Haberler

Meta Yapay Zekaya Yönelik Altyapı Planları Yapıyor

Meta'dan yapılan açıklamada, şirketin yeni nesil yapay zeka altyapısını oluşturmak için iddialı bir plan yürüttüğüne işaret edilerek, bu kapsamdaki gelişmeler paylaşıldı. Yapay zeka modellerini çalıştırmak için şirketin ilk özel silikon çipi, yapay zeka için optimize edilmiş yeni bir veri merkezi tasarımı ve yapay zeka araştırması için süper bilgisayarın ikinci aşamasının bu gelişmeler arasında yer aldığı belirtilen açıklamada, bu çabaların Meta'nın daha büyük ve sofistike yapay zeka modelleri geliştirmesini, bunları verimli bir ölçekte devreye almasını sağlayacağı ifade edildi. Açıklamada, yapay zekanın daha iyi kişiselleştirme, güvenli ve adil ürünler, zengin deneyimler sağlarken aynı zamanda işletmelerin en çok önemsedikleri kitlelere ulaşmasına yardımcı olarak şirketin ürünlerinin merkezinde yer aldığı vurgulandı. Üretken yapay zeka tabanlı bir kodlama asistanı olan CodeCompose'u dağıtarak kod yazımlarını yeniden tasarladıkları aktarılan açıklamada, üretken yapay zeka ve metaverse gibi alanlarda ortaya çıkan fırsatları güçlendirmek için ölçeklenebilir temel oluşturulduğu kaydedildi. DAHA İYİ PERFORMANS SAĞLAYACAK Açıklamada, şirket içinde geliştirilen özel hızlandırıcı çip ailesi MTIA'ya değinilerek, hem MTIA çipleri hem de grafik işlem birimlerini dağıtarak daha iyi performans, daha az gecikme ve daha yüksek verimlilik sağlanacağı vurgulandı. Daha hızlı ve uygun maliyetli olacak yeni nesil veri merkezi tasarımlarının da şirketin mevcut ürünlerini desteklerken, gelecek nesil yapay zeka donanımına olanak tanıyacağının altı çizilen açıklamada, veri merkezinin, şirket içi geliştirilen ilk uygulama özel entegre devre çözümü MSVP gibi diğer yeni donanımları tamamlayacağı belirtildi. Açıklamada, dünyanın en hızlı süper bilgisayarlarından biri olduklarına inandıkları RSC'nin yeni nesil büyük yapay zeka modellerini eğitmek üzere inşa edildiği aktarılarak, bilgisayarın teknik özellikleri hakkında bilgi verildi. Kaynak:AA

Sanofi Türkiye Klinik Araştırma Projelerini Başarıyla Yönetiyor

Ülkemizde ilaç araştırmaları hakkında ilk yönetmeliğin çıkmasının üzerinden 30 yıl geçti. 1993 yılından günümüze, ülkemizdeki klinik araştırmaların etik ve bilimsel standartlarda ilerlemesine, klinik araştırmaların gelişimine katkısı ve emeği olan herkese teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum. Sanofi, son 25 yılda yapılan yüzlerce çalışma, eğitim, destek ve iş birliği faaliyetleri ile ülkemizin bu alanda gelişiminde öncülük etmiştir ve çalışmalarını artırarak devam ettirmektedir. Ülkemizde pek çok hekim ve bu hekimlerin kurumları ile çeşitli alanlarda stratejik iş birlikleri yürütüyoruz. Ayrıca daha kapsamlı projemizden biri olan, Ankara Üniversitesi “Nadir Hastalıklar Uygulama ve Araştırma Merkezi (NADİR) ile kurduğumuz iş birliği ile bilimsel faaliyetlerin daha da güçlendirilmesini amaçlıyoruz.“Birçok tedavi alanında klinik araştırma yürütüyoruz.” Şu anda kendi bölgemizde, 14 ülkenin olduğu büyük bir coğrafyanın liderliğini Türkiye’den yürütür durumdayız. Bugün Türkiye’de 50, liderliğini yürüttüğümüz ülkelerde yaklaşık 30 çalışma ile bölgede birçok tedavi alanında klinik araştırma yürütüyoruz. Sanofi grubunun faaliyet gösterdiği yaklaşık 100 ülke içinde sadece 19’unda yer alan global Ar-Ge’ye direkt raporlama yapan ve diğer ülkelere liderlik yapan organizasyon olma özelliği taşıyan Klinik Araştırmalar Birimimiz, ülkemizin stratejik olarak konumlandırıldığının bir göstergesi. Keşfedilen her 10.000 molekülden ancak 1 tanesi tüm aşamaları yaklaşık 10-15 yıl içinde başarı ile geçerek hastalara ulaşabiliyor. Bu araştırmaların maliyeti bugün artık küresel düzeyde yaklaşık 2 Milyar USD ile ifade ediliyor. Bu zorlu yolculuk, insan sağlığını daha iyi yerlere taşımaya yardımcı olan yeni tedavi ve tıbbi cihazlara ulaşmamızı sağlıyor. Bu yolculuğun önemli bir bölümünü keşif ve sentezden sonra klinik araştırmalar oluşturuyor. “Sanofi olarak global ciromuzun yaklaşık yüzde 15’ini Ar-Ge yatırımlarına ayırıyoruz” Bilim ve inovasyona odaklanan yenilikçi ve lider bir sağlık şirketi olarak bugün Sanofi, küresel pazarda yaklaşık yüzde 3,5’luk pazar payıyla dünyanın ilk 10 ilaç şirketinden biri. İnsan sağlığına hizmet etme hedefimizin temelini inovasyon ve bilimsel keşiflere olan bağlılığımız oluşturuyor. Sanofi, dünya genelindeki cirosunun yaklaşık yüzde 15’ini Ar-Ge yatırımlarına ayırıyor. Bu Ar-Ge harcamalarının önemli bir kısmı ise özellikli tedavi alanlarına ayrılıyor. Mart 2023 itibarıyla, dünyada 84 klinik geliştirme aşamasında projemiz bulunuyor.1 Bunlardan 24’ü Faz-1, 32’si Faz-2, 26’sı Faz-3 ve 2’si ise onay için ruhsatlandırma otoritelerine sunulmuş durumda. Ülkemizde de son yıllarda Faz I klinik araştırma merkezlerinin artarak faaliyete geçmesi sevindirici. Bu merkezler dünyada tedavisi bilinmeyen hastalıklara yönelik yeni tedavilerin geliştirilmesine olanak sağlarken, Türkiye’nin yerli ilaç ve tedavi çalışmaları açısından da önem taşıyor. Sanofi Türkiye olarak biz de bu gelişmeye paralel olarak geçtiğimiz yıl 2 adet Faz I çalışmasını ülkemize kazandırmayı başardık. Teknolojinin ilerlemesi ile klinik araştırmalarda kullanılan yöntemler de ilerliyor. Örneğin akıllı saatler gibi giyilebilir cihazlarla klinik araştırmalara katılan gönüllülerden daha hızlı ve etkin veri toplanması mümkün. Yapay zeka bir çok alanda (çeşitli belgelerin tercümesi, raporların yazılması gibi) kullanılır hale geldi. Tele sağlık, evde bakım, hastaya direk çalışma ilacı ulaştırma hizmeti gibi yöntemler klinik araştırmaya katılan gönüllülerin, araştırmanın yapıldığı sağlık kuruluşuna gitmeden çalışma takiplerinin yapılabildiği prosedürler ile hem gönüllülerin hem araştırmacı hekimlerin işlerini kolaylaştırıyor.İlaca erişim her bireyin hakkıdır. Dolayısıyla insan sağlığını daha iyiye taşıyan yenilikçi tedaviler herkes için ulaşılabilir olmalıdır. Bu anlamda ilaç keşfi ve onayı arasında geçen sürenin kısaltılması, harcamaları azaltacak yöntem ve süreçlerin uygulanması gerekiyor. Artık günümüzde yapay zeka ile hızlı rasyonel ilaç tasarımları yapılabilmekte. Sanofi, ilacın keşif ve sentez döneminde bu teknolojileri kullandığı gibi, operasyonel verimlilik sağlayacağı süreçleri de harekete geçirdi.  Örneğin, Çin’in Chengdu şehrinde yaklaşık 250 çalışan ile bilgi teknolojilerini kullanarak klinik araştırmalardan elde edilen verileri daha hızlı ve etkili analiz ediyor ve sağlık otoritelerine sonuçları daha hızlı iletebiliyor.Klinik araştırmalar, hastaların ve hekimlerin yenilikçi tedavilere erişimini sağlayan, ülke ekonomisine, ülkemiz sağlık sistemine katkıları olan ve Türkiye’deki bilimsel gelişimin artırılmasında rol oynayan büyük bir değer. Bu nedenle ülkemizde klinik araştırmaların daha yaygınlaşması ve bu alanda farkındalığın artması açısından 20 Mayıs Uluslararası Klinik Araştırmalar Günü’nü önemsiyoruz. Klinik araştırmalarda lider bir biyoteknoloji şirketi olarak, insan hayatını iyileştirmek için bilimin mümkün kıldığı mucizelerin peşindeyiz.  Her zaman daha iyi tedavilerin keşfedilebileceği inancıyla, tıp pratiklerini daha iyiye taşımaya odaklanarak tüm ekibimizle çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Kaynak:Basın Bülteni

İdrarda Kanser Koklayan Solucanlar Erken Teşhisle Hayat Kurtarabilir

Japon start-up’u Hirotsu Bio Science, solucanlar gibi beklenmedik bir müttefikle erken kanser tarama tekniğinde yeni bir sayfa açıyor.  Şirket, erken evre kanserlerini (0 ile 1 arası) endoskopi, ameliyat veya kan testiyle rahatsızlık verici ve pahalı yöntemlerle taramak yerine, hastalardan sadece idrar örneği istiyor. Hirotsu Bio Science’ın Teknolojiden sorumlu Başkanı Eric di Luccio, Euronews’e İdrar numunelerinde birincil kanser taramasını “çığır açan” bir teknoloji olarak degerlendirdi. Semptom gösteren hastalarda kanser tespit edilirken, sağlıklı hastalarda kanser arayışı “tarama” olarak tanımlanıyor.  Amerikan Kanser Derneği’nin yeni bir raporuna göre, tespit ve tarama sayesinde kanser ölümleri azalıyor. Nobel Ödülleri ve Kokulu Kanserler Hirotsu Bio Science’ın önde gelen ürünü N-Nose, idrar numunelerinde solucanların koku alma duyusunu kullanan, acısız bir kanser tarama süreci. Caenorhabditis elegans veya C. elegans bilimsel adlı bu solucanlar, günlük olarak nematod, yuvarlak solucan veya ipliksi solucan olarak da biliniyor. Bu zararsız tür, toprak ortamları gibi nemli ve sıcak yerlerde bulunan bir milimetre uzunluğunda bir canlı. Bu model Fizyoloji,Tıp ve Kimya Nobel Ödülü aldı Bilimsel genetik çalışmalarında düzenli olarak kullanılan bu model organizmaların araştırmaları 1960’larda başlamış ve üç Nobel Ödülü kazanmış (2002 ve 2006’da Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü ve 2008’de Nobel Kimya Ödülü). Şirketin kurucusu Dr. Takaaki Hirotsu, seneler boyunca solucanların koku alma duyusunu araştırırken, idrar gibi vücut sıvılarında kanser kokusunun olduğuna dair apayrı bir araştırma bulup, 2015 yılında solucanların kanser kokusunu alabildiğini keşfetmiş. Di Luccio, “Kanser kokusunu biz alamayız, köpekler ise kanser kokusunu almak için eğitilebilir, ama yuvarlak solucanlar kokuya doğal olarak tepki veriyor” dedi. Solucanlar yollarını bulmak, yiyecek bulmak ve tehlikeden kaçınmak için koku alma duyularına güveniyor. Çalışma şekli Testi gerçekleştirmek için, laboratuvar çalışanları idrar örneğini ve solucanları bir Petri kabına koyuyor. Nematodlar, “kanser varlığı” kokluyorsa idrara doğru ilerliyor, yoksa idrardan uzaklaşıyorlar. Henüz Japonya dışında mevcut olmayan N-Nodes testi şu anda safra kanalı, mesane, meme, kolorektal, safra kesesi, böbrek, karaciğer, akciğer, pankreas, prostat, özofagus, ağız, yumurtalık, mide ve rahim kanserleri dahil 15 farklı kanseri tespit ediyor. Japonya’daki müşteriler yaklaşık 90 dolar (2 bin TL) karşılığına internet üzerinden bir test kiti satın alabiliyor ve numunelerini evlerinden aldırabiliyor ya da start-up ile işbirliği yapan bir eczaneye bırakabiliyorlar. Hataları azaltmak için numune ve solucanlarla yapılan test 20 kez otomatik olarak tekrarlandığı bir sistemden geçiriliyor. Dört hafta sonra müşteriler, posta ile A ile E arasında sonuçları alıyorlar. E sonucu yüksek kanser riskine işaret ederken, A sonucu kanser varlığı olmadığını belirtiyor. N-Node testlerinin 0 evre kanserler için tarama yöntemi çok hassas olsa da (doğruluk oranı yüzde 94,7), kanserler genelinde testler yüzde 86,3 doğru. Start-up’ın internet sayfası, pozitif bir test sonucunun kanser olmadığını teyit etmediğini ve ‘yüksek kanser riski’ test sonuçlarının da mutlaka kanserin varlığına işaret etmediğini uyarıyor. Di Luccio, “Müşteriler sonuçlarını aldıklarında, risk ölçeğine bağlı olarak nasıl ilerleyeceklerine dair bir grafik paylaşıyoruz, tabii müşteriler her zaman bizi arayabilir ve rehberlik de alabilir” dedi. Testi pozitif çıkan müşterilerin, N-Nose’un birincil tarama yönteminden sonra bir hastanede daha ileri testler için doktorlar ile temasa geçmeleri tavsiye ediliyor. Nematodlar 15 çeşit kanseri tespit edebiliyor. Hirotsu Bio Science’dan bilim insanı Dr. Masayo Morishita Euronews’a yaptığı açıklamada, “Nematodlar 15 çeşit kanseri tespit edebiliyor, ancak kanserler arasındaki örüntüleri de bulmaya çalışıyoruz” dedi. Şirket, bir hastanın idrar numunesine dayanarak kanser türünü ayırt etmek için vücudun ürettiği uçucu organik bileşik kimyasallarını tanımlamaya odaklanıyor. Sene başında, start-up ilk kanser türüne özgü testini ticarileştirdi. N-Node artık bir müşteriye pankreas kanseri hastası olup olmadığını söyleyebiliyor. Yayıldığında oldukça ölümcül olan bu tür kanseri taramak genellikle mümkün değil. Uzman Di Luccio’ya, “Steve Jobs pankreas kanserinden öldü ve bu türün erken teşhisi gerçekten çok zor. Tespit edildiğinde ise genellikle çok geç kalınmış oluyor ve ölüm oranı yüksek oluyor” dedi. En çok kanser vakaları olan ülkeler arasında 2020 yılında 20. sırada yer alan Japonya’da, N-Nose testini yaptıranlar sayısı 350 bin den fazla. AB verilerine göre Avrupalıların yarısının hayatlarının bir döneminde kansere yakalanacağı tahmin ediliyor. Hirotsu Bio Science laboratuvar şu anda ürününü Avrupa da dahil olmak üzere dünya çapında piyasaya sürmek için ortaklar arıyor. Kaynak:AA

