak planlanmalı ve yine bu kapsamda bu odaların temizliği ve kirlilik kontrolü sürekli korunmalıdır. Yeni ya da yenilenmiş bir gıda tesisi , öncelikle  üretim çıktısının türüne göre gıda güvenliğini sağlayacak temizoda sınıfının belirlenmesi ile birlikte tüm ilgili ulusal standartlara ve normlara uygun olarak kurulmalıdır. Gıda üretim alanlarındaki temizoda alanı üretime uygun biçimde ve yerleşim düzeni de projelendirilerek kurgulanmalıdır. Böylece tesislerin güvenilir şekilde işlemesi ve üretimden tüketileceği son ana kadar işlenilen ürünün, güvenliği sağlanır ve temizlik standartlarını en üst seviyede karşılayacak şekilde süreklilik sağlanır.   Gıda tesisi yapısı nasıl olmalıdır?   Gıda tesislerinin yapımında genel olarak çelik-beton veya tuğla gibi yapı malzemeleri kullanılır. Bu malzemelerin seçimi hem tesisin güvenilirliği açısından hem de bulunduğu yapı alanıyla ilgili olarak çok büyük bir önem arz eder ve bu sebeple özenle seçilmesine dikkat edilmelidir. Ayrıca, üretim sürecinin gereksinimine göre ihtiyaç yapısının değişeceği için özel bir yapı tasarımı inşa edilirken işlenecek gıdanın prosedürleri de harfiyen yerine getirilmeli ve olası üretim gerekliliği değişikliklerine adapte edilebilecek şekilde planlanmalıdır.    Üretim tesisindeki personel alanı, ekipman hariç çalışanların fiziksel uzaklıkları 1.5 metrekareden az olmayacak şekilde kurgulanmalıdır.Aşırı kalabalık tesisler, sadece üretim operasyonlarını engellemekle kalmaz, aynı zamanda personel arasındaki çarpışmalar ve personelin iş kıyafetleri ile üretim ekipmanı arasındaki teması artırdığından kolayca ürün kirlenmesine neden olur. Bu sebeple doğru ölçüde mesafeli bir çalışma alanı, çok büyük önem arz eder. Bunun yanı sıra üretim alanında tavan yüksekliğinin 3 metreden, pişirme odası gibi alanların yüksekliğinin ise 5 metreden az olmamasına özen gösterilmelidir.       Soyunma odaları, duşlar ve tuvaletler gibi işleme alanındaki sıhhi noktalar, binayla birleşik bir yapıda yer almalıdır. Su ürünleri, et ürünleri ve hızlı dondurulmuş gıdalar için soğuk depolama ve işleme alanları da yine birleşik ve yapıya entegre olarak inşa edilmelidir.     Gıda tesisinin düzeni için kritik noktalar   Tesis düzeni dediğimizde akla sadece çeşitli üretim bağlantılarının düzen içerisinde çalışmasının kolaylaşması gelmemeli, bu düzen aynı zamanda üretim sürecinde çapraz kontaminasyon oluşumunu önlemek için işleme sürecinin sıhhi kontrolünü de kolaylaştırmalıdır.   Gıda işleme süreci temelde ham maddelerden yarı bitmiş ürünlere, yani temiz olmayan üründen temizlenmiş veya işlenmiş bir ürüne varana dek geçen bir süreçtir. Bu nedenle, işleme tesislerinin planlanması ürün işleme sırasına göre özel bir ilkeyle düzenlenmelidir. Böylece ürün işleme çok daha temiz şekilde gerçekleşir ve bağlantıdan temizleme bağlantısına geçiş, işleme akışında çapraz geçişe ve geri akışa da izin vermez.   Bunun yanı sıra, karşılıklı bulaşmayı önlemek için insan akışını ve ürünlerin birbirleri arasındaki lojistiğini de kontrol etmek gerekir. Bunun için de temizoda ile temiz olmayan alan arasında uygun izolasyon önlemleri alınmalı ve işlenen ürünler geçiş kutusundan özenle geçirilmelidir.   Ayrıca, gıda tesisinde uygun yerlere kullanılan aletlerin temizliği için temizleme ve dezenfeksiyon odaları kurulmalıdır. Bunları kurgularken de alet ve aletlerin temizlenmesi ve dezenfeksiyonu için temizleme tankları, dezenfeksiyon tankları ve durulama tankları yapılandırılmalıdır. Gerekirse, soğuk ve sıcak su kullanımı da birbirinden ayrı olarak gıda tesisi sürecine dahil edilmelidir. Sıcak suyun da sıcaklığı 82 ° C'de olması yeterlidir.   Gıda tesisi zemini, temiz oda duvar paneli, tavan paneli, kapılar ve pencereler nasıl olmalı?   Gıda tesisinin zemini kaymaz, sağlam, su geçirmez, kolay temizlenebilir ve korozyona dayanıklı malzemelerden yapılmış olmalıdır. Yüzey kesinlikle düz ve susuz olarak planlanmalıdır. Tasarım ve inşaat sırasında gıda tesisinin tüm katlarının seviyesi fabrika zemin seviyesinden biraz daha yüksek olması gerekmektedir.   Temizoda duvar panelleri 2 metreden fazla etekle kaplanmalı ve duvarlar korozyona dayanıklı, temizlenmesi ve dezenfekte edilmesi kolay bir şekilde planlanmalıdır. Ayrıca, güçlü, geçirimsiz malzemelerden üretilmiş ve açık renkli, toksik olmayan, su geçirmez, küflenmez malzemeden inşa edilmelidir. Kaymaz zemin olmasına önem vererek düşmesi zor ve aynı zamanda yıkanabilir olmalıdır temizoda panellerinin yapımı.   Temizoda tavan panellerinin de temizlenmesi kolay olmalı ve su buharının oluştuğu çalışma alanının su damlacıklarını yoğunlaştırması kolay olmamalıdır. Ürün üzerine yoğuşma suyunun düşmesini önlemek için inşaat sırasında uygun bir ark da oluşturulmalıdır.   Temizoda kapıları ve pencereleri de haşere önleyici, toz geçirmez ve kemirgen geçirmez özelliklere sahip olmalıdır. Bunun yanı sıra kullanılan malzemeler korozyona dayanıklı ve temizlenmesi kolay olacak şekilde planlanmalıdır. Pencere pervazının yerden yüksekliği 1 metreden az olmamalı ve 45 derecelik de bir eğime sahip olmalıdır.   Personel temizlik tesisleri özellikleri   1. Soyunma odası   Gıda tesisi, üretim – işleme personeli sayısına uygun bir giyinme odasına sahip olmalıdır. Soyunma odası gıda tesisine bağlantılı yapıda inşa edilmelidir. Hatta temiz ve temiz olmayan alanlarda çalışan işleme personeli için gerektiğinde ayrı alanlarda soyunma odaları oluşturulmalı, ilgili çalışma alanlarına giriş ve çıkış yapılmalıdır. Bu düzende kişisel kıyafet ve ayakkabılar, iş kıyafetleri ve botlardan ayrı tutulmalıdır. Askı, iş elbiselerini duvardan belli bir mesafede asılı tutularak dizayn edilmeli ve duvara değmemelidir. Soyunma odası aynı zamanda iyi havalandırma ve aydınlatmaya sahip olmalıdır. İç ortam havası ultraviyole lambalar (uv lambalar) veya ozon jeneratörleriyle sık sık sterilize edilmelidir.   2. Duş   Et işleme tesisisleri (konserve et dahil) üretim alanına bağlı bir duş odası ile işletmeye alınmalıdır.Duş odasının büyüklüğü de gıda tesisinde çalışan işleme personeli sayısına yetecek şekilde planlanmalıdır. Duş başlığı, her personel için 1 oranında planlanabilir. Duş odası da diğer alanlar gibi yine iyi havalandırılmalı, zemin ve duvar açık renkli, temizlenmesi kolay, korozyona dayanıklı ve geçirimsiz malzemelerden yapılmalıdır. Zemin burada da kaymaz şekilde olmalı, duvar eteğinin üst kısmı ve üst yüzey ise küf önleyici boya ile boyanmalıdır. Bununla birlikte zemin iyi drene edilmeli, iyi havalandırılmalı, sıcak ve soğuk su ile beslenmelidir.   3. El yıkama ve dezenfeksiyon tesisleri   Gıda tesisi girişi, gıda tesisindeki personel sayısı ile orantılı olarak el yıkama ve dezenfeksiyon tesisleri ile donatılmış olmalıdır.El yıkama musluğu manuel olmayan bir yapıya sahip olmalı ve el yıkama yerinde sıcak su bulunan bir sabunluk yer almalıdır. El dezenfektanı kaplarının sayısı da kullanıcı sayısına göre uyarlanmalı ve kolay kullanım için makul şekilde yerleştirilmelidir. Bu detaylar temiz ve hijyenik ortam için şarttır. Bu alanlarda yine el kurutma makineleri, tek kullanımlık kağıt havlular, dezenfeksiyon havluları vb. Gibi çapraz bulaşmaya neden olmayacak öğeler olmalıdır.     Yeterli el yıkama ve dezenfeksiyon tesisleri ve ilgili el kurutma makineleri, işçilerin üretim operasyonu sırasında ellerini düzenli olarak yıkayabilmeleri ve dezenfekte edebilmeleri veya ellerini kirlettikten sonra zamanında ve uygun bir şekilde yıkayabilmeleri için gıda tesisinde uygun yerlere kurulmalıdır. El yıkama yerinden boşaltılan su doğrudan zemine akamaz ve bir su contası vasıtasıyla drenaj borusuna yönlendirilmelidir.   4. Tuvalet   Üretim ve hijyen yönetimini kolaylaştırmak için gıda tesisine bağlanan tuvaletin işlem alanında değil, giyinme alanında yer alması gerekir. Tuvaletin kapıları ve pencereleri doğrudan işlem alanına açılamaz şekilde konumlandırılmalıdır. Tuvaletin duvarları, zemini, kapıları ve pencereleri açık renkli, temizlenmesi ve dezenfekte edilmesi kolay, korozyona dayanıklı, geçirimsiz malzemelerden yapılmalı, sifon, el yıkama ve dezenfeksiyon tesisleri ile donatılmış, pencereleri böcek geçirmez olmalıdır.    Depolama tesisleri planlaması   Ham ve yardımcı malzemeler    Ham ve yardımcı malzemeler için depolama tesisleri, üretim ve işleme için hazırlanan hammadde ve yardımcı malzemelerin kalitesi kalite açısından değişmemesini ve depolama işlemi sırasında yeni güvenlik ve sağlık tehlikelerine neden olmasını sağlayabilmelidir. Depolama alanına kemirgenlerin ve haşerelerin kesinlikle gelmemesi gerekir. O alanın temizliği ile hijyeni işlenecek hammaddeler yardımcı malzemelerin depolanması için çok kıymetlidir.   Meyve ve sebze hammaddelerinin depolandığı yer de güneşten koruyucu ve yağmura dayanıklı koşullara sahip olmalı ve alan yine iyi bir şekilde havalandırılmalıdır.Daha yüksek sıcaklıklara sahip alanlarda, özel bir taze tutma deposu konuşlandırılmalıdır.   Ambalaj malzemesi    Gıda fabrikaları, ambalaj malzemelerinin depolanması ve muhafazası için de özel depolama ambarları kurmalıdır. Depolar temiz ve kuru olmalı. Bunun yanı sıra yine sinekleri, böcekleri ve kemirgenleri engelleyecek şekilde kurgulanmalıdır. Malzeme istifi ile zemin ve duvar arasında belirli bir mesafe bırakılmalıdır.   Bitmiş ürün    Gıda fabrikasının bitmiş ürün depolama tesislerinin ölçeği ve kapasitesi fabrikanın üretimiyle doğru orantılı olmalı ve bitmiş ürünün depolama sırasında istikrarlı biçimde kaliteyi koruyabilmesi sağlamalıdır. Aynı zamanda kirlilikten arındırılmasını sağlayacak şekilde donatılmalıdır. Bitmiş ürün depolama alanı, böceklerin, kemirgenlerin ve kuşların girmesini önleyecek önlemlerle donatılmalıdır. Soğuk hava deposunun yapı malzemeleri, ülkenin ilgili malzeme yönetmeliklerinin gereksinimlerini de karşılamalıdır. İhracat ürünleri için soğuk hava deposu ve sıcaklık depolama (normal) alanlarına otomatik sıcaklık kaydediciler kurulmalıdır.    