DEÜ Laboratuvar Yönetim Sistemi DELAB Faaliyete Başladı

Yeni sistem sayesinde kişi ve firmalar, hem kurum bünyesindeki laboratuvar, cihaz, analiz içeriği ve hizmet bedeli gibi konularda bilgi alabilecek hem de dijital ortamda sorumlu kişilerle iletişim kurabilecek. Araştırma üniversitelerinin laboratuvar altyapısını ve teknik imkanlarını özel sektörün kullanımına sunduklarını ifade eden DEÜ Rektörü Prof. Dr. Nükhet Hotar, bu sayede yenilikçi girişimlerin; katma değeri yüksek ve ticarileşecek fikirlerin önünü açmayı hedeflediklerini söyledi. Üniversite sanayi işbirliğine hız veren Dokuz Eylül Üniversitesi(DEÜ) Rektörlüğü, araştırma üniversitesi misyonuna uygun olarak; kurum bünyesindeki laboratuvarları tek çatı altında topladığı DEÜ Laboratuvar Yönetim Sistemi’ni(DELAB) hayata geçirdi. Sağlık, fen ve mühendislik alanlarında özel sektörün ihtiyaç duyduğu analizlerin dikkate alınarak oluşturulduğu yeni sistem sayesinde kişi ve firmalar, hem kurum bünyesindeki laboratuvar, cihaz, analiz içeriği ve hizmet bedeli gibi konularda bilgi alabilecek hem de dijital ortamda sorumlu kişilerle iletişim kurabilecek. Akredite olmuş laboratuvarlara erişim imkanı da sunan (http://delab.deu.edu.tr) internet adresi üzerinden hizmet verecek sistem, sürekli güncel tutulacak. Araştırma üniversitelerinin laboratuvar altyapısını ve teknik imkanlarını özel sektörün kullanımına sunduklarını ifade eden DEÜ Rektörü Prof. Dr. Nükhet Hotar, bu sayede yenilikçi girişimlerin; katma değeri yüksek ve ticarileşecek fikirlerin önünü açmayı hedeflediklerini söyledi. DEÜ laboratuvarlarına olan ilginin sürekli artığını dile getiren Rektör Hotar, “Özel sektör temsilcilerinin, firmaların ve girişimcilerin ilgisi ve beklentisi, bizi daha fazlasını yapmamız için motive ediyor. Bu sistem sayesinde, üniversitemizin teknik altyapısının daha bilinir ve sektör tarafından kullanılır olmasını arzuluyoruz. Analiz süreçlerini olabildiğince hızlı şekilde tamamlamayı ve güncel bilgilerin ulaşılabilir olmasını hedefliyoruz. Çünkü günümüzde, zaman ve işgücü kaybına hiç kimsenin tahammülü bulunmuyor. Üstelik uluslararası rekabette, elinizin güçlü ve veriye dayalı olması gerekiyor. Biz de DELAB hizmeti ile bunu gerçekleştireceğiz” dedi. ‘LAB.’ İŞİN MUTFAĞIDIR Yükseköğretim kurumları için laboratuvarların araştırma, geliştirme ve öğretim faaliyetlerinde işin mutfağı olduğuna işaret eden Rektör Hotar, “Bu noktada araştırma üniversitemizin misyonu, teorik bilgi kadar uygulamayı da içeriyor. Bu süreçte analizler yapmanız ve işin mutfağına girerek elinizi taşın altına sokmanız gerekiyor. Sonuçta, sebep-sonuç ilişkisini uygulamalı şekilde anlatabiliyor olmanız de önem taşıyor. Dolayısıyla biz de, devlet üniversitesi olan kurumumuzun modern laboratuvarlarına ve buradaki hizmetlere yatırım yapıyoruz. Bunu yaparken de altyapımızı paylaşmaya gayret gösteriyoruz. Milli ve yerli teknolojileri geliştirmek için sanayicilerimizin ve iş dünyamızın temsilcilerinin daha fazla desteklenmesi gerektiğine inanıyoruz” diye konuştu.  YATIRIMDA HIZ KESMEDİK Görev süreleri boyunca birçok yatırımı ve hizmeti üniversiteye kazandırdıklarını aktaran Rektör Hotar, “Rektörlük olarak, yaklaşık 30 milyon TL yatırım bedeli bulunan Merkezi Araştırma Laboratuvarımızı açtık; Efes Meslek Yüksekokulu bünyesinde, kentin en kapsamlı gıda laboratuvarı Efes Gıda Laboratuvarı’nı kentimize kazandırdık. Mühendislik Fakültesi bünyesinde ve TUSAŞ işbirliği ile Akış Dinamiği ve Benzetimi Laboratuvarını, Torbalı Meslek Yüksekokulu bünyesindeki yenilenen Biruni Laboratuvar Kompleksini, Diş Hekimliği Fakültesi bünyesinde Fantom Laboratuvarını kurduk. Hemşirelik Fakültesi’nde Simülasyon Laboratuvarını, Temel Bilimler ve Klinik Öncesi Bilimler Laboratuvarını hizmete aldık. Bu DELAB hizmetimizi de, üniversite sanayi işbirliğini geliştirmekte önemli fayda sağlayacağına inanarak oluşturduk. Ülkemize hayırlı olmasını diliyoruz” ifadesinde bulundu.  LABORATUVARLAR TEK ÇATI ALTINDA FEN, Mühendislik ve Tıp alanında ki laboratuvarların zaman içerisinde DELAB’a dahil olacağı bilgisini veren DEÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hasan Murat Tanarslan ise “Üniversitemizin farklı akademik birimlerinde; lisans ve lisansüstü düzeyde hizmet veren, öğretim ve araştırma faaliyetlerini zenginleştiren laboratuvarlarımız bulunuyor. Bunlardan bazıları kendi alanlarında ulusal ve uluslararası akreditasyonlara da sahipler. Şu anda üniversitemiz değişik birimlerinin laboratuvarlarında bulunan ve DELAB sistemine kayıtlı yüzlerce cihaz ile farklı alanlarda çok sayıda analiz yapılma ikanı bulunmaktadır. Önümüzdeki süreçte DELAB sistemi, üniversitemizdeki tüm laboratuvarlarımız kapsayacak şekilde genişletilerek, burada görevli bilgili ve tecrübeli arkadaşlarımız ile Ar-Ge faaliyetlerinin yanı sıra; özel sektörün ihtiyaç duyduğu birçok alanda, uygulama hizmetleri sunmayı arzuluyoruz” ifadesinde bulundu.  Kaynak:DHA

LIMA 2023’e Savunma Sanayiinden 18 Firma Çıkarıyor

Malezya Savunma Bakanlığı ve Malezya Ulaştırma Bakanlığı tarafından desteklenen bu yıl on altıncısı düzenlenecek olan LIMA (Langkawi International Maritime and Aerospace Exhibition) Fuarı, Asya Pasifik bölgesinin en geniş çaplı savunma sanayii fuarlarından birisi olarak biliniyor. Türkiye, ilki 1991 yılında düzenlenen her iki yılda bir yapılan LIMA Langkawi Uluslararası Denizcilik ve Hava-Uzay Fuarına bu yıl ikinci kez katılacak. Bu yıl LIMA 2023’e “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı” (SSB) ve “Türkiye Savunma ve Havacılık Sanayii İhracatçıları Birliği” (SSI) ile birlikte on sekiz Türk savunma sanayii firması ile katılım sağlanacak.Fuara katılacak Türk firmaları ise şu şekilde: ASELSAN ASFAT DEARSAN DESAN HAVELSAN KALE KALIP KOÇ DEFENCE METEKSAN MİLSOFT MKE ROKETSAN SARSILMAZ STM TAİS TEİ TUSAŞ TİMSAN TİTRA Fuar sırasında Türk savunma sanayii firmaları tarafından üretilen zıhlı araç platformları, insanlı/insansız çeşitli kara ve hava araçları, deniz sistemleri, silah sistemleri, elektronik sistemler, mühimmatlar, simülatörler, lojistik destek ürünleri ve savunma hizmetlerinin tanıtım ve sunumları yapılacak. LIMA Langkawi Uluslararası Denizcilik ve Hava-Uzay Fuarı kapsamında, fuara katılan çeşitli ülkeler ile Türk savunma sanayii firmaları arasında yeni projeler aracılığıyla işbirliği potansiyelinin geliştirilmesi ve derinleştirilmesi hedefleniyor. Türk savunma ve havacılık sanayii sektörü, son dönemde Asya’ya yönelik savunma ve havacılık platformu ihracatlarını hızlandırmış durumda. Özellikle silahlı insansız hava aracı platformları ile çeşitli çapta akıllı mühimmatlar, son dönemde Asya ülkelerine ihraç edildi. Kaynak:Basın Bülteni

CRISPR-Cas9 Panzehirin Keşfinde Kullanıldı

Gen düzenlemenin yıllardır üzerinde çalışılsa da Jennifer Doudna ve Emmanuelle Charpentier'in 2020'de Nobel Ödülünü alması CRISPR-Cas9 teknolojisini daha fazla kişinin duymasını sağladı. Hatta basında daha fazla yer almaya başlayan bu haberler özellikle Çin odağında farklı etik tartışmaların da kapısını aralamıştı. CRISPR-Cas9, kısaca bir genom düzenleme aracı. Genetikçilerin ve tıp araştırmacılarının DNA üzerinde ekleme, çıkarma yapmalarına ya da DNA dizilimini değiştirmelerine olanak tanıyan özgün bir teknoloji olarak da bilinen CRISPR-Cas9, zehirli mantarların panzehirini keşfetmede ve geliştirme sürecinde kullanılabilir. ÖLÜMCÜL OLMAKTAN ÇIKABİLİR Yeni yapılan bir çalışmada Türkiye'de evcikıran veya ölüm meleği olarak da bilinen mantar Amanita phalloides araştırma konusu olmuş. Zehirli bir tür olan bu mantar Türkiye'de ölümcül mantar zehirlenmelerinin yüzde 90'ından sorumlu olarak görülüyor. Keza bu oran dünyadaki oranlar içinde benzer bir durumda.  Araştırmacılar da gen düzenlemenin potansiyel bir panzehir olup olamayacağı üzerine odaklandı. Çalışmayı gerçekleştiren araştırmacılar, insan hücrelerinde birçok farklı mutasyon oluşturdukları hücre havuzlarında mantarların alfa-amanitin adı verilen toksininin etkisini araştırdı. Bu yolla STT3B mutasyonu olan hücrelerde alfa-amanitin etkisinin olmadığını görerek zehirin hücrelere girmesi için gerekli olan biyokimyasal yolda bu genin rol oynadığnı açığa çıkardılar. Araştırmadaki ikinci aşamaysa yaklaşık 3200 aday kimyasal arasından STT3B'nin aktivitesini durduracak molekülü bulma kısmı oldu. Fare deneylerinde de etkisini gösterdikleri bu molekül Kodak'ın 1950'lerde geliştirdiği ve sonrasında tıbbi görüntülemede kullanılan indosiyanin yeşili adlı bir kimyasal. Ekip bu bulguları birkaç gün önce Nature Communications dergisinde yayınladı.Elde edilen sonuçlar hakkında konuşan Almanya'da Max Planck Karasal Mikrobiyoloji Enstitüsü'nde doğal ürün kimyacısı olan Helge Bode," Bu harika bir şey" diyor ve ekliyor ''Alfa-amanitin gerçekten de doğada sahip olduğumuz en tehlikeli bileşiklerden biri.'' Bilim insanlarının mantar zehrine karşı gen düzenlemenin kullanılmasının ilhamı ise daha önce denizanası zehrine karşı panzehir bulmak için bu yöntemi tercih eden Sun Yat-sen Üniversitesinden Qiaoping Wang ve Guohui Wan vermişti. Her ne kadar pek çok zehre karşı bilimsel olarak panzehirlerimiz olsa da ölüm meleği olan bu mantarlara yönelik destekleyici tedaviler dışında sunulacak çok az şey var. İlerleyen süreçte araştırmaların bu toksine maruz kalan insanlar üzerinde yapılmasıyla klinikte kullanımına götüren yola girilmesi bekleniyor. Kaynak:AA

Almanya 300 Bin Yıllık Ayak İzlerini Keşfetti

Araştırmacılar, Almanya’da antik insanlara ait ayak izlerinin en eski örneklerini keşfetti. İzler o kadar eski ki, günümüzde yaşamakta olan herhangi bir tür tarafından bırakılmış olmaları mümkün görünmüyor. Günümüzden yaklaşık 300 bin yıl önce oluşan bu izlerin Homo sapiens tarafından değil, antik (ve artık soyu tükenmiş olan) “Heidelberg halkı” (ya da Homo heidelbergensis) tarafından bırakıldığı düşünülüyor.Saha izlenimleri, araştırmacılara, Almanya’nın kuzeybatısında kalan Aşağı Saksonya eyaletindeki Schöningen Paleolitik bölgesinde keşfedilen hayvan ayak izlerinin yanı sıra, erken dönem insanlarının yaşam tarzına büyüleyici bir bakış imkânı sunuyor. SON ORTAK ATAMIZDAN KALMA İZLER H. heidelbergensis’in yetenekli avcılar olduğunu ve soylarının Neandertallerden bile daha eskiye dayandığını biliyoruz. Aslında, Neandertaller ile bizim son ortak atamız olarak görülüyorlar. Almanya’da bulunan Tübingen Üniversitesi’nden arkeolog Flavio Altamura, “İlk defa Schöningen’deki iki bölgede fosil ayak izlerine ilişkin ayrıntılı bir araştırma gerçekleştirdik” diyor: “Bu izler, sedimantolojik [tortu-bilimsel], arkeolojik, paleontolojik ve paleobotanik incelemelerden sağlanan bilgilerle birlikte, bize bölgenin Taş Devri’ndeki manzarası ve geçmişte bu bölgede yaşayan memeliler hakkında bir fikir sunuyor.” Araştırmacılar, araştırmalarına dayanarak, tortu katmanlarından bölgede korunan kemiklere varıncaya dek her şeye bakıldığında, bu alanın geçmişte huş ağaçları, çam ağaçları ve otlardan meydana gelen yemyeşil bir manzarayla sarılmış bir göl olduğunu düşünüyor. Alanda sadece üç H. heidelbergensis ayak izi tespit edildi; bu durum araştırmacılara çalışacak fazla malzeme sağlamıyor. Buna karşın ekip, diğer çalışmalardan sağlanan gözlemlerle karşılaştırmalar yaparak, bu izlerin bir yetişkin ve iki ergen genç tarafından bırakıldığını tahmin ediyor. GEÇMİŞTE TROPİK BİR BÖLGE GİBİYDİ Araştırma makalesi, büyük ihtimalle bir aile gezisinden kalan izlere baktığımızı aktarıyor. Bunun yanı sıra, gölün, hepsi de gölü yıkanmak ya da içmek için kullanan fillerin, gergedanların ve hatta çift parmaklı toynaklı hayvanların uğrak yeri olduğuna dair birçok kanıt mevcut. Altamura, “Mevsime bağlı olarak, gölün etrafında bitkiler, meyveler, yapraklar, sürgünler ve mantarlar mevcuttu” diyor: “Ulaştığımız bulgular, bu soyu tükenmiş olan insan türünün sığ sularla göl ya da nehir kıyılarında yaşadığını teyit ediyor. Bu durum, hominin ayak izlerini barındıran diğer Alt ve Orta Pleistosen bölgelerinden de biliniyor.” Daha önce kazı alanındaki tortu katmanı içerisine batmış ve genelde iyi korunmuş halde çok sayıda ahşap alet bulundu ve bulgular bu antik insan atalarının nasıl yaşadığına ilişkin ek bilgiler sağladı. 300 bin yıl sonra bulunan bu aletlerin hangi amaçla kullanıldığından emin olmak güç; fakat bunlar avlanma, ürün hasadı ya da inşa amaçlı kullanılmış olabilirler. BÖLGEDE FİLLER VE GERGEDANLAR DA VARDI Bunların dışında, kazı alanında soyu tükenmiş bir fil türü olan Palaeoloxodon antiquus’a dair kanıtlar da mevcut: Bu hayvanlar 4,2 metre yüksekliğe ve 13 ton ağırlığa ulaşabiliyordu. Avrupa’da türünün ilk örneği olarak bir gergedanın ayak izi de kayıt altına alındı. Burada bulunan şey, antik insanların tarihini korumasıyla iyi tanınan bir bölgeden elde edilen bulguların oluşturduğu gerçek bir hazine. Bununla birlikte, araştırma, insan ayak izlerinden hayvan yuvalarına varıncaya dek geride kalan izlerin incelenmesini temel alan ‘içnoloji’ [ing. ‘ichnology’] disiplinin taşıdığı potansiyeli de ortaya koyuyor. Yayınladıkları makalede, araştırmacılar, “İçnoloji, bilhassa çok-disiplinli bir yaklaşıma dahil edildiği zaman, tarih öncesi alanların yüksek çözünürlüklü çevresel, ekolojik ve arkeolojik bir görüntüsünü yeniden oluşturmak bağlamında güçlü bir araç olarak kendini gösteriyor” diyorlar. Kaynak:Quaternary Science Reviews

İngiltere Çip İçin 1 Milyar Sterlin Yatırımda Bulundu

İngiliz hükümetinden yapılan açıklamaya göre, ülke Ulusal Yarı İletken Stratejisi ile çip tedarikini iki katına çıkarırken, bu alandaki tasarım ve araştırma çalışmalarını da artırmayı planlıyor. Hükümetin "küresel bir bilim ve teknoloji süper gücü" olma hedefini gerçekleştirmede kritik bir adım olarak görülen plan kapsamında, çip altyapısına erişimi iyileştirmek, daha fazla AR-GE faaliyeti yapabilmek ve uluslararası iş birliklerini kolaylaştırmak için gelecek 10 yılda 1 milyar sterlin yatırım planlanıyor. Bu yatırımın 200 milyon sterlinlik kısmının 2023-2025 döneminde hayata geçirilmesi bekleniyor. İngiliz hükümetinin çip stratejisi, Başbakan Rishi Sunak'ın G7 Liderler Zirvesi'ne katılmak üzere Japonya'da bulunduğu sırada açıklandı. Zirve öncesinde İngiltere ve Japonya, yarı iletken sektöründe AR-GE çalışmaları ve tedariki artırmak için iş birliği taahhüdünde bulundu. Sunak, stratejiye ilişkin değerlendirmesinde, yarı iletkenlerin her gün kullanılan cihazların temelini oluşturduğunu ve yarının teknolojilerini geliştirmek için çok önemli olduğunu belirterek, "Yeni stratejimiz, çabalarımızı araştırma ve tasarım gibi alanlarda güçlü yönlerimizin olduğu noktalara odaklıyor, böylece küresel sahnede rekabet gücümüzü artırabiliyoruz. Yarı iletken endüstrimizin yeteneklerini ve dayanıklılığını artırarak ekonomimizi büyütecek, yeni işler yaratacak ve yeni teknolojik atılımların ön saflarında yer alacağız." ifadelerini kullandı. Dünyada her yıl bir trilyonun üzerinde yarı iletken üretilirken, küresel yarı iletken pazar büyüklüğünün 2030'a kadar 1 trilyon dolara ulaşması bekleniyor. Yarı iletkenler, yapay zeka, kuantum ve 6G gibi gelecek teknolojilerinin de temelini oluşturuyor. Kaynak:AA

Türkiye Uzay Yolculuğuna Hazırlanıyor

Türkiye Uzay Ajansı (TUA) ve Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) iş birliğinde hazırlanan 'Milli Uzay Programı' kapsamında; en az bir Türk vatandaşının bilimsel çalışmalar yapmak üzere uzaya gönderilmesi amaçlandı. Başvurularda uzaya çıkacak ilk Türk uzay yolcularının isimleri, 29 Nisan 2023'te Teknofest İstanbul'da açıklandı. Asil uzay yolcusu Hava Kuvvetleri Komutanlığı F-16 pilotu Alper Gezeravcı, yedek uzay yolcusu ise Roket Sanayii ve Ticaret A.Ş.'de çalışan sistem mühendisi Tuva Cihangir Atasever (31) oldu. Gezeravcı ve Atasever, uzay görevleri ile ilgili ABD'ye eğitime gönderildi. 'ERİŞİLMEZ HAYAL OLARAK İZLERDİK' TÜBİTAK Bilim Genç Youtube kanalında Gezeravcı ve Atasever, soruları yanıtladı. Gezeravcı, seçilme aşamasında yaşadığı hisleri paylaşarak, "Ülkemizdeki gençler olarak bizim hayalimizin limiti, gökyüzünde görebildiğimiz uçaklara erişebilmekti. Bir astronot filmini hep uzaktan erişilemez bir hayal olarak izlerdik. Ülkemizin bu noktada almış olduğu kararın en büyük etkisi, günümüzün çocuklarına, gelecek nesillere, artık hayallerinin sınırını uzaya taşıyabilecek imkanı verebiliyor olmasıdır. Bu açıdan çok değerli ve bu hayale erişme mutluluğu da hakikaten tarif edilemez" dedi. Gezeravcı, uzay görevi kapsamında ABD'de teorik eğitimlerinin sürdüğünü söyledi. Takviminin belirlendiğini belirten Gazeravcı, planlamaya göre; uzay yolculuğunun 2023'ün son çeyreğinde gerçekleştirileceğini söyledi. 'CİDDİ TARAMALARDAN GEÇTİK' Atasever, uzay yolculuğu için birçok testten geçtiklerini belirterek, "İlk başvuruyu yapmamızdan sonucun açıklanmasına kadar geçen süreç 6-7 ayık bir süreçti. İlk etapta kapsamlı bir form doldurduk. Sağlık kriterleri, eğitim geçmişi, teknik yetkinlikle alakalı oldukça kapsamlı kriterler vardı. Ön elemeyi geçen insanlar, birtakım online testlere tabi tutuldu. Analitik düşünme, zeka, kişisel eğilimler gibi birtakım online testlere maruz bırakıldık" diye konuştu. Daha sonra mülakatların başlandığını aktaran Atasever, "Çok ciddi fiziksel ve sağlık taramalarından geçtik. Sağlık Bilimleri Üniversitesi de bu konuda bize destek oldu. Belli çevresel testlerden de geçtik, alçak basınç odasına girdik. Bunların hepsinden geçtikten sonra da ABD'nin belki de en tecrübeli astronotlarından olan bir astronot gelip, bizi ek bir mülakata tabi tuttu. Ondan geçtikten sonra da 2022 yılının sonunda süreç tamamlanmış oldu" dedi. 'BİYOTEKNOLOJİK DENEYLER PLANLIYORUZ' Uzayda yapılacak çalışmalar hakkında bilgi veren Atasever, çok geniş yelpazede deneyler gerçekleştireceklerini belitti. İnsan biyolojisi konusunda deneylerin yapılacağını söyleyen Atasever, "Şu anda uzay istasyonunda 3D yazıcılarla insan dokusu çıkarma üzerine deneyler yapmış vaziyetteler. Önümüzdeki 20-25 yıl içerisinde uzayda bir böbrek, bir kalp veya ihtiyaç duyulan bir doku, print edilip yeryüzüne gönderilmiş olacak. Bu gelecekten çok uzak değiliz. Biz de bu gelişmelerden geri kalmamak adına biyoteknolojik alanında deneyler gerçekleştirmeyi planlıyoruz" diye konuştu. 'DİRAYETLE PEŞİNDEN KOŞMAMIZ GEREKİYOR' Uzay konusunda çalışmak isteyen gençlere tavsiyelerde bulunan Atasever, Türk insanının potansiyelinin yüksek olduğunu söyleyerek, "Hiçbir eksikliğimiz yok. Belki tek eksiklik olarak niteleyebileceğim şey; bizim hedef koyup, o hedefe inanç, dirayet ve umutla koşmamız gerekiyor. Planlarımızı net bir şekilde belirleyip, yoldan sapmamamız gerekiyor. Aklımıza koyup başaramayacağımız herhangi bir şey olduğunu düşünmüyorum. Hepsini yapabilecek zekaya ve mali kuvvete sahibiz. Cesur hayaller kurup, dirayetle o hayallerin peşinden koşmamız gerekiyor" diye konuştu. Atasever ayrıca yıl sonunda yapılması planlanan uzay yolculuğun yaklaşık 7 saat ile 39 saat arasında değişebildiğini aktardı. Kaynak:DHA

Alzheimer'ın Artık Çaresi Var Mı

Daha önce hiç görülmemiş bir genetik mutasyon, kalıtsal bir Alzheimer formuna sahip kişiyi onlarca yıl boyunca hastalığa yakalanmaktan korudu. Bilim insanları, 40'lı yaşlarının başında Alzheimer semptomları sergilemesi gereken ama yıllar boyunca herhangi bir semptom göstermeyen bir erkek vakayı kayda geçirdi. Kolombiyalı adam, 60'larının başında emekli olana kadar çalışmaya devam etti ve bilişsel gerilemeye dair ilk belirtiler ancak 67 yaşında ortaya çıktı. MR taramaları, beyninde hasar oluşmaya başladığını ve hastalığın klasik belirtilerini gösterdiğini ortaya koydu. Alzheimer hastalarının beyinlerinde amiloid plaklar diye bilinen çok sayıda yapışkan protein kümeleri ve tau adı verilen başka bir proteinin yumakları görülüyor. Bu tür birikmeler genellikle şiddetli demansı olan kişilerde tespit ediliyor. Ancak çalışmaya konu olan Kolombiyalının, Alzheimer hastalığına beklendiğinden çok daha uzun süre direndiği biliniyor. Zira henüz gençken yapılan testler, adamda Alzheimer'ın nadir kalıtsal çeşidine neden olan PSEN1 geninde mutasyon olduğunu göstermişti. Bu genetik varyant, "ailevi" Alzheimer denen bir bunama çeşidine neden oluyor. Hastalar genellikle 40'lı yaşlarında belirtiler göstermeye başlıyor. Daha yaygın olan "sporadik" formsa 70'li veya 80'li yaşlarına gelene kadar semptomlara neden olmuyor. Ancak Kolombiyalı vaka, ailevi Alzheimer'a neden olan genetik mutasyona ek olarak, "reelin" adlı bir proteinin üretiminden sorumlu geninde ender bir mutasyon daha taşıyordu. Bu mutasyon da onu 20 yıldan fazla süre hastalığa yakalanmaktan korumuştu. Doktorlar, Kolombiyalı adamdaki bu mutasyonun ilk kez görüldüğünü ama bu vakanın, genetik varyantlar sayesinde hastalıktan korunan ilk kişi olmadığını söylüyor. 2019'da farklı bir mutasyona sahip bir kadının da kalıtsal Alzheimer'dan 70'li yaşlara kadar korunduğu kayda geçmişti. Hakemli bilimsel dergi Nature Medicine'de yayımlanan makalede her iki mutasyonun da beyinde benzer şekillerde hareket ederek hastalığı yıllarca savuşturmuş olabileceği ifade edildi. Bu durum, Alzheimer'ın tüm türleri için yeni tedavilerin geliştirilmesini sağlayabilir. Örneğin gelecekte gen düzenleme yöntemleriyle insanların Alzheimer'dan korunması sağlanabilir. Harvard Tıp Fakültesi'nden nörolog Rudolph Tanzi, "Sonuçlar çok umut verici görünüyor ama daha fazla örnekte bu durumu gözlemlemek faydalı olacaktır" diye konuştu: Yine de bu çalışma, tedavilerin geliştirilmesinde yararlı bir rehber görevi görebileceği için önemli. Kaynak:AA

Antarktika'dan Getirilen Mikroalgler Türkiye İçin Uzay Çalışmalarında Kullanılacak

Türkiye Uzay Ajansı (TUA) ve TÜBİTAK Uzay Teknolojileri  Araştırma Enstitüsü tarafından Cumhuriyetin 100. yılında gerçekleştirilecek Türkiye'nin insanlı ilk uzay görevinde yapılması planlanan deneyler belirlendi. Özçimen'in "ALGALSPACE" başlıklı "Uzay Koşullarında Antarktik ve Ilıman Mikroalg Yetiştiriciliğinin Karşılaştırmalı Bir Çalışması" da bu deneyler arasında yer aldı. Projenin detaylarını YTÜ Kimya-Metalurji Fakültesi Biyomühendislik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Didem Balkanlı Özçimen, çıkış noktaları olan kutup çalışmalarına 2019'da başladıklarını, Ulusal Antarktika Bilim Seferi ile Antarktika'dan getirilen örneklerden ilk kez izole edilen mikroalglerin gen bankalarına girildiğini belirtti.Özçimen, "Ülkemizin ve üniversitemizin ismi, kutup mikroalgleri konusunda bilim dünyasına duyuruldu. 2019'dan bugüne, bu alandaki çalışmalarımız devam ediyor. Son olarak 2023'te Şili ile gerçekleştirilen uluslararası işbirliği projesi kapsamında ülkemiz olanaklarıyla Ulusal Antarktika Bilim Seferi'ne katılım sağladım. Tüm bu süreçlerde her yeni bilgi ve tecrübe ışığında ufkumuz daha da fazla genişledi" diye konuştu. Dünya üzerinde, uzay koşullarına en yakın şartların Antarktika kıtasında bulunduğuna dikkati çeken Özçimen, mikroalglerin zorlu bir mikro çevre olan kutuplardaki davranışları üzerinde uzun yıllar çalışma yürüttüklerini, zorlu uzay koşullarında ve yer çekimsiz ortamdaki davranışlarını inceleme düşüncesiyle de söz konusu projenin ortaya çıktığını anlattı. UZAY MİSYONUNA KATKI SAĞLAYABİLİR Mikroalglerin, gıda, ilaç, kozmetik ve enerji gibi birçok önemli alanda kullanıldığına ve yaygınlaştığına değinen Özçimen, şunları aktardı: "Mikroalgler, ülkemizin gerçekleştireceği uzay misyonu için eşsiz bir ürün. Çünkü kolay yetiştirilebilen ve besin içeriği bakımından zengin mikroalgler, uzay yolcuları için gıda olarak kullanılabilecek olmasının yanı sıra havadaki oksijen içeriğini artırma ve hava kalitesini iyileştirme, atık arıtma gibi birçok alanda uzay misyonuna katkı sağlayabilecek potansiyelde." Ekibiyle uzay misyonu için ön veriler toplayarak uzay çalışmalarına katkı sunmayı amaçladıklarını dile getiren Özçimen, şöyle devam etti: "ALGALSPACE projemiz kapsamında, dünya literatüründe ilk kez, Ulusal Antarktika Bilim Seferi ile Antarktika'dan getirilen örneklerden tarafımızca izole edilmiş ekstrem koşullara dayanıklı mikroalglerin uzayda kullanımına yönelik bir çalışma gerçekleştiriliyor. Antarktik ve ılıman bölge mikroalglerinin uzay ortamında büyümesinin incelenmesi ve büyümeleri sırasında nasıl tepkiler verdiği gözlenecek ve büyüme verileri karşılaştırılacak." "UZAY KOŞULLARINDA GÖZLEMLENECEK" Uzay misyonu için yapacakları çalışmanın aşamaları konusunda bilgi veren Özçimen, şunları kaydetti: "Mikroalgler farklı sistemler içerisinde yetiştirilerek uzay koşullarına maruz bırakılacak ve bu süreç içerisinde meydana gelen farklılıklar gözlemlenip kaydedilecek. Uzay misyonu tamamlandıktan sonra uzaydan getirilen mikroalg örnekleri üzerinde ekibimiz tarafından YTÜ 'Algal Biyoteknoloji ve Biyoproses Laboratuvarı' altyapısında analizler gerçekleştirilecek. Bu çalışmayla Türkiye'nin Antarktika bölgesindeki istasyonundan toplanıp izole edilen mikroalgler ilk kez uzayda denenecek. Çalışma sadece Türkiye için değil tüm dünya için de bir ilk olacak." Özçimen, çalışma sonunda elde edilecek verilerin, hem literatüre hem de sonraki uzay misyonlarında geliştirilecek teknolojilere katkı sağlayacağını, sadece fizik bilimleri değil, canlı bilimleri üzerine çalışacak genç araştırmacılara da ilham kaynağı olacağını ifade etti. Önceki uzay misyonlarında ılıman koşullarda yetişen farklı mikroalglerle yapılan çalışmaların mevcut olduğunu, kendi çalışmalarında ise ilk kez kutup mikroalglerinin uzayda bir deneyde kullanılacağını kaydeden Özçimen, "Proje ayrıca kutup mikroalglerinin uzayda farklı yöntemlerle üretiminin ve dünyada gerçekleştirilecek analizlerinin, ılıman bölge mikroalgleriyle karşılaştırılması yönünden de bir ilk. Ülkemiz için uzay bilim misyonu çalışmasında Antarktika mikroalglerinin kullanılmasıyla, yine ülkemiz için stratejik alanlardan birisi olan kutup çalışmalarının birlikte yürütülmesi büyük önem taşıyor" dedi. Prof. Dr. Didem Balkanlı Özçimen, sözlerini şöyle tamamladı: "Bu çalışmada elde edilecek veriler oldukça kıymetli olup mikroalglerin ileride gerçekleştirilecek uzun süreli uzay misyonlarında, özellikle gıda, enerji, çevre ve sağlık gibi birçok alanda kullanımı noktasında önem arz edecek. Ülkemizin ilk astronotu ile yapacağı uzay yolculuğunda bilimsel çalışmaların bir parçası olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Dünyamız ve ülkemiz için çalışıp üretmek çok güzel ve değerli." Kaynak:DHA