Türkiye nin İlk ve Tek Ham Yağ Tesisi Konya'da Üretimini Sürdürüyor

Tohumculuk ve yağ üretimine önemli katkı sağlayan Konya Şeker Fabrikası bünyesindeki Altınekin Ham Yağ Fabrikası, Türkiye'de ilk ve tek ham yağ tesisi olma özelliğini taşıyor. Tohumculuk ve yağ üretimine önemli katkı sağlayan Konya Şeker Fabrikası bünyesindeki Altınekin Ham Yağ Fabrikası, Türkiye'de ilk ve tek ham yağ tesisi olma özelliğini taşıyor.PANKOBİRLİK Başkanı Recep Konuk önderliğindeki Konya Şeker Fabrikası'nın, Altınekin Kampüsü'nde bulunan BETA Ziraat Tohum Fabrikası ve Ham Yağ Fabrikası ile yerli üretim yaparak dışa bağımlılığı sona erdirmeyi hedefliyor. Tohum fabrikası saatte 750 kilogram işleme yaparken; ham yağ fabrikası yılda 150 bin ton ayçiçek, 100 bin ton soyayla kanola işleme ve yıllık 50-60 bin ton ham ayçiçek yağı ile 70-80 bin ton ayçiçek küspesi üretim kapasitesine sahip. Bölgedeki iş istihdamını sağlaması açısından önemli bir rol oynayan tesis; İç Anadolu'nun en büyük, Türkiye'de ise ilk ve tek ham yağ tesisi olma özelliğini elinde bulunduruyor. "Aynı tesiste ayçiçek, soya, kanola yağı ve çekirdeği işleyebiliyoruz"Ham Yağ Fabrikası Müdürü Niyazi Arslantaş Konya Şeker'e ait olan fabrikanın 2011 yılında temelinin atıldığını, 2012 yılında da üretime geçmiş olan bir tesis olduğunu söyleyerek, "Günlük 500 ton çekirdek işleme kapasitesine sahiptir. Yıllık 150 bin ton ayçiçek yağı, yine aynı tesiste 30 bin ton soya ve kanola işleme kapasitesine sahip olan bir tesistir. Aynı tesiste hem ayçiçek yağı, hem soya yağı, hem kanola yağı ve çekirdeği işleyebiliyoruz. Çiftçilerimizden yıllara göre 90 ile 150 bin ton arasında ayçiçek alımı gerçekleştiriyoruz. Burada üretmiş olduğumuz ham yağın bir kısmını Torku markamızda kullanıyoruz. Aynı zamanda Türkiye'de faaliyet gösteren rafine yağ fabrikalarının ham madde ihtiyaçlarını karşılamak üzere ham yağ satışlarını gerçekleştiriyoruz. Ayrıca, yıllık üretmiş olduğumuz yağın dışında küspe üretimimizde de bölgemizde bulunan tüm yem fabrikalarımızın da küspe ihtiyacını bu tesislerden sağlıyoruz" dedi. TUBİTAK destekli bir projelerinin olduğunu anlatan Niyazi Arslantaş, "TÜBİTAK destekli atıkların değerlendirilmesi olarak Konya Şeker grubunda en güzel yapılan işlerden bir tanesi atıkların ekonomiye kazandırılması, değerlendirilmesi ve değer zincirinde ekonomiye kazandırılması anlamında. Burada atıkların, özellikle ham yağın rafine ve atık sulardan elde edilen yağ atıklarında bulunan tokoforolün yani E vitaminin elde edilmesiyle alakalı çok güzel bir proje yürütüyoruz. Bu anlamda TÜBİTAK tarafından yüzde 100 desteklenen bir proje. Çünkü E vitamininin iki türlü üretimi söz konusu. E vitamini farmakoloji yani ilaç sanayisinde kullanılan en önemli katkı maddelerinden bir tanesi. Ülkemizin tamamı tarafından ithal edilen bir katkı maddesi. Bu anlamda büyük bir oran ve saflıkta eldesini ettik. Yüzde 90 saflık derecesine kadar getirmek üzere halen çalışmalarımız devam ediyor" şeklinde konuştu. "Misyonumuz ağır, sorumluluğumuz çok fazla" Tohum Fabrikası Genel Müdürü Gökhan Altay ise, BETA Ziraat'in 1961 yılında kurulmuş Türkiye'nin ilk özel sektör tohumculuk kuruluşu olduğunu belirterek, "Şu an için 16 farklı bitki türünde Türkiye ve uluslararası pazar için tohum üretimi ve satışı gerçekleştirmekteyiz. Yerli bir firma olmamız nedeniyle misyonumuz ağır, sorumluluğumuz çok fazla. Özellikle yeni çeşitlerin geliştirilmesi, pazara sunulması, çiftçilerimizin uygun fiyatla ve yüksek kaliteli tohumları tedarik etmesi noktasında sorumluluklarımız bulunuyor. Bu sorumluluk bilinciyle biz yıllık karımızın önemli bir miktarını AR-GE çalışmalarımıza aktarıyoruz. Özellikle hibrit mısır, hibrit ayçiçeği, hibrit sebze konularında şu anda geliştirme çalışmalarımız devam ediyor. Özellikle bu çalışmalarımızı Konya Gıda ve Tarım Üniversitesi'yle ortaklaşa yürütüyoruz. Tabi ki bu çalışmaların içerisinde TÜBİTAK ve Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü de bulunarak projelere destek olmaktadır" diye konuştu. Kaynak: İHA