Dünyaya 1.000 Yıl Daha Asteroid Çarpmayacak

İnternette gezinirken, her ay Dünya’nın yakınından bir göktaşı veya başka bir cismin geçeceği haberleriyle karşılaşırız. Hatta bazı komplo teorileri, bu cisimlerin Dünya'ya çarpma ihtimalinin yüksek olduğundan bahseder. Fakat bu sefer, önümüzdeki 1.000 yıl boyunca bunun gerçekleşmeyeceğini söyleyen iyi bir haberle karşı karşıyayız. NASA ve diğer gözlemevleri, Güneş Sistemi’nde keşfedilen her nesnenin yörüngesini izliyor ve özellikle “yakın Dünya nesneleri” (NEO’lar) olarak adlandırılan daha büyük boyuttaki nesneleri yakından takip ediyor. Çünkü bu nesneler, Dünya ile kesişirse yıkıcı etkilere neden olabileceği için dikkatle incelenmesi gerekiyor. Astrofizikçiler, nesnelerin gelecekteki yörüngelerini tahmin edebildikleri için, Güneş Sistemi’mizin bir bölümüne girip girmeyecekleri hakkında öngörüde de bulunabiliyor.Astronomlar, bu zamana kadar nesnelerin gelecekteki yörüngelerini yaklaşık 100 yıl ileriye kadar tahmin edebildiler. NASA’nın açıkladığına göre, önümüzdeki 100 yıl içinde Dünya’ya 140 metreden daha büyük boyutta hiçbir asteroit çarpmayacak. Daha iyi bir haber ise; Colorado Üniversitesi’nde Oscar Fuentes-Muñoz önderliğindeki bir ekipten geliyor: Önümüzdeki 1.000 yıl içinde asteroitlerin yolunun Dünya ile kesişme ihtimali yok. Daha uzun zaman ölçeklerinde bu tahmini yapmak kolay değil, çünkü yörünge belirsizlikleri sıklıkla yaşanabiliyor. Fakat ekibin aktardığına göre, bu sınırlamayı aşmak için Minimum Yörünge Kesişim Mesafesi’nin (MOID) gelişimi analiz ediliyor. MOID, bir asteroit veya kuyruklu yıldızın Dünya'nın yörüngesiyle en yakın noktada kesiştiği mesafeyi ifade ediyor. Bir cismin Dünya'ya olan potansiyel yakın geçişlerini ve çarpma riskini değerlendirmek için kullanılan önemli bir ölçüt olarak kabul ediliyor.Bu yöntemi kullanarak, ekip gelecek 1.000 yıl içinde NEO’ların çoğunun gezegenimize çarpma olasılığını yok etti. Bize çarpması en muhtemel 7482 (1994 PC1) isimli nesnenin ise sadece %0.00151 olasılığı bulunuyor. Tahminlere göre, 1 km üzerindeki nesnelerin %95’i keşfedilmiş durumda. Bu yüzden, henüz bulunamayan nesnelerden birinin doğrudan bize yöneliyor olma ihtimali de söz konusu. Ancak, büyük bir asteroidin Dünya’ya çarpma olasılığı oldukça düşük. Yine de NASA, her türlü olasılığa karşı hazırlık yapıyor. Geçtiğimiz yıl, DART görevi kapsamında bir uzay aracını asteroide çarptırarak, asteroidin yönünü değiştirmeyi başarmışlardı. Kaynak:İHA

Ahşap Uydular Uzayın Çöplerini Temizleyecek

Uzay, romantik tarafından bakmayı bırakınca epey acımasız bir yer. Haliyle oraya gönderdiğimiz tüm uzay araçlarının, uyduların dayanıklı malzemelerden üretilmesi gerekiyor. Durum buyken de kimsenin aklına malzeme olarak ahşap kullanmak gelmemiş. Ancak Japonya'da LignoSat isimli bir proje yürüten araştırma ekibi, yaratıcı bir bakış açısıyla esnek, dayanıklı ve hafif bir malzeme olarak ahşabın kullanılabileceği düşüncesi üzerine çalışmaya başlamış. Tabii ki üzerinde çalıştıkları spesifik bir ağaç var; manolya ağacı ve ondan elde edilen ahşap. Ahşap uyduların hayata geçirilmesi durumunda yörüngemizde biriken dev uzay çöplerinin de sorun olmaktan çıkabileceği düşünülüyor. Çünkü uyduların atmosfere girerek yanmaya başladığı sırada geride bıraktığı kimi parçalar yanmadan uzay boşluğunda kendi mini yörüngelerinde sıkışıp kalabiliyor ve bu da zaman içinde dev uzay çöplüğünün bir parçası olmalarına neden oluyor. Ancak tahmin edeceğiniz üzere, ahşap bir materyal için bu söz konusu değil.Yürütülen proje kapsamında Uluslararası Uzay İstasyonu'nda bir modülün etrafına numune ahşap parçaları yerleştirildi. 290 gün boyunca uzayda yüksek radyasyona maruz kalan ve test edilen parçalar, dünyaya geri getirildi ve incelendi. İncelemeler ve dayanıklılık testleri, numune ahşap parçalarında herhangi bir deformasyon, bozulma ya da hasar tespit edilmediğini ortaya koydu. Ekip, NASA ve JAXA ortaklığında 2024 yılında gerçekleştirilecek bir görevde de teste devam edecekler. Ayrıca nano ölçekte hasar olup olmadığının anlaşılması için de çeşitli incelemeler gerçekleştirilecek. Ancak şimdiye kadar elde edilen veriler, özellikle sayısı epey fazla olan küçük ve orta ölçekli uydular için ahşabın umut vadeden bir materyal olduğunu ortaya koyuyor. Kaynak:Basın Bülteni

Yerli Uydu Çalışmaları Geleceğimizi Yönlendirecek

Milli teknoloji hamlesi sayesinde dijitalleşme yolunda ciddi yol alan Türkiye, bu meseleyi bir devlet politikası olarak da ele aldı. Böylece, farklı alanlarda yerli teknoloji ürünleri birbiri ardına hayata geçirildi. Bunların başında ise uydu sistemleri ve yazılımları geliyor. Türkiye sadece haberleşme alanında değil savunma sanayiinden tarıma kadar farklı sektörleri ilgilendiren uydu yatırımlarıyla son dönemin öne çıkan ülkeleri arasında yer alıyor. Türkiye uzay teknolojileri özellikle haberleşme ve veri güvenliği alanlarında ülkemize gelecek dönemde avantaj sağlayacak. Uzun vadede ise uzay yarışı içindeki devler liginde yer almamızı sağlayacak. SAVUNMA SANAYİİ İÇİN HAYATİ ÖNEMDE TÜRKSAT 6A, Türkiye’de yerli olarak geliştirilen ve ülkemizin uzay alanındaki yeteneklerimizi daha da ileri götürmeyi amaçlayan ilk haberleşme uydusu projesi olarak öne çıkıyor. Türkiye bu proje sayesinde uzaydaki yerini alırken, özellikle savunma sanayii alanında yüzde yüz bağımsızlık alanında önemli bir adım atacak. Çünkü İHA ve SİHA’lar başta olmak üzere birçok savunma sanayii ürünü yeri uydu iletişimi ile hareket edecek ve ülkemiz istihbarat alanında da önemli kazanım sağlayacak. Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) UZAY tarafından tasarlanıp, geliştirilen Türkiye'nin ilk yerli ve milli yüksek çözünürlüklü görüntüleme uydusu İMECE’nin uzaya fırlatılması da uluslararası alanda ses getirdi. MİLLİ HABERLEŞME AĞI 1994 yılında göreve başlayan TÜRKSAT 1B ve takip eden TÜRKSAT 1C, 2A, 3A, 4A, 5A ve 5B uyduları, yurtdışı firmalardan temin edildi. Son olarak 5B uydusunu Ocak 2021’de uzaya fırlattık. TÜRKSAT 6A projesinde ise TÜBİTAK UZAY, daha önceki RASAT ve GÖKTÜRK-2 projelerinde kazanılan uzay alanındaki tecrübelerinden de faydalanarak, proje ortakları TUSAŞ, ASELSAN ve CTECH firmaları ile birlikte milli haberleşme uydu platformunu geliştirdi. 2024 BAŞINDA FIRLATILIYOR Yerli imkanlarla üretilen TÜRKSAT 6A, 2024’ün ilk aylarında fırlatılacak. Böylece ülkemiz kendi uydu teknolojisine sahip ender ülkelerden biri olacak. Yakıt dâhil, 4 tonun üzerinde bir kütleye sahip olacak olan uydu, 42 derece doğu boylamında yer sabit yörüngeye yerleştirilecek. TÜRKSAT 6A Uydusu, Türkiye’nin yanı sıra Avrupa, Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Asya kıtasının büyük bir bölümündeki son kullanıcılara hizmet edecek. Proje kapsamında, uydu üzerinde kullanılacak yeni geliştirilen birçok alt sisteme uzay ve uydu tarihçesi kazandırılacak ve söz konusu alt sistemler, milli haberleşme uydularının alt yapısını oluşturacak. Projede son aşama olan Uçuş Modeli testlerine başlanmış, uydunun uzay koşullarına uygunluğu ve işlevselliğine yönelik testlerde artık son aşamaya gelindi. UZAYDA YER KAPMA YARIŞI 1950’li yıllardan itibaren uzayda çalışma yürütmeye başlayan ülkeler, yeni keşifler yapmak, gezegenler, galaksiler ve derin uzay hakkında daha fazla bilgiye sahip olmak için kıyasıya yarışıyor. Türkiye de 2018’de Türkiye Uzay Ajansı’nı kurarak uzay ve havacılık bilimi ve teknolojilerine yönelik amaçlar doğrultusunda çalışmaya başladı. UYDULAR ARASI HABERLEŞME SİSTEMİ Türkiye’nin uydu alanındaki çalışmalarına bakıldığında, TÜRKSAT-6A Milli Haberleşme Uydu Projesi’nin gereksinimler doğrultusunda ve proje takvimine göre süren faaliyetleri, proje paydaşları ve ilgili kurumlarca yakından takip ediliyor. TÜRKSAT-6A’nın da başarıyla fırlatılması hedefleniyor. Kaynak:AA

Türkler'in İlk Uzay Yolculuğu

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank da Gezeravcı ve Atasever’in eğitim sürecini yakından takip ediyor. ABD’de sıkı eğitimden geçen Türkiye’nin ilk uzay yolcuları, görevlerine ilişkin Houston’da eğitim gördükleri merkezde değerlendirmede bulundu. İLANI TESADÜFEN GÖRDÜ Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın resm internet sitesinde yer alan habere göre, Uluslararası Uzay İstasyonu’na gidecek Alper Gezeravcı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde görevine devam ederken uzay görevine katıldığını söyledi. Uzay yolculuğuna başvurma sürecinin tesadüf eseri olduğunu belirten Gezeravcı, “Bir gece yarısı uçuş görevinden döndükten sonra televizyon ekranında Cumhurbaşkanı’mızın yapmış olduğu açıklamadan, ‘Türk Astronot ve Bilim Misyonu’ kapsamında uzaya gönderilecek ilk Türk’ün seçim aşamalarına yönelik halkımıza yapılan davet ve ilanından haberdar oldum. Ertesi sabah tekrar haberlerde aynı içeriğe ilişkin kesitleri gördükten sonra internet sayfasında Türkiye Uzay Ajansının detaylı kriterlerini inceledim. Kriterlere yeterlilik gösterdiğimi gördükten sonra, 2-3 hafta civarında, halihazırda bu mesleği, uzay kapsamında çalışmaları icra etmiş geçmiş yıllardaki astronotların bilgilerini inceleyince karara varıp programa başvurdum.” ifadelerini kullandı. Gezeravcı, seçim sürecinde her ne kadar her aşamayı bitirdikten sonra mutlu, gönül rahatlığıyla ayrılmış olsa da seçilmeye yönelik herhangi bir öngörüsü olmadığını dile getirdi.  ABD’deki eğitime gelmeleriyle sürece ilişkin resmi çok daha net görme imkanları olduğunu vurgulayan Gezeravcı, kendilerini bekleyen süreçler, fiziki şartlar, görevin icrası ve beklenmeyen senaryolara ilişkin de çok daha net fikir sahibi olduklarını anlattı. Gezeravcı, uzay görevinin 2023’ün son çeyreğinde gerçekleştirilmesinin planlandığına işaret ederek, net takvime ilişkin yakın zamanda bilgi edinme imkanının olacağını belirterek, “Önümüzde 6 aylık takvim var. 6 ay içi çok dolu, çok fazla eğitim içerikleriyle bezenmiş bir süreç, dolayısıyla sürecin nasıl geçtiğini dahi anlamayacağız.” dedi. EĞİTİM İÇERİKLERİ Eğitim içeriklerine de dikkati çeken Gezeravcı, “Eğitim içeriklerinde vakıf oldukça bizi şaşırtan birçok kısım var. Daha önce böyle bir sürecin içinden geçmemiş olmamız ve izlediğimiz açık kaynak bilgilerde de erişemediğimiz detaylara vakıf oldukça, şu an çok da fazla telaffuz edemeyeceğim bazı detaylar vesilesiyle eğitimin ne derece kapsamlı içerik ve detay barındırdığı konusunda şaşkınlığımızı gizlemiyoruz.” diye konuştu. UZAYDA 14 GÜN KALMASI PLANLANIYOR Gezeravcı, uzay görevi için fırlatmanın Florida’daki Kennedy Uzay Merkezi’nden gerçekleşeceğini belirterek, uzayda 14 gün kalmasının planlandığını, bu süreçte TÜBİTAK tarafından seçilen deneylerin gerçekleştirileceğini bildirdi. Uzay görevinde herhangi bir konunun kendisini özel olarak zorlayacağını düşünmediğini vurgulayan Gezeravcı,  “Bu zamana kadar zaten icra etmiş olduğum görevim, günlük yaşam şartlarının dışında, ekstrem şartlarda icra edilmesi gereken görev içeriklerini, koşullarını barındırıyordu. Bunun haricinde alışık olmadığımız yer çekimsiz ortam ya da ‘mikrogravity’ çok minimal oranda yer çekiminin olduğu ortamda, hareketin belki değişik gelebilecek dinamiğini yaşama, tecrübe etme şansı olacak ama bunların hiçbirini zorlayacak şartlar olarak görmüyorum” şeklinde konuştu. NİHAİ HEDEFİM AYA GİTMEK Tuva Cihangir Atasever de uzay yolculuğu rüyasının nasıl başladığını anlattı.Atasever, “Esasında çocukluğumdan beri ‘Astronot olacağım, uzaya gideceğim gibi bir hayalim vardı’ diyemem. Benim için uzay yolculuğu rüyası 2014 yılında ilk olarak cereyan etti. Benim nihai hedefim ve arzum Ay’a gitmek. Ay’a yolculukta da alçak dünya yörüngesinde gerçekleştirilecek bir misyonun parçası olmak rasyonel adımlardan birisiydi. İlk bu şekilde karar verdim diyebilirim.” diye konuştu. Türkiye’nin ilk insanlı uzay misyonu açıklandığı zaman çok heyecanlandığını aktaran Atasever, “Milli Uzay Programı açıklandığı, bir Türk uzay yolcusu seçileceği ilk duyurulduğu zaman kafama koymuştum zaten başvuru yapmayı. Mayıs 2022’de başvuru süreci başlayınca da başvurdum. Başvuru süreci oldukça uzundu. Son derece yoğun, zorlu testlerden, eleme aşamalarından geçtik. Hem uzaktan yapılan birtakım zeka testleri, analitik düşünce testleri, psikolojik testler, daha sonra da fiziksel olarak yapılan birtakım çevresel testler, mülakatlar gibi eleme süreçlerinden geçtik. Toplamda 10 aya yakın süren bir süreçti, sonucunda burada olmak muazzam.” ifadelerine yer verdi. Kaynak:AA

Türk Öğrenciler ISEF Bilim ve Mühendislik Yarışması'nda Ödül Kazandı

TÜBİTAK'tan yapılan açıklamaya göre, Amerika Birleşik Devletleri'nin Dallas şehrinde düzenlenen yarışmaya 64 ülkeden 1307 projenin sahibi 1638 öğrenci katıldı. TÜBİTAK tarafından desteklenen 3 projenin sahibi Türk öğrenciler Regeneron ISEF büyük ödülünü, 3 projenin sahibi Türk öğrenciler ise özel ödül kazandı. Gaziantep Özel Sanko Koleji öğrencilerinden Sude Naz Gülşen ve Ekin Asyalı, "Vücutta ve İçeceklerde Bulunan Yabancı Maddelerin Tespitini Yapabilen Akıllı Hidrojel Sentezi ve Hidrojelli Bileklik Tasarımı" projeleriyle hem kimya alanında yarışma birinciliğini hem de Sigma Xi (The Scientific Research Honor Society Third Physical Science Award) özel ödülünü elde etti. Biyokimya alanındaki yarışmada üçüncülük ödülüne Balıkesir Şehit Prof. Dr. İlhan Varank Bilim ve Sanat Merkezi'nden Azra Demirkapılar ve Aslı Ece Yılmaz, "Yeşil Sentezle Grafen Kuantum Noktalarının Eldesi ve Gqds-Kalsiyum Aljinat Filmlerinin İlaç Salınım Özelliklerinin İncelenmesi" projeleriyle hak kazandı. Robotik ve Akıllı Makineler alanında ise üçüncülük ödülünü alan İstanbul Atatürk Fen Lisesi'nden İrem Duran, İbrahim Utku Derman ve Kerem Arslan, "Bana Alfabemi Öğret" projeleriyle ISEF Büyük Ödülü'ne de layık görüldü. Kocaeli Fen Lisesi'nden Ahmet Kağan Altay "Dört Ayaklı İnsansız Kara Aracı Tasarımı" projesiyle King Fahd University of Petroleum and Minerals (KFUPM) özel ödülüne layık bulundu. TÜBİTAK Özel Ödülü'nü de malzeme bilimi (Materials Science) alanında "Radyoterapi Uygulamaları İçin Yeni Bir Bolusun Geliştirilmesi (Development of a Novel Bolus Material for Radiotherapy Applications)" projeleriyle İzmir Özel Çakabey Koleji'nden Arda Yeşilyurt ve Selin Yılmaz kazandı. Erdoğan'dan Ödül Alan Gençlere Tebrik Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Uluslararası Regeneron ISEF Bilim ve Mühendislik Yarışması'nda ödül alan gençleri tebrik etti. Kaynak:Basın Bülteni

Üsküdar Üniversitesi TRGENMER'in Projesi Uzay Yolcusu Seçildi

Üniversite açıklamasına göre, Türkiye Cumhuriyeti'nin 100'üncü yılında bir Türk astronot Uluslararası Uzay İstasyonu'nda belirlenen projeler hakkında araştırmalarda bulunacak. Uzay, havacılık ve teknoloji festivali TEKNOFEST'te uzaya gidecek bir asil ve bir yedek isim ilan edildi. Buna göre Türk uzay yolcuları Gezeravcı ve Atasever (yedek), Uluslararası Uzay İstasyonu'nda yaklaşık 2 hafta boyunca üniversite ve araştırma kurumları tarafında hazırlanan 13 farklı deney gerçekleştirecek ekip arasında olacak. Uluslararası Uzay İstasyonu'nda, 14 gün boyunca 13 proje üzerine yoğunlaşacak olan Türk astronotların gerçekleştireceği deneyler arasında Üsküdar Üniversitesi TRGENMER tarafından geliştiren 'Message (Microgravity Associated Genetics) Bilim Misyonu' projesi de yer aldı. Uzaya gidecek araştırma başvuruları TÜBİTAK, TUA ve Axiom Space uzmanlarından oluşan bir komisyon tarafından değerlendirildi. Bilimsel katkı, değer, maliyet, takvim, yapılabilirlik ve Uluslararası Uzay İstasyonu altyapılarına uyumluluk gibi kriterlerin proje seçiminde etkili olduğu biliniyor. Üsküdar TRGENMER Araştırmacıları, Büşra Tekirdağlı, Özge Demir, Ebru Çam, Fatmanur Erkek, Berranur Sert ve Gamze Gülden tarafından geliştirilen proje, uzaydaki gelecek açısından önemli bir alana dikkati çekiyor. Açıklamada görüşlerine yer verilen Proje Yöneticisi Dr. Öğr. Üyesi Cihan Taştan, şu değerlendirmeyi yaptı: 'Deney ile Türk astronotumuzun genetik profilinin analizi ve mikro yerçekimi ortamı sağlayan akustik levitasyon cihazında anti-kanser, proliferasyon ve immunojenik etkilerinin araştırılmasını hedeflemekteyiz. Yerçekimsiz ortamdan etkilenen henüz işlevi keşfedilememiş genlerin tespit edilmesi ve uzay görevlerinde, bağışıklık hücrelerinden hangilerinin yer çekimi tarafından direkt olarak etkileneceğini, CRISPR gen mühendisliği yöntemleri ile araştıracağız. Kaynak:AA

Avrasya’nın Biyoteknoloji Üssü Yükseliyor

Türkiye'nin biyoteknoloji sektöründeki önemli adımlarından biri olarak karşımıza çıkan İstanbul Tuzla'daki Biyoteknoloji Vadisi, büyük bir hızla ilerliyor. 2625 dönüm alan üzerine yayılan bu vadide, sektörün çeşitli alt sektörlerinden gelen 150'den fazla biyoteknoloji firması üretim faaliyetlerini gerçekleştirecek. Ayrıca, biyoteknoloji ile ilgilenen yaklaşık 300 küçük firma da bu özel bölgede kendilerine yer bulacak. Biyoteknoloji Sanayicileri Derneği Liderliğinde İlerliyor Biyoteknoloji Vadisi'nin oluşumunda öncülük rolünü üstlenen Biyoteknoloji Sanayicileri Derneği, sektörün büyümesi ve gelişimi için önemli bir paydaş olarak öne çıkıyor. Bu özel vadide OSB (Organize Sanayi Bölgesi) statüsü geçerli olacak ve yapılan çalışmalar sonucunda OSB tüzel kişiliği kazanmış durumda. Vadinin yönetim kurulu başkanlığını ise Ercan Varlıbaş üstleniyor. Biyoteknoloji Vadisi Doluluk Rekoru Kırıyor Mayıs ayının sonuna gelinmesiyle birlikte arazi satın alma ve kamulaştırma çalışmalarının başlayacağı Biyoteknoloji Vadisi'nde, sektörün bütün alt sektörlerine yer verilecek. Bu özel merkezde, biyoteknolojiye yönelik katma değeri yüksek ürünler üretilecek. Ayrıca, teknoloji geliştirme bölgesi, test ve kalibrasyon merkezi, laboratuvarlar, start-up merkezleri ve araştırma-geliştirme ofisleri gibi önemli tesisler de burada yer alacak. Avrasya'nın En Büyük Biyoteknoloji Üssü Biyoteknoloji Vadisi, sadece Türkiye'nin değil, Avrasya'nın da biyoteknoloji üssü olmayı hedefliyor. Bu nedenle, sektörün yerli ve yabancı lider firmaları da bu merkeze taşınacak ve işbirlikleri gerçekleştirilecek. Vadinin henüz kamulaştırma sürecinde olmasına rağmen, şaşırtıcı bir şekilde yüzde 85 doluluk oranına ulaşmış durumda. Bu, sektörün Biyoteknoloji Vadisi'ne olan güvenini ve talebini gösteren önemli bir gösterge olarak karşımıza çıkıyor. “Türkiye, Biyoteknoloji Arenasında Yeni Bir Döneme Hazırlanıyor!” Biyoteknoloji Vadisi'nin Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Ercan Varlıbaş, kurulacak olan biyoteknoloji vadisi ve ekosistemiyle ilgili önemli bir değerlendirmede bulundu. Dr. Varlıbaş, şunları söyledi: “Biyoteknoloji Vadisi, Türkiye'nin biyoteknoloji alanındaki potansiyelini maksimum düzeyde kullanmayı hedefleyen önemli bir girişimdir. Bu vadide, sektörün öncü firmalarını bir araya getirerek, inovasyon ve Ar-Ge çalışmalarını destekleyecek bir ekosistem oluşturmayı amaçlıyoruz. Amacımız, biyoteknoloji sektörünün güçlenmesine katkı sağlamak, yeni ürünler ve teknolojiler geliştirmek ve Türkiye'yi biyoteknoloji alanında bir merkez haline getirmektir. Biyoteknoloji Vadisi, özel teşvikler ve avantajlı koşullar sunarak, sektörde faaliyet gösteren firmaların rekabet gücünü artıracak. Aynı zamanda, işbirlikleri ve ortak projelerin önünü açacak bir platform sunarak, sektördeki paydaşları bir araya getireceğiz. Bu vadide yer alacak olan firmalar, yüksek lisans ve doktora derecesine sahip nitelikli çalışanlarla çalışacak ve biyoteknoloji alanında katma değeri yüksek ürünler üretecek. Biyoteknoloji Vadisi'nin, Türkiye'nin ve Avrasya'nın biyoteknoloji üssü olması için büyük bir fırsat olduğunu düşünüyoruz. Burada faaliyet gösterecek olan firmalar, sektördeki yenilikleri ve teknolojik ilerlemeleri yakından takip edecek, uluslararası düzeyde rekabet edebilecek ve Türkiye'nin biyoteknoloji sektöründeki itibarını artıracaktır. Ayrıca, Biyoteknoloji Vadisi'nin, üniversiteler ve araştırma kurumlarıyla işbirlikleri içinde olması, bilimsel ve akademik alanda da büyük bir ivme sağlayacaktır. Biyoteknoloji Vadisi'nin kurulmasında emeği geçen herkese teşekkür ederiz. Türkiye'nin biyoteknoloji arenasında yeni bir döneme hazırlandığına inanıyoruz ve bu vadide yer alacak olan firmaların büyük başarılara imza atacaklarına inancımız tam.” Kaynak: Basın Bülteni

Türkiye Göz Damlası Üretmeye Başladı

Global ilaç şirketi AbbVie, Abdi İbrahim’in Esenyurt’taki bir kampusunda dev bir üretim tesisi kurdu. Uluslararası arenada immünoloji, Onkoloji, Hematoloji, Nöroloji gibi zorlu hastalıklar için ilaç üretimi gerçekleştiren şirket, bugüne kadar Türkiye’ye ithal ettiği göz damlası grubundaki ürünlerin tamamını artık Türkiye’de üretecek. İHRACAT YAPACAK 20 milyon Euroluk yatırımla hayata geçirilen tesisin dünyadaki sayılı göz damlası üretimi tesislerinden biri olacağını söyleyen AbbVie Türkiye Genel Müdürü Mete Hüsemoğlu, ‘‘Bu tesisi çok ciddi bir teknoloji transferiyle birlikte kuruyoruz. Pilot üretimlere başladık. Ticari üretimlere de bu yıl sonunda veya önümüzdeki senenin başında başlayacağız’’ dedi.Üretim tesisinde iki farklı hat bulunacağını vurgulayan Mete Hüsemoğlu, “Bir hatta damlalık şeklinde çoklu dozların olduğu, alerjiler için kullanılan göz damlaları üretilecek. Diğer hatta ise gözyaşı damlaları gibi tekli dozla kullanılan göz damlaları olacak. Tekli dozların yıllık üretim kapasitesi 50 milyon kutu civarında. Çoklu dozların kapasitesi yıllık 9 milyon adet olacak. Bu bizim yıllık tüketimimizin yüzde 50’sine denk gelen bir rakam. Dolayısıyla burada oluşacak kapasite ihracatta da değerlendirilebilir’’ şeklinde konuştu. AR-GE BÜTÇESİ 10 MİLYON EURO 2013’te kurulan genç bir şirket olan AbbVie 70’in üzerinde ülkede faaliyet gösteren bir şirket. Şirketin globalde 50 binin üzerinde, Türkiye’de ise 480 çalışanı bulunduğunu ifade eden Hüsemoğlu, ayrıca 30’un üzerinde ilacı piyasaya sundukları bilgisini de verdi. Hüsemoğlu, “Çok güçlü bir araştırma geliştirme harcamamız var. Türkiye’de klinik çalışmalar için 10 milyon Euro'nun üzerinde bütçemiz bulunuyor. Ancak Türkiye’nin ilaç Ar-Ge’si konusunda dünyadan çok daha fazla pay alması gerektiğini düşünüyorum” ifadelerini kullandı. 1 MİLYAR DOLARLIK FON GELEBİLİR Hüsemoğlu, ilaç sektörünün dünyada araştırma geliştirmeye en fazla kaynak ayrılan sektörlerden biri olduğuna dikkat çekti. Dünyada her yıl ilaç Ar-Ge’sine 200 milyar doların üzerinde bir bütçe harcandığını söyleyen Hüsemoğlu, şöyle devam etti: “Türkiye’de satılan ilaçların dünya ilaç pastasındaki payının binde 7 civarında olduğunu düşünürsek, sadece ilaçtan aldığımız payı Ar-Ge’den de alsak Türkiye’ye her sene aşağı yukarı 1 milyar Dolar civarında bir fon gelirdi. Şu an için bu pay alınmıyor ama Türkiye bu konuda iyi gelişim gösteren ülkelerden biri. Türkiye’deki sağlık otoritelerinin, klinik araştırmaları artırma konusunda çok ciddi bir isteği var.’’ İLAÇ BULMA SIKINTISI YOK Mete Hüsemoğlu, son dönemde Türkiye’de bazı ilaçların bulunamadığına dair yorumları hatırlattığımızda ise şunları söyledi; “Benim iki şapkam vardı. Biri AbbVie genel müdürlüğü, diğeri de Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği’nin (AIFD) yönetim kurulu başkanlığı. Bu şikâyetleri ben de medyadan duyuyorum. Ancak biz dernek olarak bugüne kadar böyle bir sorunla hiç karşılaşmadık. Herhangi bir tedavide ilaç bulunması gibi bir sorunumuz olmadı. Dernek başkanı olarak bir ilaç sorunu yaşandığına dair bilgi de gelmedi.” Kaynak:AA

NASA'dan Şaşırtan Araştırma

Mashable internet sitesinde yer alan habere göre, 1986'da Uranüs'ün yakınlarından geçen Voyager 2 uzay aracının gönderdiği onlarca yıllık verileri inceleyen bilim insanları, söz konusu uydulardan Titania ve Oberon'da yaşamı destekleyecek sıcaklıklarda su olabileceğini tespit etti. Yeni bilgisayar modelleme tekniklerini kullanan araştırmacılar, Voyager 2'nin verilerini yeniden analiz etti ve buz devinin 27 uydusundan dördünün çekirdek ile kabukları arasında muhtemelen sıvı halde su bulunabileceği sonucuna vardı. Araştırmacıların kullandığı yeni bilgisayar modellerinde Satürn'ün uydusu Enceladus ve cüce gezegen Ceres dahil olmak üzere Güneş Sistemi'ndeki okyanus dünyalarının keşfedildiği daha önceki görevlerde elde edilen verilerden yararlanıldı. Araştırmada Ariel, Umbriel, Titania ve Oberon uydularında kilometrelerce derinlikte tuzlu su okyanuslarının bulunabileceği belirlendi. Söz konusu uydular, gün geçtikçe genişleyen Güneş Sistemi'nde bulunan okyanus dünyaları listesine dahil edildi. NASA'nın Güney Kaliforniya'daki Jet Tahrik Laboratuvarı Baş Araştırmacısı Julie Castillo-Rogez, yeni verilerin 1126 ila 1600 kilometre çapındaki uyduların sıvı okyanusları destekleyebilecek sıcaklıklara ulaşamayacağına yönelik görüşleri değiştirdiğine işaret etti. Castillo-Rogez, "Cüce gezegenler ve uydular gibi küçük gök cisimleri düşünüldüğünde gezegen bilimciler, daha önce cüce gezegenler Ceres ve Pluto ile Satürn'ün uydusu Mimas dahil olmak üzere pek çok imkansız yerde okyanus olduğuna dair kanıtlar elde etmişti yani sürekli olarak henüz anlayamadığımız olgular karşımıza çıkabiliyor." dedi. Uranüs'ün en büyük beş uydusundan sadece Miranda'nın bir okyanus için yeterli ısıyı muhafaza edemeyecek kadar küçük olduğu düşünülüyor. Araştırmacılar, ayrıca teleskoplardan alınan, muhtemelen Ariel'in buzlu volkanlarından yükselerek yüzeye doğru akan maddeleri gösteren kanıtlar tespit etti. Öte yandan bilim insanları, buz devi ve uydularındaki suların donmasını engelleyen ısının kaynağının ne olduğu da dahil olmak üzere çözülmesi gereken daha birçok konunun bulunduğunu vurguladı. Araştırmada Uranüs'ün çekim kuvvetinin bu ısıyı sağlamak için yeterli olmadığı belirlendi. Uzmanlar, buzlu Uranüs'ün en büyük uydularında muhtemelen yaygın bulunan tuz ve amonyağın antifriz görevi gördüğünü, ısı kaynağının da uyduların yer kabuğundan yükselen sıcak sıvılar olduğunu düşünüyor. NASA, bu yıl gelecekteki uzay görevleri için Uranüs ve uydularına öncelik verdi. Buna yönelik bir görevin en erken 2031 veya 2032'de başlayabileceği öngörülüyor. James Webb Uzay Teleskobu da yakın zamanda 7. gezegen Uranüs'ün etrafındaki 11 halkanın görüntüsünü yakalamıştı. NASA, gelecekteki görevlere hazırlanmak için Dünya'dan yaklaşık 3 milyar kilometre uzakta olan eğimli buz devi hakkında daha fazla bilgi edinmeye çalışıyor. Araştırmanın sonuçları, Journal of Geophysical Research dergisinde yayımlandı. Kaynak:AA