İbn-i Sina Sentez Araştırma Laboratuvarı'nda Bor Temelli Kanser İlacı Araştırmaları Yapılacak

Sivas Cumhuriyet Üniversitesinde hizmete açılan “İbn-i Sina Sentez Araştırma Laboratuvarı”nda bor temelli kanser ilacı araştırmaları yapılacak. 2018 yılında Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Alim Yıldız’ın direktifleri doğrultusunda oluşturulan Kanser Araştırma Grubu’nun çalışmalarını daha iyi şartlarda sürdürülmesini sağlamak amacıyla “İbn-i Sina Sentez Araştırma Laboratuvarı”, Mühendislik Fakültesinde açıldı. Laboratuvarın açılışına Rektör Prof. Dr. Alim Yıldız, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hilmi Ataseven, Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nevzat Aslan, laboratuvar sorumluları Doç. Dr. Neşe Keklikçioğlu Çakmak, Doç. Dr. Koray Sayın ve akademisyenler katıldı. Açılışın ardından laboratuvarda incelemelerde bulunan Rektör Yıldız, yapılması planlanan çalışmalarla ilgili laboratuvardan sorumlu akademisyenlerden bilgi aldı. “Kanser Araştırma Grubu’nun altyapısını güçlendirmiş olduk” İncelemenin ardından açıklamalarda bulunan Rektör Prof. Dr. Yıldız; “2018 yılında Prof. Dr. Hilmi Ataseven’in başkanlığında kanseri tüm yönleri ile ele alarak önleme, tarama, erken tanı ve tedavi ile ilgili tıbbi ve sosyal çözüm önerileri geliştirmek için Sivas Cumhuriyet Üniversitesinde interdisipliner ve multidisipliner Kanser Araştırma Grubu oluşturmuştuk. Ayrıca çalışmalar kapsamında kanser tedavilerini kolaylaştıran yapay zeka yazılımı da geliştirmiştik. Bugün bu çalışmalara bir yenisini daha ekleyerek Kanser Araştırma Grubu’nun altyapısını güçlendirmiş olduk” dedi. “Bor temelli ilaç araştırmalarının da yapılması hedeflenmektedir” Laboratuvarda yapılması hedeflenen projelere ilişkin bilgi veren Rektör Yıldız, “Laboratuvarda kansere yönelik ilaç adaylarının geliştirilmesi hedeflenmektedir. Laboratuvar her türlü ilacın sentezlenebileceği gerekli ekipman ve koşullarına sahiptir. Laboratuvarda sadece kansere yönelik değil talep gelmesi hâlinde diğer hedeflere yönelik araştırmalar da yapılabilmektedir. Özellikle 2021 ve 2022 yıllarında ülkemizde bol miktarda bulunan bor temelli ilaç araştırmalarının da yapılması hedeflenmektedir. Kaynak :Basın Bülteni

ABD: AstraZeneca Aşısının Deney Sonuçları Zaman Aşımına Uğramış Bilgiye Dayanıyor

ABD federal sağlık yetkilileri, İngiltere'de Oxford Üniversitesinin ilaç firması AstraZeneca ile geliştirdiği yeni tip koronavirüs (Kovid-19) aşısının ABD'de yürütülen deney sonuçlarının, "zaman aşımına uğramış bilgiye" dayanıyor olabileceğini duyurdu. ABD Veri ve Güvenlik İzleme Kurulu'ndan yapılan açıklamada, AstraZeneca'nın, faydalı veriye ilişkin noksan görüş sağlamış olabileceğinden endişe edildiği belirtildi. AstraZeneca, dün ABD'de 32 bin 449 kişi üzerinde devam eden Kovid-19 aşısının 3. faz çalışmalarının ara güvenlik ve etkinlik analizlerine ilişkin verileri paylaşmıştı. Bağımsız Veri Güvenliği İzleme Kurulunun (DSMB) aşıyla ilgili hiçbir güvenlik sorunu tespit etmediği bilgisine yer verilen açıklamada, Kovid-19 aşısının 65 yaş üstündekilerde yüzde 80, belirtileri önlemede yüzde 79 etkili olduğu, hastanede yatışı ve ağır hastalığı da yüzde 100 engellediği açıklanmıştı. Açıklamada, DSMB'nin, en az bir doz Kovid-19 aşısı olan 21 bin 583 katılımcı arasında yaptığı incelemede damarda kan pıhtılaşmasına ilişkin olaylarda artan bir riske rastlamadığına dikkat çekilmişti. ABD'de AstraZeneca aşısının kullanımına izin verilmesi için Gıda ve İlaç Dairesi ile Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezlerinin, bağımsız danışma komitelerinin sağladığı verinin kapsamlı değerlendirmesinin ardından aşıyı onaylaması gerekiyor. Oxford-AstraZeneca tartışması Kovid-19'a karşı geliştirilen ilk aşılardan Oxford-AstraZeneca'nın uygulanması, bazı ülkelerde, kanda pıhtılaşmaya yol açarak damar tıkanıklığı ve akciğer embolisi gibi durumlara neden olabileceği şüphesiyle geçici olarak durdurulmuştu. Dünya Sağlık Örgütü aşının faydalarının risklerinden fazla olduğunu belirterek "Hayat kurtarmak için kullanımı devam etmelidir." açıklamasını yapmıştı. Avrupa Birliği İlaç Ajansı ve İngiltere İlaç ve Sağlık Ürünleri Düzenleme Kurumu da aşının kullanılması tavsiyesinde bulunmuştu. Kaynak :AA

İSEK Koordinatörü Öztürk,Sağlık Sektörünün Salgın Karnesini Değerlendirdi

İSEK Koordinatörü Cengizhan Öztürk, "Özellikle farklı yerel ve ulusal fonların hayata geçirilmesiyle yenilikçi projelerin geliştirilmesi ve kamu tarafında sağlık odaklı tematik programların gündeme alınması, sektörün geleceği için umut verici" dedi Teknopark İstanbul’un koordinasyonunda yürütülen İstanbul Sağlık Kümelenmesi (İSEK) Koordinatörü Cengizhan Öztürk, 'Özellikle farklı yerel ve ulusal fonların hayata geçirilmesiyle yenilikçi projelerin geliştirilmesi ve kamu tarafında sağlık odaklı tematik programların gündeme alınması, sektörün geleceği için umut verici.' açıklamasında bulundu. Teknopark İstanbul açıklamasında görüşlerine yer verilen Öztürk, Kovid-19 salgınının ilk yılı geride kalırken Türk sağlık sektörünün bu dönemde ortaya koyduğu performansa ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Kovid-19 salgını döneminde tıbbi cihaz sektörünün, kritik temel sarf malzemelerden yüksek teknoloji içeren ürünlere kadar yerli üretim kapasitesinin yeterliliğine odaklandığını aktaran Öztürk, kamu-sanayi iş birliklerinde de istenen seviyede olmasa da umut verici gelişmelere şahit olunduğu kaydetti. Öztürk, şu bilgileri verdi: 'Özellikle farklı yerel ve ulusal fonların hayata geçirilmesiyle yenilikçi projelerin geliştirilmesi ve kamu tarafında sağlık odaklı tematik programların gündeme alınması, sektörün geleceği için umut verici. Bundan sonraki süreçte özellikle ürün geliştirme ve pazara çıkış süreçlerindeki engellerin hızlı bir şekilde ortadan kaldırılması, yeni yatırımların önünün açılması ve sağlık dikeyindeki yatırımların artması sektörü global seviyede rekabetçi bir hale gelmesini sağlayacak.' - 'Sektörün problemleri çözülürse küresel arenada rekabetin önü açılacak' Öztürk, kümelenmenin salgında en büyük eksikliğin sektörün mevcut durumunun hızlıca analiz edilip eksiklikleri tamamlamak için aksiyon planlarının katılımcı bir süreçte ortaya konamaması olduğu belirterek, sektörün mevcut projeler ve ürünlerin bir sonraki aşamaya geçişlerini desteklemesine karşın, farklı seviyeler için farklı destek mekanizmalarının eksik kaldığını ifade etti. Kümelenme olarak yeni aksiyon planlarında bu eksik noktaların giderilmesi için gerek sektör temsilcileri gerekse kamuyla yoğun iletişim yürütmeye hazırlandıklarını aktaran Öztürk, şöyle devam etti: 'Tıbbi cihaz sektöründe pandemi öncesi dönemden başlayan geri ödemelerle ilgili problemler bu dönemde de devam etti. Sektörde bu tür problemlerin çözülmesi halinde ülkemizin sağlık endüstrisinde küresel arenada rekabet edebilir seviyeye gelecek. Sağlık sektöründe pandemi sonrasında 'yeni teknoloji' odaklı önemli gelişmeler yaşanacak ve sağlıkta dijitalleşme artacaktır. Bu dönemde özellikle girişim şirketlerinin aldığı hızlı aksiyonlar oldu. Tüm sektörleri dönüştüren girişim faaliyetlerinin sağlık sektöründe de etkileri katlanarak artacak. Özelikle derin teknolojilere odaklanan sağlık teknolojileri girişimleri sektörün önümüzdeki dönemde önemli bir ivme yakalamasını sağlayacak. Ayrıca ülkemizde yenilikçi teknolojilerin yanı sıra yerli üretimi olmayan geleneksel ürünlerin de yerlileştirilmesiyle ilgili çalışmalara başladı.' - Teknopark İstanbul’da 8 temiz oda ile 12 ıslak-kuru laboratuvar alanı çalışmaları hız kazandı Açıklamada verilen bilgilere göre, salgın döneminde İSEK koordinatörü Teknopark İstanbul kapsamında öne çıkan projelerin başında Tematik Biyokuluçka alanıyla ilgili faaliyetler geldi. Bu kapsamda 3. Etap A Blok’ta inşaatına başlanan modüler kabin sistemli, tıbbi cihaz ve biyoteknoloji çalışmaları için elverişli, Class 7 standartlarında ortak kullanıma uygun, ürün geliştirme süreçlerinde kritik olan 8 adet temiz oda ile 12 adet ıslak-kuru laboratuvar alanı kurgu çalışmaları hız kazandı. Kaynak: AA

Abdi İbrahim’e "İlaç Sektöründe Yılın En İtibarlı Şirketi" Ödülü

Abdi İbrahim Kamu İlişkileri ve Kurumsal İletişim Direktörü Dr. Oğuzcan Bülbül, "Ödülümüzün insanlığın ve ülkemizin içinden geçtiği pandemi dönemine rast gelmiş olması, onun anlam ve değerini daha da artırıyor" dedi Abdi İbrahim, The One Awards’ta 'İlaç Sektöründe Yılın En İtibarlı Şirketi' seçildi. Abdi İbrahim'den yapılan açıklamaya göre, pazarlama sektörünün en önde gelen yayınlarından Marketing Türkiye’nin, Akademetre Research & Strategic Planning tarafından gerçekleştirilen İtibar ve Marka Değer Performans Ölçümü araştırmasını baz alarak düzenlediği The ONE Awards 2020 Bütünleşik Pazarlama Ödülleri sahiplerini buldu. Bu yıl 7’ncisi düzenlenen ve çevrim içi gerçekleştirilen etkinlikte, toplam 12 ilde bin 200 kişiyle görüşülerek gerçekleştirilen araştırmaya göre 53 kategoride sektörlerinde yıl içinde itibarını en çok artıran markalar ilan edildi. Etkinlikte, Abdi İbrahim de İlaç Sektörü kategorisinde 'Yılın En İtibarlı Şirketi' ödülüne layık görüldü. Açıklamada görüşlerine yer verilen Abdi İbrahim Kamu İlişkileri ve Kurumsal İletişim Direktörü Dr. Oğuzcan Bülbül, zorlu geçen bir yılda bu denli prestijli bir ödüle layık görülmekten büyük mutluluk duyduklarını belirterek, yılın en itibarlısı seçilmenin, pek çok ödülden daha kıymetli olduğunu vurguladı. Bülbül, şu değerlendirmelerde bulundu: 'Ödülümüzün insanlığın ve ülkemizin içinden geçtiği pandemi dönemine rast gelmiş olması, onun anlam ve değerini daha da artırıyor. Pandemi süreci, bazı sektörlerin ülkeler için önemini net bir biçimde ortaya koydu. Şüphesiz ki bunların başında ilaç sektörü geliyor. 109 yıldır bu topraklarda şifa dağıtan, ülkemizin yüzde 100 yerli ve lider ilaç şirketi olarak bu zor dönemde büyük bir sorumlulukla hareket ettik. 109 yıldır devam eden iyileştirme yolculuğumuzda sayısız defalar yaptığımız gibi bundan sonra da dokunduğumuz hayatları iyileştirmeye devam edeceğiz. Çabalarımızın karşılıksız kalmaması, tıpkı bugün olduğu gibi çok anlamlı ödüller almamız bizi mutlu ediyor ve bize ilham veriyor. Bundan sonra da iklim değişikliği ile mücadele ve bu çerçevede 2030 yılında karbon nötr Abdi İbrahim olma hedefimiz ve hayata geçireceğimiz toplumsal yatırım programlarıyla hayatı ve geleceği iyileştirmeye devam edeceğiz.” Kaynak : AA

Genetik Saflaştırma Yöntemiyle Yerli Havuç ve Brokoli Tohumu Geliştirildi

Pamukkale Üniversitesi'nde yapılan 'Kışlık sebzelerde çeşit geliştirme projesi' kapsamında yerli brokoli ve havuç tohumu geliştirildi. Pamukkale Üniversitesinde yerli tohum geliştirilmesi için yürütülen proje kapsamında brokoli ve havuçta genetik saflaştırma yöntemiyle yeni tohum çeşitleri elde edildi. AA'nın haberine göre, üniversitenin Bitki Genetiği ve Tarımsal Biyoteknoloji Uygulama ve Araştırma Merkezinde (BİYOM) TÜBİTAK ile Tarım ve Orman Bakanlığı desteğiyle yürütülen 'Kışlık sebzelerde çeşit geliştirme projesi' kapsamında yerli brokoli, havuç ve soğan çeşitlerine yönelik çalışma yürütülüyor. Merkezde yürütülen biyoteknolojik ıslah çalışmalarıyla geliştirilen soğan türlerinde tohum üretimi aşamasına gelinirken, brokoli ve havuçta da saflaştırma çalışması tamamlanan çok sayıda çeşidin tohumlarında deneme ekimlerine geçildi. Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı enstitülere gönderilen tohum çeşitleri, kalite analizi ve deneme üretimlerinin ardından tohum firmalarına ve çiftçilere sunulabilecek. Projede görev alan PAÜ Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Ramazan Alan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, büyük ölçüde ithalatla karşılanan brokoli ve havuçta yerli çeşitler geliştirmek üzere çalışma yaptıklarını belirtti. Özel besi ortamlarında kültüre alınan polenlerden genetik olarak saflaştırılmış brokoli ve havuç çeşitleri geliştirdiklerini aktaran Alan, kökenleri polen hücrelerinden gelmesine rağmen bu bitkilerin büyüdükleri zaman normal bir brokoli veya havuç olarak geliştiğini ve aynı özellikleri koruyarak kendi tohumlarını ürettiklerini ifade etti. Geliştirdikleri tekniklerle bitki türlerinde ıslah süresini birkaç yıla indirebildiklerini anlatan Alan, şu bilgileri verdi: "Elde ettiğimiz saflaştırılmış tohumları, Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı enstitülerde projede görevli ıslahçı arkadaşlara devrediyoruz. İnşallah bunlar birkaç yıl içerisinde yeni çeşitler olarak sofralarımıza gelecek. Brokoli ve havuçta değerli çeşitler genellikle yurt dışından getirilen tohumlarla üretiliyor. Yani iyi tohumluk ihtiyacı ithalat yoluyla karşılandığı için bunların üretim maliyeti artıyordu. Tamamen ülkemize ait ve saflaştırılmış materyallerle tohumlarımızı bir daha yurt dışına ihtiyacımız olmayacak şekilde kendimiz üretebileceğiz ve gönül rahatlığı ile tüketebileceğiz." Tarımda yüksek verim ve kaliteli üretim için ticari potansiyeli olan, zararlı böceklere, hastalığa neden olan organizmalara ve stres koşullarına karşı dayanıklı çeşitlere ihtiyaç duyulduğuna işaret eden Prof. Dr. Alan, bu tohumların geleneksel yöntemlerle ıslahının yıllar aldığına dikkati çekti. Alan, biyoteknolojik yöntemlerle brokolide bir yıl, havuçta 2 yıl, soğanda 2-3 yılda ıslahın tamamlandığını ve çok fazla sayıda çeşit adayı üretme şansına sahip olunabildiğini de sözlerine ekledi. 3 BİN HAVUÇ İÇİN DENEME SÜRECİ BAŞLADI Ekipte görev alan Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fevziye Çelebi Toprak ise proje kapsamında polen hücrelerinden farklı renk ve özelliklerde 6 binden fazla saflaştırılmış havuç ürettiklerini belirtti. Çeşit adayları arasında turuncu, mor, sarı, siyah ve kırmızı türleri olan, her biri ayrı genetik yapıya ve özelliğe sahip bu bitkilerden yaklaşık 3 binini Tarım ve Orman Bakanlığına teslim ettiklerini bildiren Toprak,  "onlar da deneme üretimi yaparak çeşit adaylarını çiftçilerimize gerektiği zaman sunacaklar. İnşallah saflaştırılmış bu yerli tohumlar ülkemiz için hayırlı olur. Havuç çeşitlerinden birine de merkezden esinlenerek Biyom ismini verdik" dedi.