8 Mayıs Dünya Talasemi Günü Nedir

8 Mayıs Dünya Talasemi Günü dolayısıyla açıklama yapan Prof. Dr. Kılınç, "Talasemi, genetik bir bozukluk sebebiyle hemoglobin zincirinden en az birinin gerekenden az üretilmesi sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır" dedi. Prof. Dr. Kılınç, Türkiye'de taşıyıcı oranı yüksek olduğundan, evlilik öncesi eşlerin, özellikle akraba evlilikleri durumunda aynı genetik materyali taşıyan bireylerin her birinin talasemi testi yaptırmasının zorunlu kılındığına dikkat çekti.Talasemi genetik geçişli bir hastalıktır Talesemide eşlerin her ikisinin de taşıyıcı olduğu durumların risk oluşturacağını belirten Prof. Dr. Kılınç, şu bilgileri paylaştı: "Talasemi, kalıtsal genetik geçişli hastalık olup, hasta bebek doğması için hem annenin hem de babanın taşıyıcı durumda olması gerekir. Eşlerin her ikisinin taşıyıcı olduğu durumda yüzde 25 hasta, yüzde 25 sağlam, yüzde 50 taşıyıcı çocuk doğma ihtimali vardır ve bu ihtimal her gebelikte aynıdır.Eğer eşlerden biri taşıyıcı, diğeri sağlamsa doğacak bebek yüzde 50 sağlam, yüzde 50 taşıyıcı olur. Eşlerin her ikisinin de taşıyıcı olduğu durum risklidir, doğum öncesi tanı gerektirebilir. Gebeliğin 8-12'nci haftaları arasında perinatoloji (yüksek riskli gebelik) hizmeti veren kadın doğum kliniklerine başvurması gerekir. Talaseminin ağır formunda, yani çocuğun yaşamın ilk üç yılında kan nakline başlandığı ve hayat boyu alyuvar nakline bağlı olduğu duruma "talasemi majör" denir. Hastalık ilk kez Akdeniz çevresi ülkelerde tanımlandığı için de "Akdeniz Anemisi" adıyla da anılır. Kalıtsal bir hastalık olduğundan, akraba evlilikleri sonucu, hasta çocuk doğma riski artar. Çocuğun yaşamın 3-6'ncı ayları arasında soluk, karaciğer ve dalak büyüklüğüne bağlı karın şişliği ile huzursuzluk sorunu yaşayabileceğine değinen Prof. Dr. Kılınç, "Çocuk, yaşamını devam ettirebilmesi, büyüme ve gelişimini normal sürdürülebilmesi için düzenli alyuvar aktarımına ihtiyaç duyar. Ancak her alyuvar aktarımında vücuda demir alınır, her 1 ml alyuvar ile 1.16 mg demir de vücuda alınmış olur" ifadelerini kullandı. Tedavi edilmezse komplikasyonlara yol açar. Hastaya aktarılan her bir ünite eritrosit ile yaklaşık 200 mg. demirin vücuda girdiğini kaydeden Prof. Dr. Kılınç, tedavi ve takip süreciyle ilgili şunları söyledi: "Düzenli kan aktarımları sonucu vücutta karaciğer, kalp, endokrin organlarda (sistemi oluşturan salgı bezleri, hipotalamus, hipofiz, tiroit, paratiroit, pankreas, yumurtalıklar, böbreküstü bezi, vb.) demir birikir ve yerleştiği organda hasara sebep olur. Deri altından enjeksiyon uygulamasında, tablet, granül veya süspansiyon formlarında demir bağlayıcı ajanlar vardır. Bu aşamada hastanın klinik ve laboratuvar tetkiklerinin tam teşekküllü bir sağlık kuruluşunda takibi gerekir. Hematolog yoksa çocuk hekimleri veya dâhiliye uzmanları da hastayı izleyebilir. Her ay kontrolle ferritin ve komplikasyonlar izlenmelidir."Her başlanan ilacın etkisi hakkında yorum yapabilmek için en az üç ay tek ilaç veya kombine tedavi uygulanmasını ve sık ilaç değiştirilmemesi gerektiğine vurgu yapan Prof. Dr. Kılınç, hastanın 10 yaşından itibaren sıkı takibi ve yılda en az bir kez tüm sistemlerinin, özellikle endokrin komplikasyonlarının tetkiklerle izlenmesinin büyüme ve gelişme takibi açısından önemli olduğunu ifade etti. Erken tanı ve tedavi büyük önem taşıyor. Talasemide erken tanı ve tedavinin büyük önem taşıdığının altını çizen Prof. Dr. Kılınç, sözlerini şöyle sürdürdü: "Talasemi, mutasyonu klinik seyrine göre "talasemi majör" veya "talasemi intermedia" olarak adlandırılır. Talassemi intermedialı hasta da homozigot durumda olduğu halde eritrosit transfüzyonlarına ihtiyaç duymaz veya başka sistemik hastalıkların eşlik ettiği durumda transfüzyon ihtiyacı olabilir. Ağır seyirli talasemi majorlu hastalar ise klinik yönden daha dikkatle izlenmelidir. Tedavide, doğum öncesi tanı programı ile ağır hastaların doğması önlenebilir. Her iki eş taşıyıcı ise gebe olduğu anlaşılır anlaşılmaz, gebeliğin erken dönemlerinde doğum öncesi tanı merkezlerine başvurulmalıdır." Doğum öncesi tanılamanın önemine de değinen Prof. Dr. Kılınç, şunları kaydetti: "Doğum öncesi 8-13'üncü haftalar arası chorion villus örneklemesi (plasentadan biyopsi alınması), 16-20'nci haftalarda kordosentezle olabilir. Bütün tetkik ve tedaviler 20'nci haftada tamamlanmalıdır. Çocuğun ağır mutasyonları taşıdığı biliniyorsa en kati çözüm doku grubu tutan kardeşler veya akrabaları varsa kök hücre naklidir. Bu seçeneği kullanamayan hastalar düzenli transfüzyon ve şelasyon tedavisi ile normal yaşam sürdürebilir. Erken tanı ve tedavinin başlandığı hastalarda komplikasyonlar da önlenebilir. Talasemi erken tanı konulduğu ve tedavi edildiği durumda korkulacak bir hastalık değildir. Düzenli takip ve tedavilerini almak üzere, hastaların çalışmalarında da sakınca yoktur." Kaynak:İHA

Uzaya Çıkacak İlk Türk'ün Yapacağı Deneyler

Türkiye’nin uzaya gidecek ilk yolcuları, geçtiğimiz hafta düzenlenen Teknofest İstanbul’da açıklanmıştı. Bu isimler, Hava Kuvvetleri’nde F-16 pilotu olarak görev yapan Alper Gezer Avcı ve Roketsan’da sistem mühendisi olarak çalışmış Tuva Cihangir Atasever idi. Özel uzay şirketi Axiom Space ortaklığıyla, SpaceX uzay aracıyla Uluslararası Uzay İstasyonu’na gönderilecek isimlerin burada gerçekleştireceği deneyler de açıklandı. TÜBİTAK, 13 deneyin tanımını da paylaştı. İlk Türk uzay yolcusu, Uluslararası Uzay İstasyonu’nda bu görevleri yapacak: 1. UYNA (Uzay İçin Yeni Nesil Alaşımlar) Yüksek sıcaklıklara dayanıklı, yüksek mukavemetli alaşımların üretilmesi çalışması, KIBO modülünde bulunan ELF kullanılarak gerçekleştirilecek. Ergitme ve katılaşma prosesleri sırasında termofiziksel ve kristal büyümesi gibi özellikler üzerinde yerçekimsiz ortam etkileri araştırılacak. Ülkemizin uzay, havacılık ve savunma sanayii için yeni nesil malzeme geliştirme kabiliyeti kazanmasında önemli katkısı olması hedefleniyor. 2. gMETAL (Katı Fazdaki Parçacıkların Bir Akışkan İçindeki Dinamiğine Yerçekimsiz Ortam Etkisi) Kimyasal tepkimesiz koşullarda, katı parçacıklar ile akışkan ortamı arasında homojen bir karışımın oluşturulmasına yerçekiminin etkisi araştırılacak.  Böylece uzay araçlarının itki sistemlerinin daha verimli hale getirilmesi sağlanacak. 3. UzMAn (Uzay Görevleri İçin Mikroalgal Yaşam Destek Üniteleri) Dünyada zorlu koşullara adapte olan mikroalg türlerinin yerçekimsiz koşullar altında büyüme ve dayanıklılık testlerinin gerçekleştirilmesi, metabolik değişikliklerinin incelenmesi, CO2 yakalama performanslarının ve O2 üretim kabiliyetlerinin belirlenmesi için Bilim Misyonu ortağı TÜBİTAK MAM ile birlikte yaşam destek sistemi geliştirilmesi hedefleniyor. 4. EXTRAMOPHYTE (Ekstrem Halofit olan Schrenkiella Parvula’nın Tuz Stresine Verdiği Yanıtların Uzay Ortamında Araştırılması) Uzayda ve yeryüzünde yetiştirilen ve de tuz stresine maruz bırakılan A. thaliana ve S. parvula bitkilerinde yeni nesil dizileme ile (RNA-seq) transkriptomun ortaya konulması ve mikro yerçekiminde glikofitik ve halofitik bitkilerin tuz stresine verdikleri bazı fizyolojik ve moleküler yanıtların karşılaştırması hedefleniyor. 5. METABOLOM (Uzay Görevlerinde Bulunan Astronotların Metabolom/Transkriptomlarındaki Değişimlerin Analizi ve Ulusal Omik Veri Setlerinin Oluşturulması) Uzay koşullarının insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinin ortaya çıkarılması amaçlanıyor. Ayrıca bu olumsuz etkilerin azaltılmasına yönelik olarak, uzay görevine katılan astronotumuzun, uzay ortamı koşullarının etkisiyle gen ekspresyonlarında ve metabolizmalarında gerçekleşen fizyolojik ve biyokimyasal değişimlerin incelenmesi hedefleniyor. 6. MİYELOİD (Uzay Misyonuna Katılan Bireylerde Radyasyona Maruz Kalmanın Kanser İçin Öncül Lezyonlar Olan Periferik Kandaki Miyeloid-Kökenli Baskılayıcı Hücrelere Etkisinin İncelenmesi) Miyeloid kökenli baskılayıcı hücreler (MKBH) kanser gibi kronik inflamasyon süreçlerinde yüksek düzeyde üretilerek immün baskılama yapan, kanser progresyonunu ve metastazı destekleyen, heterojen immatür miyeloid hücre popülasyonudur. Bu çalışma ile, uzay misyonu katılımcılarının maruz kalacağı yolculuk ve uzay koşulları, kozmik radyasyon hasarının immünolojik olarak MKBH hücreleri düzeyinde ölçülmesi ve değerlendirilmesi amaçlanıyor. 7. MESSAGE (Microgravity Associated Genetics Science Mission/Mi̇kroyerçeki̇mi İli̇şki̇li̇ Genetik Bi̇lim Misyonu) Yerçekimsiz ortamdan etkilenen henüz işlevi keşfedilememiş genlerin tespit edilmesi ve uzay görevlerinde, bağışıklık hücrelerinden hangilerinin yer çekimi tarafından direkt olarak etkileneceğinin, CRISPR gen mühendisliği yöntemleri ile belirlenmesi hedefleniyor. 8. ALGALSPACE (Uzay Koşullarında Antarktika ve Ilıman Mikroalg Yetiştiriciliğinin Karşılaştırmalı Bir Çalışması) Uzayda, Antarktik ve ılıman bölge mikroalglerinin büyüme verileri karşılaştırılarak, literatürde ilk kez kutup alglerinin uzayda kullanımına yönelik bir çalışma gerçekleştirilecektir. Uzayda algler: CO2'den O2 rejenerasyonu, Ek gıda temini, Su iyileştirme, Yaşam destek alanlarında kullanılmak amaçlarıyla araştırılacaktır. 9. CRISPR - GEM (Mikro Yerçekimi Altında Bitkilerde CRISPR Gen Düzenleme Verimliliğinin Araştırılması) İnsanlığın uzaydaki geleceği için aşılması gereken en büyük engellerden bir tanesi olan, uzun süreli uzay görevlerinde sürdürülebilir bir sistemin sağlanamaması sorununu çözmek amacıyla tasarlanan biyorejeneratif yaşam destek sistemlerinin iskeleti olan bitkilerin, uzay görevi sırasında meydana gelen biyolojik ve biyolojik olmayan stresler karşısındaki savunma mekanizmalarının anlaşılması ve geliştirilmesine yönelik olarak, moleküler biyolojinin modern gen düzenleme tekniklerinden bir tanesi olan CRISPR tekniğinin mikro yerçekimi ortamda bitkiler üzerindeki etkinliğinin araştırılmasını amaçlanıyor. 10. PRANET (Propolisin Anti bakteriyel Etkisi) Propolis, çeşitli rahatsızlıkların tedavisinde yaygın olarak kullanılan, haricen kullanılmasında da herhangi bir yan etki bulunmayan bir maddedir. Bilim misyonu ile,  propolis maddesinin mikro yerçekimi ortamındaki bakteriler üzerindeki etkisi araştırılacak. Kontrol ve deney grupları oluşturularak propolisin anti bakteriyel etkisi test edilecek, sonuçların yer çekimli ortam ile benzer sonuçlar verip vermeyeceği karşılaştırılacak. 11. VOKALKORD (Uzay’da Yaşamaya Karşı Oluşan Hayati Tepkimelerin Vokal Kord Kaynaklı Değişimler İle Tespiti Ve Düşük Yerçekimsizliğin Sebep Olduğu Rahatsızlıkların Ses Frekansları İle Tanımlanması) Solunum sistemi fizyolojisi içerisinde yapay zeka desteği ile Seste meydana gelen frekans değişiminden rahatsızlıkların tespit edilmesi ve yerçekimsiz ortamın etkilerinin insan sesi üzerine etkilerinin araştırılması hedefleniyor. 12. OKSİJEN SATURASYONU (Solunum Sistemi Fizyolojisi İçerisinde Yapay Zeka Desteği İle Verilen Havanın Oksijen Seviyesini Hesaplayarak Düşük Yer Çekiminin Sebep Olduğu Rahatsızlıkların Tanımlanması) Hastalıkların tedavisinde erken teşhisin önemi hayatidir. Yapay zeka desteği ile verilen havanın oksijen seviyesini hesaplayarak düşük yer çekiminin sebep olduğu farklılıklar ve  rahatsızlıkların tanımlanması hedefleniyor. 13. MİYOKA (Mikro Yerçekimi Ortamında Kurşunsuz Lehimleme Araştırması) Mikro yerçekimi ortamında gerçekleştirilecek kurşunsuz lehimleme deneyi ile ilk Türk Uzay yolcusu UUİ’de elektronik kart üzerine kurşunsuz bileşen montajı gerçekleştirecek. Uzay görevi sonrası dünyaya getirilecek elektronik kartlar TUBİTAK UZAY tarafından ayrıntılı incelemeye tabii tutularak mikro yerçekiminin kurşunsuz lehimleme sürecine etkileri bilim dünyasının kullanımına sunulmak üzere raporlanacak. Kaynak:DHA

TUSAŞ Uzay Bilimleri ve Uydu Teknolojileri Laboratuvarı Açıldı

TUSAŞ'tan yapılan açıklamaya göre, şirket, AR-GE alanındaki işbirliklerini artırmaya devam ediyor. Erciyes Üniversitesi ile imzalanan protokol kapsamında Havacılık ve Uzay Fakültesi'nde yer alan TUSAŞ Uzay Bilimleri ve Uydu Teknolojileri Laboratuvarı, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın da katıldığı törenle açıldı. Laboratuvarda 20 araştırmacı görev yapacak ve TUSAŞ mühendislerinin geliştirdiği özgün platformlarda kullanılacak ileri AR-GE çözümlerinin akademisyen ve öğrencilerle geliştirilmesi sağlanacak. Protokol kapsamında uydularda kullanılan kompozit parçaların analizi, agresif yörünge kabiliyet analizi ve optimal yörünge elde edilmesi için algoritmalar geliştirilmesi ve açık kaynak kod yazılım geliştirilmesi gibi çok önemli projelere temel teşkil edecek çalışmalar yer alacak. Protokol, şirket için stratejik konularda çalışan lisans üstü öğrenci ve doktora sonrası araştırmacı yetiştirilmesi, lisans bitirme projelerinin geliştirilmesi ve öğrenciler için proje bursiyerliği imkanı sağlanmasını da kapsıyor. Ayrıca bu laboratuvarda yapılacak ileri AR-GE çalışmaları için TUSAŞ'ın sahip olduğu toplam 70 bin çekirdekli bilgisayar sisteminden 5 bin çekirdek tahsis edilecek. "Laboratuvarlarda AR-GE çalışmalarımızı beraber olgunlaştırıyoruz" TUSAŞ Genel Müdürü Temel Kotil, Türkiye'nin sahip olduğu genç nüfusu ile dinamik bir ülke olduğunu belirterek, "Savunma sanayi alanında üniversitelerimiz ile önemli iş birlikleri gerçekleştirerek gençlerimizden faydalanmaya çalışıyoruz. Aslında üniversitelerde açtığımız laboratuvarlarda güncel bilgilerle AR-GE çalışmalarımızı beraber olgunlaştırıyoruz. Böylece üniversitelerimiz TUSAŞ ailesinin bir parçası oluyorlar. Son imzaladığımız işbirliği protokolü ile Kayseri'de bulunan Erciyes Üniversitesi de ailemize katıldı. Bu işbirliğinde emeği geçen tüm akademisyenlere ve çalışma arkadaşlarıma teşekkür ediyorum." değerlendirmesinde bulundu. Kaynak:İHA