“VIR-7831” Corona Virüs Ölümlerini Yüzde 85 Oranında Azalttı

İngiliz ilaç devi GlaxoSmithKline (GSK) ve ABD’li biyoteknoloji şirketi Vir tarafından geliştirilen   VIR-7831 adlı bir monoklonal antikor ilacının  Covid 19’a bağlı hastaneye yatış (ağır hastalık) ve ölümü yüzde 85 oranında azalttığı duyuruldu. Yapılan açıklamada, ilacın İngiltere, Güney Afrika ve Brezilya’da görülen mutasyonlara karşı da etkili olduğu belirtildi. Aşıya benzer bir etki yapabildiği belirtilen antikorl ilaçları, corona virüs aşılarının küresel düzeyde uzun bir süre kullanılamayacağı düşünüldüğünden büyük bir önem taşıyor. İngiliz ilaç devi GlaxoSmithKline (GSK) ve ABD’li Vir Biyoteknoloji tarafından geliştirilen yeni bir antikor ilacının corona virüse karşı savaşta etkin silahlardan biri olabileceği belirtildi. İki şirket tarafından yapılan duyuruda VIR-7831 adlı monoklonal antikor ilacının üçüncü aşama klinik deneylerinin tamamladığı ifade edildi. İlacın Covid 19’a bağlı hastaneye yatış (ağır hastalık) ve ölümü yüzde 85 oranında azalttığı duyuruldu.  Şirketler, ilacın "yüksek etkililiğinin", Covid-19 nedeniyle daha fazla risk altında bulunan yetişkinlerin erken tedaviyle  hastaneye yatışların durdurulabileceği anlamına geldiğini belirtti.  MUTASYONLARA KARŞI ETKİ GÖSTERDİ Glaxo ve Vir ayrıca,  antikor tedavisinin İngiltere, Güney Afrika ve Brezilya'da ortaya çıkan varyantlara karşı aktif olduğunu gösteren verilerisundu. Şirketler aynı zamanda antikoru vermenin farklı yöntemlerini de inceliyorlar ve ilacın enfekte olmayan yüksek riskli yetişkinlerde Covid-19'u önleyip önleyemeyeceğini araştıran başka bir deneme başlatacaklar. FDA'YA ACİL KULLANIM ONAYI İÇİN BAŞVURACAK Diğer taraftan ilaç şirketleri, 583 hastadan elde edilen verileri inceleyen  denemenin başarısına dayanarak, tedavinin Amerikan Gıda ve İlaç İdaresi (FDA)diğer ülkelerde acil kullanım onayına başvuracağını açıkladı. Vir'in CEO'su George Scangos, "heyecan verici verilerini antikor tedavisini dünyanın her yerindeki hastalara etkili yeni bir çözüm sunmaya bir adım daha yaklaştırdığını" ifade ederek, “VIR-7831'in Covid-19’un n en şiddetli sonuçlarını önleme ve virüsün mevcut varyasyonlarına karşı koruma potansiyeli kanıtladı.  GSK'nın baş bilim sorumlusu Hal Barron ise çalışmaların cesaret verici olduğunu açıkladı.  GK'NIN KARI YÜZDE 24 YÜKSELDİ Öte yandan Barron, Şubat ayında şirketin net karının, geçen yıl neredeyse dörtte bir oranında arttığını açıkladı. GSK, karının  2020'de yüzde 24 artarak 5,7 milyar sterline (yaklaşık 59 milyar 340 milyon lira)  yükseldiğini söyledi. Gelirlerlerinin  ise yüzde artarak 34 milyar sterline (yaklaşık 355 milyar Türk Lirası) ulaştığını bildirdi. Ekim ayında ABD eski Başkanı Donald Trump'ın Covid-19 tedavisinde de kullanılan ve bir araştırmaya göre aşıya benzer bir etki de yapabildiği düşünülen monoklonal antikorlara dayalı ilaçların, corona virüs aşılarının küresel düzeyde yetmeyebileceği konusu üzerine, devreye girmesi gündeme geldi. Daha önce Elly Lily ve Regeneron tarafından geliştirilen iki ilaç geçen Kasım ayında ABD’de acil kullanım onayı aldı.  MONOKLONAL ANTİKOR NEDİR? Antikorlar "vücudun bağışıklık sisteminin savaşçıları" diye tarif edilebilir. Corona virüs ya da başka herhangi bir patojen vücudunuza girdiğinde antikorlar virüsün dikensi uçlarına yapışarak onun sağlıklı hücrelere girişini engellerler. Fakat insan vücudu bir çok farklı türde antikor üretir. Bunların en güçlülerine "etkisizleştiren antikorlar" deniliyor. Bilim insanları bu antikorları eleyerek en güçlülerini seçiyor, ardından bu antikorlar laboratuvarda çoğltılaram büyük miktarlarda üretimi yapıabiliyor. Bu yöntemle elde edilen antikorlara tek bir antikor hücresinden klonlandıkları için monoklonal antikor ya da mAb deniyor. Kaynak : NTV    

Yerli Karayaka Koyun Irkında Çoklu Doğum Sağlayan Mutant Gen Tespit Edildi

Kırşehir Ahi Evran Üniversitesinin (KAEÜ) desteklediği proje ile yapılan araştırmada, Türkiye'de Karayaka koyun ırkında ilk defa bir doğumda birden çok kuzu elde edilmesini sağlayacak bir gen üzerinde mutasyon tespit edildi. Kırşehir Ahi Evran Üniversitesinin (KAEÜ) desteklediği proje ile yapılan araştırmada, Türkiye'de Karayaka koyun ırkında ilk defa bir doğumda birden çok kuzu elde edilmesini sağlayacak bir gen üzerinde mutasyon tespit edildi.Ziraat Fakültesinden Dr. Öğretim Üyesi Koray Kırıkçı, çoğunlukla Karadeniz Bölgesi'nde yetiştirilen Karayaka ırkı koyunlarda çoklu doğuma etki eden genler üzerinde araştırma yapmak için "Karayaka Irkında Çoklu Doğum Üzerine Etkili Olan Genetik Varyasyonların Araştırılması Projesi"ni hazırlayarak, yaklaşık 4 yıl önce çalışmalara başladı. KAEÜ Bilimsel Araştırma Komisyonu tarafından desteklenen proje kapsamında Samsun, Ordu, Tokat ve diğer bölgelerde yetiştirilen Karayaka ırkı koyunlarından kan örnekleri alan Kırıkçı, üniversitenin laboratuvarında GDF9 geni gibi çoklu doğumda etkili olan bazı aday genler üzerindeki genetik değişimleri araştırdı.Bu çalışma ile çoklu doğum üzerine etkisi olan GDF9 geni üzerinde gen mutasyonu tespit eden Kırıkçı, ortaya çıkarılan mutant alleli (mutant DNA gen dizilimi), Karayaka ırkı koyunları için ilk defa tanımladı.Uluslararası bilimsel bir dergide yayımlanan başarılı çalışmaya ait DNA sekans sonuçları filogenetik ve benzeri çalışmalarda araştırmacıların faydalanabilmesi için Amerikan Ulusal Biyoteknoloji Bilgi Merkezi'ne (NCBI) gönderildi. Merkez, değerlendirmenin sonunda Karayaka ırkında ilk defa bulunan mutant alleli, Türk bilim insanının çalışması olarak kayda aldı. Yapılan çalışmayı AA muhabirine değerlendiren Dr. Öğretim Üyesi Koray Kırıkçı, 3. Tarım ve Orman Şuarası'nda 2023 yılında insan nüfusu kadar küçükbaş hayvan sayısının arttırılması hedefleri doğrultusunda, koyun başına doğacak kuzu sayılarının çoğaltılması için moleküler teknikler kullanarak geleneksel ıslah çalışmalarına genetik katkı vermeyi hedeflediğini söyledi. Avustralya, Yeni Zelanda, Rusya, İran, İspanya gibi ülkelerin çoklu doğum üzerine yaptığı araştırmalardan etkilendiğini vurgulayan Kırıkçı, şöyle devam etti:"Karadeniz Bölgesi'nde Samsun, Ordu, Giresun ve Tokat'ta Karayaka ırkı koyunlardan kan aldık. Elde ettiğimiz bu kanlardan çeşitli teknikler kullanarak DNA elde ettik. Bu gen üzerinde mutant alelleri bulabilmek için sekanslama çalışmaları yaptık. Araştırmalarımızın sonucunda DNA dizilimi üzerinde bulunan bir mutant allel tespit ettik. Ülkemizde ilk defa bu mutant alleli bularak elde ettiğimiz sonucu Amerikan Ulusal Biyoteknoloji Bilgi Merkezi'ne gönderdik.Yaptıkları değerlendirmeden sonra kabul ettiler ve aksesyon numarası aldık." 100 koyundan 180 kuzu elde etme imkanı sağlıyor.Araştırmanın genetik ıslah çalışmaları için ilham kaynağı olacağını ve Türkiye'de farklı genotiplerde bu mutant allel gen çeşidinin çalışılabileceğini aktaran Kırıkçı, "Kültür ırkı koyunlarda yapılan çalışmalarda normal sürülerde 100 koyundan 120 kuzu alınıyor. Mutant allele sahip olan sürülerde ise 100 koyundan 180 kuzu alınıyor. Elde edilen sonuç ülkemiz adına önem arz ediyor. Burada ilk defa mutan varyasyonu tespit ettik. 100 koyundan 20'sinde bu allel tespit edilmiş oldu. Elde ettiğimiz sonuç genetik ıslah çalışmaları açısından umut verici bir fırsat doğuruyor." diye konuştu. Bu araştırmanın gelecekte yerli ırklardaki kuzu verimine olumlu etki yapabileceğine işaret eden Kırıkçı, "DNA düzeyinde yapılacak çalışmalar ile çoklu doğum üzerinde etkisi olan mutasyonların sürü içerisinde tespit edilmesi ve ilgili mutasyonları taşıyan koyunların damızlık olarak elde tutulması gerekmektedir. Böylelikle sürü içerisinde ilgili mutasyonların frekansı arttırılarak çoklu doğum oranları da arttırılabilir." değerlendirmesinde bulundu. Kaynak : AA / Abdullah Yıldız

Almanya, Fransa, İspanya ve İtalya Astra Zeneca Aşısını Askıya Aldı

Almanya Sağlık Bakanlığından yapılan açıklamada, Oxford/AstraZeneca tarafından geliştirilen corona virüsü aşısının kullanımının askıya alındığı açıklandı. Kararın, Alman araştırma kurumu Paul Ehrlich Enstitüsünün tavsiyesi üzerine verildiği ifade edildi. “ASTRAZENECA, AVRUPA’DA ASKIYA ALINIYOR” Aralarında Norveç, İrlanda, Danimarka, Hollanda, Bulgaristan, Avusturya, Estonya, Letonya, Lüksemburg, Litvanya’nın da bulunduğu Avrupa’da birçok ülke, AstraZeneca’nın kullanımını askıya alma kararı aldı. Bu ülkelere Almanya’dan sonra Fransa ve İtalya’da eklendi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Avrupa İlaç Ajansı’nın yarınki toplantısına kadar aşılamanın dondurulduğunu duyurdu. İtalya’da bir kişinin aşı olduktan sonra hayatını kaybetmesi nedeniyle Piedmont bölgesinde bir soruşturma açıldı ve savcılık 400 bin doz aşıya el konulmasına karar verdi. İspanya da AstraZeneca tarafından Covid-19'a karşı geliştirilen aşının kullanımını 2 hafta süre ile askıya aldığını duyurdu. ASTRAZENECA: PIHTI RİSKİ YOK AstraZeneca tarafından yapılan açıklamada corona virüsü aşı kaynaklı kan pıhtılaşma riskine dair kanıt olmadığını belirtildi. Açıklamada “10 milyondan fazla kayıttan oluşan güvenlik verilerimizin analizi, AstraZeneca covid-19 aşısı ile herhangi bir belirli yaş grubunda, cinsiyette, toplulukta veya belirli bir ülkede pulmoner emboli veya derin damar trombozu riskinde artış olduğuna dair hiçbir kanıt göstermemiştir ifadeleri yer aldı. Açıklamada ayrıca, Aslında, bu tür olayların gözlemlenen sayısı, genel popülasyona oranla aşılananlarda beklenenden önemli ölçüde daha düşüktür” denildi. AVUSTRALYA: 25 MİLYON AŞILANDI SORUN YAŞANMADI Avustralya’da AstraZeneca tarafından geliştirilen aşının kullanımına devam edileceğini açıkladı. Sağlık bakanlığı yetkilileri Avustralya’da 25 milyon insana, AstraZeneca aşısını uyguladığını ve bir sorun yaşanmadığını ifade etti. Salgın başladığından bu yana Avustralya’da 29.100’den fazla vaka ve 909 ölüm yaşandı. Kaynak:AA

AstraZeneca'nın Geliştirdiği Covid-19 Aşısı için DSÖ'den Açıklama

AstraZeneca aşısının kullanımının bazı ülkelerde askıya alınmasının ardından, DSÖ Küresel Aşı Güvenliği Danışma Komitesi'nin yarın toplanacağı açıklandı. DSÖ Bilim Heyeti'nden Dr. Swaminathan ise, AstraZeneca ve diğer aşıları kullananlara "paniğe kapılmama" çağrısında bulundu. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), küresel çapta farklı firmaların geliştirdiği 300 milyon dozdan fazla yeni tip corona virüs (Covid-19) aşısı uygulandığını ve aşı kaynaklı bir ölüm tespit edilmediğini bildirdi. DSÖ Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, örgütün İsviçre'nin Cenevre kentindeki merkezinde, video konferans yöntemiyle basın toplantısı düzenledi. Ghebreyesus, AstraZeneca tarafından geliştirilen Covid-19 aşısının bazı ülkelerde kullanımının durdurulmasının ardından yarın DSÖ Küresel Aşı Güvenliği Danışma Komitesi'nin toplanacağını aktardı. Komite'nin Avrupa Birliği'nin (AB) ilaç düzenleyicisi Avrupa İlaç Ajansı (EMA) ile iletişim halinde olduğunu dile getiren Ghebreyesus, şöyle konuştu: "Şu anda çoğu ülkenin karşı karşıya olduğu en büyük tehdit, Covid-19 aşılarına erişim eksikliği. Neredeyse her gün dünyanın dört bir yanından üst düzey siyasetçilerden telefonlar alıyorum ve bana COVAX kapsamında ne zaman aşı tedarik edeceklerini soruyorlar. Bazılarının ümitleri suya düşmüş durumda ve bunun nedenini anlıyorum. Kendi ülkelerinde hiçbir aşı yokken dünyanın en zengin ülkelerinden bazılarının nüfuslarını defalarca aşılamaya yetecek kadar aşı satın aldığını görüyorlar." "PANİĞE KAPILMAYIN" Ghebreyesus'un konuşmasının ardından AstraZeneca aşısına ilişkin sorulara yanıt veren DSÖ Bilim Heyeti'nden başuzman Dr. Soumya Swaminathan, "Şu ana kadar dünya genelinde 300 milyondan fazla doz farklı (Covid-19) aşılar uygulandıktan sonra, Covid-19 aşılarıyla bağlantılı belgelenmiş ölüm bulunmuyor" bilgisini paylaştı. Swaminathan, AstraZeneca ve diğer aşıları kullanan insanlara "paniğe kapılmama" çağrısında bulundu. Covid-19 virüsünün milyonlarca kişinin ölümüne neden olduğunu anımsatan Swaminathan, salgının sona erdirilmesi için aşılamanın şart olduğunun altını çizdi. AstraZeneca'nın geliştirdiği Covid-19 aşısının uygulandığı az sayıdaki kişide kanda pıhtılaşmaya neden olduğu gerekçesiyle geçen haftadan beri bazı ülkeler, aşının kullanımını durdurmaya başlamıştı. DSÖ, 10 Şubat'ta Oxford-AstraZeneca'nın geliştirdiği Covid-19 aşısının, 65 yaş üstü kişiler de dahil olmak üzere yetişkinlerde kullanılması tavsiyesinde bulunmuştu. Kaynak :NTV