Türkiye Patent Haritası'na Ege Üniversitesi İmza Atıyor

Ege Üniversitesi, “Türkiye Patent 2020” raporuna göre patent tescillenme oranı en yüksek üniversiteler arasında birinci, ticarileşen patentler kategorisinde de ikinci oldu. Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Budak, “Patent Effect’in ‘Ticarileşen patent ürünler, ülkemiz ekonomisinde katma değer yaratıyor ve üniversitemizdeki diğer araştırmalar için kaynak oluyor. Bu bağlamda bu başarıyı elde etmemizde emeği geçen tüm çalışanlarımıza teşekkür ediyorum” dedi. Patent Effect tarafından hazırlanan “Türkiye Patent Raporu 2020” göre Ege Üniversitesi yüzde 49’luk patent tescil oranıyla patent tescillenme oranı en yüksek üniversiteler arasında birinci, ticarileşen patentler kategorisinde de ikinci sırada yer aldı. EÜ bu oranla birinciliği Sabancı Üniversitesi ile paylaşırken patent portföyleri içerisinde de ticarileşen patentler kategorisinde Orta Doğu Teknik Üniversitesinin ardından ikinci oldu. Patent ve faydalı model sayılarının araştırma üniversitesi olma  hedefinde önemli bir kriter olduğunu ifade eden Rektör Budak, “Göreve geldiğimiz ilk günden itibaren üzerinde önemle durduğumuz patent konusu ile ilgili çalışmalarımızın meyvelerini bugün aldık.  Türkiye Patent 2020 raporuna göre patent tescillenme oranı en yüksek üniversiteler arasında birinci, ticarileşen patentler kategorisinde de ikinci olduk. Üniversitelerde geliştirilen ürünlerin patentle korunarak tescillenmesi, ticaret yapma bilincini de geliştiriyor. Bu bağlamda ticarileşen patent ürünler, ülkemiz ekonomisinde katma değer yaratıyor ve üniversitemizdeki diğer araştırmalar için kaynak oluyor. Ayrıca araştırma üniversitesi olma yolunda da önemli kriterlerden birisi. Akademisyenlerimizi, araştırmacılarımızı ve öğrencilerimizi patent geliştirme konusunda teşvik ediyor, onları heyecanlandırmaya ve cesaretlendirmeye çalışarak destek oluyoruz. Oluşturduğumuz Ar-ge ve inovasyon kültürü büyümeye devam ececek. Bugün bu başarıda emeği geçen herkesi tebrik ediyorum” dedi. Patent Effect firması Türkiye'de faaliyet gösteren firmaların, kurumların, üniversitelerin ve kişilerin patent başvurularının analiz ederek Türkiye'nin teknolojik yetkinlik haritasına yön veriyor.   Kaynak:AA

Türk İlaç Endüstrisi Engellerle Mücadele Ediyor

Pandemi sebebiyle 2020 yılında başlayan ve halen tam olarak çözülemeyen küresel ticaret ve tedarik zincirindeki aksamalar nedeniyle hammaddeye erişmekte, ambalaj malzemelerinin temininde büyük sorunlar yaşıyoruz. Emtia fiyatları ve üretim maliyetlerindeki aşırı artışlar her sektör gibi endüstrimizi de öngörülemez nitelikteki ciddi finansal ve mali yüklerin altına sokuyor. Bunlara bir de, 2021 yılı son çeyreğinden itibaren TL’nin hızlı değer kaybı ve uzun yıllardır görmediğimiz yüksek enflasyon eklendi. Tüm bu zorlukların ötesinde, maalesef 6 Şubat 2023 tarihinden bu yana ülke olarak çok acı bir gündemin içerisinde yaşıyoruz. 11 ilimizi derinden etkileyen deprem felaketlerinin derin üzüntüsü içerisindeyiz. Ülkemiz tarihinin en büyük afetlerinden biri olan ve on binlerce insanımızın vefatına, yüzbinlerce insanımızın yaralanmasına neden olan depremler, başta bölgede yaşayan insanlarımız olmak üzere tüm ülkemiz için tam bir yıkım oldu. Bu vesile ile bir kez daha depremde kaybettiğimiz vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına ve tüm ülkemize başsağlığı diliyoruz. Yaşadığımız bu felakette; devletimizin tüm kurumları, merkezi ve yerel yönetimler, iş dünyamız, sivil toplum örgütlerimiz ve vatandaşlarımız güçlü bir dayanışma ve iş birliği örneği göstererek fedakârca çalışmalar yürüttü, yürütmeye de devam ediyor. Biz de İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası olarak deprem felaketinden etkilenen bölgemize ilk günden itibaren tüm imkanlarımızı seferber ettik. Bu doğrultuda Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, Kamu Hastaneleri Genel Müdürlüğü ve Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü koordinasyonunda, üyelerimizle birlikte deprem bölgesine milyonlarca kutu ilacı bağış olarak ulaştırdık. Bu sürecin kısa mesafe koşusu değil bir maraton olduğunun bilinciyle ihtiyaçlar doğrultusunda hızla organize olarak sevkiyatlarımıza devam ediyoruz. Bunun yanı sıra, üyesi olduğumuz Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) koordinasyonunda bölgede ihtiyaç duyulan yardım malzemelerini taşıyan tırımız da çok kısa sürede bölgeye ulaştı. Üye firmalarımız da bir yandan depremden etkilenen çalışanlarına ekonomik ve sosyal destek verirken bir yandan da bölgede depremden etkilenen tüm vatandaşlarımıza yönelik bağışlar yapmaya devam ediyor. Felaketin etkilediği bölgede yaraları sarmak, ihtiyaçları gidermek çok uzun soluklu bir mücadele olacak. Bunun bilincindeyiz. Bu zor süreci birlik içinde aşacağımıza inanıyoruz. Bu yolda her zamanki gibi devletimizin ve milletimizin yanında olmaya, her türlü desteği sağlamaya devam edeceğiz. Sekörün temel sorunları nelerdir? Yaşanan bu acının yanında ilaç endüstrimizi doğrudan ilgilendiren pek çok teknik konumuz ve sorunumuz mevcut. Bu zorlu ekonomik ortamda endüstrimiz çok uzun zamandır sırtında büyük bir yük olarak taşıdığı, son yıllardaki sıkıntılarla artık katlanılmaz hale gelen ilaç kuru sorunuyla baş etmeye çalışıyor. Bildiğiniz gibi geçtiğimiz yıl ilaç kuru ilk kez 3 defa güncellendi. Aralık ayındaki son güncellemeyle 10,76 TL‘ye ulaştı. Bu güncelleme, az da olsa ilaç endüstrimize nefes aldırdı. Ancak güncel piyasa kurunun sadece %51’ine tekabül eden bu oran endüstrimizin varlığını sürdürmesi için kesinlikle yeterli değil. Bu konuda halen ilave adımlar atılması gerektiğini düşünüyor ve buna dair çözüm önerilerini ilgili kamu kurumlarımızla paylaşmaya devam ediyoruz. Hepimiz biliyoruz ki ilaç endüstrisinin üretiminin devamı hem ülke ekonomisi hem de toplum sağlığı adına büyük önem arz ediyor. Avro bugün itibarıyla 22 TL’nin üzerine çıkmış durumda, ilaç kuru ise 10,76 TL’de. Dolayısıyla, bir önceki yılın döviz kuru gelişmelerine dayanılarak yılda bir kere ilaç kuru belirlenmesi uygulamasının sürdürülebilir olmadığını artık net biçimde görüyoruz. Güncellemenin yıl içinde düzenli olarak en az 2 defa gerçekleştirilmesinin önemine inanıyoruz. İlaveten, ilaç kurunu belirlemede kullanılan ve 2019 yılında %60’a düşürülen oranın, gecikmeksizin %70’e yükseltilmesi önem taşıyor. İlaç kuru uygulamasına ilave olarak bir de SGK tarafından uygulanmakta olan yüksek oranlı iskontolar nedeniyle büyük bir mali yükün altında ezilmekteyiz.  Dolayısıyla kısa vadede atılması gereken bir diğer adım da %41’lere varan kamu kurum iskonto oranlarında indirim yapılması. Ekonomik gerçekliklerden uzak ilaç kuru, fiyatlandırma ve geri ödeme politikaları nedeniyle ülkemizdeki ilaç fiyatları 20’ye yakın ülkede referans fiyat olarak kullanılmaya başlandı ve hammadde ithal ettiğimiz Hindistan’ın bile altına düşmüş durumda.  2023 yılında devletimizin, başta ilaç kuru ve SGK iskontoları olmak üzere ilaç fiyatlandırması konusunda yaşadığımız sorunları kalıcı, yapıcı ve sürdürülebilir şekilde çözüme kavuşturacağına inanıyoruz. Biyoteknolojiye son yıllarda çok fazla önem verdiniz ve özel platformda oluşturdunuz durum özeti alabilir miyiz? Endüstrimiz için bir diğer çok kritik konu da tüm dünyanın gündeminde olan biyoteknolojik ilaçlar. Gururla ifade etmeliyiz ki, ülkemizde yüksek üretim teknolojisine ve kapasitesine sahip, kendi kendine yeten, küresel rekabette gücünü korumak için sürekli yatırım yapan ve çalışan çok köklü ve güçlü bir ilaç endüstrisi bulunuyor. Endüstrimizde bugün yerli ve yabancı 785’in üzerinde işletme var. Uluslararası standartlarda 103 ilaç, 13 hammadde üretim tesisimiz ve 41 Ar-Ge merkezimiz mevcut. Ancak, ne yazık ki ülkemiz pazarındaki biyoteknolojik ürünlerin neredeyse tamamı ithal ürünlerden oluşuyor. Türk ilaç endüstrisi olarak ülkemiz adına bu durumu değiştirmemiz, bu ilaçları ülkemizde geliştirmemiz ve üretmemiz şart. Dolayısıyla uzun yıllardır bütün birikimimizi, deneyimimizi ve sermayemizi bu alana yatırıyoruz. Endüstrimizin biyoteknoloji alanında bugüne kadar aldığı yatırım teşvik belgesi tutarı 1,1 milyar dolara ulaştı. Fiziki yatırımların yanı sıra yoğun şekilde teknoloji transferi, know-how ve insan kaynağı yatırımı gerçekleştiriyoruz. Yatırımlara yurt dışında da devam ediyor ve dünyanın önde gelen biyoteknoloji firmaları ile stratejik ortaklıklar kuruyoruz. Tüm bu çabalarımız sonucunda ülkemizde önemli bir üretim kapasitesi oluşmuş durumda. Halihazırda bu alanda üretim süreçlerine başlamış 6 aktif tesisimiz bulunuyor. Bu tesislerimizde 32 biyobenzer ilacın üretimi yapılıyor. Bunun yanı sıra 9 adet tesisimizin de yapım süreçleri tamamlanma aşamasına geldi. Bu alandaki ana hedefimiz, büyük oranda ithalatına bağımlı olduğumuz bu ürünlerde hem ülkemizin ihtiyaçlarını yurt içi üretimle karşılamak hem de ülkemizi bu ürünlerde önemli bir ihracatçı konumuna getirmek. Ancak elbette bu alanda sadece firmalarımızın gayretleri yeterli değil. Biyoteknoloji de başarılı olabilmemiz için; kamunun, endüstrinin ve üniversitelerin koordinasyon ve iş birliğiyle aynı hedeflere yönelmesi gerekiyor. Bu kapsamda hem İEİS hem de Türkiye Biyoteknolojik İlaç ve Aşı Platformumuz çatısı altında uzun zamandır kamu-üniversite-sanayi iş birliklerinin güçlendirilmesi için çalışıyoruz. Kamu otoritelerimizle yakın iletişim içerisinde ilaç endüstrimizin gelişimi için destekleyici politikaların uygulamaya konulması için yoğun çaba gösteriyoruz. Endüstrimizin uzun yıllardır biyoteknoloji alanındaki en temel engeli, ülkemiz koşullarına özgü bir ruhsat mevzuatının olmamasıydı. Bu konu, 2021 yılında yayımlanan mevzuat ile büyük ölçüde çözüme kavuşmuş durumda. Bu alanda ruhsat mevzuatı yanında geri ödeme mevzuatının da çabalarımızı anlamlı kılacak nitelikte düzenlenmesi sanayimiz açısından hayati önemde. Bu kapsamda son Sosyal Güvenlik Kurumu İlaç Geri Ödeme Yönetmeliği’nde yer verilen biyobenzer ürünlerin geri ödeme başvurularının değerlendirilmesinde biyoteknolojik ürünün birim fiyatının en az %30 altında birim fiyatı ile başvurduğu takdirde önceliklendirileceği hükmü, endüstrimizin bugüne kadar biyoteknolojik ve biyobenzer ilaç geliştirmek ve üretmek için yaptığı tüm yatırımları ve çalışmaları anlamsız hale getirmiş durumda. Bu ibarenin, biyobenzer ürünlerin ülkemizde geliştirilmesini, üretilmesini ve dünya pazarlarında yer bulmasını engelleyeceğini düşünüyoruz. Söz konusu uygulama ayrıca önemli hastalıkların tedavisi için vazgeçilmez olan yüksek teknolojili bu ilaçları fiyat manipülasyonlarına maruz bırakacaktır. Bu itibarla, idare hukuku açısından da gerekli adımları attık. Endüstri olarak diğer beklentileriniz ve talepleriniz nelerdir? Bir başka önemli beklentimiz ise teşviklerin değişen koşullara ve endüstrinin ihtiyaçlarına uyumlu hale getirilmesidir.  Bugüne kadar verilen yatırım teşvikleriyle ciddi yatırımlar yaptık. Bundan sonrasında beklentimiz, biyobenzer ürünlerimizin istenen hızda piyasaya sunulması için vergisel teşviklerin yanında nakdi finansal desteklerin sayısının ve miktarının arttırılması ve yatırımlarda düşük faizli kredi desteği gibi ek teşvikler getirilmesidir. Son olarak ihracat alanındaki son gelişmelere de değinmek isterim.  Türk ilaç endüstrisi olarak bir yandan vatandaşlarımızın ilaçlarının kesintisiz sağlanması için üretmeye devam ederken diğer yandan da ihracatımızı artırmak, ülkemize döviz kazandırmak için var gücümüzle çalışıyoruz. Firmalarımızın bu alandaki gayretli çalışmalarıyla, 2015 – 2022 arası dönemde ülkemiz ilaç ihracatı %74,7 artışla, aynı dönem Türkiye toplam ihracat artış oranı olan %68,3’ün üzerine çıkmış, güçlü bir performans sergilemiştir. Bununla beraber, ne yazık ki son iki senedir büyüme hızının geçmiş yıllara göre yavaşladığını görüyoruz. 2022 yılında sadece %0,6 oranında büyüyen ilaç ihracatımız 1,92 milyar dolar ile bir yıl önce ulaştığı en yüksek tarihsel seviyesini korumuştur. Dünya standartlarında üretim gücümüz, kapasitemiz ve ülkemizin gelişmekte olan pazarlara yakınlığı çerçevesinde edindiğimiz lojistik avantajlarımız göz önünde bulundurulduğunda endüstrimiz, dünya ilaç ihracatı içindeki payını çok daha yukarılara taşıyacak potansiyele sahip.  Yüksek teknoloji sınıfında olan katma değeri yüksek ilaç sektörünün ihracatının arttırılması ülkemiz dış ticaret açığının azaltılması açısından da büyük önem taşıyor. Bu alanda endüstrimizin gelişimi için hem İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası hem de koordinasyonumuzda faaliyetlerini yürüten Türkiye İlaç İhracatçıları Platformumuz çatısı altında çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu alanda gündemimizdeki öncelikli engel, son dönemde ilaç ihracatına yönelik getirilen sınırlamalar. Sağlık Bakanlığımız tarafından ilaç ihracatına getirilen sınırlandırma, özellikle yurtdışından ihale alan, sözleşmeleri bulunan ve teşvik ve DİR Belgesi gibi kapatılması gereken belgeleri olan firmalarımız için sıkıntılı bir durum yaratıyor. Söz konusu sınırlandırmanın en kısa sürede kaldırılması endüstrimiz için büyük önem taşıyor. Benzer şekilde, tamamen vatandaşlarımız için oluşturulan fiyatlardan iç pazara verilen ürünlerin, bazı ecza depoları tarafından ruhsat sahibi firmanın izin ve onayı olmadan daha düşük bir fiyatla dış pazarlarda satılması olarak önümüze çıkan izinsiz ihracat uygulaması da ihracatımız açısından büyük sorun oluşturuyor. Bu durum üretim yapan ve ürettikleri ilaçları uzun süreli ve yüksek maliyetli uğraşlarla ihraç eden ilaç firmalarımızı haksız bir rekabetle karşı karşıya bırakıyor. Bunun yanında, belirli durumlarda dış pazarlarda sahte ilaçların da ortaya çıkmasına sebebiyet vererek sektörümüzün bölgesel ve küresel paydaşlar nezdinde yarattığı kaliteli Türk ilacı imajı üzerinde, hiç istemediğimiz olumsuz bir algı yaratma potansiyeli taşıyor. Bu itibarla, yasal ruhsat sahibinden bir beyannamenin ihracata eşlik eden zorunlu belgelere dahil edilmesini düzenleyen bir mevzuat değişikliğine gidilmesinin, ilgili sorunun çözümünde önemli bir adım olacağını değerlendiriyoruz. KAYNAK:Basın Bülteni

AstraZeneca Türkiye En İyi İşverenler Arasında Zirvede

Great Place to Work (GPTW) Enstitüsü Türkiye’de 11. kez düzenlenen “Türkiye’nin En İyi İşverenleri – Great Place to Work Listesi”ni 9 Mayıs 2023 tarihinde açıkladı. Araştırma, geliştirme, temel ilaçların ve uzmanlık ürünlerinin üretimi ve sağlığın hizmetine sunulması alanında faaliyet gösteren, dünyanın önde gelen yenilikçi ve araştırmacı ilaç şirketlerinden biri olan AstraZeneca Türkiye, listenin 500 – 999 çalışan kategorisinde yerini alarak altı yıldır üst üste listeye girme başarısını gösterdi ve bu yıl bulunduğu kategoride zirveye yerleşti. AstraZeneca Türkiye bu başarısının yanı sıra şirket içerisinde uyguladığı çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık politikaları nedeniyle Diversity Özel Ödülü’ne de layık görüldü.“Çeşitlilik, kapsayıcılık ve fırsat eşitliği kültürünü teşvik ediyoruz” AstraZeneca Türkiye’nin başarılarının arkasındaki en önemli faktörün insana saygı ilkesini temel alan kurum kültürü olduğunu söyleyen AstraZeneca Türkiye İnsan Kaynakları Direktörü Feyza Aysan, “AstraZeneca’da herkesin kendisini açıklıkla ifade edebildiği, aidiyet duyduğu, eşitlikçi, çeşitlilik ve kapsayıcılığın bulunduğu bir ortam yaratarak inovasyon yoluyla büyümeyi sağlıyoruz. Bu bakış açımızla, çeşitli ve benzersiz yeteneklere sahip çalışanlarımızın yenilik üretme konusunda özgür olabilmesi adına fikirlere saygı duyulan, insanların desteklendiği ve güvenli hissettiği iyi bir çalışma ortamı sağlamayı hedefliyoruz. Bilime tutkuyla bağlı çalışanlarımıza değer veriyor; çeşitlilik, kapsayıcılık ve fırsat eşitliği kültürünü teşvik ediyoruz. Cinsiyet, ırk, milliyet, yaş, cinsel yönelim gibi konulardan bağımsız hakkaniyetli, eşit, dürüst, samimi, nazik, özenli, saygılı ve itibarlı bir yaklaşım sergiliyoruz.”dedi. “Çalışanlarımızı potansiyellerine ulaşmaları için destekliyoruz” Herkesin en iyi performansı gösterebileceği bir iş ortamını teşvik etmeye büyük önem verdiklerinin altını da çizen Aysan, “İşe alım, ücretlendirme, ödüllendirme, bireysel gelişim, atama ve terfi konularındaki bütün kararları kişinin yeteneği, deneyimi, davranışı, iş performansına göre alıyoruz. Yaşam boyu öğrenim kültürümüz kapsamında sağladığımız eğitimlerle çalışanlarımızın yeteneklerini geliştiriyor ve herkesi potansiyeline ulaşması yolunda destekliyoruz. Yenilikçi fikirleri ve geri bildirimleri dinleyerek, gerekli aksiyonları alıyoruz. Çalışanlarımızın memnuniyetini sürekli ölçüyor, geri bildirim ve önerileri anketlerle düzenli olarak takip ediyoruz.” şeklinde konuştu. “Sunduğumuz fırsatlarla istihdam dünyasının öncüleri arasındayız” Güvenli, sağlıklı ve emniyetli bir çalışma ortamı için güçlü ve etkin sağlık, emniyet ve çevre (SEÇ) yönetim sistemlerini kullandıklarını da aktaran Aysan açıklamasının devamında şunları söyledi: “Bilimsel gelişimi ve kurum içi etkileşimi ilerletmek için yapay zekâ, metaverse gibi çığır açan teknolojilerin imkânlarından sonuna kadar faydalanıyoruz. AstraZeneca Türkiye olarak, sadece ilaç keşfi alanında değil insan kaynakları alanında da en yeni trendleri takip ederek kendimize uyarlıyor, çalışanlarımızı iş hayatlarında destekleyerek başarılı olmalarını sağlayacak fırsatlar sunuyoruz. Bu nedenle, sadece bilimsel çalışmalarımızla değil, aynı zamanda çalışanlarımıza yaptığımız katkı ve sunduğumuz gelişim fırsatlarıyla istihdam dünyasının da öncüleri arasındayız. İş yeri kültürü ve çalışan deneyimi konusunda küresel çapta faaliyet gösteren GPTW gibi önemli bir kurum tarafından yıllardır üst üste ödüllere layık görülmemizden sonra bu yıl sektörümüzde lider ilan edilmemiz ve ayrıca Diversity Özel Ödülü’ne layık görülmemiz bu öncü çalışmalarımızın başarısının teyidi niteliğindedir.” Kaynak:AA

James Webb Teleskobu Gezegenlerin Oluşumuna Dair İpucu Verecek

Göz kamaştırıcı uzay yolculuklarına olan ilgi, James Webb Uzay Teleskobu ile daha da artıyor. Teleskobun son keşfi, genç bir yıldızın etrafındaki toz halkaları oldu. Bu bulgular, gezegenlerin nasıl oluştuğuna dair ipuçları sunabilir. Webb teleskobunun verileri, uzayın sırlarını çözmek için çıktığı bu yolculukta bilim insanlarının en büyük yardımcısı olmaya devam ediyor. James Webb Teleskobu, Fomalhaut Yıldızı Çevresindeki Toz Halkalarını KeşfediyorJames Webb Uzay Teleskobu, uzaya açıldığından bu yana birçok keşifte bulundu ve son olarak genç bir yıldız olan Fomalhaut'un etrafındaki toz halkalarını gözlemledi. Fomalhaut, Galaksi'deki en parlak yıldızlardan biri ve Güneş'ten 16 kat daha parlak. Yıldızın yaşının, sadece Güneş'in onda biri kadar olduğu düşünülüyor ve yaklaşık olarak ömrünün yarısı geride kalmış. Webb teleskobu, 1983'te keşfedilen en uzaktaki toz halkasının yanı sıra, yıldızın etrafındaki 2 farklı toz halkasını da gözlemledi. Bilim insanları, bu halkaların gezegenlerin oluşumuna dair ipuçları sağladığını ve sonunda gezegenlere dönüşebileceğini belirtiyor. Bu keşifler, gökbilim camiasını heyecanlandırıyor ve Güneş Sistemi'nin nasıl oluştuğuna dair daha derin bir anlayışa yol açabilir. Fomalhaut sistemindeki ötegezegen arayışı hayal kırıklığına yol açarken, bilim insanları ilginç bir keşif yaptı. Hubble Uzay Teleskobu tarafından keşfedilen ilk dış gezegen olan Fomalhaut b, daha sonra kayboldu ve bir toz bulutuna dönüştü. Ancak, Fomalhaut'un çevresindeki toz halkaları, gezegenlerin yerçekimi etkisi tarafından oluşturulduğunu düşündürüyor. Bilim insanları, keşiflerin devam ettiği Fomalhaut sisteminin, gezegenlerin oluşumu hakkındaki sırların çözülmesine yardımcı olabileceğini umut ediyorlar.Fomalhaut: Antik Persler tarafından 'kraliyet yıldızı' olarak kabul edilen parlak yıldız Görkemli ve parlak bir yıldız olan Fomalhaut, gökbilimciler ve amatör gözlemciler tarafından büyük ilgi görüyor. Antik çağlardan beri keşfedilen ve takdir edilen yıldız, günümüzde de astrolojide önemli bir yere sahiptir. Fomalhaut'un parlaklığı, Güneş'ten 16 kat daha fazla olması ve neredeyse 2 kat daha büyük olması nedeniyle dikkat çekicidir. Kaynak:AA

Boğaziçi’nin Mikroalg Çalışmaları Uzaya Taşınıyor

Türkiye’nin Millî Uzay Programı çerçevesinde Boğaziçi Üniversitesi yürütücülüğünde TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi (MAM) ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi (İMÜ) ortaklığında hayata geçen “Uzay Görevleri için MikroAlgal Yaşam Destek Üniteleri” (UzMAn) projesi de uzaya gidecek 13 çalışma arasında yer aldı. Ay ve Mars gibi gezegen ya da uydulara gerçekleştirilecek insanlı uzay misyonlarında mikroalglerin kullanım alan ve etkinliği, ilk Türk astronomlar Alper Gezeravcı ile Tuva Cihangir Atasever nezaretinde UUİ’de teste tabi tutulacak. Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü Dr. Öğr. Üyesi Berat Zeki Haznedaroğlu, projenin dünyada ilk olduğunu ve geliştirdikleri mikroalglerin yer çekimsiz ortamdaki kabiliyetleri ile metobolik değişikliklerinin analiz edileceğini ifade ederek; “Mikroalglerle ilgili olarak Boğaziçi Üniversitesi İstanbul Mikroyosun Biyoteknolojileri Araştırma ve Geliştirme Birimi’nde (İMBİYOTAB) kapsamlı çalışmalar gerçekleştiriyoruz. Yakın zamanda Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile Avrupa Komisyonu tarafından sağlanan desteklerle Biyoekonomi Odaklı Kalkınma için Entegre Biyorafineri Konsepti (INDEPENDENT) gibi birçok öncü projeyi hayata geçirdik. Şimdi farklı paydaşlarımızın yer aldığı bu yeni projemiz bizi oldukça heyecanlandırıyor. Çünkü UzMAn projesi Türkiye’nin Millî Uzay Programı çerçevesinde uzaya taşınacak 13 öncü projesinden biri oldu. Uluslararası Uzay İstasyonu’nda mikroalg türlerinin yerçekimsiz ortamda yüksek oranda karbondioksit özümseme ve oksijene çevirme kabiliyetleri ile fotosentetik performansları ölçülecek. Deneyin son kısmında 14 gün boyunca UUİ’da mikrogravite koşullarına maruz kalan mikroalglerde oluşan metabolik değişiklikler yeni nesil RNA dizileme teknikleri kullanılarak belirlenecek ve dünyada gerçekleştirilecek kontrol deney grubu ile karşılaştırılacak.” dedi.“Mars’a insanlı yolculuk için çok değerli.” Görev kapsamında beş farklı mikroalg türünün test edileceği bilgisini paylaşan Dr. Öğr. Üyesi Haznedaroğlu, projenin ulusal ve uluslararası alanda dünyada ilk olduğunu da belirtti. Mikroalglerin Ay ve Mars’a düzenlenmesi planlanan insanlı uzay misyonlarında gıda üretim, atık su arıtım, hava iyileştirme, biyo-madencilik ve 3 boyutlu biyomalzeme üretimi gibi birçok kritik sistemde kullanılabileceğini de sözlerine ekleyen bilim insanı, “Proje, Türkiye ve dünya için öncü bir niteliğe sahip. Özellikle insanlı uzay misyonları için mikroalglerin performansını şimdiden değerlendirmemiz bizim için çok önemli veriler sağlayacak. Beslenme açısından yüksek protein içerikli, vitamin ve Omega yağ asit değerleri zengin canlılar olan mikroalgler mürettebat için gıda kaynağı olmalarının yanında, uzay istasyonlarında ortaya çıkan atık suyun arıtılması, diğer tohum ve bitki türleri için biyogübre olarak kullanılabilirken kabin içi hava iyileştirme sistemlerine de destek oluyor. Mars gibi uzun sürmesi öngörülen insanlı yolculuklarda mikroalglerin bize sağlayacağı avantajların tespiti için Uluslararası Uzay İstasyonu’nda yer çekimsiz ortamdaki bu deneyler çok değerli. Ayrıca Millî Uzay Programı kapsamında uzaya ilk Türk astronotları tarafından taşınacak 13 projeden biri olarak seçilmenin de ekip olarak haklı gururunu yaşıyoruz.” diye konuştu. Kaynak:Basın Bülteni

Türk Uzay Yolcusu Bir İlke İmza Atıyor

Türk uzay yolcuları belirlendi. Konuyla ilgili yapılan açıklamalardan uzay yolcularının isimlerini ve uzayda kaldıkları süre içinde hangi deneyleri yapacaklarını öğrendik. Türkiye'nin ilk uzay yolcuları Alper Gezeravcı (asil) ve Tuva Cihangir Atasever (yedek) oldu. Bu noktada, uzay yolcularının seçimleri kadar uzayda yapacakları deneylerin seçimleri de önem taşıyordu. Türk uzay yolcularının uzayda gerçekleştireceği deneyler için yapılan çağrıya başvurular; Türk Uzay Ajansı ve TÜBİTAK uzay uzmanlarından oluşan bir komisyon tarafından değerlendirildi. Yapılan seçimde öneriler; bilimsel katkı, değer, maliyet, takvim, yapılabilirlik ve Uluslararası Uzay İstasyonu altyapılarına uyumluluk gibi kriterler çerçevesinde değerlendirildi.Seçilen deneylerden biri de Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Temel Onkoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Güneş Esendağlı liderliğinde gerçekleşen "Miyeloid" deneyi oldu. Deneyi gerçekleştiren araştırma ekibi; Sağlık Bilimleri Üniversitesi Gülhane Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kerim Bora Yılmaz, Etlik Şehir Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği'nden Doç. Dr. Erhan Güven ve Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Temel Onkoloji Ana Bilim Dalından Uzm. Biyolog Hamdullah Yanık'tan oluşuyor. Deney kapsamında, uzay yolcularının kan dolaşımından, uzay yolculuğu sırasında vücudun maruz kaldığı stres ve radyasyon hasarına bağlı oluşabilecek bağışıklık sistemindeki değişimler izlenecek ve kanser riskini belirleyecek araştırmalar yapılacak. Bu immünolojik deneylerle uzay ortamı ve radyasyon hasarına bağlı ortaya çıkan özel bir hücre tipi olan "miyeloid kökenli baskılayıcı hücrelere" yönelik hücresel, transkriptomik ve fonksiyonel analizler gerçekleştirilecek. UZAY ORTAMININ TEHLİKESİ VAR MI? Araştırma ekibinin bu deneyi planlama amacının, uzay yolcularının sağlık durumlarının çeşitli faktörlere bağlı olarak etkilenebileceği olduğu belirtiliyor. Güneşin ultraviyole ışınları, galaktik kozmik radyasyon, yer çekimi değişiklikleri, yolculuk sırasındaki basınç farklılıkları ve uzay görevindeki bireylerin soludukları hava ve ortam nemi uzay görevindeki astronotların sağlıklarına etki edebilecek faktörler arasında bulunuyor. Güneşten gelen solar kozmik ışınlar, yüksek enerjili protonlar ile galaktik kozmik ışınlara maruz kalmanın uzun dönemde radyasyon etkisine bağlı genetik hasara, bağışıklık sistemi reaksiyonlarına ve kanser riskine kadar varabilecek değişimler ortaya çıkarabileceğine dikkat çekiliyor. "Miyeloid" deneyi sorumlusu ve proje yöneticisi Prof. Dr. Güneş Esendağlı, "Olası uzay yolculuğu sırasında değişebilecek bağışıklık sistemi özelliklerinin, radyasyon hasarının ve uzay ortamının olası risklerini 4 ana başlıkta toplayabiliriz. Atmosferin koruyucu etkisi olmadığı uzay ortamının, insanlar için tehlikeleri ve radyasyonun organizma üzerindeki etkileri aşağıdaki gibidir" diyor. 1-) Radyasyon karsinoenezi (kanser riski) 2-) Akut veya geç başlangıçlı merkezi sinir sistemi etkileri 3-) Katarakt, sindirim ve dolaşım sistemi sorunları gibi diğer dejeneratif bozukluklar (görme problemleri başta olmak üzere) 4-) Akut radyasyon hasarı (cilt yaralanmaları başta olmak üzere)DÜNYADA BİR İLK OLACAKMyeloid deneyi; uzayda aylar ve hatta yıllar geçiren astronotların kanser riskinin belirlenmesi ve erken müdahale edilmesi ile insanlığın uzaydaki geleceği açısından dünyada bir ilk olma özelliği taşıyor. Prof. Dr. Güneş Esendağlı, "Uzay istasyonunda yapılan deneylerde radyasyon ölçümlerinin yörünge irtifası ve solar sikluslara bağlı olarak değişkenlik gösterdiği ortaya konmuştur. Miyeloid kökenli baskılayıcı hücreler, kanser gibi kronik inflamasyon süreçlerinde başta kanda olmak üzere yüksek düzeyde üretilerek immün baskılama yapan, kanser ilerlemesi ve yayılımını destekleyen, heterojen immatür miyeloid hücre popülasyonudur. Kapsamlı ve detaylı bir inceleme sonucunda elemeyi geçerek yapılmasına karar verilen bu deney; uzay çalışmaları ve tıp alanında bir ilki oluşturuyor" diyor. Kaynak:AA

E-bülten için aşağıdaki bilgileri doldurmanız yeterli.

Giriş Yap

Şifremi Unuttum Kayıt Ol

Kayıt Ol

Şifremi Unuttum