ASHRAE'nin Sanal Kış Konferansı 9-12 Şubat'ta Düzenleniyor

120'den fazla oturum içeren eksiksiz bir teknik program, 9-12 Şubat tarihleri arasında düzenlenecek 2021 ASHRAE Sanal Kış Konferansı'nda sunulacak. Teknik program, COVID-19 salgınıyla ilgili birçok sorunu ele alan 40 canlı oturumdan (çoğu canlı Soru-Cevap oturumundan) ve 80'den fazla isteğe bağlı oturumdan oluşan sekiz parça içeriyor. ASHRAE başkanı Charles E. Gulledge III, "Bina sistemlerine ve hazırlığa yönelik mevcut, saygın rehberliğe duyulan ihtiyaç, bugünün ikliminde daha büyük bir öncelik haline geldiğinden, bu önemli konferansa ev sahipliği yapmaktan gurur duyduklarını" dile getiriyor.  "2021 ASHRAE Sanal Kış Konferansı, dünyanın dört bir yanından binlerce endüstri uzmanını ve profesyonelini sadece tesislere konfor sağlamakla kalmayıp aynı zamanda sağlık ve güvenlik de getirmek için ağ oluşturacak, fikir alışverişinde bulunacak ve en son teknoloji çözümleri hakkında bilgi verecek. Toplum liderlerinden gelen güncellemelere ve ödül sunumlarına ek olarak, aşağıda bazı ek konferanslara da yer veriliyor. Dünyanın dört bir yanından katılanların saat dilimlerine uyum sağlamak için sabah erken ve akşam oturumları oluşturuluyor. Öne çıkan canlı teknik oturumlar arasında ; • COVID Kapatma Yoluyla Altyapıyı Yönetmekten Alınan Dersler • MERV 13, HEPA ve UVC: Pandemi süresince binalar ve tesisler nasıl önlemler aldı ve Tesis ve binaları bir sonraki salgına karşı nasıl daha dayanıklı hale getirebiliriz ? • Kontroller için Bugünün En İyi 10 Güvenlik Uygulaması  • İşletme ve bakım başarısı için en iyi uygulamalar • Açılış Konuşmacısı Stephanie Taylor, "Binalar Bizim En İyi İlacımızdır" sunumunu yapıyor Tartışmaları kolaylaştırmak için küçük gruplar ve etkileşimli oturumlar: • Katılımcıların ücretsiz fikir alışverişini teşvik etmek için tartışmalar düzenleyebileceği forumlar düzenlenecektir. • Meet Ups, konferans sırasında "yüz yüze" görüşmek isteyen küçük bir grup insan için gündelik sohbetlere katılmak için iletişim yapısı sunacak • Yuvarlak masa tartışmaları, belirli ilgi alanlarındaki bir moderatör tarafından düzenlenecektir. Katılımcılar, mikrofonları ve / veya web kameraları aracılığıyla birbirleriyle iletişim kurabilir.  • ASHRAE Sanal Kış Konferansı'nda yeni olan teknoloji gösterileri sponsor şirketler tarafından düzenlenecek ve katılımcılara konferans sponsorlarının teknolojisi hakkında daha fazla bilgi edinmek için Zoom aracılığıyla 30 dakikalık etkileşimli bir oturuma katılma fırsatı sunacak.  • Katılımcılar, oturum boyunca etkileşimde bulunabilecek ve sorular sorabilecek. • ASHRAE Sanal Kış Konferansı, ev sahibi komitesi tarafından sunulacaktır.  • Katılımcılar yeni ASHRAE Global Headquarters binasında ve Chicago'nun STACK altyapı veri merkezinde sanal turlara katılabilirler. • Psikometriden Kapanış Performansı: Katılımcılar, ASHRAE'nin müzik grubu The Psychometrics'in performansıyla dinlenebilir.   Sanal konferansa katılmanın maliyeti ASHRAE üyeleri için 249 ABD dolarıdır (üye olmayanlar için yıllık ASHRAE üyeliği dahil 479 ABD doları). Şirket kayıt paketleri 3 veya daha fazla gruplar için de mevcuttur.  Kayıtlı katılımcılara sağlanan imkanlar • İsteğe bağlı konferans kağıt oturumlarından konuşmacılarla planlanmış canlı görüntülü sohbet oturumları • Tüm konferans bildirilerinin indirilebilir kopyaları; • PDH'ler, LEED AP kredileri ve AIA öğrenim birimleri mevcuttur • 18 ay boyunca 120'den fazla teknik oturuma erişim • ASHRAE toplum liderlerinden güncellemeler • Sanal ağ oluşturma etkinlikleri ve sponsor kioskları. Detaylı Bilgi İçin Ashrae

GSK ve Vir Biotechnology,Kovid-19'a Karşı Antikor Tedavisi Çalışmasına Başladı

 GSK ve Vir Biotechnology, hastaneye yatırılmış erişkin yeni tip koronavirüs (Kovid-19) hastalarında 'ACTIV-3' çalışmasına başladıklarını duyurdu. Başlatılan Faz 3 çalışmasıyla 'VIR-7381' antikor tedavisinin etkililiği ve güvenliliği araştırılacak. GSK'den yapılan açıklamaya göre, GSK ve VIR Biotechnology’nin, yüksek riskli hastalarda Kovid-19 nedeniyle hastaneye yatışı önlemek amacıyla sürdürdüğü antikor tedavisinde önemli bir aşamaya gelindi. Kovid-19 için en umut vaat eden tedavilerin ve aşı adaylarının geliştirilmesini hızlandırmak için tasarlanmış Amerika Ulusal Sağlık Enstitüsü (NIH) liderliğindeki kamu-özel ortaklığı olan ACTIV programının ACTIV-3 çalışmasında, 13 günden daha kısa süredir hafif ila orta derecede semptomlarla hastaneye yatan, VIR-7831 antikoru ya da plasebo uygulanan 300 katılımcının klinik durumları değerlendirilecek. Çalışma süresince katılımcılara aynı zamanda standart FDA onaylı Kovid-19 tedavi de uygulanacak. ACTIV-3 çalışmasının olumlu sonuçlar vermesi durumunda ise 700 kişinin ek katılımı ile çalışmaya devam edilecek.   - 'Diğer antikorların şimdiye kadar etki göstermediği hastanede yatan hastalar için yarar sağlayabilir'   Açıklamada görüşlerine yer verilen GSK Ar-Ge Başkanı ve Bilimsel Sorumlusu Dr. Hal Barron, Kovid-19 salgınında yeni vaka ve hastaneye yatış oranlarının rekor seviyelere ulaştığını belirterek, 'Dünyanın bu pandemiyle mücadelesine yardımcı olmak için birden fazla seçeneğe ihtiyacı olduğu kesin. Virüsü önlemek, tedavi etmek kısacası virüsle savaşmak için çalışmalar yapıyor ve çeşitli çözümler geliştiriyoruz. Dirence karşı güçlü bir bariyere sahip olan virüsü nötralize etme ve enfekte hücreleri öldürme potansiyeli taşıyan tedavi seçeneğimiz VIR-7831, diğer antikorların şimdiye kadar etki göstermediği hastanede yatan Kovid-19 hastaları için yarar sağlayabilir.' ifadelerini kullandı. Vir İcra Kurulu Başkanı George Scangos da 'Son veriler, antikorların nötralize edici aktivitesinin hastanede yatan erişkinleri Kovid-19'un en ağır sonuçlarından korumak için yetersiz olabileceğini gösteriyor. VIR-7831'in farklılaştırıcı faktörlerinin ve geniş anti-koronavirüs aktivitesinin, bu hastalara yardım etmesine ve gelecekte ortaya çıkabilecek ilgili koronavirüslere karşı hazırlıklı olmamıza katkıda bulunmasını umuyoruz.' açıklamasında bulundu. Kaynak : AA

FDA'dan Türk Şırınga Üreticisine Onay

Salgın nedeniyle ortaya çıkan aşı şırıngası talebine yönelik başta Türkiye olmak üzere dünyada oluşan talebi karşılamak için yıllık üretim kapasitesini 20 milyon TL’lik ek yatırım ve 250 milyon adet artışla yıllık 1 milyar adede çıkaran Set Medikal, ABD Besin ve İlaç Dairesi’nden (FDA) onay aldı. Set Medikal’in Türkiye’nin birinci şırınga üretim tesisi olarak 1977 yılında İstanbul’da üretime başladığını belirten Set Medikal İdare Heyeti Lideri Dr. Ali İhsan Şerbetçi, “Şırınga üretiminde Türkiye’de başkan üretici pozisyonundayız. Kapasitesi prestijiyle yalnızca Türkiye’nin değil, bölgenin de en geniş üretim hacmine sahip olan Set Medikal, yüzde 40’ı bayanlardan oluşan yaklaşık 150 çalışanı ile başta Avrupa olmak üzere; dünyanın birçok ülkesine eser tedariki yapıyor.” diye konuştu. Yıllık 20 milyon dolarlık cironun 6 milyon doları ihracattan Türkiye’de de yüzde 60’lık pazar hissesine sahip olduklarını aktaran Şerbetçi, yıllık 20 milyon dolar civarındaki cirolarının 6 milyon dolarlık kısmının ihracattan geldiğini söyledi. Eser gamlarında 40’a yakın şırınga çeşidinin yanında insülin şırıngaları, hipodermik iğneler, insülin iğne uçları, Serum Seti, Uzatma sınırı, IV Kanül üzere birçok medikal eserlerin bulunduğunu açıklayan Şerbetçi, şunları kaydetti: “Dünyanın birinci 5 şırınga üreticisinden biri durumundayız. ABD’den gelen talepleri karşılamak için bir mühletten beri yürüttüğümüz çalışmaları hızlandırarak bu eser kümelerinde FDA Sertifikası alan Türkiye’deki birinci şırınga fabrikası olduk. Set Medikal sahip olduğu çağdaş ve yüksek üretim kapasite ile dünyada değerli bir yere sahip. Firmamız pandemi nedeniyle ortaya çıkan gereksinimlere bağlı olarak değerli bir ilgi ile karşılaşıyor. Her yıl kıymetli bir büyüme ivmesi ile kesiminde başkan olan firmamız; üretim kapasitesinin artışı ve yeni eserlerin ürün gamına katılması konusunda yatırımlarını bu devirde de kesmeden sürdürmeye devam ediyor. Bu yolda kısa vakit içinde kapasite artırma gayesiyle 50 milyon TL’lik yeni bir yatırım yapmaya hazırlanıyoruz.” “ABD ile pazar altyapı hazırlıklarımız ivmelenerek devam ediyor” Şerbetçi, salgın nedeniyle ortaya çıkan aşı şırıngası talebine yönelik, başta Türkiye olmak üzere dünyada oluşan talebi karşılamak için; mevcut kapasitelerini iki katına çıkardıklarını vurgulayarak, “Yaptığımız yeni ek yatırımlar ile aşı şırıngası kapasitemizi yıllık 500 milyon adete, toplam şırınga üretim kapasitemizi ise 1 milyar adete çıkararak dünyanın birinci 5 şırınga üreticisinden biri olduk. Birkaç yıl öncesine kadar yılda 400 milyon adet şırınga ithal edilen bir ülke durumundan bugün 300 milyon adet ihraç eden bir ülke durumuna ulaştık. Ülkemiz ismine gurur verici olan bu büyüme ivmemizde Sayın Cumhurbaşkanımızın medikal eserlerin üretimi konusunda bölüme gösterdiği teveccüh ve dayanakların de değerli hissesi bulunuyor.” sözlerini kullandı. Set Medikal’in şırınga, insülin şırıngası, hipodermik iğne, insülin kalem iğnesi üzere kümelerde değerli bir üretim kapasitesine sahip olduğunu ve dünyada birçok ülkeye ihracat yaptığını aktaran Şerbetçi,”Pandemiyle birlikte bilhassa son devirde aşı şırıngası noktasında Avrupa başta olmak üzere; dünyadaki bir çok üreticiye tedarikte bulunuyoruz. ABD ile olan iş birliği görüşmelerimiz ve pazar altyapı hazırlıklarımız da ivmelenerek devam ediyor. Öte yandan bölümümüz için olmazsa olmaz durumundaki Ar-Ge’ye her yıl bütçemizden değerli bir hisse ayırıyoruz. Ar-Ge’de altyapısı ve tecrübeli grubumuzla yeni eser geliştirmeleri ve mevcut eserlerin uygunlaştırılması noktasında kıymet yaratmaya da devam ediyoruz.” sözlerini kullandı. Kaynak:AA  

Rus aşısı Sputnik V'nin Türkiye'de Üretimi için Anlaşma İmzalandı

Rus Gamaleya Ulusal Epidemiyoloji ve Mikrobiyoloji Enstitüsünün geliştirdiği "Sputnik V" adlı yeni tip koronavirüs (Kovid-19) aşısının Türkiye'de üretimini birlikte yapacağı Türk ortağı VisCoran İlaç Sanayii'nin Yönetim Kurulu Başkanı Öztürk Oran, AA muhabirinin sorularını yanıtladı. Oran, 20 yılı aşkın süredir sağlık sektöründe ilaç üretimi yaptıklarını, dünyada ve Türkiye'de yeni çıkan ilaç, aşı, test ve kitlerle de ilgilendiklerini söyledi. Dünyada salgın ortaya çıkınca neler yapılabileceği konusunda çalışmaya başladıklarını ifade eden Oran, o dönemde henüz Türkiye'de yerli ve milli aşı üretiminin gündemde olmadığını belirtti. Salgın döneminde ilk defa Rusya'da Kovid-19 aşısına ilişkin açıklamaların yapıldığını hatırlatan Oran, "Rusya, bu aşıyı diğer ülkelerde de üretmek istediği açıkladı. Rus aşısını üreten Gamaleya Enstütüsünün, Rusya Doğrudan Yatırım Fonu (RDIF) bağlantısı var, bu fonun şemsiyesi altında. Biz RDIF üzerinden görüşmelere başladık. Görüşmeler belli bir seviyeye gelince 16 Ağustos'ta Türkiye'de anlaşma imzaladık. Anlaşmayı yaparken üretimin Türkiye'de yapılmasını önerdik ve bu talebimiz kabul edildi. Teknoloji transferi Rusya'dan gelecek, üretim Türkiye'de olacak. Bir nevi yerli bir ürün olacak." diye konuştu. Oran, aşıyla ilgili Rusya'dan kendilerine ulaşan bilgi ve belgeleri, gerekli incelemelerin ve prosedürlerin yerine getirilmesi amacıyla Sağlık Bakanlığına ulaştırdıklarını bildirdi. Rus tarafının "aşı konusunda Türk firmayla anlaştık" açıklamasının ardından kamuoyunda bir merak olduğunu belirten Oran, "Biz ruhsat alana kadar anlaşmayı açıklamayı düşünmüyorduk. Şu aşamada üretim yerleriyle ilgili teknoloji transferinin peşindeyiz. Eş anlı olarak Sağlık Bakanlığındaki prosedürler de yürüyor. Teknoloji transferi ve Sağlık Bakanlığındaki prosedürler bittikten sonra aşıya kullanım izni alınacak. Ardından Türkiye'de pilot üretim yapılacak ve seri üretime geçilecek." ifadelerini kullandı. "Öncelik ülkemizin ihtiyacı" Öztürk Oran, Türkiye'de aşı üretimi yapabilecek altyapıya sahip 4-5 firma bulunduğunu söyledi. Kendilerinin de aşı üretimi için bu şirketlerle görüşmeler yaptığını ifade eden Oran, "Rus Sputnik V aşısının Türkiye'deki üretim partneriyiz. Türkiye'deki üretim yerine de birlikte karar vereceğiz. Aşı üretiminin ülkemize önemli katkıları olacak. Öncelikle ülkemizin ihtiyacını karşılayacağız. Sonra ihracat düşünülecekse buna birlikte karar vereceğiz." dedi. Rus aşısının, 20 yıllık araştırma geçmişi olduğunu ve Ebola hastalığı için yapılan bir çalışmanın sonucu olarak bulunduğunu aktaran Oran, bu aşının Türkiye'de üretilmesi durumunda Rusya'dan ülkeye bir know-how transferi gerçekleştirilmiş olacağını söyledi. Oran, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Türkiye ihracat üssü olabilir. Türkiye'nin ihtiyaç fazlasını başka ülkelere ihraç etmek de mümkün olabilir. İleriki tarihlerde buradaki tesisler talebi karşılayamazsa tesis yatırımı da söz konusu olabilir. Şu aşamada acil kullanım izni alınacak. Zaman sıkıntısı nedeniyle seri üretim için hazır tesisler araştırıldı. Vakit olsaydı burada yeni bir tesis yapılacaktı ve üretim orada gerçekleştirilecekti. Salgın nedeniyle şu aşamada hazır tesisleri tercih ettik." "Pek çok ülke Rus aşısını tescil ettirdi" VisCoran İlaç Sanayii Yönetim Kurulu Başkanı Oran, dünyada halihazırda birkaç ülkenin aşısının kullanıldığını ve çeşitli ülkelerde de aşı çalışmalarının sürdüğünü anlattı. Aşılar arasında "şu daha iyi, bu aşı daha üstün" şeklindeki açıklamaların yersiz olduğunu, zaten bu aşıların Dünya Sağlık Örgütü ve ilgili kurumlardan onay alması gerektiğini belirten Oran, Türkiye'nin ilaç ve aşı üretiminin dünya standartlarında olduğunu vurguladı. Oran, Sputnik V aşının 3. faz çalışmasının 44 bin kişide yapıldığını, sonuçların olumlu olduğunu ve Rusya'da şu ana kadar 2 milyona yakın insanın aşılandığını bildirdi. Dünyada pek çok ülkenin Rus aşısını tescil ettirdiğini ve üretim görüşmeleri yaptığını aktaran Oran, şunları kaydetti: "Rusya'nın yanı sıra Belarus, Arjantin, Birleşik Arap Emirlikleri, Macaristan, Sırbistan, Bolivya, Cezayir, Filistin, Venezuela, Paraguay ve Türkmenistan'da da aşı tescil edildi. Sputnik V, Rusya dışında ilk olarak Hindistan'da üretilmeye başlandı. Rusya, Hindistan'ın ardından Güney Kore, Çin, Brezilya, Belarus ve Kazakistan ile de üretim anlaşmasına vardı." "Dünyanın en hızlı Kovid-19 tespit kiti" Öztürk Oran, salgın döneminde dünyanın en hızlı Kovid-19'u tespit eden kiti ürettiklerini belirterek, "PharmaNona firmamız, 15 saniye gibi kısa bir sürede Kovid-19 tespiti için idrar kiti üretti. Şu anda dünyanın pek çok ülkesinde kullanılıyor ve çok sayıda ülkede de kullanım için resmi izinler alınıyor." dedi. Testin önce Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü, ardından Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından onaylandığını, Sağlık Bakanlığınca da ruhsatlandırıldığını hatırlatan Oran, etik kurul onayı ile yapılan klinik çalışmalarda testin doğruluk oranının mevcut testlere göre daha fazla olduğunu söyledi. Yurt dışından da yoğun talep aldıklarını belirten Oran, Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, İtalya, Çekya, İspanya, İsviçre, Slovakya, Polonya, Japonya, Meksika, Kanada, Rusya, Libya ve Irak'tan distribütörlük alındığını, ABD'de de FDA onayı beklendiğini sözlerine ekledi. Kaynak :AA

E-bülten için aşağıdaki bilgileri doldurmanız yeterli.

Giriş Yap

Şifremi Unuttum Kayıt Ol

Kayıt Ol

Şifremi Unuttum